‘’1-1'e teslim olmak‘’
Galatasaray, İBB önünde Hüseyin Göçek’in son dakikalarda çaldığı çıldırtıcı düdüklerle liderliği kaçırdı. Bir hakemin sinsice müdahalesini en son Hagi’nin Erol Ersoy’a unutulmaz dersi verdiği Gençlerbiriği maçında görmüştüm. Hagi o gün kendisini yakma pahasına oynanan oyunları deşifre etme kahramanlığını göstermişti. Galatasaray yeni bir Hagi çıkaramazsa sorun büyüyecektir.
Son saniyede Hasan-Hüseyin ortak yapımıyla gelen golün yarattığı şoka rağmen son üç haftada oynanan felakete yakın futboldan bir nebze olsun uzaklaşılması iyi işarettir. Arda ve Elano’nun haftalar süren formsuzlukları bitmişe benziyor. Özellikle Elano’nun kanattan göbeğe çekilmesi Rijkaard-Neeskens ikilisinin büyük saha içi hatasından döndüğünü gösteriyor. Ancak hücumda asıl sorun Nonda’dan kaynaklanıyor. Oyun yapısı gereği ikili mücadeleye girmekten, rakibin üzerine gitmekten kaçınan Nonda ile Galatasaray’ın gol atması mucizelere kalıyor. Rakip ceza sahası çevresinde stoperlerle boğuşmak yerine orta sahaya kadar ricat eden Kongolu Galatasaray’ın ilerde çoğalmasını engelliyor.
ASY’de Eskişehir, Manisa ve İBB maçlarında 1-0 öne geçilmesine rağmen kaybedilen 6 puan sezon sonunda çok aranacaktır. Galatasaray’ın tek gol atarak kazandığı biricik maçın Panathinaikos olması sıkıntının göstergesidir. Teknik heyet ASY’de top çevirerek zaman öldüremediğini gördüğü takımın maç kazanma anlayışında revizyon yapmak zorundadır.
Lucescu zamanında benzer biçimde yaşanan korku tünelini andıran son dakikalar için çare üretilmemesi durumunda yarıştan erken kopuş bile gelebilir. Son notum taraftara ilişkin; Galatasaray formasını başarıyla taşıyan Gökhan Zan’a ambargo uygulanıyor. Bir kere bile tribüne çağrılmayan Gökhan’a duyulan tepkinin makul nedeni yok. ASY tribünleri futbolunun emekliliğine çeyrek kala gelen Selçuk Yula-Abdullah Ercan gibi isimlerden esirgemediği desteğini Gökhan’a vermiyor. Okan Buruk’u yaptığı büyük hatalardan sonra bile bağrına basabilen, geri gelmesi sözkonusu olduğunda Fatih Akyel’e tezahürat yapma cüretini gösterebilen tribün için Gökhan’ı yok saymak utanç kaynağıdır.
‘’Yekta Kurtuluş ve Gökhan Ünal‘’
Sezon başında oynadığı 12 resmi maçın tümünde duran toplardan gol bulan Galatasaray’ın, sonraki haftalarda bunu hiç başaramaması tesadüf müdür? Daha önce de yazdım, Florya’da duran top çalışılıp çalışılmadığını resmi maçlardaki performansa bakarak değerlendiriyorum. Sezon başı ortalığı yıkıp geçen takımın şimdilerde başta kornerler olmak üzere yaşadığı dağınıklığın sebebi, Frank Rijkaard’ın konuyu es geçmesinden kaynaklanmaktadır. Hatırladığım son duran top golü, Mustafa Sarp’ın Beşiktaş’a attığıdır. Sezon başında kornerleri Arda ve Kewell kullanıyordu. Şimdi onlar vuruyor ama son iki maçta Keita ve Elano da korner atmaya başladı. İkisinin de özellikli korner attığına şahit olamadık. Bir de Arda çok kötü kullandığı kısa-ön direk kornerlerine ağırlık vermeye başladı. Ön direk kornelerine dokunacak adam yollanmadığı zaman ancak rakip takıma kontratak fırsatı yaratan ters tepen silaha dönüşüyor.
Galatasaray’ın sorunu yalnızca duran top değil. Rijkaard ve takım arasında daha derin sorunlar olabileceğine dair endişelerim var. Ancak konuyu sağduyusuna çok güvendiğim sevgili dostum Samet Köse’nin uyarısıyla iki-üç maç daha izledikten sonra analiz etmek üzere erteliyorum. Köse, Rijkaard’ın benzer dönemsel krizi Barcelona’da da yaşadığını yazarak, kendisine biraz daha zaman tanınması gerektiği görüşünde. Samet Köse üstadım, daha önceleri de önemli bir psikiyatri uzmanı olarak çeşitli konularda beni yanlış yapmaktan korumuştu. Umarım kendisi haklı çıkacaktır.
Ocak ayı yaklaştıkça, takımlar olumsuz sonuçlar aldıkça transfer gündeme gelir. Galatasaray’ın alması gerektiğini düşündüğüm iki isim var. İlki Trabzon’da sorun yaşayıp kadro dışı kalan Gökhan Ünal. Gökhan’ın Kayseri’deyken Galatasaray’a gelmek için yanıp tutuştuğu herkesin bildiği bir sırdı. Hatta karşılıklı imzalanmış protokol olduğu bile söylenir. Ancak Gökhan daha sonra Trabzon’a satıldı. Gökhan eğer Galatasaray’a gelirse yararlı olabilir. Önereceğim ikinci isim ise son haftalarda hayranlıkla izlediğim Kasımpaşalı Yekta Kurtuluş. Kasımpaşa’ya İzmirspor’dan gelen 1985 doğumlu Yekta, takımının son haftalardaki başarısının bir numaralı mimarıdır. Basın orta sahadaki başarının kaynağı olarak çoğunlukla Moritz’i vurguluyor ama asıl kahraman Yekta’dır. Moritz de çok iyi oyuncu ama üstün tekniği, oyun zekasına fizik gücünü de ekleyen Yekta’nın Galatasaray orta sahasına büyük katkı yapacağını düşünüyorum.
‘’Galatasaray'da temposuzluk‘’
Hollanda ekolünün temel özelliği hızlı, yerden ayağa paslı ve hücuma yönelik olmasıdır. Yaşayan en önemli temsilcilerinden Frank Rijkaard’ın Galatasaray’a gelişinde beklentim de bu yöndeydi.
Belirli bir tarihe kadar Galatasaray müthiş güzel ve boş pozisyonlu futbol oynayarak, Rijkaard’ı getirmesinin doğruluğunu kanıtladı. Eminim, Adnan Polat ve Haldun Üstünel önümüzdeki yıllarda hayalini kurdukları takımı oluşturduklarını düşünmeye başlamışlardır.
Ancak Fenerbahçe ve Ankaragücü yenilgilerinden sonra Rijkaard’ın oyun felsefesinde gerilemeler yaşandı. Her maç onlarca pozisyon yakalayan takım yerini, iğdiş edilmiş bir anlayışa mahkum edilmiş futbolcular topluluğuna bıraktı. Galatasaray’ın her bireyi önce gol yememeyi öngören bir mekanizmanın dişlilerine dönüştüler.
Fenerbahçe’nin Beşiktaş’tan fark yediği maçın ertesi günü oynayan Galatasaray’ı sahaya sürmek ve böylesine futbol oynatmak için Rijkaard ve ekibine ihtiyaç yoktur.
Böyle bir ilkel futbolu en yeteneksiz diye bildiğimiz bir hoca bile becerebilir. Michael Skibbe’nin son dönemlerini anımsatan tatsız-tuzsuz futbolu Galatasaray’a dayatmak Rrijkaard’a hiç yakışmıyor. Bir tek Milan Baros’un sakatlığı durumu açıklamaya yetmez. Sorun daha derindedir. Galatasaray hazırlık pasları adı altında topu sürekli biçimde yana ve geriye oynayarak kendi ayağına kurşun sıkıyor.
Geride top çevrilirken ileride kimse hareketlenmediği için sonunda birileri 40-50 metreye topu şandelliyor. Hakkını yemeyelim Shabani Nonda her hava topuna dokunuyor ama yakınında kimse olmadığı için tüm akınlar başlamadan bitiyor.
Yavaş, temposuz futbol Galatasaray’ın müthiş kadrosuna hiç uygun değildir. Ferrari’yi kırsal mazotla yarıştırmaya benziyor. Bir süre sonra motor iflas eder.
Rijkaard’ın temel felsefe yanlışının dışında bir büyük hatası da Elano Blumer’i sağ kanatta oynamaya zorlamasıdır. Elano’nun futbol yapısı kesinlike kanat oynamaya uygun değildir. Manisa karşısında oynadığı berbat ötesi futboldan sonra ASY çimlerini protestosuz terkedebilmesi , Elano’nun geçmişine duyulan saygıdan kaynaklanmaktadır.
Elde Keita gibi kanat elemanı varken Elano’yu çizgiye sürmenin mantıklı açıklamasını bulamıyorum. Rijkaard genlerine işlemiş sistem yerine çağdışı bir futbola yönelerek yalnızca Galatasaray’a kötülük etmiyor, kendi özgeçmişine kötü notlar düşürüyor.
‘’Işıl Alben mucize yaratacak!‘’
Galatasaray Bayan Basketbol takımının Metin Oktay ruhlu kraliçesi Işıl Alben zor günler geçiriyor. Geçen sezon Galatasaray’ın belki de şampiyonluğunu engelleyen sakatlıktan döndükten sonra bir şanssızlık daha yaşadı.
İki sezon önce Galatasaray Bayan Basketbol takımının İstanbul’daki tüm maçlarını izleme mutluluğuna erişmiştim. Birbirimize kardeş kadar yakın olduğumuz Galatasaray Genel Sekreteri Selçuk İren’in kısa süre önce küme düşmüş takıma sahip çıkışı beni son derece etkilemişti.
O kadar ki, haftasonları sevgili Selçuk’un önerisiyle Florya’daki idmanlara giderdik. Şimdi Galatasaray futbol takımı idari manejerliğini yapan Cenk Ergün de bayan basketbol takımının o dönemde deplasmanlarda kafile başkanıydı. İkisinin sayesinde takımdaki tüm oyuncuları tanımıştım.
Uzun yıllar sonra başta Ahmet Dedehayır olmak üzere takımın nasıl yeniden yaratıldığını, hangi fedakarlıklara katlanıldığını yakından biliyordum. Galatasaray Bayan Basketbol takımının Avrupa Şampiyonluğuna giden yolu o günlerde atılmıştı. Selçuk bana sürekli biçimde o ana kadar yalnızca adını duyduğum Işıl’ı anlatıp, ne kadar büyük basketbolcu olacağını belirtirdi.
Ayrıca Galatasaraylılığını vurgulardı.
Sezon boyunca Işıl’ın her maç büyüyen oyununu, takımdaki gizli liderliğini bizzat gözlemledim. Zaman zaman düşülen sıkıntılarda yüklendiği rolleri izledim.Yönetimin işini nasıl kolaylaştırdığına şahit oldum.
O yıl Işıl Türkiye’de bayan basketbolunun tartışmasız fenomen’i haline geldi. Galatasaray taraftarının gözünde o ana dek yalnızca Murat Özyer’in eşi Derya Özer’in yaklaşabildiği zirve konumuna yükseldi. Özel seyircisi oluştu, adına besteler yapıldı. Işıl’ın kazanılan büyük maçların ardında parkenin ortasında Sabri Sarıoğlu örneğindeki üçlü çektirmesi rutinleşti.
Ayrıca Işıl’ı ASY tribünlerinde sarı-kırmızı parçalı formasıyla taraftar sıfatıyla izlemek sıradan bir olaya dönüştü. Işıl maçlara tek başına gitmekle yetinmeyip yanında takım arkadaşlarını da götürürdü. Şimdi minyon fiziğine rağmen boyundan büyük işler başararak takımın en fazla ribaund alan oyuncularının başında gelen Işıl’dan bir mucize daha bekliyorum. Nükseden sakatlığını tıpkı parkelerde en yükseğe ulaşabilmesi gibi sabırla ve çok çalışarak aşması gerekiyor.Sezon sonunda Galatasaray şampiyon olmasa bile potalara geri dönmüş bir Işıl’ın parçalı 10 numarasını Selçuk’tan isteyeceğim.
‘’Harry Kewell güzellemesi‘’
Harry Kewell’ı hayatımda ilk kez 2000 yılının Mart ayında Londra’da TV’de izlemiştim. Leeds United’ın diğer forveti Michael Bridges ile şahane bir maç çıkarmışlardı. Aynı hafta içinde Galatasaray Mallorca’yı deplasmanda 4-1 yenerken Londra’da bir Türk kahvesindeki sevince ortak olmuştum. Hiç unutmuyorum o maçın ardından ‘’Finali Londra’da gördüm’’ başlıklı bir yorum yazarak 17 Mayıs zaferine üç ay önceden hazırlanmıştım. O haftadan şu anda Galatasaray’da yalnızca iki oyuncu var. Biri Kewell, diğeri de Mallorca’nın kalecisi Leo Franco.
Kewell’ı daha sonra canlı olarak ASY’de 2-0 Galatasaray’ın kazandığı maçta izlerken, hayatını yitiren iki İngiliz taraftar yüzünden kendimi futbola verememiştim.
Rövanş ise tam bir psikolojik savaş ortamında yaşandığından yine tek tek oyuncular üzerinde durmamıştım. Kewell’ı canlı olarak ikinci kez Olimpiyat Stadyumu’nda Şampiyonlar Lig’i finalinde seyrederken yanımda Gheorghe Hagi oturuyordu. Dünya’nın en güzel geri dönüşlerinden birine tanık olunan maçta Kewell’ın yanı sıra Milan Baros’u da izlemiştim.
Yıllar sonra Hagi ve Jardel’den sonra en fazla etkilendiğim yabancı oyuncu olan Kewell sarı-kırmızılı formayı gimeye başladı. Geçen sezon gösterdiği olağanüstü çabaya, Hamburg maçında stoper bile oynamasına rağmen sürekliliği fazla olmamıştı.
Üstüste 90 dakika çıkarması istisnaydı. Bülent Korkmaz döneminde ise neredeyse gözden çıkarılmıştı. Son iki dakikada oyuna sokulduğu bile oldu. Bu sezon ise bambaşka bir Kewell izlemeye başladık. Kewell artık 60. dakikada fizik gücü tükenen bir emekli adayı oyuncudan en zor maçlarda Galatasaray’ı sırtlayan ve enerjisi tükenmeyen bionik adama dönüştü. Sabri’nin yaşadığı inanılmaz dönüşüme eşlik eden Kewell’ın dayanıklılığının seviye atlaması Galatasaray’daki iş bölümünün sonucudur. Futbolcuların bireysel gelişimine verilen önemin yanı sıra yapılan doğru antrenmanların sonucunda Kewell’ın yeniden doğuşuna tanıklık etmekteyiz.
Kewell’ın futbolculuğunun yanı sıra Galatasaray’a getirdiği bir diğer özellik de oynadığı her maçı aynı ciddiyette oynamasıdır. Kupa maçında alt ligden bir takıma duyduğu saygıdan kaynaklanan sorumluluk duygusunun varlığı herkese örnek olmalıdır. Son olarak Hagi’nin mahcup çocuk gülüşünü özleyen ben, Kewell’ın gol sonrasındaki sevinciyle özlem
gideriyorum.
‘’Hagi tribünde, Topal sahada‘’
Okurlarım bilirler, futbolda benim için Hagi bir yana, Dünya bir yanadır. Futbolculuğunda kendisine dair yazdığım yorumların sayısını unuttum. Teknik direktörlüğünde ise bazı davranış yanlışlarına rağmen başarılı buldum. Sevgili Hagi’nin Galatasaray’daki macerasını fiilen sonlandıran Kayseri’deki 2-2 berabere biten maça dair bir anımı aktarmalıyım. Galatasaray son 10 dakikada 2 golle öne geçmiş, maçı kazansa muhtemelen şampiyon olacak ama Gökhan Ünal son saniyede muhteşem bir kafayla hayalleri sonlandırıyor. Havaalanında herkesin yüzünden düşen bin parça. Hagi ve Balint’in yanına gidiyorum. Hagi, kendisini birkaç hafta sonra Galatasaray’dan gönderecek Gökhan için şunları söylüyor; ‘’O golü iyi ki başkası yerine Gökhan attı. Kendisini Gençlerbirliği’nden beri izliyorum. Türkiye’nin en iyi santrforu olacak.’’ Bu sohbette Hagi’nin neden Hagi olduğunu bir kez daha anladım. Kendini olaydan soyutlayıp, analiz yapabildiğini gösterdi. Hagi’yi ekranlarda görmek, Bükreş’teki taraftarların tezahüratına eşlik etmesini izlemek benim için mutlulukların en büyüğü oldu ve bir kez daha Ciga’yı yazma fırsatı verdi. Galatasaray, Fenerbahçe maçındaki krizi sezonun en doyurucu futboluyla aşmasını bildi. Bir deplasman takımının böylesine top hakimiyetiyle oynaması istisnadır. Kewell’ın golü öncesi yapılan 30’u aşkın pas Galatasaray’ın yönelimini açıklayan bir istatistiktir. Rijkaard’ın Galatasaray’ı böyle top oynamaya programlanmalıdır. Sürekli top çevirip uygun anda ileriye hızlı paslar atmak Galatasaray anlayışının temelini oluşturmalıdır. Yoksa Fenerbahçe maçındaki gibi Lucescu’nun kötü bir taklidini yansıtan yana ve geriye top oynama stratejisini vurgu yapan bir taktik Galatasaray’ı örseler. Galatasaray’ın bu kadrosunu Lucescu anlayışına mahkum etmek en hafif deyimle sorumsuzluktur. Umarım Rijkaard hatasını görmüştür. Mehmet Topal’ın attığı olağan ötesi gole yapacağım yorumu yalnızca Hagi’nin tribündeki varlığına bağlayamam! Mehmet, 2. Lig’den gelip ilk forma giydiği Denizlispor maçında bile kaleyi karşıdan gören pozisyonda benzeri bir füze yollamıştı. Uzaktan şut atan her oyuncuya büyük saygı duyuyorum, Barış’ın sol ayağıyla attıkları hariç. O yalnızca bir fantazi denemesi yapmakla sınırlı kalıyor. Bükreş deplasmanı, tıpkı üç sezon önceki Bordeaux maçı gibi muhteşem Mehmet’in sahalara dönüşünün işaretidir.
‘’Hollanda tipi soyunma odası‘’
Frank Rijkaard’ın Galatasaray’a getirdiği coşku bulutlarının dağılmasıyla gerçek tabloya ilişkin ipuçlarını değerlendirmeye başlayabiliriz. Ama önce bir anımı aktarayım; Erik Gerets’in ilk yılında Hollanda’daki kampında Galatasaray’ın yanı sıra İngiltere alt liglerinden Yeovil Town takımı da vardı. Bir sabah ortalığı yıkan gürültüyle uyandım. İnsanlar sürekli biçimde birbirlerine bağırıyorlardı.
Dışarı çıkıp etrafı dinleyince seslerin idman sahasından geldiğini farkettim. Yeovil Town takımı sahada top çalışması yapıyordu. Futbolcular biribirlerine sürekli bağırarak uyarılarda bulunup şevkle oynuyorlardı. Açık söyleyeyim daha önce böyle bir şey görmemiştim. Galatasaray idmanları ise YT’ninkilerle karşılaştırıldığında neredeyse bir pandomim sessizliğindeydi.
Rijkaard’ın sisteminde dayanışma, yardımlaşma ve arkadaşların eksiğini kapatmanın önemi
açıktır. Yöntem ise saha içi iletişimdir. Yüksek sesi yalnızca kavgada-tartışmada kullandığımızdan olumlu işlere taşıyamıyoruz. Umarım Rijkaard’ın ‘’saha içinde sürekli konuşun, bağırın, birbirinizi uyarın’’ talimatı geleneklerimizi aşarak takımın yaşam biçimine dönüşür, Florya’da sesler Yeovil Town desibeline yaklaşır.
Bir de büyük İngiliz hoca Bobby Robson’dan (toprağı bol olsun) anı; ‘’PSV Eindhoven’e gittiğim ilk günlerimdeki şaşkınlığımı unutamam. Soyunma odasında tüm futbolcular sürekli konuşup, takımın nasıl oynaması gerektiğini belirtiyorlardı.
Hepsi teknik direktördü adeta. Alışık olmadığım bir durumdu ve disiplinsizliği aşabilmek için Rumen Gheorghe Popescu’yu transfer edip takıma kaptan yaptım.’’ Üstad Robson’un tespitleri şaşırtıcı değil. Total futbol sahada herkesin her yerde oynamayı bilmesinin yanı sıra oyuncuların fikir beyan etmesine dayanan bir Hollanda geleneğidir. Hiddink, Benhakker Türkiye’de nasıl uyguladılar hatırlamıyorum ama Rijkaard’ın Galatasaraylı oyuncularla taktiksel görüş alışverişinde bulunacağı demecini böyle görmek gerekir. Galatasaray ilk kez Hollanda tipi soyunma odası deneyi yaşayacak. İşin sırrı teknik direktör otoritesini sarsmayacak dozu tutturulabilmekte. Lucescu’ya dayılanıp Jardel’i oynattırmamaya varınca işin tadı kaçıyor.
‘’Arda ne yapmalı?‘’
Galatasaray’ın kaptanı Arda Turan’ı neredeyse bebekliğinden tanırım. Abdullah Avcı’nın unutulmaz PAF takımında kaleci pozisyonu hariç sahanın her yerinde oynarken izlemek en büyük zevklerimden biriydi. Önce Florya’ya gider başta Arda olmak üzere Uğur Uçar, Cafercan , Ferhat, Mülayim ve Aydın’ı 5 metre mesafeden, aralarında geçen tüm konuşmalar dahil olmak üzere sindire sindire seyreder, akşam da Ali Sami Yen’in yolunu tutardım. Bir sonraki kuşak da dahil olmak üzere yaptığım saptama büyük yetenek ve fizik güçlerinin yanına futbol oynama isteği ile ısrarcı kişiliklerini ekleyebilenler birinci sınıf futbolcu oldular. Bunlardan yalnızca bir tanesi bile eksik olanlar bile günümüzde çeşitli liglerde bir zamanların büyük futbolcu adayları olarak anılıp, evlerine ekmek parası götürme çabasındaki delikanlılar kategorisine girdiler. Arda ise tüm gerekli bileşenlerin üzerine liderlik sıfatını da ekleyerek Galatasaray tarihinin en genç kaptanlarından biri olma payesine kavuştu.
Ben Arda’yı ne kadar tanıyorsam, Arda da beni o ölçüde tanır. Ben onu çok severim. O beni ne kadar sever bilemem, doğal olarak. Ama yazdıklarımdam alınmayacağına, kendisine destek olmak amacıyla kaleme aldığımı düşüneceğini biliyorum. Tıpkı Manisa’da yatağının başucuna astığı gibi.
Arda, Manisa’dan döndüğünde büyük patlamasını 5-2’lik Mleda Boleslav maçıyla yapmıştı. O karşılaşmada sol kanattan ceza sahasına yaklaşırken kalecinin uzanamayacağı köşeye vurduğu şutla attığı golü unutamam. Sanrım Arda da unutamıyor haklı olarak. Sürekli o tür goller kovalıyor, tıpkı Ümit Karan’ın röveşata ile gol atmayı takıntı haline getirmesi gibi. Gol attırıken ise topu sol kanatta içeri çekerek ceza sahasına orta yapmayı zorluyor. Kasımpaşa maçında Nonda’ya kafayla attırdığı golü hatırlayın.
Oysa Arda’nın cephanesinde sonsuz değişik silah var. Yalnızca ikisini kullanınca rakipler kolaylıkla ya kendisine ya da pası vereceği arkadaşına önlem alıyorlar. Arda gibi yaratıcılığını tescilli bir oyuncunun belki de formsuzluk ve fiziki düşüşten etkilenerek belirli kalıplar içine girerek etkisizleşmesi üzüntü verici. Arda ne yapıp etmeli milli maç arasında girdiği tek boyutlu oyuncu çerçevesinden çıkmalıdır. Gördüğüm en zeki futbolcuların başında gelen Arda, sorunun nereden kaynaklandığını ve nasıl aşacağını hepimizden iyi biliyordur.
Not: ‘Mehmet Topal, Bülent Akın’laşma’ yazımın başlığında ‘lütfen’ kelimesi de vardı. Uzun başlık atma hatam nedeniyle çıkmadı, özür dilerim.