‘’Değiştirilemez‘’
Avrupa futbolunun patronu UEFA'nın merkezi de aynı ülkede ve Şenes Erzik UEFA Asbaşkanı.FIFA 2006 yılı Almanağı çıkarmış. Almanakta Türkiye'nin resmi dili 'Türkçe - Kürtçe' olarak olarak belirtilmiş.Bu masum hataya Türk yetkililer tepki gösterince, FIFA, bilginin CIA'in internet sitesinden alındığını söylemiş ve hatanın yayıncı kuruluştan kaynaklandığını bildirmiş.Almanağı hazırlayan İngiliz editör Guy ("gey" diye okunmaz) Oliver, Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi dilininin ne olduğunu herhangi bir Türk resmi makamına, hatta yanı başındaki Şenes Erzik'e sormayı akıl edememiş. Üstelik, CIA'in sitesindeki 'resmi dili Türkçe, ülkede Rumca, Arapça, Kürtçe vs.. konuşulur' bilgisini, 'Türkçe - Kürtçe' olarak değiştirmiş.Koca koca mevkilerde, eşek kadar adamlar bunlar. Son dönemlerde Türkiye ile ilgili böyle masumane hataları sıkça yapar oldular.Bu, koca koca mevkilerdeki, eşek kadar adamlardan bizde de var.Fazla söze ve yoruma başvurmadan bir ilköğetim düzeyi bilgisini hatırlatalım dedik onlara.Bu 'değiştirilemez', 'değiştirilmesi teklif bile edilemez' bilgiyi ister kulaklarına küpe yapsınlar, ister...TÜRKİYE CUMHURİYETİ ANAYASASI BİRİNCİ KISIM - Genel Esaslar -I. Devletin ŞekliMadde 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.II. Cumhuriyetin NitelikleriMadde 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.III. Devletin Bütünlüğü, ResmiDili, Bayrağı, Milli Marşı ve BaşkentiMadde 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.Milli marşı "İstiklal Marşı"dır.Başkenti Ankara'dır.IV. Değiştirilemeyecek HükümlerMadde 4- Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2 nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3 üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
‘’Fenerbahçe rakipsiz...‘’
“Çevir kazı yanmasın, aman Gerets uyanmasın” misali. Bir ileri, iki geri oynamasına rağmen deplasmanda lider, kendinden daha beceriksiz olduğu için rakibi, yani Schalke ya da Milan olmadığı için karşısında, ilk yarı sonunda tek güzel asist ve tek güzel vuruşla 1-0 önde...Volkan, Serkan, Ümit, Deniz, Aurelio, Tuncay, Nobre iyi. Anelka çok etkisiz, Önder ve Luciano cepheden gelen toplarda hatasız, yandan yine yetersiz. Cim Bom’un forvetleri de bir hayli beceriksiz. Belki de, Hakan artık gerçekten yaşlı. İyi oynamasalar da fırsat geçti ellerine, ne var ki Hakan’ın önünden çok ucuz toplar kaçtı...Anelka, bildiğimiz Anelka olsa, ikinci yarının henüz ortalarında maç fena kopacaktı. Yine de çok zor olmadı Kanaryalar için. Tam bir hayal kırıklığıydı çünkü Galatasaray. Nerede o hücum pres, nerede mücadele, nerede kurgu. Nerede ‘Avrupa Fatihi’nin ruhu! Son anlardaki birkaç doldur boşalt dışında, koskoca lig ikincisi neredeyse durdu...Evet! Birinci ve ikincinin mücadelesiydi bu oysa. Dünyanın en büyük derbilerinden biriydi.. Ve ikincinin kazanması gerekliydi, kopmasın diye lig.Peki, ne oldu! Üstelik kendi evinde, neden hiçbir şey üretemedi takipçi kazanmak için. Çünkü, haftalardır yazdığımız gibi, Türk futbolunun son hali bu. Hani Milan yenilgisinden sonra “Türk futbolu” başlığımızdan dolayı eleştirilmiştik ya! Bunu demek istemiştik; Fenerbahçe Avrupa’da çaresiz, Türkiye’de hala rakipsiz...
‘’Türk futbolu!‘’
Deniz, Ümit, Tuncay son derece iyi, Volkan, Serkan ve Mehmet hiç de fena değildi aslında.. Ve iyi top çeviriyor gibiydi, tüm bu olumsuzluklara rağmen ilk yarıda Fenerbahçe.Ne var ki, sadece top çeviriyordu ve futbolda çok da önemli bir unsur değildi bu; top çevirmek, topa daha fazla sahip olmak gibi şeyler. Hele ilk maçtaki gibi Kaka’sı, dün akşamki gibi Shevchenko’su varsa rakibin...Siz neyi, ne kadar çevirirseniz çevirin tek bir pozisyon bile üretemezken, elinoğlu bir atakta maçı çevirebiliyordu çünkü. Tıpkı Kanarya’nın diğer Türk takımlarına yaptığı gibi!Sarı-Lacivertli orta sahanın seyri eşliğinde enfes bir Seedorf pası, mükemmel bir Shevchenko vuruşu. “Çat” 1-0! Sonra, gereksiz ve haddini aşan savunma riskleri ve yine Shevchenko imzalı gerisi...“Daum ne yapsın?” diyeceğim ancak, Servet’in Manisa maçında bile denenmeden Milan gibi bir dev karşısında sahaya sürülüşü, Anelka’nın görevlendirildiği mevki, iyi orta yapabilen Mehmet’in çıkıp, ortaya ihtiyacı olan Nobre’nin girişi engelliyor bu cümleyi...Kötü bir geceden kalan, hala PSV’yi yenip UEFA’da yola devam edebilme ihtimalinin varlığı sadece Fenerbahçeliler için. Bir de, pazar akşamı Tromso’ya bile elenen ve genelde yendikleri Galatasaray’la oynayacak olmaları...Türk futbolunun en iyisinin gücü bu kadar ne yazık ki.. Ve bu gerçek, çoklarının düşündüğü gibi Fenerbahçe’nin değil, kendi liginde onunla mücadele bile edemeyenlerin, 4 gol attığı İsviçre’ye bile elenip Dünya Kupası Finalleri’ne gidemeyen Türk futbolunun sorunu aslında...
‘’Manisa'nın acemiliği‘’
Her fırsatını bulduğunda gole gitmeye çalışan ve pozisyon da üreten Yanal’ın ekibi, oyunu hiçbir anında çirkinleştirmedi. Güç farkına rağmen rakibi bunu başarabiliyorsa, lig lideri de güzel oyun ve daha fazla gol pozisyonuyla buna yanıt verebilmeliydi. Tek bir oyuncunun, Alex’in yokluğu ya da Anelka’nın 45 dakikalık anlaşılmaz durgunluğu mu Sarı - Lacivertliler’in organizasyon bozukluğunun, gol fırsatı yaratamamasının bahanesi?Fenerbahçe gibi üst düzey bir takım, en azından kendi liginde gücünü ve kalitesini her oyunda hissettirmeli. Hem bu ligi takip eden tüm futbolseverlere hem milyonlarca taraftarına hem de olumsuz hava koşullarına rağmen bir ücret ödeyerek kendisini izlemeye gelen onbinlere, Fenerbahçe olmanın bedelini ödemeli...Hadi oyuncu tercihleri ya da saha içindeki görev değişikleri bir kenara, Daum gibi tecrübeli bir teknik adam da en azından sahanın yıldızı Johana’nın maç boyunca ortaya koyduğu randımanı düşürecek bir çözüm üretebilmeli. Örneğin; zaten ayakta durmakta zorlanan Nobre’yi ezip geçen Johana gibi bir rakibi telafi etmek için, zor maçların kurtarıcısı Semih’i daha önce sahaya sürmeyi akıl edebilmeli.Vestel Manisaspor, güç ve hedef farkı ne olursa olsun, futbolun, her iyi çalışan ve disiplinli takıma prim tanıyan bir oyun olduğunu dün bir kez daha gösterdi. Tek eksikleri tecrübeydi. Son dakikalardaki mahkumiyetleri ve yenilgileri de bu acemiliğin eseriydi...
‘’Fenerbahçe paranoyası‘’
Öncelikle hakem paranoyası var bilindiği gibi. Hani şu, başarısızlıklarını ya da geri kalmışlıklarını, başkalarının başarılarına ya da ilerlemelerine kulplar takarak gizlemeye çalışanların diline sakız ettiği, Sivasspor maçında da görüldüğü üzere tam bir paranoya haline dönüşen, hakem meselesi.Tuncay’ın o maçtaki neredeyse tek olumlu hareketine “1.5 metre ofsayt” damgası vurmak, Aurelio’nun iman dolu göğsünü eli ile karıştırmak ve buz gibi galibiyeti lekelemeye çalışmak, paranoya değilse neyin nesi!Ya ciddi ciddi inandı efendiler, Fenerbahçe’nin hakemlerle ilerlediğine ya da fena kapılmışlar ‘çamur at, izi kalsın’ basiretsizliğine...Yazık oluyor doğrusu; hem bu garipliklere kafayı takıp üzülen, sinirlenen Fenerbahçeliler’e hem de kendi yöneticisi, teknik adamı, sporcusu ve medya mensubu tarafından kandırıldıklarının farkında olmayan diğerlerine.Kandırılmak kötü şey! Ülkenin hangi metrekaresinden olursa olsun insan, ister İstanbul’un Avrupa yakası, ister Edirne, ister Anadolu’dan; biran önce uyanmak gerek, bu gaflet uykusundan. Vakit geç olmadan!..Ya şu, Aziz Yıldırım’ın artırılması yönünde görüş beyan ettiği yabancı kontenjanı ile ilgili tepkilere ne demeli! Sanki, vatan, millet satılıyormuş gibi!Avrupa Birliği’nin adı bile geçince ağzı kulaklarına varanlar, küreselleşme pastasından büyük pay almak gerektiğini vurgulayanlar, özelleştirme ve yabancı sermaye akışı konularında salya salanlar, sadece bu konuda mı millileşti!Yerli futbolcuların (burada ‘yerli’ kızılderili anlamında değil) önünün kesileceğinden (burada ‘önünü kesmek’ sünnet anlamında değil) endişe edenler, herhalde 6 kişilik voleybol oyununda 3’ü sahada yer almak koşuluyla sınırsız, 5 kişilik basketbol oyununda ise, yine 3’ü sahada yer almak koşuluyla 4 yabancı kontenjanı bulunduğunun farkında değiller! Ya da farkında efendiler de, voleybol ve basketbol gibi sporları fazla önemsememekteler!..Türk futbolcusunun ya da futbolunun önünü açmak (burada ‘önünü açmak’ başka bir maksatla değil) yabancı kontenjanına dayanaksız karşı duruşlarla sağlanacaksa eğer, tamamını kaldıralım (buraya bir şey yazmak ayıp olabilir).Doğru ya! Fazla söze gerek yok aslında! Eğitim, altyapı, sağlıklı yönetmelikler, seçicilik gibi kafa yorucu ve zaman alıcı çözümler yorar bizi!Hadi!.. Ne kadar spor dalı varsa; Türk çocuğunun önünü açmak için yabancı sınırlamasını değil, yabancı kontenjanını kaldıralım!!!
‘’Fenerbahçe klasiği...‘’
Topa daha çok sahip olan, oyunu istediği ağırlıkta oynayan ve oynatan, Anelka’nın özel driplingleri, Allah’ın “yürü ya kulum” dediği Alex’in özel pasları, Appiah ve Aurelio’nun yeterli mücadeleleriyle amacına ulaşan bir Fenerbahçe çıkıyordu ortaya. Önder savunmanın ortasını tek başına ayakta ve havada tutmaya çalışıyor, Serkan ters, düz, yatay, dikey kademelere girip tehlike savuşturuyordu...Bu arada Tuncay, fulelerine, enerjisine, atletik yeteneklerine altyapıdan gelen yetersizliklerini katık edip, taraftarının saçını en çok yolduran futbolcu özelliğini koruyor, Kaptan Ümit sağ ayağıyla sol bek oynuyordu. Son dakikalarda oyunu tutmaya katkı sağlasın diye alınan Selçuk, sağında solunda kimse yokken rakibinin göbeğine pas veriyor, ondan daha sonra oyuna giren Kemal ise, az önce kaptırdığı top sanki kalesinde yeterince tehlike yaratmamış gibi, orta sahada bacak arası atmaya çalışırken bir kez daha rakibine atak şansı veriyordu.İlk dakikalarda Sivaspor’un ve Fenerbahçe sol kanadının katkısıyla ortaya çıkan mücadele çok keyifliydi. Gerisi, az önce yazdığımız gibi, Kanarya’nın klasik bir Süper Lig serüveniydi...
‘’Büyük laf etmişim!‘’
Çünkü o kadar büyüseler, kazandıkları topları bu kadar kolay rakibe teslim etmez, üst üste birkaç organize atak geliştirebilir, savunmada kanatları kontrol edip, hava toplarında yeterli önlemi alabilir ve de savunmanın en azından rakip sahanın önlerinden başlaması gerektiğini bilirler. Ya da biliyorlarsa zaten, bunu sahada az da olsa uygulayabilirler.Yağmur çamur yokken her gelen ortayı, şutu yumruklar mı üst düzey bir kaleci. “Kendi ligimde dört tane kolye takabiliyorsam eğer, burada da en azından bir tane takarım” hakkına sahip olmadığını bilmeyip bedava bir sarı kart görür mü, Tuncay gibi genç yaşta uluslararası maçlara alışmış biri. Ya aynı Tuncay’ın önce bomboş durumdaki Appiah’a, takımı 9 kişiyken de Anelka’ya vermediği paslara ne demeli! Yine Tuncay’ın, rakibi kendi takımından iki kişi fazla oynarken ve maç bitmek üzereyken ceza sahası içinde ayağına gelen topu hemen uzaklaştırması gerektiğini öğrenmesi için daha ne kadar zaman geçmesi gerekli!Dün akşam, 11’e 11 de oynasa, Schalke gibi çok güçlü olmayan bir rakibi bile yenebilecek yeterlilikte değildi Sarı - Lacivertliler. Kırmızı kartların arkasına sığınmaya hiç gerek yok, yenilmeyi baştan sona hak ettiler. İlginçtir ki, yıllar sonra Brezilyalısız oynadıkları son 35 dakikada sanki biraz daha iyi mücadele ettiler...
‘’Alexsiz prova!‘’
En önemli oyuncularından Alex’in yokluğuna, kalabalık rakip savunmaya, Anelka’dan başkasının fazla alışık olmadığı yoğun yağmura ve Nobre’nin gol kaçırma rekoru denemesine rağmen, Sarı-Lacivertliler’in dün akşam ilk 30 dakikada ortaya koyduğu tempo, taraflı tarafsız her futbolsever için keyif vericidir.Aynı takım, ilki kadar tempolu olmasa da ikinci yarıda da yine oyunu elinde tutuyor ve sürekli gol aramaya devam ediyorsa, rakibi hâlâ hücuma çıkmamakta direniyor ve zaman zamanki hücum denemeleri başarıyla engelleniyorsa, galibiyeti hak etmiş demektir.Bu galibiyetin, oynamayan bir oyuncuya yapılan bir uzatma dakikası penaltısından gelmesi hiç önemli değil.Gaziantepspor’un puanlarının çoğunu neden deplasmandan çıkardığını merak edenler için dünkü maç ibret niteliğindedir. Hem iyi kapanıp hem de ‘dan-dun’suz oyuna çıkmak, olası kaçaklarda Erman gibi süratli oyuncuları kullanmak, daha iyi bir rakibe karşı deplasmandan puan çıkarabilmenin ilk gereğidir.Üç puan zor elde edilmiş de olsa, Gaziantespor karşılaşması Schalke rövanşı öncesi iyi bir prova oldu Kanarya için. Çünkü, kazanılabilecek olası bir penaltıyı kimin atacağı konusu dışında, Alexsiz maç oynaması gerekiyordu Sarı-Lacivertliler’in. Daha önce bunu birkaç kez denemişlerdi ancak, hiçbiri dünkü kadar yeterli değildi.Cumhuriyetimizin kuruluşunun 82. yıldönümünün akşamında, lig lideri Fenerbahçe, yoğun yağış altında ve iyi kapanan bir rakibi karşı, üstelik Alex gibi önemli bir oyuncusunun yokluğuna rağmen kazanmayı becerdi...









































