‘’Skibbe kazanılsın...‘’
Galatasaray şık bir gol kazandı... Solda Kewell’ın kazandığı top ve pozisyonun terse uzaması. Senaryo Aydın’la renklenip, Karan’la şekilleniyor, Nonda’yla noktalanıyor; 1-0. Hücum pres uygulaması, doğru yere kullanma, Arda’yla süsleme vs vs... Aklıma Ukrayna’yı fetheden 12 Dev Adam geldi. Onların elle becerdiğinin, ayakla olanı.
Şaş sağ arkaya yakışmış. ‘Yakışmış da, o mevkiye yapışır mı?’ derken, Korhan dirseğini bir koydu, yere yapıştı. İnce bir faça bozukluğuyla yırttı Allah’tan. Galatasaray sağbeklerine mavi boncuk, sarmısak, göztaşı gibi nazara karşı edavat şart. Göbeğe ne şart? Belçika’nın attığı golün fotokopisini yediler: 1-1. Atan güzel attı, yiyen de güzel yedi valla. ‘Meira ileri çıkıp gol kazandıracak’ diyenlere, söylemek lazım! ‘Yedirmesin önce’
Antalya Mercedes gibi iki forvet bulmuş. Djiemdua balina kasa, Ngwenya SLK... Biri yolu tuttu mu kapatıyor, diğeri pırr diye gidiyor. Spin attırdılar hep Sarı- Kırmızılı göbeğe! Konuk çok atan, çok yiyen karakterine uygun bir yapı örnekledi yine. Hem pozisyon buldular, hem verdiler. İlk yarıda karşılıklı iki güzel gol izledik. Futbol sıkmadı. Üretime dönük tempo vardı, sertlik ve konuğun güçlü fiziği ev sahibini yıldırdı. Eskiden Cim Bom yıldırırdı ya! Tersi şimdi.
Antalyaspor’un yüreği, Skibbe’nin de savunması önü tırışkalıklarını keşfi sonucu belirleyecek. Oradan pozisyon veriyor ve şansa yırtıyor Galatasaray. Alman savunmanın önünü tamamen boşalttı sonra. Şimdi pıtır pıtır adamlarla, Antalya panzerlerine karşı! Süngüyle tanka hücum yani. Kazanırsa cesaret, kaybederse cinayet. Mehmet Topal geldi aklına sonra. Uçanlar, kaçanlar ve 1-1..
Tamam Skibbe kazanılsın, kazanılsın da, maçlar da kazanılsın.
‘’Prostat oldum‘’
Sıkıntılı ve dertliydi... Sordum; “Niçin?” Anlattı Hicabi Turna; “Kuş gibi olmak için gittiğim merkezde, her gün iki yürüyüş vardı ve 7 km. parkur bitmeden, teşaşüre dahi izin verilmedi. Prostat oldum.” Siyami Sirke, “Bizi aç bıraktılar. Kamptaki bir kız arkadaş da ‘Dayanamıyorum’ deyince, gece gizlice odasına girdim. Şiş kebap yedirecektim. Korumalar bastı, camdan atladım ve ayağımı kırdım.” Şahsenem Birtanem, “İyi ki annem sütten kesilmemişti. Geldikçe sütünü emdim de, yırttım” dedi. Burası magazin medyası ve sağlık köşelerinin ‘5 yıldız diyet’ diye tanıttığı bir zayıflama merkezidir ve ancak elim bir kayıp sonrası keşfedilmiştir (!)
Doğruları tespit ve yansıtma konusunda özürlüyüz. ‘Tehlikenin farkında mısınız?’ diyen Cumhuriyet Gazetesi hariç. Kilo kaybı kliniğinden, çocuklarımızın enkaz altında öldüğü kurslara, cukkanın gittiği adres bilinmez (!) derneklere, TSK’yı yıpratan kemiksizlere ve daha nice çürüklüklere göz yuman bir hâl ve tarikat aymazlığı, egemen olmak üzere. Üzere de, farkına varan var mı? ‘Benim memurum işini bilir’ düzeyinden ‘Benim gazetecim işini bilir’ günlerine mi erdik?
Komisyona dikkat!
Galatasaray AIG sorunlarını tam bilemeden, Goldman Sachs ile bir gizlilik sözleşmesi yapmış. Sadece Hayri Kozak ve Murat Ece, ‘Tehlikenin farkında mısınız?’ dedi. Dedi de, Yarsuvat’ın ‘siyahi’ teşbihi kadar ses getirmedi. Oysa Ada kazığı çok çok 500 YTL’ye patlar. Ya yine yanlış bir anlaşma? Yüz milyonlarca Dolar zarara. ‘Goldman Sachs’ adı da, ‘Goldman sex’ fiili diye literatüre geçer. Dikkat! Sonra ‘5 milyon dolarlık bir komisyon’ lafı dolanıp duruyor. Yani? Bu işe soyunanların ve kurulacak komisyonun çok özenli olması gerekiyor.
Ali Sunal ‘Fatih Terim’i oynamak isterim’ demiş. İyi fikir. Terim basın danışmanları gibi bir kadro ihdas etsin ve kulübede hemen arkasında bekletsin. Rakip kulübeye haddini bildirme işlerine Sunal bakar, hoca da işine bakar.
Şey!!! Kızılay Gn. Başkanı’na sormak isterim, “Almanya’da bir Kızılay Derneği kurulsa ve cukka toplamaya başlasa... Siz de Deniz Feneri yapımcıları gibi ‘Ay ne yapabiliriz ki?’ mi dersiniz, yoksa derhal mahkemeye mi gidersiniz?”
Bir de Kozak’ın Helvacı’ya gösterdiği kitapçık mı, yoksa Helvacı’nın mikrofonda son söylediği mi doğru? Açıklama bekliyorum.
‘’Armut piş...‘’
Bir türlü vazgeçemedik ‘armut piş, ağzıma düş’ kolaycılığından. Evet Türkiye futbolda ara sıra sevindiriyor ama bu iş sanki armut ‘lap’ diye düşerse oluyor. Niçin? Çağdaş futbolun gerekliliklerini pek uygulamıyoruz da onun için.
Alışılmış(!) durgun tempomuzla başladık. Kontrollu anlayışın grogi olmuş hali gibi bir şey var ya hani! İşte öyle. Sabırla rakibi çözmesini bekliyoruz çocuklarımızın.
Belçikalılar standartlarının dışına çıkma heveslisi olmayan, doğru yerlere koşan ve olması gereken yerde de bulunan sporculardan kurulu bir ekip. Biz mi? Tersi!
Çocuklarımız futbol gerçeklerine mesafeli durup, didişmeyi yeğlerken, Sonck babasının evinde bulamayacağı rahatlıkta kafayı vuruyor ve 0-1. Burada Volkan’a bakmam, savunma amirlerine bakarım. İzindeler o an! Gol sonrası hareketlendik ama bereketlenemedik. Bitti devre.
Bekleyen değil, araştıran ve hareketlenen bir yapı kurmak gerek. Aksi halde işimiz zor, haddini bilen, gösterişten uzak Belçika anlayışına karşı. Bu arada Lannoy’da seminer tadında maç yönetiyor valla. Hakemi, sahayı, taraftarı, siyaseti bahane şansımız da yok! Witsel’in de penaltıya itiraz şansı yok. Buz gibi buz.. Ve Emre ne güzel vurdu 1-1... İlk armut düştü yani!
Telaşla karışık çalım üretmeye çalıştık ve iyi kademe yapan Belçika karşısında tıkanırken, vakti da tükettik.
Bu oyuna tek armut ve bir puan iyidir. Bereket versin.
‘’Kasımpaşalı Erdoğan!‘’
Son vaziyet Kasımpaşalı Erdoğan Aslan’ı anımsattı bana. Gerçekten aslan gibi, kabadayı gibi kabadayı ağabeyimi. Üç kelime söyleyip, Kahraman Sadıkoğlu’nu haklı olduğu iddiadan vazgeçirten ve helikopterini belediyeye hediye ettiren Kasımpaşalı Erdoğan’ı... Şimdi Kilyos’ta inzivada.
Tayyip Bey de Kasımpaşalı, ama o zamanlar ‘Kasımpaşalı Erdoğan’ denilince Aslan gelirdi akıllara. Başbakan’ın en büyük sıkıntısı yakın çevresinin, Kasımpaşalı Erdoğan duyarlılığında olmaması, zarar vermekten de kaçınmaması.
Başbakan, adı yolsuzluklara karışan yakını sakinlerini adalete teslim etmeli. Konumunun gereği budur. Eğer uygularsa daha fazla destek bulur.
İddia ediyorum, Doğan medyası Başbakan’ın sigortasıdır. Doğruları görebileceği, yanlış yoldakileri tespit edebileceği adrestir. Bu nedenle kızmamalı, teşekkür dahi etmeli.
Tayyip Bey’i iyi tanıdığımı düşünüyorum. Yıllar önce İhsan Kalkavan’ın ofisinde söylediğim bir söze sinirlenmiş ve kalkıp gitmişti. Sonra söz konusu bahçıvanı neredeyse dövecekmiş. Zor almışlar elinden. Sayın Başbakan o günler geride kaldı.
Ben de asabi olduğum için, vaziyeti anlayabiliyorum. Ama benim fevriliğim sadece beni bağlıyor, ya seninki? Memleketi.
Doğan Grubu 25 bin kişinin ekmek teknesi. Dolaylı olarak da, 1 milyon kişinin ekonomik girdi merkezi. Hayatı boyunca istihdam sağlamamış insanlar, ekmek kapısı açma kavgasının ne denli zor olduğunu bilmez, bilemez. Bu nedenle vatandaşına iş olanağı sağlayan her namuslu insana sahip çıkmak görevin olmalı.
Hiçbir somut gerekçe açıklanmadan iki generalin aylardır tutuklu kalması gibi, Aydın Doğan’a Hilton üzerinden gidilmesi de doğru değil. AB adayı, demokratik bir ülkede bu vaziyet ne? Haksızlıklara son verecek en etkili yerdesin. Üstelik oynanan oyunlara yol vermeyip, mani olacak gücün de var.
Aslında bugün Ermenistan gözlemlerimi paylaşacak ve oradaki Türkiye dostlarının çok, düşmanlarının ise ülkemdeki bölücülerden yüzde olarak ne kadar az olduğunu anlatacaktım. Başka sefere kaldı.
Yüce Yaradan güzel Türkiye’mizi kavgadan, geçimsizlikten ve içerideki, dışarıdaki düşmandan muhafaza eylesin, inşallah.
‘’Çözülür umarım‘’
Terim Aurelio’yu tek ön libero oynatırken, forveti ikiler ve çabuk Mevlüt’le golü bulurum diye düşünmüş. Olmadı. Neden? Çünkü Aurelio’nun önündeki üçlü yapışık kardeş gibi göbekte toplandı, ileri ikili de birbirini bırakın tamamlamayı, tıkadı. Üzerine de kanatlar çalışmayınca Ay-Yıldızlı ekibimizin işi şansa kaldı. Ehhh onlar da şans topları attılar ve ilk yarıyı lotaryayı yakalayamadan kapattılar.
Ermenistan sertliği dillere destan bir ekip olarak, tanımlanmıştı. Sahaya baktığınızda onlar keşkül, bizimkiler muhallebi. Hımmm demek ki iki tarafında ‘sertlikten kaçının, ortamı germekten de’ diye kulakları bükülmüş belli. Umarım ikinci devre milliler farklı olur. Emre, Arda ve Gökhan Gönül devreye girerse. Mevlüt de elbette. O zaman gol şansımız olur ve tabela değişir. Biz futbolcu kalitesi olarak yukarılardayız, maalesef Euro 2008’den beri de havalardayız!
Ermeniler rüzgarı arkasına aldı ve daha fazla gelmeye başladı. Teknik kapasitesi yüksek sporcularımızın, topu daha iyi kullanacacağı umuduyla bekliyoruz. Allah’tan rakip orta alanını fazla çıkarmıyor, aksi halde bu rüzgarda ter basacak! Mevlüt devreye değil kulübeye girdi ve Kazım var şimdi. Oyunu açmak, sabun kalıbı gibi bütün, Ermeni savunmasını da yaymak lazım. Hemen farketti yaydık ve attık. Emre’nin ortası, Kazım Tuncay’a ve öndeyiz şimdi.
İki gündür konuk olduğumuz Ermenistan halkının iyi niyetli ve sıcak tavırları, müsabakayı da puan kavgası platformundan dostluk maçı gösterisine çevirince, tribünler Tuncay’ın golünden olumsuz etkilenmedi. Bir de Semih’ten ve 2 farklı öndeyiz.
Gol kapıları açılınca biz mutlu olduk. Sınır kapıları açılınca da Ermeniler mutlu olacak. Çözülür umarım.
‘’Bermuda Şeytan Üçgeni!‘’
Trabzonspor, Beşiktaş ve Sivasspor üçgeni çerçevesinde gelişen ve TFF bilgisayarında kırmızı alarm verdiği halde, örtbas edilen skandal, gün geçtikçe ‘Bermuda Şeytan Üçgeni’ bilinmezliğine sürüklendi.
Ankara kulislerinden yansıyan söylemlerse şöyle; Bilgi işlem görevlisi, müsabaka isim listesindeki yanlışlığı, Ö.Ş. isimli yetkili kişiye ulaştırıyor ve Ö.Ş. yine TFF’nin etkili isimlerinden K.Ü.’ye durumu bildiriyor. Sonrası K.Ü.’nün skandalı H.U.’ya aktarması ve bu gelişmeden sonra olan bitenin son seçimden bir gün öncesine kadar, dondurulması!
Bermuda Şeytan Üçgeni’nde kaybolan gemilere rahmet okutturacak düzeydeki gelişmelerin ardından yine Ankara kulislerinde konuşulanlar mı?
Ö.Ş.’nin görev yerinin Ankaradan, İstanbul’a naklini reddetmesi ve dolayısıyla TFF’deki görevine son verileceğini bilmesi. Çünkü daha önce TFF’nin iki hukukçusu aynı şekildeki atamayı kabul etmemiş ve kendilerine teşekkür edilmişti. Ö.Ş.’nin daha sonra çalışacağı kurumun şimdiden belirlendiği ve garanti dahi aldığı söylentiler arasında. K.Ü. ve H.U.’nun birçok özel konuyu da paylaşırken, diğer birimleri by-pass ettikleri ve çözdükleri de çok bilinmeyenli bir denklem değil. Bir süre önce Ö.Ş. bir gazeteciye ‘ben bu işi K.Ü.’ye bildirmiştim’ diyor, fakat bu konuyu bir daha gündeme getirmiyor. Bu gazeteciden de çok yakında daha daha bilinmeyenleri öğrenmek mümkün olabilir. Yazacaktır çünkü.
Bu konudaki en çarpıcı tespitlerden biri de ‘Haluk Ulusoy seçime gidilmesinin tek nedeni olarak Lütfi Arıboğan’ı görmesi ve intikam hırsıyla eski genel Sekreterini yıpratabilme adına, her yolu deneme gayretine girişmesi’.
Bir müddet daha beklenecek ve Bermuda Şeytan Üçgeni’nin tüm bilinmezleri ortaya dökülecek.Bazı gazetecilerin ‘Medyadaki bu suskunluk neden?’ diye sormasının cevabına pek fazla kalmadı. Ya sabırlı olacaklar, ya da kendileri araştırıp bulacaklar.
‘’Geç kalmak!‘’
Kişisel seçimlerinizde geç kalabilir ve yarattığı sorunları, yine kişisel olarak çekebilirsiniz. Ya kurumları yönetenler veya başındakiler? ‘Geç kalmak’ gibi bir hakları veya ekstraları var mı? Yok. Çünkü ortaya çıkan problemler toplum katmanlarını da olumsuz etkileyebiliyor. Son zamanlarda üst üste öylesi örnekleri yaşadık ve paylaştık ki...
Galatasaray mesela... Transferde akıl almaz şekilde geç kalmış ve ufak hesapların bedelini son derece pahalı ödemiştir. Çok açık ve net söylüyorum; Romanya felaketinden, sol tarafa futbolcu doldurulup da, sağ arkanın boş bırakılmasına ve daha neler neler... Bugün en azılı Şükür düşmanlarının dahi ‘keşke oynasaydı’ demesine. Lincoln’un boş vermesine, trilyonların heba olup gitmesine, en kötüsü, Galatasaray futbol ruhunun kaybedilmesine neden olan kimliktir Adnan Sezgin. Benzeri uygulamaları İstanbulspor’da da yapmış ve Sergen, Oğuz Çetin, Aykut, Emre Aşık, Hamza ve daha nice yıldızlarla bezeli takım, aynen Galatasaray gibi Romanya’da takla atıp, bir daha iflah olmamıştır. Hele daha sonra yaşananlar! İstanbulspor’un Avrupa kazasından çok daha feci değil mi?
Hurşit Tolon ve Şener Eruygur paşalara yapılan ziyarette geç kalmaktan oluşan üzüntümüz, İlker Başbuğ ve Galip Mendi komutanlarımız tarafından giderildi. TSK alışık olmadığımız şekilde sessiz kalmış, vefasızlık yapmıştı. Bu eksiklik şimdi bitti. Silah arkadaşlarını ziyaretin ne sakıncısı var? Yargı kanun ne diyorsa onu yapacak ve ‘Mürekkep Balığı Operasyonu’ olarak tanımladığım girişim hakkaniyetten yana sonlanacaktır. Hiç kuşkum yok.
Bir başka geç kalma operasyonu da TFF’de yaşananlar. Ulusoy döneminin en büyük mağduru Trabzonspor’un sıkıntılarına bir başkası daha eklendi. Ergun Ata gerçek yaralıyı o kadar güzel anlatmış ki... Evet Haluk Ulusoy ve birkaç kişilik çok yakın çevresi, benzeri çok sayıda olayı dar çerçevede bitirmiş ve konuyu bilmesi gereken görevlileri es geçip gitmiştir. Son yaşanan da bunlardan biri gibi. Hele hele bir kısım medya Lütfi Arıboğan’ı işaret ediyor ve kurgu buram buram sırıtıyor! Ankaralı gazeteci arkadaşlarımızın ne yazdığını gördüğümüzde, olayın gerçek yönü ortaya çıkacaktır. Kuşkunuz olmasın.
‘’Dert nerede?‘’
Başknan yönetim kurulu üyelerini saydı. Gn. Müdürden ‘başla’ işaretini aldı ve sordu ‘Dert nerede?’ Tüm yönetim kurulu üyeleri genel müdüre doğru bakınca ‘Konuş bakalım Buhran’ dedi başknan. ‘Buhran değil efendim, Burhan’ dedi müdür. ‘Vaziyet öyle karışık duruma geldi ki Burhan, buhran hiç fark etmez. Ha yanardağa düşmüşüz, ha krize girmişiz.’ Yine sordu ‘Dert nerede?’ Ve yine herkes gn. müdüre baktı! ‘Geçmişe değil, önümüze bakalım’ diyerek paça kurtarmaya alışık gn. müdür ‘Neden bana bakıyorsunuz?’ diyecekti ama vites değiştirdi, eskilere döndü!
‘Efendim benim gençliğimde Füsun Önal söylerdi “Ah neredeeee vah neredeeee”. Sonra devam ederdi “Bir bilebilsem, ah neredeeee” diye.’ Mırıldandı Gn. müdür ‘Ah neredeeee, vah neredeee, bir bilebilsem dert neredeeee. Füsun’un yıllardır bulamadığını, ben nasıl bulayım?’ Başknan ve tüm yöneticiler yine gn. müdüre doğru baktı! ‘O senin dediğin şarkı’ dedi biri.
Burhan gerçekten buhrana girdi. Paçası gün geçtikçe sıkışıyor ve her seferinde kurtarmayı becerse de, bu defa vaziyet kötü gibi gözüküyordu. Üye devam etti ‘İnşaat işi ciddi sorumluluktur. Hele hele dev boyutlarda olanı. Çöktüğünde facia olur facia. Hadi acemi proje müdürü koydunuz, tamam. Ama adamın eline sağlam malzeme vermediğiniz gibi, sorumluluğunu yerine getirebileceği olanakları da sağlamadınız. Gerekli malzemeyi kendiniz alıp, yanlışlara imza attınız.’
‘Avrupa’nın en iyi malzemelerini eline vermedik mi?’ diye söylendi Buhran. ‘Efendim size göre en iyi malzeme de, proje müdürüne göre ne? Mesela sol tarafta bir sürü takviye kolonu ama iki arka kolon boş. Öyle olunca önlerindeki kolonların da taşıma gücü yetmedi ve bina yamuldu. Sonra koskoca çıkışa, bir ebadı sınırlı kapı. Solda kolon fazla diye, birini alıp sağa monte etmeye çalışmışsınız. Uymamış. Arkadaki tehlike çıkışını, her ne kadar takviye etseniz de denge yok. Binayı ayakta tutamazsınız. Yıkılır!’
Buhran içindeki Burhan çaresizlikle, başknan ve güvendiği diğer arkadaşlarına baktı... Hiç kimseden ‘çıt’ yok. Defolu inşaat sorunları, bu kez gemişteki Rumen Dacia FK faciasına benzemiyor ve proje müdürü gönderilse dahi, kendi paçasını kurtarabilme şansı daha ne kadar sürer, bilinmiyordu!