‘’Zeki, Çevik ve Ahlaklı‘’
Hem dışarıda hem içeride yan yana, kol kola, iki ebedi dost taraftar ve son dakikaya kadar Fair Play ruhuna aykırı düşmeden, kupa için elinden geleni ardına koymayan sporcular...Kazanan, tabii ki öncelikle Beşiktaşlılar, sonra da şu kaos ortamında beklenmedik güzelliklere sahne olan Türk futbolu oldu...Finalin hoş karşılanmayanları; sahadaki tek sakil oyuncu Okan Buruk, Tuncay’la birlikte akşamın en formsuz isim olan Bülent Demirlek ve kupayı Beşiktaş Kulübü’nün değil de babasının malı sanarak, federasyon başkanının babasına ithaf eden Yıldırım Demirören oldu. Fenerbahçeli futbolcuların ikincilik madalyası için törene çıkmayıp, kazanan rakiplerinin ellerini sıkma nezaketini göstermemesi ise, apayrı bir konuydu...Büyüklükleriyle gurur duyanların unutmaması gereken, kimilerinin tek başına, kimilerinin ancak ittifakla büyük olabileceği gerçeğidir. Fenerbahçeliler, başkanlarından taraftarlarına kadar, birinci büyüklükle özdeştiriyorlarsa kendilerini, her ne koşulda olursa olsun kazanan tarafın elini sıkmak mecburiyetindedir...Eğer kazanmak için sadece spor meydanlarında ter dökmek yetmiyorsa ve Fenerbahçe’yi yönetenler bu gerçeği bile bile kazanmayı tek hedef olarak gösteriyorsa milyonlarca Fenerbahçe aşığına; her alanda, her rakiple ve her ittifakla gereğince mücadele edip, kulüplerinin hakkını korumak onların öncelikli görevidir.Yok, eğer güçleri bunlara yetmiyorsa, “Biz spor alanlarında başarılı olacak kadrolar kurup, onları uzman ekiplere teslim ederek ve altyapıya, tesisleşmeye önem vererek elimizden geleni yapıyoruz. Ancak, iş bununla bitmiyor, bu nedenle sizlere kazanma sözü veremiyoruz” diyerek, Sarı-Lacivert’e gönül veren milyonlara yol göstermelidir...Bu yol; temiz, dürüst ve onurlu bir yoldur, her gerçek sporsever ve Fenerbahçeli için. “Horoz dövüştürse 40 bin kişi gelir” denilen Fenerbahçe aşkına, “Acıların takımı” denildiği günlerde bile statları dolduranlar, hedefsiz ancak tertemiz kadroları için de her branşta tribünlerdeki yerlerini ve Fenerium ürünlerini alırlar yine. Zaten, Sarı-Lacivert bayrak asmak, t-şort giymek, şapka takmak için, şampiyonluk, kupa gibi somut bir neden de gerekmez bu ülkede...Hiç olmazsa, sinir katsayıları yükselmez, edepleri bozulmaz boşuna heveslerle. “Maksat spor olsun” der, derecesine bakmadan, Sarı-Lacivert formayla mücadele eden her kategorideki tüm takımlarını desteklerler...Kimbilir belki bu şekilde, kazanmak için her yolu mübah sayan ittifakçılar, arsızlar, densizler, düzenin yarattığı tüm şerefsizler yola gelirler...Sonuçta, Türk Milleti’nin tek önderi Mustafa Kemal Atatürk, “Ben sporcunun zeki, çevik ve ahlaklısını severim” dememiş miydi? Bir profesyonel geçenlerde kullandı diye, bu kutsal cümle değer mi yitirdi!..
‘’Tebrikler Kara Kartal‘’
Tümer’in nefis plasesinin ağlarla buluşmasında, en az Demirlek kadar barajın ucunda duran Tuncay’ın da katkısı vardı. Aynı Tuncay daha sonra, ikinci golün de hazırlayıcısıydı, tıpkı Manisa’da yenilen üçüncü goldeki gibi. Takımına hiçbir katkı veremediği dünkü oyunda, rakibine servisler yaparak ciddi faydalar da sağladı. Bu konudaki en büyük yardımcısı ise, Selçuk ve Anelka’ydı.Özellikle Fransız, ezdiği toplarla bir kez daha “Konsantre olamadığım Türkiye’de benden bi cacık olmaz!” der gibiydi. Mehmet Yozgatlı ve daha dört gün önce iki hayati gole imza atan Semih ise, kulübedeydi. Ancak yapılacak bir şey yoktu Fenerbahçe’ye gönül verenler için, eksik oynamak, tek sorumlu Daum’un tercihiydi...İkinci yarıda, rüzgârla birlikte herşey Sarı-Lacivertliler’in lehineydi. Mehmet ve arkası dönükken hemen her topu kaybetmesine rağmen Semih oyunda ve Fenerbahçe sürekli rakip kaledeydi. Maçı rahatça beraberliğe getiren Kanarya’nın 90 dakika içinde 23 yıllık hasreti sona erdirmek de elindeydi. Ancak, nedense 2-2’den sonra maçı ve kupaya asılmayı bıraktılar. Uzatmalarda öne geçme fırsatını üst üste üç kez yakalayıp kaçırmalarının ve Alex’in oyundan çıkmasının ardından Aurelio da atılınca rakiplerine teslim oldular.Beşiktaş’ın bu haklı zaferinden sonra, öncelikle Adnan Polat’ı kutlamak gerek. Tuttuğu takım kupayı kazandığı ve yöneticisi olduğu takımın hâlâ şampiyonluk şansı olduğu için. Sonra da Yıldırım Demirören’e “Gözünaydın” demeli; başkanı olduğu takım kupayı aldığı ve gönül verdiği takımın da hâlâ şampiyonluk şansı olduğu için...
‘’Daha kolay olmalıydı‘’
Kendi taraftarı önünde, kopmuş maçların üzerine (İnönü’deki Beşiktaş karşılaşmasının ilk golü hariç) bir yıldız gibi düşen Anelka, dün akşam Trabzon’da koskoca bir 45 dakikanın, Tuncay’la birlikte boşa gitmesine neden olan oyuncuydu. Trabzonspor’un, “Ya bir tane yersek” endişesiyle orta alanı geçmeye çekindiği uzun dakikalarda, oyunun hakimi olan Fenerbahçe’nin rakip kalede etkisiz kalmasına ve maçı rahatça koparamamasına bu iki isim neden oluyordu. Alex, Aurelio, Appiah, Ümit ve Deniz’in pozisyon üretme çabaları, Anelka ve Tuncay sayesinde defalarca heba oluyordu.Oysa, az önce de vurguladığım gibi, orta alanı geçmeye bile çekinen bir takım vardı karşılarında.. Ve dünkü maç, özellikle ilk dakikalarda, geçen haftakinden çok daha kolay görünüyordu. İlginçtir ki, iki forvetinden beklediğini bulamayan Sarı-Lacivertliler, en gerideki oyuncusunun bir anlık gafletiyle pozisyon bile vermediği ilk yarıyı yenik kapıyordu...İkinci yarıda, şampiyonluğun direkten döndüğü dakikalardan biraz sonra, izleyenlerin “Cafu mu kardeşim bu, sürekli onunla oynuyorsunuz” dediği Deniz’in ortasına Tuncay’ın yere vuruşu ve Daum’un Semih’i bir kez daha yeniden keşfedişi, Fenerbahçeliler’i tekrar hayata döndürüyordu...Tek rakibini, henüz bir hafta önce sürklase edip, aslında bu yarışta rakipsiz olduğunu zaten kanıtlayan Kanaryalar, 90 dakikanın sonunda, Sarı-Lacivert’e gönül verenler dışında hemen herkesin desteklediği Trabzonspor’u yenerek bir kez daha şampiyonluğu hak ettiğini ilan ediyordu...
‘’Çocuklar inanmış‘’
Dünkü büyük karşılaşmayla yakından ilgilenenlerin şaşırabileceği ve onlara eleştiri kolaylığı sunan tercihlerdi bunlar. Yine de, tüm hafta futbolcularıyla çalışan ve işin doğrusunu bilen teknik adamlar, mutlaka haklıdırlar!..İlk üç dakika sonunda, maçtan daha büyük bir sessizlik olabilirdi Kadıköy’de. Muhteşem onbinler, dut yemiş bülbüle dönebilirdi. Ancak, muhtemelen en önemli rakibi Fenerbahçe’ye karşı oynamak, Galatasaraylı futbolculara bir kez daha ağır geldi.Bu ilginç ve umulmadık başlangıçtan sonra, kontrol her zamanki gibi artık tamamen Fenerbahçe’deydi. Hatta, akl-ı selim Galatasaraylılar için, ilk yarının 2-0 bitmesi bile sevindiriciydi... Ve maçın 4-0 bitmesi, daha da sevindiriciydi. Çünkü, 3 direkten dönen top ve ondan daha fazla net pozisyonlarla dün akşam tarihe geçebilirdi. Neyse ki, 22 Nisan’dı tarih. Ya, 8 ya da 9 Nisan olsaydı kimbilir...Hafta içinde de yazdığım gibi, sonuç ne olursa olsun kazanan öncelikle tribündeki Sarı-Lacivertliler’di. Onlar, dün akşam alkışın büyüğünü hakedenlerdi. Hatta, Nobre’nin sakatlığında topu dışarı gönderen Hasan Şaş’ı alkışlayacak kadar centilmenlerdi...Dün akşam, bir Fenerbahçe - Galatasaray klasiği olarak geride kaldı... Ve Sarı - Kanaryalar liderliği bir kez daha ve tek rakibini bu sezon üçüncü kez yenerek geri aldı.Kalan haftalarda liderin tek dezavantajı, ezeli rakibiyle bir daha oynayamayacak olması...
‘’O kadar da olur yani!‘’
İkişer, üçer, dörder, belki özel maçlarla daha da çok karşılaşacak, futbolumuzun lokomotifleri bazı seneler.Avrupalı Galatasaray yenilmezse bu cumartesi akşamı, tarihi boyunca en çok yenildiği Anadolu takımına, şampiyonluğun en büyük favorisi olacak kalan üç haftada.Fenerbahçe yenerse bu cumartesi, tarihi boyunca en çok yendiği Avrupalı’yı (Bir de Fenerbahçe Avrupalı rakipler karşısında başarısız derler), şampiyonluk şansını son üç haftaya taşıyacak. İddia edildiği gibi ülke standartlarının üzerinde bir takımsa eğer Kanarya, kalan maçlarının tümünü kazanıp, mutlu sona ulaşacak. Öyle iddia edildiği kadar güçlü değilse de eğer, birkaç puan daha kaybedip kalan haftalarda, her türlü yokluğa ve 100. yılında ezeli rakibine kaptırdığı şampiyonluğa rağmen, direncini yitirmeden bu kez mutlu sona ulaşan Avrupalı rakibini alkışlamak zorunda kalacak...Ve hiç üzülmeyecek gerçek Fenerbahçeli kaçarsa şampiyonluk. Çünkü, gelecek sezon şampiyonluğun en büyük favorisi yine kendi takımı olacak. Üstelik 100. yılında basketboldan voleybola, bokstan küreğe kadar yarıştığı hemen her branşta başa oynayacak.Bir sonraki sezon yine Fenerbahçe, sonra yine Fenerbahçe, yine Fenerbahçe olacak gelecek yıllarda en büyük favori, her zaman olduğu gibi...Ancak Sarı-Lacivertliler bu hafta sonu bir başka yönleriyle konuşulacak.Rakip kulübe ve başkanına dakikalarca küfür etmeyerek. Sermayeyi sahaya atacağı yüzlerce su şişesine yüklemeyerek. Sahada gücü yettiğince, tribünde avazı çıktığınca, sadece takımı için çalışarak ve rakibinin direncinin arkasında teşvik aramayıp, saygı duyarak örnek olacak. Yöneticisinden, teknik kadrosuna, futbolcusundan, taraftarına kadar...Eğer, tüm ülkenin futboldaki peşin favorisi ve bu nedenle hedef tahtası iken, bitime dört hafta kala üç puan geriye düşmesine rağmen, kalan zorlu maçlarının tamamını kazanarak şampiyon olursa Sarı-Kanarlayar; artık kimse Anelka’nın Konyaspor’a attığı faullü golü ya da Nobre’nin Samsun’da kendini yere bırakışına çalınan düdüğü konuşamayacak. Hala konuşup, kösele muamelesi görmeyi göze alanlar da, “Hadi canım sen de!” diye aşağılanacak. Çünkü şampiyon, tek rakibini sezon içinde tam üç kez yenmiş olacak...Ben umutluyum; bu cumartesi iki Türk büyüğünün maçı nasıl biterse bitsin, evsahibi Anadolu takımı kazanacak. Küfür etmeyerek, yabancı ya da yerli madde atmayarak, cazgırlık yapmayarak...Ancak, 55 bin kişilik statta meydana gelebilecek birkaç münferit olayı da hiçbir Avrupalı abartmayacak.O kadar da olur yani!..
‘’Çok şükür‘’
Ne güzel bahar geldi, güneş sıcak yüzünü gösterdi ve havalarla birlikte içimiz de ısınmaya başladı.Yüce mevla başımızdan eksik etmesin, Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Sayın Haluk Ulusoy’un göreve başlamasıyla da, Türk futbolu yeniden eski güzel parlak günlerine doğru ivmelendi. Sanki sihirli bir el değmiş gibi bereketlendi. İnsanın gözleri dolu dolu oluyor, böyle tablolar karşısında vallahi.Allah uzun ömürler versin, Türk futbolunun duayen başkanlarından Sayın İlhan Cavcav’ın takımı Gençlerbirliği’nin tekrar üst sıralar için mücadele eder hale gelmesi de, doğrusu taraflı tarafsız tüm futbolseverlerin içine su serpti. Onun gibi örnek başkanlar sayesinde daha çok futbolcular, tesisler üretecek Gençlerbirliği fabrikası inşallah.Futbolumuza baharla birlikte gelen şu güzel günlerin yanısıra, Atatürkçü Türkiye Cumhuriyeti’nin de güllük gülistanlık bir ülke haline gelmesi, benim gibi bu işe kafası basmayan insanların bile mutlu olmasını sağlıyor. Enflasyon düştükçe düşüyor, eğitim seferberliği almış başını gidiyor, sağlık sistemi neredeyse insanlarımızın hasta olmasına bile izin vermeyen yeniliklerle gelişiyor. Yurdumun dört bir yanı şantiye gibi yatırımlar, fabrikalar, hastaneler, okullar, yollar... Pes doğrusu; memleket almış başını gidiyor.Görsel basın bilgi dolu, ilkeli, ahlaklı programlarla halkın günden güne yükselen değerlerine katkı vermeye devam ediyor. Yazılı basın, özellikle spor konusundaki tarafsız, doğru haberleri, eğilip bükülmeyen şahsiyetli kalemleriyle tüm yükü sırtlamış götürüyor. Doğrular birer birer, eksiksiz gündeme getiriliyor. Arada bir benim gibi, şirazenin topuzunu kaçıran yazarlar çıktığında da, buna hiçbir şekilde izin vermeyen yöneticiler devreye girip, yazıyı çöpe göndererek gereğini yapıyor. Böylece pazar günü yazdığım yazının sizlere ulaşması engellenerek, rahatsız olmanız da önlenmiş oluyor.Çok şükür...
‘’Tek devre yetti‘’
Baştan sona evsahibinin kontrolünde geçen oyunun zaman zaman güzelleşmesinde misafirin de payı vardı. Sivasspor, doğal olarak savunmaya öncelik vermesine rağmen, bu anlayış oyunu çirkinleştirecek boyutlara asla varmadı.Önde Nobre ve Mehmet, hemen arkalarında Aurelio ile Appiah, biraz daha geride Serkan ve Servet, rakip takımın oyun kurmasına ve orta alanı rahat geçerek pozisyon bulmasına neredeyse hiç fırsat tanımadı.Alex ise, özel yetenekleriyle yine savaşçıların arasından sıyrılan adamdı. Boşa giden denemeleri, Petkoviç’i önceden yola çıkaran penaltısı ve muhteşem gol vuruşuyla dün akşamın da kahramanıydı.İkinci yarıda skorun verdiği rehavet oyunun tadının kaçmasıyla sonuçlandı. Belki işin içinde biraz yorgunluk da vardı. Neyse ki bu kez de, gelmeyenlere nazire yapan Fenerbahçe taraftarları sahne aldı. Sezonun bitimine çok az kala, güzel bir ilkbahar akşamında, üstelik son derece konforlu bir stada gelmek zahmetine katlanmayanlar, dünün en düşük puanını aldı.Denizlispor rövanşını saymazsak bir kupa finali, ligde de son iki haftayı daha kolay gibi algılarsak toplam dört önemli maç kaldı Fenerbahçe’nin önünde. Kolay değil, ancak iki kupa hedefinin son dönemlerinde Kanarya istim üstünde...
‘’Haksızlık ediyorlar!‘’
Hem de yemin etmişken Hakan Şükür gibi inanmış ve inancını muhterem hocasıyla pekiştirmiş bir insan, hala “Hakan kendini yere bıraktı” safsatasıyla karalanmaya çalışılıyor. Üstelik, Hakan gibilerine yemininden sonra bile inanmayanların çarpılma tehlikesi de varken!.. Bir de, Nobre ile kıyaslanmaya kalkılıyor, yılların sporcu efendisi. Bize de bu noktada artık, “El insaf!” demek ve böyle davrananların bırakın çarpılmayı, dinden bile çıkabileceği uyarısını yapmak düşüyor!..***“Soluma at” işareti yapıyor ilk penaltıda, Gençlerbirliği kalecisi Gökhan sol eliyle. Topun başındaki Necati de, kafasıyla onay veriyor. İkinci penaltı atışında bu kez, sol elinin sadece işaret parmağını kullanarak Necati’ye atması gereken tarafı gösteriyor Gökhan ve her iki atış da işaret edilen taraftan golle sonuçlanıyor.. Ve ne yazık ki, yine birileri çıkıp, bu anlaşmanın arkasında art niyet arıyor...Daha neler artık! İşin tadını iyice kaçırdınız. Bunlar son derece doğal davranışlar ve dünyanın futbol oynanan hemen her yerinde penaltı atışı sırasında sıkça karşılaşılan olaylar. Galatasaraylılar’ın da açıkça vurguladığı gibi, bunlar, sadece atışı yapacak olan futbolcuyu şaşırtmaya yönelik, profesyonel uyanıklıklar!..***Neymiş efendim, “Zirvede hakem hatalarıyla el değiştiren puanlar eşitlenmiş”. Yani, Galatasaraylılar artık “Fenerbahçe haksız puanlarla buralara geldi” diyemezmiş. Bu kadar basit mi bu iş? Hiç mi hesap kitap bilmiyorsunuz? Ayrıca, elma ile armutu da aynı kefeye koyuyorsunuz. Çok iyi biliyorsunuz ki, Anelka’nın eliyle Özden’e yaptığı faulü es geçen ve Nobre’nin kendini yere bırakışında penaltıya hükmeden hakemler, her iki maçta da rakiplerin gardını düşürerek üç puanları Fenerbahçe’ye hediye ettiler. Geçen hafta Denizli’de, bu hafta da ASY’de yaşananlarla onların ne alakası var. Bir daha düşünmeyi ve mutlaka hesap makinesi kullanmayı tavsiye ediyorum bu arkadaşlara.. Ve de ekliyorum; Galatasaray galibiyetini bir kenara bırakırsak, Fener’in hak etmeden kazandığı tam 65 puan var!Sezon sonunda da sadece 6 puanı olur zaten, hak ederek kazandığı!..









































