Arama

Popüler aramalar

‘’Gerçeği görmek‘’

Galatasaray ilk yarıyı 2 golle önde bitmiş olsa da, gerçeği görmek zorundayız. İlerideki anlayış sakat. Skibbe iyi düşünmüş, Meira önde. Ama forvetin zihniyeti değişmedikçe 2 Ayhan, 2 de Meira koymak lazım oraya. Yani? UEFA ve TFF kanun kuvvetinde kararname çıkaracak, Cim Bom iki kişi fazla oynayacak.
Kendi bölgesi dışı işlerle pek ilgili olmayan hücumcular, ekibinin başını belaya sokar. Arda’nın ortası, Servet’in eli olmasa, akılda kalan var mı? Trabzonspor daha doğru hücum ediyor ve boş alan bulmayı da başarıyordu.
Tolga Karadeniz kıyısında öyle durursan denize düşer, kalede durduğunda da gol yersin. Dengeyi Tolga’nın defolu duruşu, savunmasının da topu eveleyip gevelemesi, Cim Bom lehine çevirdi.
Selçuk bu ara bozuk. Galiba topa bozuk! Yanal da orta alan kurgusunu bozmuş. Serkan’ın 3 Konya asisti mi neden oldu acaba? Sağ arka ‘ye beni’ diyen Hamsi gibiydi. Hoca Arda’yı pek düşünmemiş, belli. Oysa Galatasaray’ın savunmadan bihaber olsa da, çok tehlikeli golcüleri ve etkili tribünleri olduğunu unutmayacak, unuttuğun zaman da kaderine razı olacaksın.
Galatasaray Lincoln’la sezonun en şık golünü attı. Kaşındı sonra Brezilyalı... Önce korner bayrağını çıkardı, Gezer görmezden geldi. Az sonra kasten topu elledi ve resmen ‘at beni’ dedi. Attı zaten hakem. Onca sakatın arasından, Eskişehir’e yeni isim arasın Skibbe şimdi! Ayhan da gitti.
Temel’i asacaklar. Cellat ‘son sözün ne?’ demiş. ‘Bu bana ders olsun’ demiş Temel. Trabzonspor’da bu dersi hatırlatan çok isim vardı dün gece. Yanal’ın büyük maçların büyük hocası olabilmesi için, daha çok ders çalışması gerek. Skibbe zorlu sınavı geçti. Bir de öndekilerin savunma anlayışını pekiştirebilirse, yolu uzun olur.

20 Ekim 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Oyuncak oldum...‘’

‘Talihin elinde oyuncak oldum’. Bu güfte kime aitti? Şimdi anımsayamadım ama güzel şarkıydı. Eskiden yaşam gustosu nasıl bir safiyetle şekillenirmiş; bu güfte o günlerin safiyetiyle ilgili bir belge sanki. Şans, talih dönemi bitti, yerine gücü eline geçirip talihi yazan tayinliler geldi! Onlar belirliyor gidişatı.
Galatasaray için de mırıldanabilirsiniz! ‘Adnan II’nin elinde oyuncak oldum!’ Teşvik, meşvik, yanlış transfer operasyonları ve daha nice bilinmezlikler (!) sonrası; ‘Kulübe zarar verenlerden hesap sorulmaz, hatta kahraman bile ilan edilir’ aymazlığı böylesi pervasızlaştırmış olabilir mi bay bulunmaz Hint kumaşını? Olabilir.
Şu Ümit Davala meselesine bakar mısınız? Neymiş? Disiplinli değilmiş, memur gibi gidip gelmekteymiş. Bahane olur da bu denli ayıp barındıranı olmaz. İnsanları böylesi aptal yerine koyacak bir model de bulunamaz. Buldu Adnan II ve Adnan I tüm safiyetiyle devreye girdi.. Yıllarca Galatasaray forması giymiş, tarihi başarılara imza atmış ve Werder Bremen gibi bir markada takır takır oynamış profesyonele, bu denli ucuz bir kulp takmak için utanır insan biraz.
Kendi beceriksizliklerinizi örtbas etmek için, Türk futbolunun dününü yazmış, geleceğini de yazması olası gençlerini paldır küldür infaz hakkını kullanmanın adı ‘Adnan II’nin elinde oyuncak oldum’ olmalı. I.’nin yaslandığı II. her geçen gün terse doğru eğim veriyor ama I. ya fark edemiyor ya da etmek istemiyor.
“Kredi işi olmazsa duvara toslarız!” demiş Polat. Aslında çoktaan duvara toslandı. Kazazede yoğun bakımdadır. Ne zamandan beri? Meşhur ‘AIGTAMİN’ masaya konulup, zehirin enjekte edimeye başlanmasından beri. Kulakları çınlasın Sevgili Necdet Çobanlı ağabeyimle TV programları yapmış ‘Eeey Galatasaray-ı cemaatin felaketi farkedin!’ demiştik. Sadece eleştirildik.
O dönem kahramanlarından Mehmet Cansun kürsüye çıkmış ‘Birleşme olmazsa 2010’da SPK’ya 154 milyon Dolar ödenecek’ demiş. Onca uyarıya karşın Galatasaray’ı felaket yolculuğuna çıkaranlar, öyle başarılı (!) sözleşmeler yapmışlar ki... Bu yöntem Galatasaray’dan başka herkese kazandırıyor, kulübü de onca kan (!) takviyesine rağmen yoğun bakımdan çıkaramıyor.
Yöneticisinin, başkanlarının elinde oyuncak olan Galatasaray’ın maaşlısı, aynı felsefeyi uygulamaz mı? Uygular.
Bugün zor bir gün olacak! Ya yarın?

19 Ekim 2008, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bayram yaptırdık!‘’

Bizim hakemleri, yerden yere vuruyoruz ya, Polonyalı’yı kim bilir ne yapardık. İnanılır gibi değil. Böyle kötü hakem, amatör kümelerimizde bile yok. Yapılması gerekenleri asla çalmadı. Estonyalı futbolculardan, daha fazla onlara yaradı! Oyuna iyi başladık. Ama ceza sahasına her girişimizde bocaladık. Doğru yöne gönderilemeyen toplar, gereksiz paslar ve aklın almayacağı şekilde kaçırılan pozisyonlar. Ne olursa olsun, bu denli pozisyona giren bir ekibin, atması lazım. Büyü mü yapmış bunlar ne? Kalitesi sınırlı ancak kalecileri bile panter kesildi. Bunun yanı sıra son vuruş arızalarımız da, gol kısırlığımızın önemli nedenidir.

Fatih Terim, Yusuf ve Mevlüt’le başlasaydı, çok daha iyi olurdu diye düşünüyorum. Çünkü bu ikili oyuna girdikten sonra net pozisyonlar bulduk. Doğru yerde doğru adamlarla topu da buluşturduk fakat çok sık da Estonya tehlikeleri yaşadık. Allah’tan atamadılar, yoksa bir ‘Tallinn Faciası’ yaşayacaktık. Türk Milli Takımı, Bosna maçından daha iyi oynadı ama İnönü’deki kadar şanslı olamadı. Maçın son 10 dakikasında karşılıklı gidip gelen toplar, yaşanan tehlikeli pozisyonlar oyunu ortak hale getirdi. Oysa bizim futbolcular bunların yanında resmen ‘kalite belgeli’. Futbol olarak üstünüz ama sonuçla ilgili de üzüntülüyüz. Milli Takım’da sakatların iyileşmesi için dua etmekten başka çare yok gibi!
Hakemin katkısı, bizim kaçırdıklarımız, bazı konulardaki yanlış seçimlerimiz Estonya’ya bir ilki yaşattı.. Ve durup dururken, adamlara bayram sevinci yarattı.

16 Ekim 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Güzel oldu‘’

Galatasaray’la aynı kaderi mi paylaşıyordu Ay-Yıldızlılar? Sakatlar, sağlamlardan fazla. Terim dert etmedi ve eldekilerle Bosna’yı halletti. Teknik adamın artısı gençlerin özgüven değerlerini zayi etmemesi, kafalarını karıştırmadan sahaya çıkmalarını sağlaması. Önemli bir ayrıntı bu. Sonuç gençler adına da güzel oldu.
İsmet Güral’la adeta gelenek haline getirdik yıllardır. Müsabaka biter ve sonuç ne olursa olsun Papermoon’a gider, gerginliğimizi atmaya çalışırız. Adnan Polat’la karşılaştım orada. Başkan çok mutluydu. ‘Bizim Aslanları gördün mü, neler yaptılar?’ dedi. Bu keyfi paylaştık bir süre.
Polat haklıydı... Galatasaraylılar, özellikle Sabri, Arda ve Servet sonuca imzalarını attılar. Tüm sporcularımızın büyük katkısı ve emeği oldu elbette ama Sabri, Arda ve Sevet bir başka! Niçin? Çünkü bu çocukları eleştirme iştahı yoğun yorumcular var. Çocuklar ne denli başarılı olsa da, bir kulp arıyor ve mutlaka da buluyorlar.
Özellikle Sabri ve Servet’i konuşmak isterim. Çünkü yorumların etkisinde kalan bir kısım taraftar, haksızlığa ortak oluyor ve bu tatsızlık gelen mesajlar aracılığıyla bana dahi yansıyor. Oysa kim ne derse desin, Sabri Türk futbolunun son yıllarda yetiştirdiği en büyük değerlerden biri. Servet de öyle.
Yunanistan’ı 4-1 yendiğimiz tarihi gecenin, önemli iki kahramanıdır Sabri ve Servet. Oyunun kritik hamleleri onlardan gelmişti hep. Bosna maçı da öyle. İlk golde Sabri, ikincide Servet olağanüstü katkı yaptı. Lütfedip Sabri’yi gördüler de, Servet’i yine es geçtiler. Rakip alanın son çizgisinden çevirdikleri, sıradan bir iş mi?
Hücuma çok çıkıyormuş! Keşke herkeste Servet’in gücü olsa, hepsi aynı kilometreyi yapsa. Topla Meira çıksınmış! Portekizli’yi bilmesem, Maradona diye yutturacaklar yahu... Song’u bin kere tercih ederim. Aşık’a yine haksızlık yapıldığını savunurum. Eğer milyonlarca Euro karşılığı Meira alınmasa, Emre Aşık olmaz mıydı? Milli takımda bir Galatasaraylı daha oynamaz mıydı? Hem kendi çocuklarımıza hem dövizimize yazık ediyoruz. Yazık.
Aklıma geldi! Polat’a sorsaydım keşke; Milli takımda böyle mükemmel oynayanlar, Galatasaray’da neden arıza yapıyor? Terim farkı mı, Burhan mı, Buhran mı her neyse onun katkısı mı? Düşünse iyi olur, belki çözüm bulur!

14 Ekim 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Duvarların ötesi...‘’

Şu zorlu Bosna gecesinin adına, ‘duvarların ötesi’ sınavı desem yanlış mı olur acaba? Sakatlık sorunları, en gerekli isimleri sahanın içinde değil, duvarların hatta ülkenin ötesinde iskana mecbur ederken; Terim’i de bir başka açıdan duvarların ötesine bakmak zorunda bıraktı. Yarının yıldız adayları, şimdiden çok zorlu bir imtihanda. Hem teknik kadro, hem de sporcular adına yürek isteyen, güç gerektiren bir yük bu... Kolay mı 70 milyon insanımızın umutlarını taşımak?
İyi başladık. Tempolu, disiplinli, araştırıcı. Ufak tefek kişisel arızalara rastlansa da, takım olarak iyi görüntüdeyiz. Bosna daha deneyimli belli. İçlerine kapanık gibi gözüküyor ama fırsat kolluyorlar. Hiç pozisyon bulamayan rakibe, fırsatı kendimiz buyur ettik. Yine duran top, yine zamanlamada hata... Kaş bakıyor, Volkan koşuyor ve Dzeko kafayla bırakıyor. Ulusal alanda yediğimiz bilmem kaçıncı aynı gol? 0-1... Gole rağmen disiplin anlayışı devam etti. Pozisyon buluyor fakat ağlarla buluşamıyoruz. ‘Ah vah’ derken bitti devre.
İkinci yarı da oyun anlayışı ve çaba adına doyurucu, golü bulma adına da araştırıcıdır çocuklarımız. Sakin, haddini bilen ve galibiyeti de mutlaka isteyen anlayış ilk meyvesini verdi. 1-1. Aurelio’nun çizgiden çevrileni olmasa 2 olacak ama Mevlüt’e nasiboldu, Bosnalı din kardeşlerimizin, galibiyet heveslerine rahmet okutmak 2-1. Halil’in ‘Altıntop’ başarı ödülüne aday olması gereken bir gösterisi var ki, golle dahi süslenebilirdi. İyi oynama mecburiyetini, Mehmetçik nöbetine eşdeğer kılan çocuklarımız taviz vermedi, başardı.
Sonuç her ne olursa olsun, duvarların ötesinin de umut dolu olduğu mesajını verenlere ‘helal olsun’ demek erdemin gereğidir. Bosna gecesinin başka tarifi olabileceğini düşünmüyorum.

12 Ekim 2008, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Nostalji...‘’

Galatasaray’ın UEFA Kupası’ndaki şansı ‘acaba ne olabilir?’ diye düşünürken, 1999’a uzandı anılarım. Nostalji gibi olsa da, o günleri anımsamakta yarar var. ASY’de Milan’la oynuyoruz. İtalyanlar’ın kadrosu yine müthiş o dönemde de. Galatasaray yenik durumda ve biz UEFA’ya dahi katılamazken, Milan Şampiyonlar Ligi’ne devam ediyordu, tabeladaki mevcut skora göre.
Müsabakanın da 3’te 2’si oynanmış, hatta geçmişti yanlış hatırlamıyorsam. Fatih Terim önce Hagi, ardından da Popescu’yu oyundan aldı. Aynı anda da bizde homurdanma başladı ‘bu adamlar çıkarılır mı?’ O dönemin iki genci Hasan Şaş ve Ergün Penbe mi katılmıştı oyuna acaba? Sanırım öyle. Neyse Terim bir de Brezilyalı santrforu oyuna attı.
Ardı sıra gelen goller ve UEFA Kupası yolu. Nasıldı hikâye? Önce 2-2 oldu. Milan UEFA Kupası’na indi, biz yine evimizdeyiz. Ümit Davala’nın son dakikada büyük bir yüreklilikle attığı penaltı golü ve: 3-2. Bu kez Galatasaray UEFA Kupası’nda ve Milan evinde. Yaklaşık 20 dakika içinde olan bitene bakar mısınız?
Açık söylemeliyim; o gece bu zaferin bir büyük teknik adam gösterisi olduğunu anlayamadım ve golcülere takıldım kaldım. Oysa Terim tek gole yatmış Milan’ı çözüyor, stratejisini belirliyor ve biz dahil, İtalyanlar’ın da ‘Fatih fethetmekten vazgeçti’ diye düşünmesini sağlıyor. Sonra Fatih Sultan Mehmet’in Haliç’e gemileri karadan indirmesi gibi bir şey... UEFA’nın fethi başlangıcı yani...
Skibbe’ye önerim o zaferi yaşayan ve sonucu belirleyen Ümit Davala’yı da yanına alması ve Milan maçını tekrar izlemesi. Çok kimsenin anlayamadığı, belki benim gibi seneler geçtikten sonra çözebildiği ‘teknik adam dehası’ bir ders var o 90 dakikada. Eğer aynı yoldan tekrar gidilmek isteniyorsa, hayati bir reçetedir Milan’a uygulanan formül. Bülent, Müfit ve Eser hocaların katkılarını da görmezden gelemem. O günün yıldız futbolcusu, bugünün teknik adamı Davala’ya da şu gün, güvenmemezlik edemem.
Galatasaray iki kenar savunmacı ve göbekteki elek vaziyetini çözerse, iddialı olabilir. Aksi halde üzülür. Hep söyledim, tekrarlıyorum ‘göbek zafiyetinin çözümü, en öndekilerin savunma bilincinden başlar’. Bunu sağlamak da, Skibbe’nin elinde. Ve deneyimi, becerisi dahilinde. İnanıyorum... İnanmak istiyorum.
‘Ağlamak istiyorum’ diye de yazarız inşallah. Ama sevinçten!

10 Ekim 2008, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’'Yerde kalmayacak!'‘’

Sorumluların 25 senedir; her şehidimiz sonrası mide bulantısı, baş ağrısı tableti gibi yutturdukları vecize (!) ‘yerde kalmayacak!’. Evet yerde kalmıyor ve boş söyleminiz havada kalıyor! Havada kaldıkça da, Türk milletinin yüreği yanıyor. Yazık değil mi kınalı kuzularımıza? Kendi çocuklarınız için gösterdiğiniz özeni, korumayı neden esirgersiniz Türkiye evlatlarından? Doğru dürüst karakol ve korugan yaptırmaktan, daha mı ucuz Mehmetçik kanı?
Yeter artık!!! Üç beş dolandırıcıyı korumak için tesis edilen dokunulmazlık zırhı kaldırılmalı. TBMM çatısı altında barınıp, zehir salan, suç işleyenlerin de, adalete teslim edilmesini, hukuk sisteminin işlemesini, bir vatandaş olarak talep ediyorum. Hem devletimin her olanağından yararlanacaksın hem de hainle aynı pencereden bakacaksın! Nasıl iş bu?
Ege insanı dünyanın en hoşgörülü, en konuksever ve en insancıl yapısını genlerinde taşır. O insanları dahi çileden çıkarmayı becerdiler. Hainin kalleşçe vurduğu askerim, polisim, Kürt vatandaşlarımızı koruyor ve Allah’tan yine Ege insanının sabır ve aklıselimi duruma hakim oluyor. Oradaki doğulu arkadaş da konuşuyor; ‘Ekmek verdiklerim, işyerimi taşladı’. Ekmeğin madem o kadar çok, ne işin var Altınova’da? Doğuda onca fakir var, git oralarda dağıt himmetini! Emine Ayna ve yanında bir hanımefendi... Omuzlarında ‘sarı-kırmızı-yeşil’ örtü. Barış (!) için geldikleri nasıl da belli! Provokasyon tacirleri.
Başımızdaki belanın baş sorumlusu ABD ve aymazlığın esiri bir kısım siyasetçi. TSK’yı öne sürüyor, yıllardır terörle uğraştırıyor ve tarikat felsefesi unsuru ‘fısıltı gazetesini’ devreye sokuyorlar. Ehhh bu uğurda ödünsüz hizmet veren bir dolu kiralık gazeteci kılıklı da var. ‘Satılmış’ demiyorum, çünkü mekan ve malik değiştirebiliyorlar.
Bu haftanın spordaki en güzel manzarası ‘Gelincik’ çiçekleri gibi sahaya yayılan Fenerbahçeli sporcular ve yurdumun dört yanındaki vatansever tribünlerdi. Futbol 100 senedir oynanıyor ve başarı gibi başarısızlıklar da yaşanabiliyor. Bunlara alışalım ama bölücü provokasyonlarına gelmeye asla alışmayalım. Devletimize güvenelim, oyuna gelmedik... Gelmeyelim.
Türkiye’nin çıkarları ortak akıl olmalı. Aynen Amerikalılar gibi!

07 Ekim 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şapka düştü!‘’

Geçtiğimiz sezon ortası “Yusuf gelmeye hazır” demiştim Fatih Gökşen’e, o da Canaydın’a... Sonra Adnan II kulağının üzerine yattı. Song ve Yusuf gibi ölçülü bütçelilerin, ne işi vardı Galatasaray’da? Aynı işi kat kat fazla maliyetle yapa(maya)caklar varken!
Lincoln ve Yusuf’un üzerindeydi dikkatim. Bursalı açık ara önde. Babasının çiftliğinde gezermişçesine rahat ve etkili. Birkaç pozisyonda olası golleri, pas verdiği arkadaşları kaçırdı, sonuncuda Mustafa Sarp kaçırmadı: 1-0. Dua etmeli Skibbe, ilk yarıdaki tek gole. Fark olurdu fark.
Olan bitene bakınca Aybaba’nın rakibini mükemmel analiz edip önlem aldığı gözüküyor. Allah aşkına Alman hoca karşı tarafı kime analiz ettiriyor? Çözüm üretecek tek girişim dahi yok koskoca ilk yarı.
Servet ve Meira tek tek mükemmel ama iyi bir çift değil. Birbirlerini tamamlayacak özellikleri yok. Yusuf topu saldıkça, kaşık oltasına atlayan ‘kofanadan’ farksızdılar.
Galatasaraylılar’ın alayı milli de, manga berbat bu gece! ‘İkinci yarı acaba düzelirler mi?’ derken, yine Yusuf katkılı bir Sercan golü: 2-0. Galatasaray’ın fark attığı zaferler (!) sonrası dahi, oyunu eleştiriyor ve takım savunması önemini anlatmaya çalışıyorduk. Yenilen iki gol, ‘şapka düştü, kel göründü’ sözü gerçeği mi acaba?
Nihayet pas yapmayı akıl etti konuk ve ite kaka da olsa, Arda attı: 1-2. Boynunu Timsah’a kaptıran ama son bir gayretle canını kurtarmaya çalışan Aslan’ın çırpınışlarını izliyorum sanki. Akılcılık yok, debelenme var.
Skibbe’yi işaret etmemek gerek aslında. Birbirini tamamlamayan isimlerden oluşan kadro, geçmişin USA Cosmos toplamasından farksız olur elbette. Zayıfı çarpar, işini doğru yapan ve ciddi olana da çarpılır. Yaşanan vaziyetin özü budur.
Aybaba!!! Vay babaaaa! Ne takım yapmışsın ama...

06 Ekim 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI