‘’Sağolun‘’
Yerden oynamak, karşılaşmadan iki gün önce öğrendiğimiz, ilk Fatih Terim emriydi. Kağıt üzerinde yüksek görünen rakibe karşı birinci derecedeki tedbirdi. Ne ilgiçtir ki; milliler neredeyse yarım saat topu yere indiremedi...
Kasım ayı gelmiş, birkaç formda adam kalmış zaten elimizde. İklim ve bilim gereği. Gökhan Gönül, Gökdeniz ve Mehmet Yıldız formdakilerin önde gelenleri. Peki neredeler; kulübede. İbrahim Kaş’ın sakatlanması, bir Fatih Terim şansı mı ne!
Gökhan Gönül’den sonra rahatladı sanki, o dakikaya kadar darmadağındı sağ kanat, Hamit ve top yekün Türkiye!..
Hakan Balta solda, yani ters tarafta Gökhan’a eşlik ederken, orta alanda hatta stoperde, hatta gol çizgisinde Aurelio oynuyordu. Emre, onun için çok kolay ve sıradan olan gol vuruşuna kadar, kendinden beklenenin uzağında duruyordu. Sonra o da katıldı mücadeleye. Gol sonrası, eski günleri aklına geldi belki de...En geride, kale çizgisinin, filelerin hemen önünde, dün akşamki galibiyetin mimarlarından biri vardı kalede. Üç kez karşı karşıya, gol olabilecek vuruşları kurtararak yıldızlaştı. Zaman zaman sorun yaşadığı, dün akşam ise hiç sektirmediği yan toplar da cabası...
Bu satırları yazan başta olmak üzere; kim ne derse desin, kendi düşen kendi kalktı yerden. Şimdi, lafı eveleyip, gevelemeden 2002 Dünya Kupası’nı hatırlayıp, 2008 Haziran’ı için hayal kurma zamanı...
‘’Marifet!‘’
Beşiktaş menaceri Sinan Engin, taraftarın tepkisiyle karşılaştığı Sivasspor maçından sonra, “Herkes 101. yılı anlatıyor, ama kimse
100. yıldaki emeklerimizi görmüyor. Yaptıklarımı
anlatırsam ayıp olur” dedi.
Dokuz maç daha oynandı ve 12. haftayı da geride bıraktık Süper Ligimiz’de. Yine hakem hataları oldu. Hatta, sonuca bile etki etti bazıları. Kaleci ve savunma zaafları, orta alan gevşeklikleri, forvet beceriksizlikleri de boldu...
Sonuçta hata olacak; oynayanlar, yönetenler insan, oynanan futbolsa. Taraftar da insan, en holiganından da olsa! Hata payı var yani onların da. Yaptılar da; özellikle İnönü’de! Üst üste yaşanan başarısızlıklardan sonra, yine 101. yıllarına takılıp, 100. yıllarında Sinan Engin’in yaptıklarını unuttular ya da bilmiyorlar!
101. yılla ilgili birçok şey yazıldı, ‘yaşanmaması gereken bir öykü’ hakkında. Hâlâ konuşuluyor bunlar ve paranoya haline geldi Beşiktaşlı taraftarlar arasında. Ancak, 100. yıldaki Sinan Engin marifetini pek kimse konuşup, yazmadı. Görev ve top Sinan Engin’de artık. Marifetlerini önce kendi taraftarı, sonra futbolla ilgili tüm kişi ve kurumlara açıklama zamanı!..
Yarım asır geçti
Süper ya da eski adıyla 1. Ligimiz’in 50. yılını idrak halindeyiz. Yarım asır geçmiş, hâlâ futboldan, futbolcudan çok diğer unsurlardan söz etmekteyiz. En yukarıdakiler, biraz daha aşağıdakiler, hakemler ve saireler!..
Eteklerdeki taşlar dökülmedikçe, bu taşların hesabı sorulmadıkça, daha çok konuşacak, yazacağız diğer unsurları ne yazık ki! Daha çok konuşacak, hiç konuşmaması gereken birileri!
Henüz 12 hafta geçti. Ne ilk üç ne de son üçün nasıl şekilleneceği belli.
Çok sular akacak ligimizin altından yani. Hep beraber göreceğiz; kim daha marifetli!
‘’Densizlik!‘’
Çok adamla hücum etmeyi planlamış, kazanmayı kafasına koymuş, kaybetse bile kazanmak uğruna kaybetmeyi göze almış Kayserispor hak etti galibiyeti. Oktay Demiray’ın hatalı kartlarla Edu’yu oyundan ihraç edip, Fenerbahçe’yi eksik bırakması tabii ki sonucu etkiledi. Demiray’ın başka kararları da, sonuca etki edebilecek özellikteydi. Ancak, başta Carlos olmak üzere, Vederson, Aurelio, Deivid ve Appiah’ın kötü oyunları da, maçın sonucunda en az hakem kadar belirleyiciydi. Deniz’in sakatlanması ve Fenerbahçe’nin sigortasını attıracak bu duruma Zico’nun bir tedbir almaması da önemliydi.
Uzun süredir maç kaybetmeyen Sarı-Beyazlılar’ın dün tek korner bile atamayacak kadar yetersiz olması da göz ardı edilmemeli. Bu yetersizlik, Kayserispor’un çok adamla yaptığı baskı kadar, baskıdan çıkmayı başaracak çareyi bulamamakla da ilgili. Kaybeden, üstelik direnmeden kaybeden, suçu başkasında aramadan ‘takke-külah’ düşünülmeli. Alex’in, Tümer’in, Ali Bilgin’in, hatta Kezman’ın sakatlıkları, asla bahane olarak gösterilmemeli. Şu, çok sözü edilen ‘Şampiyonlar Ligi-Türkiye Ligi ayırımı’ gerçekten var gibi. Zico, takımının gelecek sezon da Şampiyonlar Ligi’ne girmesini istiyorsa, buna mutlaka çözüm üretmeli.
Mücadele, gerginlik hatta kavga bile vardır, sert futbol oyununun doğasında. Hatta terbiyesizlik, çiğlik, densizlik bile yapar sporcular, istenmese de. Ne var ki, hatalı kararlara en azından insan olarak hakkı bulunan hakemlerin, böyle bir hakkı yoktur. Maçtan sonra, Carlos’un ısrarla uzattığı eli sıkmayan Hüseyin Fidan’a duyurulur!
‘’İyi yaptılar!‘’
Ne olursa olsun, Alex’in mutlaka devreye girmesi gerekirdi. İster 71 dakika, ister 15 dakika. Pas olur, orta olur, çalım olur, bacak arası olur... Alex’in mutlaka ağırlığını koyması gerekirdi; koydu!
Daha güçlü, hava hakimiyeti daha yüksek, daha yırtıcı forvet gerekirdi. Yükselince almalıydı stoperin kafasından topu. Varlığını hissettirmeliydi rakip savunmaya. Özellikle Alex’le iyi paslaşmalıydı. Yakaladı mı atmalıydı, mutlaka ağırlığını koymalıydı; koydu Semih!
Gökhan, alışık olduğumuz gibi ilk birkaç dakikadan sonra ısınıp, onlar Carlos’lu, Vederson’lu sola çare ararken, sağdan işi bitirmeliydi. Atakları ilk hamlede kesebilmeli, önünü boş bulunca cesaretle üzerlerine gitmeliydi. Ters kademelere girmeliydi. Üstelik, önünde Kazım vardı bu kez. Güçlü, dayanıklı, kora kor mücadele edebilen, rakibi geri sürükleyebilen... Gökhan Sarı-Lacivert formayla sahada ve gönüllerde yükselişini sürdürürken, Kazım da geri kalmadı ve o da imzasını koydu!
Orta alanda fazla gerilemeden, sinmeden, dinmeden baskı konmalıydı. Her zamanki gibi, hem Deniz hem Aurelio koydu. Hem de ne koydu, her ikisi de!
Edu, umulmadık hatalar yapmadığı sürece, Brezilya milli takımına kadar yükselmeyi başarmış Edu’ydu. Yasin’in Lugano’yu aratmaması gerekiyordu. Hatasız oynamalı, kişiliğini, gelecek günler için becerisini ortaya koyması gerekiyordu; o da koydu!
Volkan’dan, en son giren Önder’e kadar, tüm Sarı-Lacivertli futbolcular rakibe pozisyon şansı bile tanımadan oynadılar, şahsiyetlerini, kalitelerini koydular. Çok da iyi yaptılar!...
‘’Tribün suçu!‘’
Derbiyi zehir eden ilk unsur, Fenerbahçe tribünleriydi! Kulakları sağır eden son dakika ıslıkları, sıradan bir pozisyonun olay haline gelmesinin tek nedeni.
Selçuk Dereli’nin yönettiği, 26 Nisan’daki Fortis Türkiye Kupası Final maçından sonra, Fenerbahçeli yöneticiler haklarının gasp edildiğini iddia ederek, ligden çekilmeyi düşündüklerini açıklamışlardı. Buna karşılık olarak Beşiktaş bir bildiri yayımlamış, turu hakkaniyetle geçtiklerini vurguladıktan sonra, “Devlete, federasyona, yayıncı kuruluşa, tüm görevlilere ve rakiplere suçlayıcı şekilde yaklaşılmasının, bu lige hiçbir yarar sağlamayacağını, aksine ağırbaşlı ve yapıcı yaklaşım ve şerefli duruşların Türk sporunu geliştirebileceğini anlamış bir camia olarak, herkesin ‘Oyun sahada oynanmalı, keyif böyle alınmalı, kazanmak kadar kaybetmeyi de bilmeli’ felsefesini kabullenmesi gerektiğine inanıyoruz” ifadesini kullanmışlardı.
Bu hafta roller değişti. Fenerbahçeli yöneticiler hakkaniyetle kazandıklarına inanıyor, Beşiktaş’ı yönetenler ise, lig maçlarına PAF takımla çıkmayı düşündüklerini açıklıyor...
Talihsizlik!
Gökhan topa kafayla vurabilmek için yükseliyor. Ayakları hâlâ yerde olan Bobo ise, sol eli ile Gökhan’ın omuzundan güç alarak yükselmeye çalışıyor.. Ve iki ayağı da havada olan rakibini dağıtarak faul yapıyor. İsmet Arzuman haklı olarak düdüğünü çalıyor. Sonra bir daha, bir daha... Aslında düdüğün şiddeti de fena değil. Tek suç, tribündeki Kanaryalar’da! Maçın bitmesi için çaldıkları, kulakları sağır eden ıslıklar engel oluyor düdük seninin duyulmasına. Sonrası malum...
Aynı pozisyon karşılaşmanın hemen başında olsa, şimdi hatırlanmayacaktı bile. Büyük bir hakem talihsizliği yani...
Dedikodulara göre; Hilmi Ok aksini açıklamış olsa bile, karşılaşmanın hakemi Fırat Aydınus’muş önce. Daha önce dört kez bu derbiyi yöneten namı diğer ‘kartal Fırat’. Sonra İsmet Arzuman’a, namı diğer ‘kuruyemişçi’ye dönmüş iş...
Beşiktaşlılığı tribünden tescilli Cem Dizdar bir gün önce ne güzel demiş: En iyisi ne biliyor musunuz? ‘Bırakın bu işleri de, biz çıkıp topumuzu oynayalım be abi’.
‘’Hak eden kazandı‘’
Alex’i topla buluşturmakta zorlanan Fenerbahçe, ‘bir de basın’ telkiniyle sahaya çıkmış Beşiktaş kaşısında özellikle ilk yarım saatte atağa çıkmakta zorlandı. Çabuk basıp rakibinin usta ayaklarına düşünme süresi tanımamayı amaçlayan Kartal, gol şansını da ani ataklara bırakmıştı. Henüz oyunun başında başardılar da bunu. Daha sonrasında, iki basit top kaybından, iki kez daha yakaladılar aynı fırsatları, ancak olmadı...
Gökhan Gönül derbi stresinden kurtulana kadar oyun ortadaydı. Genç oyuncunun kendine has çalımlarla karşısındaki orta alan ve savunmayı harmanladığı anlarda, Alex kendinden beklenen, sıradan vuruşlarını yapabilse, ilk yarı ‘Fenerbahçe 10 dakikada işi bitirdi’ şeklinde akıllarda kalırdı.
Türk savunmalarının yan ve duran top zaafları, Türk futbolunun büyükleri arasındaki derbide de sonucu değiştirebilecek en önemli unsurlardı. Deivid böyle attı, Aurelio, Semih ve Diatta ise, böyle kaçırdı golleri.
İkinci yarıda, Deivid de katıldı Gökhan’a... Ve Fenerbahçe soldan Carlos’la gösterip, sağdan farka ulaşabileceği pozisyonlar yakaladı. Ne var ki, hovardaca harcadı.
İkinci yarıda sadece iki kez ve yine rakip oyuncuların hatalarıyla pozisyona girebilen Siyah-Beyazlılar, son saniyede mucizevi ve yeni bir t-shirt yaptırılabilecek pozisyonla umutlandı. Ne var ki, bu kez İsmet Arzuman’ın düdüğü vardı.
‘’Gitti 100 bin dolar!‘’
Sıkça tekrarlayıp duruyoruz; Fortis Türkiye Kupası’nın tek özelliği Fenerbahçe’nin yıllardır kazanamıyor olması. Bir de parası. Şimdilik, gruplarda 100 bin dolar. Daha sonra, giderek yükselecek galibiyetin katsayısı...
Bu nedenle, tıpkı akşam üzeri karşı yakaya misafir olan Rizespor gibi, tam kadroydu Gaziantepspor. Aslında, Fenerbahçe de tam kadroydu. İkisi de 11’er kişiydi yani!
Ne yazacağımızı bilemediğimiz, onca tecrübeye rağmen bu uğurda bocaladığımız, çok zor bir karşılaşmaydı! “Aman Yarabbi” ne büyük heyecandı!
Düşünsenize, bu mükemmel organizasyonda, Sarı-Lacivertliler dün akşamki maçı kaybetseydi neler olurdu. Yer, yerinden oynardı memlekette! Daha Kayserispor, Şanlıurfaspor, Alanyaspor karşılaşmaları var bir de...
Trabzonspor’la Beşiktaş kaybetti, Fenerbahçe berabere kaldı ya bugün de Galatasaray yenilirse!
En az 72 saat süre gerekir, sükuneti sağlamak için . Üzerinden 240 saat ve daha fazlası geçse bile bir şey yapılmayacak, sahte, ikiyüzlü, planlı, bilinçli 72 saat! Sonra verilen tepkileri ‘abartılı’, ‘birileri tarafından organize edilen’ olarak göstermek gerekir!
Bu hafta tüm ülkenin en önemli meselesi olan Fortis Türkiye Kupası kaldıramaz bu kadar kaybı! ‘Sayın başkan’ deyü deyü Platini mutlaka ziyaret edilmeli, icazet istenmelidir!
Giren topun gol olarak değer bulmaması ise, bardağı taşıran son damla muamelesi görmelidir! Basına bu konuda yasak konmalı, gündeme getirilmemesi için her türlü çaba gösterilmelidir!
‘’Seyirci gitti!‘’
Kavurucu sıcaklar, sezon başı, ramazan, okul, bayram, milli maç arası, Avrupa Kupası, terör belası derken ligin 3’te 1’i tribün erozyonuyla bitti.
Kavurucu ağustos sıcakları... Okulların açılmasına daha bir aydan fazla var. Çoğu tatilini bitirmedi, geri kalanı da yaz havasından çıkamadı insanların. Henüz sezonun başı yani! Yeni heyecanlara, yeni oyunculara, teknik adamlara rağmen yadırgamamak gerek futbolumuzdaki düşük tansiyonu ve tribünlerin ıssızlığını.
Sonbahara girmek üzereyiz. Önce ramazanı hemen ardından yeni öğretim yılını idrak edeceğiz. Okulların açılma dönemini veya ramazanı bahane gösterebilirsin yine, futboldaki düşük tansiyon ve tribün ilgisizliğine. Hatta, cezalar nedeniyle seyircisiz oynanan maçları, cezasız takımların boş tribünleriyle kıyaslayıp, espri bile üretebilirsin, ağlanacak haldeki tribünlere.
Adı üstünde sonbahar, yaprak dökümü zamanı... Herşey yolunda bile olsa, ‘güz’ denince hüzürlenir zaten insan. Bizimki gibi cennet bir ülkede de yaşasa, geçim derdi, eğitim, sağlık ya da siyaseten keyfi kaçabilir, zaman zaman! Ancak, bu ülke kendi dertlerini unutturmayı da becerir evlatlarına. Vatan, millet, kendileri için canlarını akıtanlar nedeniyle kenetlenir. Birlikte yaş döker, birlikte tepki verir, hiddetlenir. Futbol en önemli eğlence olmaktan çıkar böyle anlarda. Artık tribünler sadece maç seyretmek için gidilen yerler değildir. Yönetici, teknik adam, sporcu hatta onları takip eden medya çalışanları, oyundan keyif almaz hale gelir.
Ekim de bitti
Ekim ayının sonuna gelinir... Ligin neredeyse üçte biri bitmek üzeredir. Seyircisiz oynama cezası devam eden takımlar, onlara yeni katılanlar, taraftarsız oynamaya hep mahkum olanlar ve buna yeni yeni alışmaya başlayanlar yarış içindedir. Roberto Carlos’lu Fenerbahçe’nin kombineli taraftarı bile gitmiyorsa maça, diğerlerininki hiç eleştirilmemelidir. Oysa, Kayserispor-Trabzonspor maçının bile neredeyse boş tribünlere oynanmış olması, önemli bir meseledir.
Tıpkı Türkiye Cumhuriyeti gibi, bu topraklar üzerinde devam edecek futbol, engeller çıksa da.. Ve en önemli unsur her zamanki gibi futbolseverler olacak. Bakalım ligimiz onları davanın içine çekmeyi ne zaman başaracak! Yetkililer durumun ciddiyetini ne zaman kavrayıp, acil çözüm için davranacak!









































