‘’Tita tamam ya Shevchenko?‘’
Fenerbahçe’nin dünya yıldızı Anelka ise, belki de geldiği günden beri en iyi performansını sergiliyordu. Ortadan, sağdan, soldan; hadi gülüm yandan yandan... Tüm boş alanları babasının malıymış gibi kullanmak istiyor, ikiye birlerle, şutlarla, çalım denemeleriyle rakip savunmanın tüm dengesini bozuyor ve arkadaşlarına yıpranmış bir savunmaya karşı mücadele etme fırsatı veriyordu. Taa ki, nefesinin ya da gücünün tükendiği son yarım saate kadar...Bu arada Selçuk çıkışını sürdürüyor ve “Anelka ne yaparsa yapsın, bu maçın yıldızı benim” diyordu adeta. Fenerbahçe’nin özellikle Avrupa’da çok iş yapabilecek transferi Appiah’ın Selçuk’a büyük katkısı ise, Aurelio’yu o kadar rahatlatıyordu ki, tıpkı vatandaşı Alex gibi “Bu akşam oynamasam da olur” vaziyetleri çıkıyordu ortaya...Evet!.. Alex golü dışında hiç yoktu, ikinci golü atan Aurelio savunmayı eskisi kadar dert etmiyordu, Nobre Anelka’ya, Anelka Nobre’ye pas atmıyordu, savunma bir tek Tita tehdidine karşı bile zorlanıyor, Daum düşüşü göre göre oyuncu değiştirmiyordu. Ancak, Fenerbahçe baskılı, zaman zaman göze hoş gelen bir futbolla bir Süper Lig maçını daha üç puanla geride bırakıyordu.Artık Milan deplasmanı konuşuluyordu, bir sıradan Kadıköy galibiyeti sonrasında...
‘’Fenerbahçe'yi bekliyoruz...‘’
Kimileri, kalabalık defans yapan Samsunspor’a, teknik adam Şaban Yıldırım’ın 1-3’lük geri düşüş anlarında bile sadece kalesini korumaya yönelik savunma birikimine eleştiri getirebilir. (Ki, ben de bunu eleştirmek üzere programlamıştım kendimi maçın belirli bölümlerinde). Ne var ki, son dakikalarda gelen Sarı-Lacivertli pozisyon ve goller, Türkiye Ligi’nde en akıllıca davranışın öncelikle Fenerbahçe’ye önlem alınması gerektiği şeklinde özetlenebilir. Ne kadar kötü oynuyor, yanlış yönetiliyor gibi görünürse görünsün, Fenerbahçe’nin bu kadrosunu hafife almak, ligdeki hemen her takım için hezimet getirebilir.Tamam; forvette Anelka, ortada Appiah, hatta Aurelio ve bazen Selçuk, yan toplarda Önder, sağ kanatta Serkan, santrforda Nobre tribünlerdeki onbinlerin, televizyon başındaki milyonların hayal ettiği gibi oynayamayabilir. Ancak, beklemek gerek sabırla. Fizik güç ve kondisyonunu Şampiyonlar Ligi maçları öncesi üst düzeye çıkarmaya hazırlanan Fenerbahçe’yi. Bu işler dışarıdan göründüğü kadar kolay değil.
‘’Fener bunun neresinde?‘’
Hiç alakası var mı, lacivert-açık-uçuk mavi formaların Fenerbahçe ile? Siz de uzaktan baksanız, Fenerbahçe’yi bu formalarla tanıyamayabilirsiniz. Bu kadar fırsatı acemice harcayanları, “İşte üst üste 3. şampiyonluğu kovalayan ve Avrupa’da başarı arayacak olan Fenerbahçeliler” diye işaret edemeyebilirsiniz...Oysa ne kadar bonkördü, lige iyi başlamayan Rizesporlu savunmacılar. Volkan’dan gelen rastgele degajlar da dahil, neredeyse her Lacivert-açık-uçuk mavili atakta, darmadağın oldular. Ne kademe anlayışı, ne baskı, ne ayakta kalabilme becerisi; aslında evsahipleri henüz ilk yarıda maçı misafirlerine sundular...Ne var ki sonunda, yani ilk yarının sonunda atamayana attılar Metin Tokat’ın penaltısıyla!. Ve Lacivert-açık-uçuk mavililer hiç hak etmedikleri halde, bireysel hatalar nedeniyle yenik durumda soyunma odasının yolunu tuttular...İkinci yarıda da değişen bir şey yoktu oyunda. Orta alanı rahat kateden Lacivert-açık-uçuk mavili takım, rakip ceza sahasının içine kadar girebildi hemen her atağında. Yine son vuruşlar beceriksizdi, yine uzaktan atılan şutlar isabetsiz, kaleyi tutsa da şiddeti yetersizdi. Ancak, önce Nobre, ardından geçen sezon sadece 5 dakika, bu sezon 1 dakika şans bulabilen Semih’in golleriyle üç puan hakedene geldi...Lacivert-açık-uçuk mavili Fenerbahçe’nin siftahıydı bu. Sakatlıkları nedeniyle Rüştü, Servet, Kemal, Anelka, cezası nedeniyle Tuncay, saçları nedeniyle de Alex yoktu. Ancak, başta Rizespor’un yetersizliği ve Selçuk, Aurelio, Appiah üçlüsü olmak üzere hakedenin kazanması için neden çoktu...
‘’Ey ruh Ner'desin?‘’
Haklı ya da haksız, kurallara uygun ya da aykırı ceza verenler, bunu mutlaka düşünmeliler! Bir Fenerbahçeli’nin silahından çıktığı ispatlanamayan kurşun nedeniyle 20 bini kombineli, tamamı masum onbinlerce Fenerbahçeli’nin bir futbol maçına girmesini engellediler...Zaten kimin elinin kimin cebinde, kimin baş, kimin ayak olduğu belli değil ki memlekette. “Futbol maçı” da diyebilirsiniz dün akşamki taraftarsız, ruhsuz oyuna, “Eziyet” de...“Eziyet” yakıştırması çok daha yakışık alır, Türkiye’nin en modern ve coşkulu tribünlerinin boş kaldığı bir futbol akşamını izah etmek için. Taraftarsız Alex’e, Appiah’a, Tuncay’a, taraftarsız Fenerbahçe’ye, seyircisiz futbola ruh vermek kolay değil!Bir de teknik adamlar vardı ki dün akşam! Biri ne kadar kayıtsız kaldıysa, zengin kulübesine rağmen giden puanlara, diğeri de o kadar cömert davrandı gereksiz oyuncu değişiklikleriyle kazanılmış puanlara. Daum, kılını bile kıpırdatmadı, Kalpar ise takımını geri gömerek rakibinin oyun üstünlüğünü eline geçirmesi ve pozisyon üretebilmesi için elinden geleni yaptı.Kazananı yoktu dün akşamın.. Ve yazı yazmak bile eziyetti; neyse ki bitti!
‘’Gençler'in tercihi...‘’
Ziya Doğan da en az başkanı kadar başarılıydı doğrusu tercihlerinde. Ne yapmalıydı son iki sezonun şampiyonuna, kendisinden daha zengin ve oturmuş bir kadroya sahip rakibine karşı Ziya Hoca; tabii ki önce rakibine tedbir almalıydı. O da öyle yaptı zaten, çok kişiyle adam markajı oynatarak...Öncelikle orta alanda “Dur!” dedi Fenerbahçe’ye. Önce Alex’in başına bela ettiği Sedat, sonra Ayman’la.. Ve Risp’le Nobre’yi etkisiz hale getirerek, bir anlamda fişini çekmiş oldu, kanatlarını zaten yeterince işletemeyen Sarı - Kanarya’nın...Son şampiyonun ilk 25 dakikadaki hakimiyeti; belki lige henüz yeterince motive olamamaktan, belki sezon başı ant- renmanlarının ağırlığından ve mutlaka rakibin direncine karşı koyamamaktan kırılıp gitti çabucak ligin ilk maçında Ankara’da. Tek paslar, Aurelio - Appiah işbirliği, Alex kalitesi, Tuncay gösterisi eridi bitti kısa zamanda Başkent sıcağında.Savunmanın göbeğinde verilen açıklar ve bu açıklara özellikle sağ kanadın yeterince kademe veremeyişi, en az topuk pası çokluğu kadar dikkat çekiciydi Fenerbahçe’de. Ancak, golü getirebilecek kadar çok pozisyona ulaşılamamış ve yenilmeyi hak edecek kadar pozisyon verilmiş olsa da, belli ki bu sezon da her duran top tehlike, Alex’li Fenerbahçe kullandığında...
‘’5 yıldızlı Fenerbahçe‘’
Oysa, 2004 - 2005 sezonunun asıl özelliği, Fenerbahçe’nin futboldaki ‘25. ulusal lig şampiyonluğu’yla sona ermesiydi. Ancak, taraftar forumlarında, 2F1B gibi bazı televizyon programlarında gündeme gelen bu konu nedense, Fenerbahçe’yi yönetenlerin fazla ilgisini çekmedi.Beşiktaşlılar’ın, ‘Ülkeyi yurt dışında temsil edecek takımı belirlemek’ amacıyla düzenlenen Federasyon Kupası şampiyonluklarını ilave bir yıldıza dönüştürdüğü bir ortamda, Fenerbahçeli yöneticilerin 25. ulusal şampiyonluğa olan kayıtsızlığı ve ‘5 YILDIZ’ için herhangi bir resmi girişimde bulunmamaları, herhalde transfer dönemi yoğunluğu ve geride kalan sezonun yorgunluğuyla ilgili...Türkiye Birinciliği (Şampiyonası) (1924-1951 arası), Milli Küme (1937-1950 arası), Türkiye 1. Ligi (1959-2001 arası), Süper Lig (2001-2005 arası); ülkemizde düzenlenen ulusal futbol organizasyonlarıdır. Bunlar, federasyonlarca tescil edilerek resmiyet kazanmış, dönemlerinin en önemli resmi futbol şampiyonalarıdır.Türkiye Futbol Heyet - i Müttehidesi (Futbol Federasyonu) 21 Mayıs 1923’te FIFA’ya kabul edilmiş ve 26 Ekim 1923’te (Cumhuriyetin ilanından üç gün önce) ilk milli maç oynanmışken; 1959’dan önceki milli ligleri, ulusal resmi organizasyonlar olarak görmeyip, şampiyonluk hesaplarında yalnızca Türkiye 1. Ligi’ni ve Süper Lig’i baz almak son derece hatalı bir yaklaşımdır.Bu mantık, “4 kez düzenlenen Süper Lig’de 2 kez Fenerbahçe, 1 kez Galatasaray, 1 kez de Beşiktaş şampiyon olmuşlardır” sonucunu doğurabilecek kadar saçmadır. Ve değişmezse, gelecekte düzenlenmesi olası, Türkiye Muazzam Futbol Ligi’nden sonra, geride kalan tüm resmi ulusal organizasyonların yok sayılmasıyla sonuçlanır...3 Türkiye Birinciliği, 6 Milli Küme, 14 Türkiye 1. Ligi ve 2 Süper Lig şampiyonluğu, Fenerbahçe’nin 25 ulusal lig şampiyonluğudur. Beşiktaş (2 Federasyon Kupası sayılacaksa) 17, Galatasaray 16, Trabzonspor ise 6 şampiyonlukla Kanarya’yı takip etmektedir...Hem Fenerbahçe’yi yönetenler, hem de 2 Federasyon Kupası şampiyonluğuna ilave bir yıldız verenler, bu konuya ciddi biçimde eğilmeli; Zeki Rıza Sporel’lerin, Hakkı Yeten’lerin, Nihat Bekdik’lerin emekleri ve alın terleri, en az yakın dönemin futbolcuları kadar değer görmelidir.
‘’Delinin zoruna bak!‘’
Lig TV’deki serbest atışta, başarısız bulduğu Daum’un hala transfer istemesine hayret ederken yaptı bu kıyaslamayı. “Maldini Milan’dan başka takımda oynayamazdı” ve “Sayın bakalım, birkaç isim dışında yıldız var mı şu takımda?” dedi. Fener’in yıldızları daha çok ya da kadrosu daha iyi demek ister gibiydi sanki! Yıldızlar, “Milan forması sayesinde kıpırdanan Crespo”, Shevchenko, Kaka, Seedorf ve yaşlı Cafu’ymuş sadece. Demek ki, Dida, Nesta, Stam, Gattuso, Pirlo ve Serginho’dan, Rui Costa’ya kadar diğerleri farklı kategoride!Üstelik, Milan şu şartlar altında final oynarken, tüm imkanlara rağmen Daum yüzünden Avrupa’da başarısızdı ve utanmadan hala transfer peşinde koşuyordu Fenerbahçe!..Cafu ve Maldini’den yola çıkarak, “Sağ ya da sol beki var mı Fener’in?” ya da “Mahmut Hanefi’den başka bek var mı Fener’de?” desek, hemen herkes bir kenarda görev yaptı ancak, “Mehmet Yozgatlı’dan başka kanat oyuncusu var mı Fener’de?” diye eklesek ve tüm cesaretimizi toplayıp, “Kariyer, tecrübe, arz, talep, çağdaş savunmacı, Stam, Nesta” demeden, “Luciano’lu bir savunma ile Avrupa’da başarılı olmak mümkün mü?” sorusunu üretsek, umarız damarına basmış olmayız delinin!..Tamam delidir, ne dese yeridir de; konu futbolken bilgin biri Milan’daki Gattuso ve Pirlo gerçeğini görmezden gelmemelidir. Mahmut, Servet, Önder, Deniz, Serkan, Mehmet, Kemal, Selçuk, Tuncay, Serhat, hatta Aurelio hatta Nobre, elde edilemeyen Avrupa başarısı için en azından tecrübe bazında yeterli midir? Alex ve Anelka’nın kalitesi tabii ki, tartışılmaz. Ne var ki, onlar için bile “Neden Avrupa’nın daha güçlü kadrolarından birinde değiller” sorusu pekala üretilebilir...Avrupa başarısı için Fenerbahçe’ye gerekli olanlar; istikrar, deneyim ve transfer çıtasının her sezon biraz daha yükseltilmesi olarak özetlenebilir...
‘’Ağzınıza için!‘’
98 yıllık o formayı, taşıdığınız her saniye terinizin son damlasına kadar en iyi şekilde temsil etmek zorunda olduğunuzu idrak edebilecek kadar bilinçli ya da profesyonel değil misiniz? Herhangi bir yönetici veya Alman teknik adam size şampiyon Fenerbahçe’yi küçük düşürmeye, taraftarını üzmeye hakkınız olmadığını söylemedi mi? Haftalar önce şampiyonluğunu ilan edip, buna rağmen kalan maçlarını da kazanmak için şerefiyle oynayan Fenerbahçe kadrolarından hiç mi haberdar edilmediniz? Hadi geçmişten haberiniz yok! Avrupa liglerinde şampiyonların son maçlarında da ciddiyet ve profesyonellik anlayışından uzaklaşmadığını hiç mi görmediniz? Alman teknik adam yönetiminde iki sezondur aynı laubalilik! Hepsi bir kenara, en başta şampiyonla yapacakları maça gelen Konyalılar’a saygısızlık ettiniz...Yenilmek, tabii ki bu oyunun sonuçlarından biri ve yenilen de yenen kadar saygı görmelidir.. Ve tabii ki, şampiyonlar da yenilir. Ancak, böyle sorumsuzca, hatta biraz ağır kaçacak ama onursuzca değil!Son iki sezondur şampiyonluk turlarını 4-2’lik yenilgilerle atan Sarı - Kanaryalar’a bundan sonraki sezonlar için önerim, son maçları Galatasaray’la oynamak için yöneticilerinin federasyona teklif götürmesidir. Aksi halde, 17., 18. şampiyonlukların son maçları da Fenerbahçeliler için büyük hayal kırıklıkları getirebilir...









































