Arama

Popüler aramalar

‘’Gökhan Gönül ve 3.300 kişi‘’

Şampiyonluk yarışına çok büyük etki edebilecek maçlardan biri nedeni her ne olursa olsun sadece 3.300 seyirci izlenmemeli. Kaldı ki son hafta belki de Karabükspor_Trabzonspor maçı şampiyonu tayin edecek. O maç da aynı şekilde şu anda kapasitesi 3.300 olan statta oynanacak. Yayın hakları 321 milyon dolara satılan ligin maçları tadilat v.s. nedenlerle dahi olsa kapasitesi 3.300 olan olan bir statta oynanmamalı. Hele ki harika bir şampiyonluk mücadelesi içine giren takımları çok daha fazla kişinin çıplak gözle izleme hakkı var.

Aykut Kocaman'ın Niang'ı oynatma konusundaki ısrarı ile Christian kontenjana takıldı ve onun yerine Selçuk oynadı. Semih ya da Christian'dan birisi oynasaydı şayet pas trafiği çok daha seri ve hatasız olabilirdi. Fakat ne Niang, ne de Selçuk bu trafiğin içine girince orta alanı uzun bir süre sadece savunma için kullandı Fenerbahçe. Zaten kalabalık olan rakip orta sahası ancak paslarla geçilebilirdi ve Fenerbahçe bunu yapamıyordu. Alex'le topun buluşması da oldukça zaman alıyordu. Alex'le topun buluşamaması demek de Fenerbahçe'nin gole uzak olması demekti. İlk geldiğinden beri gol vuruşlarındaki ustalığına rağmen güçsüzlüğü hp ön plana çıkan Niang, sakatlıktan çıktıktan hemen sonra çok daha güçsüz görünüyordu ve bir anlamda eksik bırakıyordu. Orta alanda yapılamayan pas ileride hiç yapılamayınca son şans duran toplar ve uzaktan çekilecek şutlardı Fenerbahçe için.

İlk yarı boyunca kaleyi bulan şut sayısının Fenerbahçe adına 0 olması en ilginç istatistikti. Halbuki Aykut Kocaman sadece Mehmet Topuz'a "Her bulduğunu vurma." demişti. Oysa maçta hiç kimse vurmuyordu ve onca müsait pozisyon harcanıyordu. Alex kaçırdığı iki pozisyona rağmen yine topa sözünü geçirebiliyordu. Ekranları başındakilerin " Şu tarafa atsa çok güzel olur" gibisinden cümlelerini duyar gibiydi ve genelde en doğru olanı yaptı. Lugano, pası değerlendirerek Alex'in hakkını kendisine teslim etti bir anlamda. Gökhan Gönül için ise geçen hafta takımını 1 kişi fazla oynatıyor demiştim. Bu hafta ise Avrupa'nın en iyi 5 sağ beki arasında diyorum. Savunmanın her eksiğini kapatıyor. Takımı ona hangi mevkide ihtiyaç duyuyorsa orada bitiveriyor Gökhan. Sağ kanatta eğer o varsa başka kimseye gerek kalmıyor. Dağınık oyunu ise Avrupa'nın en iyisi olmasının önündeki tek engel.

10 Mayıs 2011, Salı 09:00
YAZININ DEVAMI

‘’Fildişi'nin var bizim yok...‘’

İstisnaların dışında rakiplerinin beraberliğini dahi istemezler ve hatta onların fark yemeleri mutluluk verici olabilir. Bu artık normal karşılanabilir noktada. Fakat, Avrupa'nın iyi kulüplerinden birinde forma giyen bir Türk oyuncu tuttuğu takım ne olursa olsun Türk futbolseverin çoğu tarafından takip edilir, o oyuncunun takımının kazanması istenir ve de oyuncunun harika bir oyun çıkarması arzu edilir.

Yıllarca Nihat'ın maçları Fenrbahçe'lisi, Galatasaray'lısı tarafından takip edilmedi mi? Nihat'ın her golüne sevinilmedi mi? Futbolumuzun gurur kaynağı olmadı mı? Emre Belözoğlu'nun maçları Beşiktaş ve Fenerbahçe taraftaları tarafından yılllarca takip edilmedi mi? Emre iyi oyun çıkardığı zaman dışarı yansıtılşamayan bir gurur hissiyatı yaşatmadı mı? Tuncay Şanlı, Ümit Davala, Hakan Şükür, Tugay Kerimoğlu ve adını sayamadığımız oyuncularımız için de aynı durum geçerli değil miydi? Hatta ve hatta Fatih Terim'in başında bulunduğu takımların muvaffakiyeti Sadece Galatasaray'lılar değil diğer taraftarlar taraftarlar tarafından da içten içe arzu edilmedi mi. Yani onlar futbolumuzun kahramanlarıydı ve daha önce hangi takımda oynadıkları önemli değildi.

Her Türk futbolsever bir gün, bir Türk oyuncunun Avrupa'nın en büyük kulüplerinde birinde oynamasını ve oynamakla kalmayıp; kendi mevkiinde Avrupa'nın en iyisi olmasını arzu eder. Real Madrid, Barcelona, Manchester United, Chelsea, Milan, Liverpool, İnter, Arsenal ve bu takımlara yakın takımlarda direkt oynayacabilecek ve takımın değişmezi olabilecek bir oyuncumuzun olması hayal edilir sürekli. Ki o oyuncu bir anlamda futbol kahramanı ilan edilecek, görüşlerine olağanüstü saygı duyulacak ve gurur kaynağı olacaktır. Kısa bir dönem Ümit Davala Milan forması giydi ama yetmedi bize. Emre Belözoğlu ise Türk oyuncusunun ulaştığı zirve noktaydı. O da sakatlıklarla boğuşurken kaybetti yerini. Teknik direktör olarak ise Fatih Terim tepe noktadadır.

Bugün ise Fildişi, Togo, Gana, Rusya, Afrika, İsveç. ve birçok ülkenin az sayıda da olsa futbol kahramanları varken bizim hiç yok. Mesut Özil saygı duyulması gereken bir oyuncu ( Hamit ne Nuri çok daha fazla saygıyı hakediyor) ama yok? Neden? Oyuncularımızın azla yetinmesi, profesyonelleşememesi, kırılgan yapıları ile birlikte epey neden sayılabilir bu durum için. Peki futbol kahramanımız olmaya aday kaç oyuncumuz var? Arda mı, Nuri mi, Gökhan Gönül mü, yoksa Hamit mi? Muhtemelen Atletico Madrid'e gidecek olan Arda gururlandırabilir ama kahramanımız olmaktan uzak biraz. Hamit yaşı itibariyle uzak ihtimal. Nuri ve Gökhan Gönül en yakın adaylar. Nuri büyük ihtimalle transfer yapacak, umarım Avrupa'nın en büyüklerinden birine gider. Gökhan Gönül ise, Avrupa'nın sayılı bekleri arasında. Fakat onun da fazla zamanı yok. En geç iki sene için de çok büyük bi kulübe giderse kesinlikle kahramanımız olur.

Orda boş bir koltuk var ve kim o koltuğa oturursa çok çok uzun yıllar hafızalarda kalacaktır.

07 Mayıs 2011, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’İyi idare eden şampiyon olur...‘’

Şampiyonlukların sadece sahada kazanılmadığı düşüncesini soğuk ve ahlak dışı bulanlardanım. Onlarca futbolcunun, idarecinin ve milyonlarca taraftarın 1 sezon boyunca verdikleri maddi _ manevi uğraşların dakikalar içinde haysiyetten uzak bir şekilde yok edildiğini düşünmek bile insanı çıldırtabilir. Şike veya masa başı oyunları anlayışı yerine kendi ekiplerinin ruhsal durumunu idare edebilmeleri veya edememeleri en önemli konu. Bugün şampiyonluk yarışındaki takımların birbirlerine çok ağır ithamlarda bulunmaları psikolojik savaşın başladığının en büyük göstergesi.

Muhakkak ki mücadelenin olduğu bir arenada polemikler, iftiralar, sataşmalar olacaktır. Fakat futbol arenasının siyasi arenayı aratmadığını görmek korkutucu. Sadece Trabzonspor ve Fenerbahçe için değil, diğer takımlar için de bu söyleyeceğim geçerli: Birbirleriyle uğraşırken her seferinde ucundan tuttuğumuz ve her seferinde de bir şekilde elimizden kaçırdığımız "Modern Futbol" ipinin gölgesini bile göremeyebilirler. Üstelik bu sezon, psikolojiyi ayarlama konusunda oldukça başarısız sayılabilecek iki takımımız yarışıyor. Neden mi?

Ne zaman şampiyonluğa yaklaşsa, ya futbolcusu, ya taraftarı, ya idarecisi bir şekilde mutlu sona ulaşımı engellemiyor mu Trabzonspor'un? Yarışın içine her girdiğinde, " Şehir çok sabırsız, orda herkes futbolu biliyor, herkes futbola karışıyor, en ufak pozisyonda tepkiler çığ gibi. " gibi söylemlerle taraftara yüklenilmedi mi? 1995_ 1996 sezonunda şampiyonluğun kaçmasının en büyük nedeni olarak Şenol Güneş gösterilmedi mi? Daha sonraki yıllarda Sadri Şener'e kadar ki bütün idareciler insafsızca eleştirilmedi mi?

Bu sezon ise geçmişe nazaran sadece futbol anlamında değil, direktörlük bakımından da çok büyük gelişim sağlamış Şenol Güneş en büyük kozu Trabzonspor'un. Onun ve idarecilerin yersiz sayılabilecek çıkışları oldu ama bunların önüne geçebilen de yine Şenol hoca oldu. Tabii bunların önüne geçmeye çalışırken de fark kapanıyordu. Taraftar ise son maçta açtığı pankartla büyük özlemine ulaşma yoluna bir anlamda taş koyuyor. Onlar için önemli olan rakip filan değil 3 hafta sonrası olmalı.

Psikolojiyi ayarlama konusunda başarısız olduğunu son 5 sezonda iki şampiyonluğu son haftalarda ve birer golle kaçırarak ispat eden Fenerbahçe'de ise bu sıralar bütünlük havası hakim. Ne tarafarlarla uğraşıldığına, ne de oyuncuların küstürüldüğüne şahit olduk özellikle ikinci yarı. Olağanüstü paralarla alınmasına karşılık zerre kadar katkı sağlayamayan Guiza'ya bile inanılmaz bir sahip çıkışlık var. İki hafta öncesine kadar hemen hemen her maç yedek kalan Stoch nerdeyse 6 puan kazandırdı son 3 hafta. Yönetim çok büyük sataşmaların dışında basın toplantısı düzenleyip cevap vermiyor. Aykut Kocaman sakinliğini hep muhafaza ediyor. Bütün bu artılar ikinci yarı Trabzonspor'a 9 puan fark atılmasını sağladı.

Kısacası ikinci yarı boyunca Fenerbahçe rakibine oranla psikolojik savaşı daha iyi idare etti. Son 3 haftada kim daha akil olur ve daha çok kendi işiyle ilgilenirse şampiyonluğa o ulaşacak gibi görünüyor. Şu da merak edilmesin, kim şampiyon olursa hakkıyla olmuştur ve de HELALdir.

05 Mayıs 2011, Perşembe 10:05
YAZININ DEVAMI

‘’+16,5 metre = Barcelona‘’

Ceza sahasına girene kadar modern futbolun usta ayakları gibiydi oyuncular ama o 16,5 metrede yaptıkları amatörce hatalar neden hala şampiyonluğu garantileyemediklerinin resmiydi.

Maça klasik Kadıköy maçları gibi başlayan Fenerbahçe, ilerleyen dakikalarda geçen maçlara nazaran daha çok pozisyon bulmasına rağmen; bir türlü gelişme sağlayamadığı hızlı atak oyununu ceza sahasına kadar başarıyla yerine getirdi ama daha ileri gidemedi.Takım bu sezon onlarca kontra atak yakaladı ve bir o kadar da çok hızlı atağa kalktı ama bu ataklardan en son bulduğu gol hatırlanmaz bile. Atak oyun oynayan takımlara karşı çok fazla pozisyon yakalayabilir Fenerbahçe ama, hızlı atakları gol yapamadığı için kontrolü sürekli elinde tutma mecburiyeti var. Nitekim ikinci golü de klasik gollerdendi. Sağ taraftan yapılan ortalara Alex ya da Niang'ın dokunmasıyla atılan gol sayısı epey fazla.

Dünkü hızlı oyunun en büyük mimarı Stoch, Süper Lig'deki en iyi oyunun oynadı. Her zaman denediği vuruşlardan birini denedi ve bu sefer isabet sağladı. Sol kanatta Santos ile uyumları harikaydı. Sadece ilk yarıda sol kanattan gelen akınlardan 5 gol bulabilirdi Fenerbahçe. Aykut Kocaman'ın Stoch'u kazanmak adına uğraş veridiğini biliyorduk. Sanırım en az Stoch kadar Aykut Kocaman da övgüyü hakediyor.

Barcelona'nın Gökhan ve Santos'u izlemesi özellikle Santos'a oldukça yaradı. Tam da kendisinden bekelnildiği gibi oynadı. Hem hücuma, hem de savunmaya yönelik 10 üzerinden 8 puanlık bir oyun çıkardı ortaya. Gökhan'a yaradı diyemiyorum çünkü, zaten Gökhan her maç en az bu kadar etkili oynuyordu. Yine sağ kanatta yalnızdı ve yine sahanın en iyilerindendi. Maçtan önce ilk 11'in içinde Alex'ten sonra en önemli oyuncu Gökhan Gönül olur. Hatta bazen Alex'ten bile önemlidir varlığı. Neden? Çünkü, onun sayesinde takım orta alanda bir kişi fazla oynar. Mehemt Topuz her maç ilk 10-15 dakikanın ardından orta alandaki ikilinin arasına geçiyor ve orta alanı kalabalıklaştırıyor. Bu kimi zaman hocanın emriyle oluyor, kimi zaman da Mehmet'in alışkanlığından kaynaklanıyor. Yani sağ kanadı tek başına da rahatlıkla kullanabilen Gökhan, rakip her maç kırmızı kart görmüş gibi fazla oynatıyor takımını.

Şampiyonluk son düdüğe kadar kesinleşmez ve bunu belki de Dünya'da en iyi Fenerbahçe'liler bilir. Bu yüzdendir ki, taraftarıyla, oyuncusuyla, yönetimiyle ve tüm camiasıyla Fenerbahçe işi çok sıkı tututyor. 3. defa aynı kabusu yaşamamaları gerekiyor; aksi halde ne Alex'in, ne Aykut Kocaman'ın, ne Gökhan'ın, Ne de harika takım oyununun anlamı kalır.

02 Mayıs 2011, Pazartesi 10:20
YAZININ DEVAMI

‘’Siz ihanet ettiniz beyler...‘’

Şayet çocuklar saatlerce maç öncesini televizyondan takip etmiyorsa, sağdan soldan 3-5 lira bulup maçı izlemeye koşmuyorsa, yerin dibindeki kahvehanelerin ufacık camlarından maçı izleyebilmek için yere uzanmıyor ve üstlerini kirletmiyorlarsa, iki takımın taraftarları iddialara girmiyorlarsa, tribünler haftalar önmcesinden bu maça beste yapmıyorsa, "Beşiktaş _ Galatasaray" nostalji gösterimi hiç yapılmıyor ya da çok kısa tutuluyorsa futbola ve sevenlerine ihanet etmişsinizdir beyler. Futbola borçlanmış, hatta icralık olmuşsunuzdur beyler...

Tüm saatler derbiye ayarlanmıyorsa, yemekler, toplantılar, buluşmalar, yolculuklar, akraba ziyaretleri, halı saha maçları ertelenmiyorsa eğer; oyuncular tesislerden konvoylarla stada götürülmüyorsa, yönetim maçtan önce tesisleri ziyaret edip moral vermiyorsa ve derbi primi belirlemiyorsa, tedavisi devam eden herhangi bir oyuncu maça yetiştirmek için seferberlik ilan edilmiyorsa, Beşiktaş'ın aklının Türkiye Kupası finalinde olduğu ve Galatasaray için bu maçın sadece bir prestij niteliği taşıdığı söyleniyorsa, bu gece rahat uyumayın beyler...

Bugün çok daha az futbolsever gazete alacak ya da internetten maç haberlerini okuyacaksa, bugün bu maç çılgın projeden daha az konuşulacaksa, nedeni sizsiniz beyler...

Camianıza verdiğiniz sözleri tutamadıysanız, Avrupa Kupası'nı almayı vaadetmişken Türkiye Kupası en önemli hedef olarak kalmışsa elinizde ya da hakkınızda kümede kal esprileri yapılıyorsa utanın beyler...

En büyük rakibinizin oynayacağı maç sizin derbinizden daha çok konuşuluyor, daha çok tartışılıyor, daha çok merak ediliyor ve daha çok gündem yaratıyorsa, bu sezonki büyüklüğünüzü sorgulayın beyler...

100 yılı geçkin tarihlere sahipseniz; hala 10 sene öncesinin kupasıyla övünüyorsanız, Dünya yıldızlarını getirip kendinizi Dünya'ya rezil ediyorsanız, bir sezonda toplamda 5 farklı teknik direktör ile çalıştıysanız, sorun sizdedir ve sorumsuzsunuzdur beyler...

01 Mayıs 2011, Pazar 11:35
YAZININ DEVAMI

‘’Üretim durduruldu...‘’

Yaratıcı başlıklar her zaman ilgi görür ve başlığın altındaki yazı da başlık dikkkate alınarak ya okunur ya da es geçilir. Yaratmak ise; herhangi bir cismin, fikrin, konunun v.s. ilk defa ortaya atılması ya da üretilmesi ile mümkündür. Bir de yaratılanı yaratmak diye bir kavram çıkarıldı. Halbuki yaratılan bir daha yaratılmaz, olsa olsa tekrar edilir.

Bu sezon, mevzu Fenrbahçe ise; atılan başlıkların genelinde KOCAMAN kelimesini görebilirsiniz. Fenerbahçe'nin puan kaybettiği maçların ardından "Kocaman hata, Kocaman düşüş, Kocaman kayıp, Kocaman tehlike " gibi başıkların atıldığı yazılar okudunuz. Galibiyet sonrası ise, " Kocaman dönüş, Kocaman diriliş, Kocaman yükseliş, Kocaman seri " gibi başlıklar atıldı. Fenerbahçe teknik direktörü Aykut Kocaman' ın soyadına ithafen böyle başlıkların yaratılması ilgi çekebilir ve de güzel durabilir. Fakat, bir kere yaratılan bir başlığın defalarca tekrarlanması hem sıkıcı olur, hem de sıradanlaşır ve değerini kaybettirir. Yani başta değerli duran bir üretim daha sonraki tekrarlarıyla birlikte değerini yitirebilir.

Aynı şekilde başlığın altındaki haber Trabzonspor hakkında ise eğer, başlıklar genelde " Güneş açıyor, Güneş doğdu, Güneş yakıyor, Güneş Karadeniz'den yükseliyor " veya " Güneş batıyor, Güneş etkisini yitirdi, Güneş tutulması " şeklinde oluyor.

Bursapor ile ilgili haberlere bakarsanız da aynı durum geçerli. Başlıklar: " Bursa Sağlam basıyor, Sağlam adımlar, Sağlam geliyorlar, Sağlam imza " v.s.

Yıllarca Hakan Şükür için , " Şükürler olsun, Hakan' a şükür, Şükrettiler " gibi başlıklar atılmadı mı? Bu sezon müthiş çıkış yakalayan Burak Yılmaz için " Yılmaz savaşçı, Bu çocuk yılmaz, Herkes yıldı ama o Yılmaz " başlıkları kullanılmadı mı? Talihsiz bir olay nedeniyle Beşiktaş' tan gönderilen İbrahim Üzülmez' e ithafen " İbo çok üzüldü, İbo' yu üzdüler, Buna bir tek İbrahim Üzülmez " başlıkları da hafızalarda.

Soyadı bir olayı, bir duruşu veya bir kavramı belirtmeyen teknik direktörler ve futbolcular kendilerini şanssız hissedebilirler. Ya da şanslı. Fatih Terim' in soyadının " Terim " olmadığını, örneğin : " Keskin " olduğunu düşünün. Yıllarca " Keskin bıçak, Aslanlar yine kesti, Fatih hoca Keskin virajda, İtinayla bıçak bilenir " gibi başlıkları görebilirdik.

İyisi mi bir şey bir kere üretilsin ki; hem üretene saygıda kusur edilmemiş olur, hem de üretilenin değeri baki kalır.

28 Nisan 2011, Perşembe 02:00
YAZININ DEVAMI

‘’Gözyaşlarıyla ödenen borç...‘’

Final maçları oynamakta zorlanan ve son maçlarda şampiyonluğu kaçırabilen takım bu görüşlerden etkilenmiş olacak ki kendi oyununun dışına çıktı. Fakat, bu sefer şampiyonluğa mal olamadı bu kabus. Sadece bir saatlik korku olmakla kaldı.

10 maçlık galibiyet serisinde takımda her zaman kanadı çok hızlı geçebilen ve takımını ileri taşıyan bir oyuncu vardı. Bu bazen Dia, bazen de Stoch oluyordu. Caner çok iyi mücadele edebiliyor, rakibi yoruyor, dinamizmi artırabiliyor ama ne Dia ne de Stoch gibi ileri taşıyabiliyor takımı. Bunu bir tek Eskişehirspor maçında yapabildi. Bu ve bunun gibi birçok neden sayılabilir Fenrbahçe'nin zorlanmasının ardında. Niang'ın yokluğu, takımın diğer maçlara nazaran daha farklı bir anlayışta olması, savunmanın hata kredilerini bu maça saklaması v.s.

Fenerbahçe adına olumlu gelişmeler de oldukça fazlaydı, Bugün okuduğunuz gazetelerde veya seyrettiğiniz televizyon programlarında Fenerbahçe'nin maçı kaybetmişcesine haksız bir şekilde eleştirildiğine şahit olacaksınız. Haksız diyorum çünkü:

1_ Bir süper lig takımına 5 gol atan bir takım iyi organize olmuştur ve de hücum hattı çok iyidir.

2_ İki farklı mağlup duruma düştükten sonra 12 dakika içinde 3 gol atıp öne geçiyorsa bir takım, muhakkak ki çok iyidir ve müthiş bir inanca sahiptir.

3 _ Yaptığı iki değişiklikle kaybedilecek maçı lehine çevirebiliyorsa bir teknik direktör, o artık gerçek anlamda direktördür ve oyunu okuyordur.

4_ Ligindeki hemen hemen bütün takımlar kendisine karşı cephe almışken, yalnız başına inanılmaz bir mücadele gösteriyorsa ve ligin bitimine 4 hafta kala liderlik koltuğuna oturuyorsa bir takım; takdire şayandır takım ve kahramanlardır fertleri.

5_ Bir orta saha oyuncusu son 4 haftaya girilirken hem en fazla gol atan, hem de en fazla asist yapan oyuncu oluyor ve de buna rağmen adamlık örneği gösteriyorsa; her dakikası izlenmeli ve her anından ders çıkarılmalıdır.

Dün adına söylenebilecek en dikkat çekici olay ise, oyuncuların Fenerbahçe'ye olan borçlarını ödeme yarışına girmeleri, hem de bunu en mühim dönemde gerçekleştirmeleriydi. Önce Stoch, sonra da Güiza kendilerine gösterilen olağanüstü yakınlıklara karşı bir borç ödeme yarışına giriştiler. Gözyaşlarıyla ıslatılmış bir galibiyet en kutsal olanı galiba.

25 Nisan 2011, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’İkizler risk almayınca...‘’

İki ceza sahası arasını 10 - 15 saniye içinde geçebilen ve bu anlamda ligin belki de en iyileri olan iki takım riskten uzak durup rakip ceza alanlarının etrafında kalabalıklaşamamalarının cezasını ödedi. Birbirlerine çok benzeyen orta sahalar karşılıklı oynarken de çift yumurta ikizleri gibiydiler.


Trabzonspor özellikle Jaja ile orta alanı hızla geçip rakip ceza sahasına ulaşabilme özelliğine sahipken, Eskişehirspor da genelde Pele ya da Sezer ile bu özelliği kullanıyordu önceki maçlarda. Fakat dün akşamki maçta iki takım da ön liberolarını geride tutmayı ve deyim yerideyse sağlam oynamayı tercih edince orta alanlar birkaç pozisyon dışında hızlı geçilemedi. Bu durumda rakip ceza sahsı etrafında olumlu paslar ve araya atılacak toplar Trabzonspor için en mantıklı yol oldu. Şayet iki takımdan biri bunu yapabilseydi, hem kendi gol bulacak hem de rakibine pozisyon verecekti. Yani riskli bir işti. Lakin, ligin son haftalarının oynanıyor olması ve Trabzonpor'un şampiyonluğa koşuyor olması risk alımını oldukça zorlaştırdı. Şunu iddia edebilirim, bu iki takım arasındaki maç bu hafta değil de 20. hafta oynansaydı, keyfine doyulamayacak bir maç çıkardı ortaya ve 90 dakikaya epey gol sığardı.

İkinci yarının başlarında rakip ceza sahası etrafında fazla oyuncuyla bulunmaya başlayan Eskişehirspor, kendisi pozisyon bulduğu gibi rakibine de uzun topla gole gitme şansı verdi ve Burak'ın iptal edillen golü geldi. Maça uzun santraforla başlayan Eskişehirspor'un kanatları kullanmaya çalışmaması ne kadar ilginçse, Trabzonspor'un da rakibin orta saha dengesini bozmak için pas trafiği yaratmaması da bir o kadar enteresandı. Maç öyle bir hal aldı ki, Pele ya da Jaja'nın yaratacakları pozisyonlar ve kullanacakları duran toplar iki takımın da kaderi oluyordu. Özellikle Jaja'nın diğer maçlara nazaran oldukça formsuz olması Trabzonspor'un en önemli şanssızlığıydı. Selçuk İnan ve A milli takımımızı tercih eden Sezer Öztürk, Türk orta saha oyuncuları içinde çok ayrı bir yere koyulmalılar. Teknik kapasitelerinin yanı sıra muhteşem bir iştahla oynuyorlar ve takımlarının ateşleyici gücü oluyorlar.


Maçın son 20 dakikası ise, bu maçın 20. haftada oynanması halinde nasıl keyifli hal alabileceğinin göstergesiydi. Tranzonspor'un risk almasıyla birlikte Eskişehirspor'un da pozisyonlar bulduğu son dakikalar futbol adına elde kalanlardı. Trabzonspor'un çok büyük avantaj kaybettiği söylenecektir ama bunun hissedilmesi için Fenerbahçe'nin Bucaspor maçını kazanması ve gelecek hafta içini son 4 haftaya girilirken lider geçirmesi gerekiyor.

23 Nisan 2011, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI