Arama

Popüler aramalar

‘’Devri sabık!‘’

Ne demek bu? Yani geçmişte yenilen herzelere suskun kalınsa, neyin ne olduğu kurcalanmasa yine kol kırılacak, yen içinde kalacak! Kalacak da... Olan biteni yen saklayamazdı ki. Bırakın yen, sünnet geceliği dahi yetmezdi artık.Bir uç Kanada, diğer uç Cayman Adaları, bir başka uç Portekiz-Bulgaristan hattında. Roma ayağı, Milano bacağı, İsviçre organı! Bunca uzantıya yetebilecek yen bulunabilir mi hiç.Senelerce yazdım... ‘Kongre üyeleri, bunları ibra etmesin. Hatta mahkemeye versin.’ Yüce kongre beni dinlemeyecekti elbette. Eller kalktı, Kulübün de sentesi kaçtı. Günümüzde gelinen nokta, mızrağın çuvala sığmayıp, birilerine batması meselesidir. İnan Kıraç’ın şu sözleri, o gün bu gün kulağımda çınlar, ‘Beyler, bir gün kongreye gelecek cesareti bulamayabilirsiniz’ O günlerin müstehzi eda içinde sırıtanları, tavana bakanları, şimdi ne halde?Sevgili Üstel kimsenin, kimseye kara çaldığı yok. Süren ve Cansun gerçekten haklıysa, yaptıkları doğruysa, hesabı kitabı çıkarıp, masanın üzerine koysun. Hatta hep beraber olmalısınız. O dönemlerde icraatın içinde kim varsa.Milyonlarca İsviçre Frangı, dolar, reklam gelirleri, tribün kazançları, sponsorluklar ve daha nice paralar, nereye nasıl harcandı?Geçenlerde de sormuşsun ‘Neredesin Süren?’ diye. Bildiğim kadarıyla, Gebze taraflarında bir yerde, yeni vizyonlar peşinde. Yok! Başka niyetle sorup, başkanlık makamı için seslendiysen, yanılgına devam ediyorsun demektir. Süren dönemi, Galatasaray’ın kulüp değerlerindeki dibe vurma günleridir. Bu yangının enkazı, onca uğraşa karşın temizlenememektedir.Pazar günü aylardır nadasa bırakılmış olan zeminde çimler kalktıkça, dikkat kesildim... Acaba altından hangi pislikler çıkacak diye! Görünen şimdilik, futbola verdiği zarar. Fakat biliyorum ki, tahmin ettiklerim de çıkar!Futbol takımının ‘Sahne’ dediği gün, tribünde yaşananlar, Galatasaraylılıkla bağdaşmaz. Bu çirkinliğin üzerine tül örtme gayretleri de, adamlığa yakışmaz. Hesap takımın kötü gidişine çanak tutma operasyonudur. Tahrip kalıplarını şimdiden yerleştirip, mart ayında tamamen çaresiz bir yapı görebilme arzusudur. Kirli, aşağılık planların tribüne yansıyan projesidir.Pekiii gerçek Galatasaraylı, bu oyuna gelir mi? Gelmeyeceğini öncelikle futbolcular örnekledi. Hani o tribünlerin ‘En büyük taraftar, futbolcular sahtekar’ diye tanımladığı adam gibi adamlar.Bülent Korkmaz daha önce de kadro dışı bırakılmış, tribünlerden çıt çıkmamıştı? Şimdi ne oldu! O gün susan, en verimli döneminde Kaptanı yalnız bırakanlar, yeni mi uyandı?Galatasaray üzerine oyunları eskiden düşmanları kurgulardı. Şimdi içerdekiler organize etmekte. Düşmana karşı önlem alabilir, çare geliştirirsiniz. Ama içinizdeki hainler için yapabileceğiniz çok şey olmaz.Tarih yazan kulübün, gerçek dramı budur.

10 Ağustos 2005, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Cem paprika!‘’

Konyaspor mükemmel kadro yapmış. Her biri üst düzey futbolcu. İyi çıkıp, çabuk pas yapıyorlar. Bir tane sıkıştırsalar, yandı gülüm keten helva... Sonra bu kulübün hakkını kim arayacak? ‘Yönetim’ mi dediniz! Geçiniz.Yönetim dedim de aklıma geldi! İşbilmezlik üretimine doyamadı arkadaşlar. Taraftar hakkını da, yememek gerek! Bülent Korkmaz’ın davasının görüleceği yer, şu kritik 90 dakika mı olmalıydı. İmam, cemaat misali. Birileri gaz çıkardı, ötekilerde ortalığı ıslattı. Evet... Oyunun başındaki iş, futbolcuları buz kestirmiş, fakat erken gelen gol, pis kokuları önlemiştir.Galatasaray tempolu, baskılı, herşeyden önemlisi arzulu oynuyor. Oynuyor da, hücum etkinlikleriyle, savunma aksiyonları arasında bir koordinasyon zafiyeti de gözüküyor. Orhan Ak, Tomas, Song ve Cihan rakip savunma alanlarında cirit atar görevini fazlasıyla yaparken, kendi alanlarında rakiple fazlasıyla baş başa kalmakta. Yardıma gelen sadece Saidou var. Gerisi? Kaçak güreşti. Bu vaziyet rakip forvetlere ferahlık, Sarı- Kırmızılar’a fenalık getirir.Geçen hafta Partizanlılar, ‘Bekleyin görün’ demişti. Haklı çıktılar. Iliç aslında fazla gözükmedi ama tabelayı da iki kez değiştirdi? Yetmez mi?Yetti...Bu ortamda 2-1 ve üç puan, iyi sonuç!

08 Ağustos 2005, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yüzüncü yılın yüzsüzlüğü!‘’

Evet, yüz üzerinden değerlendirdiğimde, yüz olarak tanımlanabilecek hiçbir aksiyon yok. Hatta doksan, seksen, yetmiş, altmış, elli bile yok. Ehhh... Bu duruma yüzsüzlük demeyelim de, ne diyelim? Yüzlülük mü!Belgrad’a gittiğim gün gazetelerde, Ali Sami Yen’in, mezarı başında anma töreni yapıldığı haberleri vardı. Birkaç resim, birkaç haber. Küçük küçük kutuların içinde, hepsi o. Peki mezar başında bulunmak yeter mi? Yetmez. Galatasaray gibi, eğitim ve kültür ocağı tanımlanan bir camianın, sportif alandaki yaşam nedeni Ali Sami Yen böyle mi anılmalıydı? Hele hele yüzüncü yılda!Tarih yazmış, ilklere önderlik etmiş ve uygarlık kapısı olarak anılan bir kurum, sportif alan etkinliklerine, kültür zenginliklerini niçin ilave etmez? Onlarca bilim adamı yetiştiren camianın yüzüncü yılında, bu değerlerini doğru kullanıp, yararlandığını söyleyebilir miyiz? Hayır.Beklerdim ki, Ali Sami Yen ve arkadaşlarının felsefesi, panellerde konuşulsun, ilkeler paylaşılsın, bilmeyenlere de belletilsin. Ne yapıldı peki? Sığ transfer dedikodularının arkasına sığınılıp, gündem oluşturulmak istendi ve buram buram yapaylık kokan bir baloyla da, sözde iş bitirildi.Camianın gereksinimi Fransız şarkıcı eşliğinde nostalji yaşamak değil, kurum değerlerini dünya platformlarına taşıyacak etkinlikler olmalı diye düşünüyorum. Paralı sosyetenin boy gösterdiği banal toplantılar değil.Kendisinden çok ümitli olduğum Özhan Canaydın döneminde böylesi manzaralara şahit olmak, büyük düş kırıklığıdır şahsım adına. Başkaları ne düşünür bilemem. Fakat görünen o ki, köy yanıyor! Sultan hanım mı? Makyaj yapıyor!Sportif başarılar görecelidir. Saha sonuçları ve skorlar, camianın tamamını mutlu edemeyebilir. Ama siz öyle kurumsal başarılara imza atar ve geleceği sağlam temeller üzerine kurarsınız ki... Toplumun geneli şapka çıkarır, hayranlık duyar. Oysa kurumsal yapının çatırdadığı günlerin, monarşi düzenine doğru giden kulübü olma yolundadır Galatasaray.Ali Sami Yen ve arkadaşları günümüz manzarası için mi kurmuştu bu kulübü acaba? Geliniz tartışalım. Ekmeğini bölüp sevdası için ayıranlarla, rant peşindeki sömürgenleri aynı kefeye koyabilir misiniz? İsmet Tongo ‘Bir kamyon banknot, üstelik döviz! Ne oldu?’ diye sormuş... Hiç kimseden ‘çıt’ yok. O dönemde sorumlu olup da bugün susan kimlikler ya o telefatın ortağıdır ya da Galatasaray düşmanıdır. Suyun nereden kaçtığını biliyor ve önlem almayıp, üstelikte sesinizi kısıyorsanız, bunun adı dramdır.Galatasaray yeni bir sezona, yeni hüsranlar eşliğinde girmekte. Galatasaray kadrosunda zafiyet vardır elbette. Fakat şunu iyi biliniz... Bu zafiyet asla futbolculardan oluşan kadroda değil, yönetici yapısındadır. Öyleyse yüzüncü yılda yaşanan dramın adı da, yüzüncü yılın yüzsüzlüğü ve hayal kırıklıklarıdır!

06 Ağustos 2005, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Belgrad notları...‘’

Hagi ilk geldiğinde de, adamı serseme çevirmiştik. Yaşı ve İtalya, İspanya hüsran tefrikaları, dışında o dönemle ilgili başka bir şey anımsayan var mı? Ribery, Popescu, Taffarel, Aurello ve diğer sporcuların yaşadıkları da, farklı bir değerlendirme kültürü değildi ki. Evet... Sasa’nın başına da aynısı gelecekti!Partizan’ın, Galatasaraylı futbolcuyla yaşamış isimleriyle, Belgrad’da konuştum. Bjekovıc, Vjetrovıc ve Merzovic kendilerinden de, Ilıc’ten de çok emindi. Geçmişte, Yugoslavların ürünlerini çok abarttığını iyi bilenlerden biriyim. Ama bu kez aynı tarzla karşılaş madım. Somut şeyler söylediler. Sabır gerektiğini belirttiler. Yerli, yabancı geçmiş örnekler, aklımdan geçince hak verme gereği hissettim. Zamansız ve tutarsız değerlendirme rahatsızlığımız sonucu, ne vezir diye gelenlerin rezil, rezil diye gelenlerin de vezir olduğunu çok yaşamıştık çünkü.Uyum süreci ve sabır şart.Belgrat’ta Efes Pılsen Martketing Direktörü Burak Merzeci karşıladı beni. Henüz 33 yaşında zımba gibi bir Türk genci. Anadolu Grubunun, Sırbistan Karadağ Cumhuriyetinde büyük yatırımlar yaptığını ve Dünya Firması olma yolundaki, müthiş adımlarından birini daha attığını gördüğümü, söylemezsem haksızlık olur. Rusya, Kazakistan ve diğer ülkelerdeki gelişimi zaten biliyordum... Efes’in buradaki heyecan ve temposunu görünce, çok mutlu olup gurur duydum.İlk gece ‘Belo’ adını verdikleri yeni ürünlerinin tanıtım partisi vardı. Onca üst düzey konuğu, bir araya toplamak başarının en güzel ve net götergesi olmalı. Avrupa lezzet ve kalitesindeki ‘Belo’ Türkiyede de satılacak mı acaba? Efes Pilsen bu ülkede de, iki fabrika satın almış ve tarihi ‘Weıfert’ markasıyla zirveye doğru tırmanışa geçmiş bile.Mercedes- Benz’in Direktörü Sıvaslı Burhaneddin Cingöz, Tetra- Pak’ın fabrika müdürü Erzurumlu Selami kardeşim, Safranbolu’ lu, Efes Weıfert grubu mali işler müdürü Ahmet, gurbetteki moral kaynaklarımdı elbette. Türklerin her ülkede önemli görevlerde bulunması ve işlerini mükemmel yapması az buz sevinç vesilesi mi?Dün Belgrad merkezinde, Dünya Şampiyonu su topu milli takımlarını kutladılar. Onurlandırdılar. Sahibiyet duygularına, hayran oldum. Darısı başımıza. Bu arada aynı meydanda dev ekranlarda Türkiyenin tanıtım filmleri gösteriliyor, turizm zenginliklerimiz anlatılıyordu. Bu sezon Sırbistan- Karadağ Cumhuriyetinden gelecek turist sayısı acaba ne olacak? Buradaki hava olumlu. Hatta THY seferlerini bekliyorlar.Galatasaray Bursaspor karşısında 2-0 yenilmiş. Normal! Bursalıların gücü ortada da... Be birader, mahalle maçına gider gibi, yeşil kent’e günü birlik gidilir mi? O vaziyetten de motivasyon ve iyi futbol beklenir mi?Geçen sezon üçüncülüğünün nedeni futbolcu değil, yönetici zafiyetidir. Korkarım ki... Bu sezon da aynısı izlenecektir.

04 Ağustos 2005, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Celalettin Cerrah yüzde 100 haklıdır‘’

Cerrah bir çok kulübün beğenmediği yayın havuzundan polise pay istemiştir. Bundan daha doğal bir istek olamaz. Ben maçlarda, stat arkalarında, sabah yedide gelmiş, akşam birde, ikide evine giden o polislerin halini gördükten sonra, bu konuda kesinlikle sayın Cerrah’ın yanında ve destekçisi olacağım. Celalettin Cerrah’ın istediği rakam konusunda bir yorum yapmak istemem, ancak o polislere mutlaka bir şey verilmesi gerektiğine inanıyorum.Cerrah’ın bu teklifine başta Futbol Federasyonu karşı çıkmış. Bunu normal karşılıyorum. Nedeni de şu; Levent Bıçakcı Federasyonu sadece ve sadece dört büyükleri düşünür. 14’lerin restine rağmen, yine bildiğini okumuştur. “Havuzun gelirlerini artırdık, şimdi herkes memnun” demektedir. Ancak konu havuzun gelirinin artması değil, paranın adil dağıtımıdır. İş adil dağıtıma geldiğinde, dört büyüklerin feryadı, onları koltuk korkusuna kadar götürmüştür. Bıçakcı-Doğan ikilisinin bulduğu, 2008’e kadar onların zararlarının bir fondan kapatılması şekli ise keyfi yönetimin haksız rekabeti doğuran en güzel örneğidir. Bunun rekabet kurulundan kesinlikle geri dönmesi gerekir. Böyle bir fon varsa, neden daha önce 14’lere verilmemiştir? Mesele dört büyükler korkusu mudur? Elbette odur.Celalettin Cerrah yüzde 100 haklı bir istekte bulunmuştur dedik. Sabah yedide hangi stat olursa olsun gelip göreve başlayan, yağmur çamur demeden saat gece yarısı birlere ikilere kadar sadece bir sandviç ile karnını doyurabilen Tük polisi, havuzdan pay almayı hak etmiştir. Kahvelerden toplanan, eğitimi olmayan sözde güvenlik görevlilerine milyarlar akıtan kulüpleri ve “Olmaz” diyen federasyonu polise karşı insafa davet ediyorum.Sayın Cerrah, herkes senden statlarda anarşiyi ve küfrü bitirmeni istiyor. Sen ise her spor olayında perişan olan polislerine hak istiyorsun... Yüzde 100 haklısın. Sonuna kadar dayat. Unutma, sana bu parayı vermeyen -özellikle dört büyükler- bu ülkede devletten bedava arsalar almış, trilyonları geçen vergilerini ödememiş ve af çıkartmışlardır. Onlar sadece ellerine geçirdikleri paraları su gibi, gerekli gereksiz yerlere harcayıp, kulüplerini borç batağına sokarlar. Ama senin gibi biri çıkıp haklı olarak böyle bir istekte bulunursa, “olmaz” derler... Kim der? Onlar adına konuşan Levent Bıçakçı Federasyonu.Sana bitir dedikleri küfür ve anarşinin gerçek destekleyicileri, kulüpleri yöneten yöneticilerdir. Bütün herşeyi bilip de bilmeyen otoritesiz federasyondur.Devam et Sayın Cerrah. Bu işin üstüne git. Statlarda olay çıkmasın diye bir sandviçle saatlerce yerlerde oturup bekleyen polisin hakkı olan, hakkını al. Yalnız değilsin.

31 Temmuz 2005, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Hoş geldin sahip!‘’

1900’lerin başında Afrikalılar’ın beynini yıkamak üzere yazılan senaryolar ve üretilen filmler, sadece onları değil bizimkileri de etkilemiş. Hatta daha fazla etkilemiş. O günlerin çapsızlığı şimdi canlı canlı TV’lerde... Üstelik rol filan değil. İçtenlikle, ayıla bayıla. Her gelen yıldız, alayı Maradona, çoğu Pele... Hele hele bazı kalemler... Beş on dakika, gözlerini sabit bir noktaya diker, ciddi ciddi düşünür gibi yapar ve konuşur. (Bunlar zaten spor yazarı değil, futbol konuşanıdır. Eserleri hattatlar tarafından kaleme alınmakta ve tarihe geçirilmektedir!) ‘Bu ademin, top tekniği muazzam, ciğerler körük, dar alanda bir tane. Fizik mi? Şahane! Şimdi göbek tamam... Bir de havadan hakim, uzaktan vuran, rakip savunmayı dağıtıp yıpratan, üstelikte tekniği olan ve patlayan bir santrfor alınsa! Bizim başkanın....! Afedersiniz takımın...! Ayyyy... O da olmadı... Lütfen anlayın! Önünde kimse duramaz. Yırrrrtar, delerrrr, geçerrrr. Bu yıldız kere yıldızlarla bu senede, şampiyonluk kesin. Başkanımıza güveniyoruz!’ Yine olmadı ama uydu. Martavalın en doğru kısmı belkide buydu!Evet sınırsız sorumlu yabancı yalakalığını dehşetle izliyor ve Türkiye’yi Dünya Üçüncülüğü’ne taşıyan futbolcularımızın hakkını nasıl ödeyeceğiz diye düşünüyorum. Hele hele gözünü kırpmadan ateş edenleri Allah nasıl bilirse öyle yapsın. Rüştü, Alpay, Şükür, Korkmaz, Okan, Davala, Şaş, Erdem, Ünsal, Mansız ve diğer arkadaşları kaka... Her türlü herzeyi yiyenler baş tacı... 250 milyon Türk’ü sevindirenler kabahat mı işlemişti?... Vatansever çocuklarımız, hizmetten vazgeçmiyor... Bu vaziyet pislik torbalarını iyiden iyiye kudurtuyor. İt ürür, kervan yürür örneği... Yola devam çocuklar. Bilmeden, etmeden, doğru dürüst izlenmeden yere göğe konulamayan çok yabancı bomba! Gördük... Göreceğiz.Dünyanın birçok ülkesinde futbol izleme şansını buldum. Oralarda da bizde oynanan futboldan farklı birşey yok. Tempomuz çoğu ligden yüksek bile... Ama oralarda haketmeyenin asla bir yerlere getirildiğini gören de yok! Ne adamların, ne de takımların!Yahu başka şey yazacaktım... Yine bize takıldım. Afedersiniz!

30 Temmuz 2005, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Müflis tüccar!‘’

Galatasaray UEFA Kupası’nı kazandıktan sonra öyle bir ivme kazandı ki, ışık hızı gibi sanki... Tek yanlış, istikametin yukarıya değil, dibe doğru olmasıdır!Mondi’nin bir aydır, “Galatasaray’da mutlu değilim, gitmek istiyorum. Palermo’yu seviyorum, kulüpten birisinin ümüğünü sıkmak istiyorum” türü seslenişleri... Sonra? Paçası sıkışınca gelmesi... Ribery’nin tüymesi... Conceiçao’nun, “Bu kampa nezaketen geldim” demesi... Transfer muhataplarının, güvensizlik nedeniyle kulüp yöneticisi kimliğinden, menacerler düzeyine inmesi, tersine ivmenin, üzüntü veren patlamalarıdır. Bakınız daha işin içindeki önemli nedenler, sportif başarısızlık, yönetim zafiyetleri, mali çöküntü ve kulübün paralarının har vurulup, harman savrulması gibi çoook önemli etkenleri sıralamadım.Birileri şunu iyi bilmeli. Kulüp batma noktasına giderken, eğer onlar çıkıyorsa(!) bunun hesabını verirler.Herşey Kanadalı Brisbin’in orta halli bir masa büyüklüğündeki mukavvadan yapılmış stadyum prototipini 12 milyon dolara kakalamasıyla başladı. Günümüz maliyeti de, en az 30 milyon dolardır. Çünkü borcu borçla kapatanlar, Galatasaray’ı faize boğdu, tefecilerin eline düşürdü. Neyse konuyu dağıtmayalım! Kongre üyeleri, birkaçı dışında, batış yoluna çıkışı alkışlayıp, ibra edince, kim ne kaptıysa kar saymaya başladı. Jardel’e 18, Bülent Akın’a 8, hepsini toplasan bir futbolcu etmeyecek otobüs dolusu adama 68 milyon dolar savurmak, sıradan işlerdi artık. Ehhh... Sıradan işler yaparsanız, sıradanlaşırsınız elbette.Bu arada Kemal Onar ve Taner Aşkın’a 10 yıl öncesine dayanan özür borcumu tekrarlamak istiyorum. Biliyorum onlar beni çoktaaan affetti... Fakat ben kendimi affettim mi? Sevgili Aşkın’a geçmiş olsun demek, şifa dileklerimi de iletmek isterim bu arada. Evet... Necdet Çobanlı, Hayri Kozak, Doğan Sarıbeyoğlu, Doğan Hasol ve daha bir çok Galatasaraylı kere Galatasaraylı duayen ‘Ne oluyor?’ diye kaş çatarken, yalaka alkışları, batışı saklıyor ve Turgay Şeren boşu boşuna bağırıyordu; “Neroooon... Yaktın bizi Neron!”Günün menüsü Mondi, yanlış yapmış, her transfer döneminde maddi manevi kulübün canını yakmıştır. Geçmiş zamanların Galatasaray’ında böyle işler erbabı bir kimlik, bırakın antremana çıkmayı, Florya’nın kapısına yanaşabilir miydi acaba?Sevgili Özhan ağabeyin, Galatasaray değerlerine olan bağlılığını ve kulübün kimliğini nasıl korumak istediğini en iyi bilenlerden biriyim. Anlayamadığım şu... Nasıl oluyor da yanlışlarda böylesine ısrarlı ve tutarlı olabiliyorsun? Üstelik en pahalı faturayı, senin ödemek zorunda kalacağını bildiğin halde... Yazık değil mi? Temizlik yapıyorsun... Yapıyorsun da, yanlış yerde yapıyorsun... Kirli dolabıyla, temiz çekmecesini mi karıştırdın ne!

27 Temmuz 2005, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Müflis tüccar!‘’

Bir kuruluş, hiç ciddiye alınmadan, her kapıdan eli boş dönüyor, üç liralık malı 15 liraya almak zorunda bırakılıyorsa bu hale ne denir? Para yitirilebilir. Dünya hali, Allah hiç kimseyi o duruma düşürmesin... Ama paranın yanı sıra kimlik ve güvenilirlik de kaybolursa, işte o gerçek facia.Yurdaşen Karahasan, Alp Yalman, Adnan Polat, Ergun Gürsoy, Doğan Hasol ve arkadaşları, akılcı ve ekonomik transferlerle, hem kulüp kasasını sağlama almış, hem de en az 10 yıllık geleceği olan bir kadro hazırlamıştı. Sonra bir mirasyedi geliyor; Faruk Süren... Sağlam temeller üzerine kurulmuş saray, önce çıtırdıyor, sonra çatırdıyor ve Mehmet Cansun yönetimi hatalarıyla günümüz dramına erişiyor. Pekiii... Özhan Canaydın’ın bu durumdaki suçu ne? Yüzde 100! Neden? Çünkü kulübün durumunu yakından izlediğini, yıllar önce bana, fabrikasındaki odasında söylemiş ve gösterdiği belgelerde Hagi’den başka hiç kimseye borç gözükmemişti. Öyleyse profesyoneller, Canaydın’a yanlış bilgi aktarıyordu. Çünkü ben dahi, çok daha fazlasını biliyor, söylememe rağmen, Özhan ağabeyi ikna edemiyordum. Hatta başkan adaylığını açıkladığında “Yapma, yanarsın” diye yazdım. Acaba haklı mı çıktım!Süren ve Cansun dönemine ‘Peçeli bütçe’ yaftası yapıştıran Refik Arkan, bu güne kadar ne yaptı? Peçeyi araladı mı? Yoksa iyice örtüp, birde çarşafladı mı? Merak ediyorum.Canaydın’ın üstüste yaptığı hatalar, yaptığı onlarca doğruyu nötr hale getirmek üzere, farkında değil. Belki de farkında! Olan bitenin başka izahını, bulamıyorum. A’dan Z’ye yanlış içindeki profesyonelleri, kendi iş yerinde bunca hatayla taşıyabilir mi ama!..Sarı-Kırmızılılar tam bir transfer fiyaskosu yaşar, taraftarlarını kahrederken birilerini de fena halde sevindiriyor. En acımasız rakiplerin yapamadığını “Galatasaraylıyım” diyenler yaptı.Şu yaşananların sorumlusu kim? Mesela onca futbolcu adı ve sonuç fıssss... Eldeki mukaveleliler bile fısss... Koskoca Galatasaray, Mondragon ve Ribery’nin oyuncağı oldu.Azerbaycan’da iki sene neft şirketinde çalışan Tulun, sonra Ünal Aysal’ın yanına geçiyor ve bakıyoruz ‘Galatasaray Sportif Direktörü’ yapılıyor. Hangi araştırma, bilgi ve deneyimle? Asya Kıtası’nda iş yapan, futboldan kopan biri, lap diye Galatasaray’ın en kritik noktasına getirilir mi? Üstelik profesyonel kimlikle. Oysa ücretsiz, fahri görev yaptığı söylenmişti. Biz neye, nasıl inanalım. Gazete ve gazetecilere sallayacağınıza, önce siz kendinize bakın.Şu anda olan biten tam bir müflis tüccar paniğinin benzeridir. Adı yabancı kim varsa kaçarken, yerli transferi dahi becerilemiyor. Kayseri’ye elini kolunu sallaya sallaya giden Sedat ve Ragıp koz kullanılıp, Mehmet Topuz alınamaz mıydı? Avrupa’nın en iyi stoperlerinden biri Alpay. Japonya’da yılın futbolcusu seçildi. Al Alpay’ı, çek kenara Song’u. Yanında Tomas, solda Orhan Ak... Göbeğe de bir usta bul (Dansöz değil, futbolcu) bak bakalım ne olacak?İş bilmezliğin kitabını yazanlardan, doğru uygulamalar beklenebilir mi? HAYIR!

25 Temmuz 2005, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI