Arama

Popüler aramalar

‘’1-0'ları koruyamayan Rijkaard‘’

İki sezon önce Sivas’tan şampiyon dönen Galatasaray, Atatürk Havalimanı’na bu kez kolu kanadı kırılmış biçimde indi. 1-1 biten maç aslında tüm sezonun özetidir. Rijkaard’ın Galatasaray’ı tek tek maçların uzatma dakikalarını oynayamadığı gibi Super Lig’in de finalini beceremedi. 5 hafta önce liderken artık 3 takımın gerisinde. Galatasaray, ligde 1-0 önde götürdüğü maçlarda yalnızca Gençlerbirliği ve Gaziantep’i yenebilirken sırasıyla Eskişehir, Manisa, İBB, Beşiktaş ve Sivas’a tam 10 puan kaybetti. Gençlerbirliği galibiyeti Kahe’nin inanılmaz goller kaçırmasını hatırlarsak mucizeydi. Rijkaard geriye düşülen maçlardan Kasımpaşa, Diyarbakır ve Antalya’yı çevirdi. Ancak hepsi de ligin ilk bölümünde. İkinci yarıda ise ilk golü yediği her maçı kaybetti, beraberliği dahi yok. Daha da ilginci ASY’deki Eskişehir hariç 1-1 biten maçların son anlarındaki gollerle 8 puan bırakıldı. Sonuçlar oyun anlayışının sahaya yansımasıdır. Benim için teknik direktörün takıma katkısı yüzde 40 civarındadır. 1-0’ı koruyamamak Rijkaard’ın kronik meselesi haline gelmiştir. Rijkaard’ı savunmak için binlerce gerekçe bulunabilir, hepsi de tek tek doğru olabilir ama çarpıcı rakamlar bir teknik direktör tipolojisi çizmektedir. Son dakikalarda gelen Kasımpaşa maçının 2 puanına karşılık uçup giden 10 puan. Eğer Rijkaard her türlü sıkıntıya karşın belirttiğim maçların son dakikalarında oyunu tutabilseydi, Galatasaray bitime 6 hafta kala liderdi. Ama artık iş işten geçti. Ayrıca ZTK’daki Antalya’ya elenme de görüşümü doğruluyor. Kupa’da da 1-0 deplasman ve ASY’de iki kez korunamadı.

Rakamların basitliği-vuruculuğu karşısında hayrete düştüğümü itiraf etmeliyim. Kafamda yazımı kurgularken böyle bir Osmanlı tokadı yoktu. Rijkaard Galatasaray’ın uzun döneminde varsa, geleceğini Türkiye’deki ilk sezonunun uzatma dakika ve korunamayan 1-0’larına göre biçimlendirmelidir. Dert belli, derman Adnan Polat’ta. Tecrübesiyle hocaya yol gösterip Galatasaray’ı daha da yüceltmek onun elinde.

07 Nisan 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Rijkaard mı, Lucescu mu?‘’

Galatasaray’da bugüne dek elindeki kadronun hakkını en az veren hoca açık ara Lucescu’ydu. UEFA Kupası’nı kazanan takımdan ayrılanların yerine Jardel ve Serkan Aykut’un alınmasıyla tarihin en güçlü kadrosu yaratılmıştı. Ancak Lucescu güle oynaya şampiyon olması gereken takımı ikinci yapabilmiş, M. Denizli’nin toplama ekibi ipi göğüslemişti. Ertesi sene ise Hagi ve Taffarel gibi iki efsanenin ayrılmasına rağmen orta kalite ve kiralık ağırlıklı takıma üçüncü yıldızı taktırmıştı. Üstelik Popescu da sezon ortasında satılmıştı.

Bu sezon ise çeşitli sakatlıklara rağmen Galatasaray tarihinin en pahalı kadrosu Rijkaard’a teslim edildi. Kalan haftalarda mucize olmazsa en iyi ihtimal ikincilik görünüyor. Avrupa’da gidilen kısa yol ve ZTK’daki erken elenmeyi göz önüne alırsak, Rijkaard mutfaktaki mükemmel malzemeden en kötü yemeği hazırlayan şeflik konusunda Lucescu’yla yarışmaktadır. Birincilik kararı için sezon sonunu bekliyorum.

Son dört haftada yitirilen 9 puanın büyük bölümü bireysel hatalara bağlanabilir. Ancak Leo Franco’nun intiharı dışındakiler Rijkaard felsefesinin oyuncu bazında patlak vermesinden ibarettir. Eskişehir ve Trabzon’da savunmaya baskı yapılması sonucu yenilen goller, Caner ve Emre’nin anlık dağılmalarının ötesinde, Rijkaard’ın geride top çevirme ideolojisinin iflasıdır. Eskişehir maçı sonrası GS TV’de Can Erbesler’in Analiz programına Soner Tolungüç ile konuktum. Erbesler’in sorusu üzerine, “Trabzon Colman-Umut ile Galatasaray savunmasına baskı yapıp gol atar” demiştim. Taze görüntüler arşivde duruyor. Yorumcu olarak benim gördüklerimi teknik direktörler de gözlemliyordur. Galatasaray böylesine kolay deşifre edilecek takım konumuna düşürülmemeliydi.

TT Arena’ya Şampiyonlar Ligi dışında kalmış şekilde taşınmamak için görev artık güven tazelemiş Adnan Polat yönetimindedir. Rijkaard’a lisan-ı münasiple durumun vahameti anlatılmalı, önümüzdeki sezonun kadro planlamasına şimdiden başlanmalı, gelecek-gidecekler saptanmalıdır.

31 Mart 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Özhan Canaydın& P.Kenyon'lı bir anı‘’

Sevgili Özhan Canaydın başkanla tanıştığım tarihi unutamam. YKY’de çalışırken İngiliz Konsolosluğu’nun bombalanmasının ertesi günü kulüp binasına gitmiştim. Akşam’da kendisini eleştiren bir yazım nedeniyle davet etmişti. Özhan bey o günden sonra hayatımdaki kilometre taşlarından oldu. Yollarımız profesyonel olarak da çakıştı. Galatasaray Sportif’te genel müdürlük yaptım. Bu dönemde onun sayesinde büyük dostum Galatasaray Genel Sekreteri Selçuk İren’le tanıştım. Yalnızca Selçuk İren bile Özhan bey’e minnet duyma nedenimdir.
Teknik direktör Gheorghe Hagi’nin göreve gelişi, Claudio Taffarel’in kaleci antrenörü olarak Florya’ya dönüşü, Tomas’ın transferi gibi konularda Özhan başkan’la asla yazmadığım özel bilgiler paylaştık. Şimdi güncel bir kişinin de içinde bulunduğu anımı aktararak sevgili Canaydın’ı uğurlamak istiyorum.

Liverpool’un Milan karşısında 0-3’den gelerek kazandığı Şampiyonlar Ligi finalinin bir gece öncesindeki gala yemeği sırasında Lig TV genel müdürüydüm. Çırağan Sarayı’ndaki yemekte protokolsüz oturma düzenine geçilmeden kokteyl sırasında Özhan bey, “Ömer, oturduğun masada yanını boş tut, beraber olalım” dedi. Ben de uygun gördüğüm bir masaya oturdum. Hemen sol yanımda oturan kişi kendisini Peter Kenyon olarak tanıttı. Ben de şakayla karışık meşhur, ’’The Peter Kenyon’’ olup olmadığını sordum. Olumlu cevabı üzerine aramızda gece boyu sürecek futbol sohbeti başladı. Kendisini birkaç dakika sonra masamıza katılan Özhan bey’le de tanıştırdım. Müthiş saatlerin sonunda Özhan başkan gelecek sezon için düşündüğü üç teknik direktör adayını Kenyon’a sıraladı ve kendisinin hangisini tercih edeceğini sordu. Kenyon tereddütsüz olarak ’’Erik Gerets’’ deyince, Özhan bey bana dönerek ’’Ömer, şu anda Galatasaray’ın yeni hocasını öğrendin. Ne yapman gerektiğini biliyorsun’’ dedi. Biliyordum gerçekten, resmen açıklanana kadar o özel bilgimi kimseyle paylaşmadım, hep yaptığım gibi. Sizi çok özleyeceğiz, sevgili Başkanım.

24 Mart 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'a Houdini lazım‘’

Galatasaray’da birileri F. Rijkaard’ı ikna edebilirse Galatasaray şampiyon olur. Son yıllarda ASY-dış saha performansı açısından böylesine uçurum yaşanan sezon yoktur. İçeride oynayan takım Galatasaray ise dışarıda oynayan Galatasaray değildir. Ya da tam tersi. Sezon başında üst üste gelen altı galibiyetin ardından gelen 0-3’lük Ankaragücü mağlubiyeti Rijkaard’ı başkalaştırdı. Bol gol atan, sürekli pozisyon üreten Hollanda ekolünün yerini, dış saha maçlarında savunmayı ön planda tutan bir anlayış aldı. Örnekleri son haftalardan vereyim; Kasımpaşa maçında sezonun en güzel topunu oynayan takım, ertesi hafta Eskişehir’de yenilmemeye çıkan sıradan Anadolu takımı kimliğine büründü. Ankaragücü maçında ise erken gol nedeniyle çok kısa sürse de kahredici baskıyla başlayan bir Galatasaray vardı. Derin iniş-çıkışlar oyuncuları, seyirciyi ve yönetimi şaşırtır. Yapılması gereken Rijkaard’ın beyninde kalan dokuz haftanın tümünde Galatasaray’ın ASY’de oynayacağı illüzyonunu yaratmaktır. Hangi sihirbaz çıkar bilemem ama Rijkaard’a böyle bir algılama kayması yaşatacak kişi(ler) Hollandalı hocaya ilk şampiyonluğunu getirir. Rijkaard maçları ancak ASY’de oynadığını düşünerek hazırlanırsa 18. kupa gelir. Yoksa Galatasaray deplasman kayıplarıyla Şampiyonlar Ligi’nin dışına kayabilir. Galatasaray’ın tam kadroya ulaşmak üzere olduğunu varsayarsak sorun Rijkaard’ın bakış açısını değiştirmekten geçiyor, camia Houdini’sini bekliyor.

Daha minör olarak da Keita’nın deplasmanlardaki etkisizliğini analiz etmek gerekiyor. ASY’nin taklacı arslanı dışarıda aynı etkiyi gösteremiyor. İnsan gol atan, attıran, Abdülkadir şarkıları çaldıran, tribünleri coşturan Keita’nın formasını başkası giriyor izlenimine kapılıyor. Galatasaray son dönemece girilirken Adnan Polat’ın finişçiliğinde iki sorunu da çözer umudundayım.

Bir de Neill’in Keita’ya asistler öncesi verdiği iki mükemmel pasın kayıtlara geçmesini dilerim. O topları atmak kolay değildir. Acaba önkesici mi oynatılsa?

17 Mart 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Rijkaard'a Valdes gerek‘’

Galatasaray kalesine gelen iki topun da gol olduğu maçtan çıkarılacak dersler var. İlk olarak Leo Franco Galatasaray kalecisi midir? Sezon başından beri kurtardığı toplar oldu ancak maç çeviremedi. Üstüne üstlük ayak hakimiyeti R. Reçber-V. Demirel düzeyindeki kaleciyi, defansif paslaşmalarda majör aktörlüğe yükselten F. Rijkaard’ın ‘Valdesvari’ hamleyi yapmaması anlaşılmaz. Rüştü’yü sırf bu nedenden Barcelona’dan yollayan hocanın A. Madrid maçında iki aut atışını taca yollayıp, gelen topları filelerinde gören ayak özürlü Franco’ya pası yasaklamaması ayıptır. Türkiye’den geçen Taffarel ve Cordoba hariç hiçbir kaleci Rijkaard’ın kafasındaki futbola yüzde yüz yatkın değildir. Yalnızca Ufuk Ceylan’da potansiyel görüyorum.

‘Ölümcül paslar’ bitmeli
Galatasaray’a atılan gollerin önemlice kısmının sağ bek-iki stoper-sol bek (ya da tam tersi) ile kaleci arasında manasız-amaçsız paslardan kaynaklandığını Mısır’daki sağır sultan duydu. Rakip hocaların oyuncularına “Defansları paslaşırken basın, topu alıp, hayatınızın en rahat golünü atın” dediğini tahmin etmek kehanet değil. Dünyanın en teknik oyuncuları da aralarında paslaşırken topu kaybeder. Pas yaparken rakibe kaptırmayan takım teorik açıdan bile imkansızken, Rijkaard’ın ısrarla sürdürdüğü kaleye yakın yerdeki paralel-geriye top dolaştırmanın ölümcüllüğünü Eskişehir’de son kez yaşadığını umarım. Rijkaard’a rağmen Bülent Yıldırım ve yardımcılarının gözlerine eş zamanlı inen kara perdeler olmasa Galatasaray kaybetmeyebilirdi. Düdüklü zat, her pozisyonun ardından seminer verip tempoyu düşüreceğine bariz elle oynamaları görse daha iyi eder.

Musa hazır gelmeyecek

Son olarak Musa Çağıran’a değinmek istiyorum. ASY’de Slovakya karşısında ilk kez canlı izlediğimde biraz hayal kırıklığına uğradım. 45 dakika boyunca verdiği pasların büyük kısmı rakibe gitti. Kesiciliğinden de etkilenmedim. Ayrıca bugünkü fiziğiyle standart Adidas şortların içine zor girer, özel sipariş gerekir. Musa’nın katetmesi gereken mesafe uzun, camia hazır ön kesici beklemesin.

10 Mart 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ayhan Akman ile Sabri Sarıoğlu...‘’

Perşembe gecesi yenen vicdansız hakem darbesinden kurtuluş maçındaki Dos Santos-Keita ve Jo gösterisi olağanüstüydü. Arda’nın iyi oynamasına rağmen bazen inisiyatif kullanma görüntüsü altında topla 4-5 rakip arasına dalarak geçici bilinç kaybı görüntülerini toyluğuna veriyorum. Zamanla liderliğin aslında basit top oynayarak da sağlanabileceğini, tek hamlelik dokunuşların maçı kurtarabileceğini anlayacaktır. A. Madrid ve Kasımpaşa maçlarında Keita’ya attırdığı gollerdeki kolay pasların, 10 çalımdan, rakiplerinin içinden geçme çabasından daha öldürücü olduğunu kavrayacaktır. Gösteri amaçlı, tribünlere dönük hareketleri kopmuş maçlarda yapmayı oyun karakterine yansıttığı ölçüde Arda’nın gelişiminin sınırı yoktur. Kendisine yönelik eleştirilerimi gol atıp, asist yaptığı bir maçtan sonra sıralamamı en iyi Arda anlayacaktır. Amaç üzüm yemektir, bağcıyı dövmek değil.

Kasımpaşa maçındaki Ayhan ve Sabri’yi yazmamak olmaz. Hayranlık kaynağı Yekta Kurtuluş’un golü ardından oluşan karamsarlığı dağıtmak üzere Ayhan’ın ekranlara yansımadığını öğrendiğim önderliğini vurgulamalıyım. Golün henüz santrası dahi yapılmadan Ayhan yılların birikimiyle tıpkı bir Hagi, bir H. Şükür gibi takım arkadaşlarını ruhen ayağa kaldırarak muhtemel dağınıklığı önledi. Taraftara destek çağrısında bulundu. Ayhan’ın sıkılı yumrukları, haykırışı, isyan eden görüntüsü Bülent Korkmaz-Hasan Şaş’tan devralınan bayraktı adeta. ASY’nin maç öncesi en güzel ritüellerinden olan, tribüne çağrıldıktan sonra göğsündeki GS armasını her seferinde öpmesinin ‘taraftara şirin görünme’ kaygısının ötesine taşınan içtenliğini kanıtladı.

İki aydır özlemle beklenen Sabri yüreklere su serpti. Yaptığı kanat bindirmeleriyle, hücuma verdiği destekle Keita’nın döktürmesini sağladı. Maçtan sonra Arda’yla takımı tribünlere götürdü, üçlüsünü çektirdi. Ancak Sabri niyetlendiği frikiği Caner’e bıraktığı anı hiç unutmasın. Böylesine jestler Sabri’yi daha da büyütecek, camiadaki saygınlığını artıracaktır.

03 Mart 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'da yeşeren umutlar‘’

Galatasaray şampiyon olacaksa ilk işaret fişeği Fenerbahçe-Bursaspor maçının ikinci 45 dakikasında atılmıştır. Adını muhtemelen kimse vurgulamayacak ama Fenerbahçe açısından rahat geçebilecek dakikaları tersine çeviren isim yine Mustafa Keçeli oldu. İlk yarı boyunca aldığı her topu rakiplerine veren Yenal’ın yerine giren Mustafa oyunu dengeledi. Galatasaray Yönetimi yaşı ne olursa olsun ilerideki bir tarihte Mustafa’ya yarım sezonluğuna bile Sarı-Kırmızı formayı giydirmelidir. Denizli’de 16 Mayıs 2006’da yaptıklarını Bursaspor formasıyla belki gol atmadan da olsa bir kez daha gerçekleştirecek olan Mustafa’nın futbola Galatasaray’da veda etmesinin romanesque olacağını düşünüyorum. Her şeyin paraya tahvil edildiği ortamda bu tür inceliklere yer açılmalıdır. Parçalısının sırtına Mustafa Keçeli yazdıran Galatasaraylılar’a rastladığımı belirtmeliyim. Aslında Galatasaray açısından zor geçmesi beklenen, sakatlıklar yüzünden tüm emeklerin boşa çıkabileceği iki deplasmandan yüz akıyla dönülmüştür. Hem Atletico Madrid hem de Beşiktaş maçları Galatasaray’da azalmaya başlayan umutları yeniden yeşertmiş, beklentileri yukarı çekmiştir.

Harry Kewell, Milan Baros, Sabri Sarıoğlu ve Gökhan Zan’ın yokluğunda çekilen sıkıntıların ligde liderlik, UEFA’da tur için avantajlı skorla atlatılması mucizevidir. Forvetsiz takımın zor dönemi en az zararla atlatabilmesine kolay rastlanılmıyor. Artık seyredilesi Galatasaray göreceğiz. Neill ile Jo’nun katılımı ve Emre Güngör’ün muhteşem dönüşünü de hesaba katarsak Galatasaray’ın Türkiye ve Avrupa’da önünde aydınlık bir gelecek vardır. Atletico Madrid önünde atlanacak turun kazandıracağı ivmenin rakiplerin yakında derinleşeceği görünen iç krizleriyle birleşince Galatasaray’ın gelecek sezon TT Arena’ya geçişte hayalini kurduğu durum gerçekleşecektir. Şirket birleşmesini gerçekleştirmek üzere olan Başkan Adnan Polat’a düşen dereyi geçen Galatasaray’ın çayda boğulmamasını sağlamaktır.

24 Şubat 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Emre Güngör'ün dönüşü‘’

Emre Güngör Galatasaray’a geldiği 2008 Ocak’ından sezon sonuna kadar muhteşem oynamıştı. Cevat Güler’in son altı maçta dümene geçtiği şampiyonluğun temel taşlarındandı. Futbolda istisna sayılacak, tutan ara transfer aşılarından biriydi. Tomas-Song ikilisinin gönderilmesinde Emre’nin katkısı olduğunu düşünmüşümdür. Ancak daha sonra müzmin sakat damgasını yiyecek kadar futboldan uzaklaştı. Geri dönüş yapmaya çalıştığı maçların hemen başlarında yeniden sakatlanarak Galatasaray’ın gündeminden çıktı. Her transfer döneminde adı gönderilecek ya da takas edilecek isimler listesinin en başına yazıldı. Frank Rijkaard’ın gelişiyle hiç olmazsa Ziraat Türkiye Kupası maçlarında oynamaya başlayarak bir kavgaya giriştiğini gösterdi. Lucas Neill sonrası Galatasaray’da ancak yedek olabilir duygusu yerleşmeye başlarken, Kayseri deplasmanında muhteşem oynadı. Türkiye’nin havadan başedilmesi en zor santrforu Ariza Makukula’ya tek bir kafa topunda bile şans tanımadı. Daha önce de Emre’nin Galatasaray Dergisi’ndeki bir söyleşisinde söylediği boy dezavantajını üstün zıplama ve zamanlama yeteneğiyle kapattığını aktarmıştım. Gerçekten Emre, Türkiye’nin havadan en iyi savunmacısıdır. Daha sonra ASY’deki Antalyaspor maçında da görev alırken Sarı-Kırmızı formayı terk etmeye niyeti olmadığını gösterdi. Emre’nin uzun süre sakat kalarak maç formunu yitiren oyunculara özgü, sahada yapmaması gereken hareketleri var doğal olarak. Emre şu anda top kullanmaktan korkan, bir an önce sorumluluktan kurtulmaya çalışan bir görüntü veriyor. Necati’nin daha önce ASY’de Fenerbahçe’ye attığı golü anımsatan vuruşunun başlangıcında Emre’nin rastgele verdiği yersiz pasın etkisi vardır. Ancak geçmişte oynadığı futbol Emre’nin bu hatasını rahatlıkla yenebileceğinin güvencesidir. Kendisini unutturan oyuncunun böylesi muhteşem dönüşe imza atma konumuna gelmesinden hem Galatasaray hem de kendisi kazançlı çıkacaktır. Eline geçen fırsatı kullanacak bilinçteki Emre’ye sakatlıktan uzak günler diliyorum.

17 Şubat 2010, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI