Arama

Popüler aramalar

‘’Şapka düştü!‘’

Geçtiğimiz sezon ortası “Yusuf gelmeye hazır” demiştim Fatih Gökşen’e, o da Canaydın’a... Sonra Adnan II kulağının üzerine yattı. Song ve Yusuf gibi ölçülü bütçelilerin, ne işi vardı Galatasaray’da? Aynı işi kat kat fazla maliyetle yapa(maya)caklar varken!
Lincoln ve Yusuf’un üzerindeydi dikkatim. Bursalı açık ara önde. Babasının çiftliğinde gezermişçesine rahat ve etkili. Birkaç pozisyonda olası golleri, pas verdiği arkadaşları kaçırdı, sonuncuda Mustafa Sarp kaçırmadı: 1-0. Dua etmeli Skibbe, ilk yarıdaki tek gole. Fark olurdu fark.
Olan bitene bakınca Aybaba’nın rakibini mükemmel analiz edip önlem aldığı gözüküyor. Allah aşkına Alman hoca karşı tarafı kime analiz ettiriyor? Çözüm üretecek tek girişim dahi yok koskoca ilk yarı.
Servet ve Meira tek tek mükemmel ama iyi bir çift değil. Birbirlerini tamamlayacak özellikleri yok. Yusuf topu saldıkça, kaşık oltasına atlayan ‘kofanadan’ farksızdılar.
Galatasaraylılar’ın alayı milli de, manga berbat bu gece! ‘İkinci yarı acaba düzelirler mi?’ derken, yine Yusuf katkılı bir Sercan golü: 2-0. Galatasaray’ın fark attığı zaferler (!) sonrası dahi, oyunu eleştiriyor ve takım savunması önemini anlatmaya çalışıyorduk. Yenilen iki gol, ‘şapka düştü, kel göründü’ sözü gerçeği mi acaba?
Nihayet pas yapmayı akıl etti konuk ve ite kaka da olsa, Arda attı: 1-2. Boynunu Timsah’a kaptıran ama son bir gayretle canını kurtarmaya çalışan Aslan’ın çırpınışlarını izliyorum sanki. Akılcılık yok, debelenme var.
Skibbe’yi işaret etmemek gerek aslında. Birbirini tamamlamayan isimlerden oluşan kadro, geçmişin USA Cosmos toplamasından farksız olur elbette. Zayıfı çarpar, işini doğru yapan ve ciddi olana da çarpılır. Yaşanan vaziyetin özü budur.
Aybaba!!! Vay babaaaa! Ne takım yapmışsın ama...

06 Ekim 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Relaxsilin!‘’

Galatasaray’ın Basel’deki galibiyeti, Bellinzona’da ‘relaxsilin’ etkisi yapmış. Rahat ve atak başladılar. Orada bizi ‘zona’ olacak vaziyete getirmişlerdi ya... Şimdi de şerefli elenmenin peşindeler sanki! İlk şut Topal’dan dakika 14... Sonra Servet’in kafa vuruşu ve direk. Yavaş yavaş ağlara mı yaklaşıyor Galatasaray?
Cim Bom İsviçreliler’in üzerine çöktü, onlar da kendi alanlarına. Kornerler de sıklaştı bu arada. Üç korner bir penaltı hesabı, Lincoln yerde, çaldı Nikolaev. Baros soluna, kaleci de soluna, yani herkes kendi yoluna: 1-0. Skibbe bazen 3-7-0, bazen de 3-0-7 gibi oynuyor! Son moda tarif şekli bu! Aslı şu; Galatasaray savunma, orta alan ve forveti birbirine kısmen de olsa yakınlaştırmayı başarmış, daha kalabalıklar artık.
Arda sakatlandı ve Alparslan katıldı. Lincoln resitali de başladı. Futbol bu süslemelerle güzel. Hele hele turun burnu gözükünce. Ama ya gözüken burunda sürpriz mercan kayalıkları varsa ne olacak?
Skibbe Bursa yolu bayram trafiğinde (!) kazaya gelmemek için mi rahvan koşturdu çocukları? Eeee bu rahvanlığın bedeli de olacak tabii ve ikinci yarı aynı kaleye penaltı. Ve tıpkısının aynısı bir gol: 1-1. İlk mercan kayası yaraladı işte!
İpin ucu kaçınca rahvandani tırısa da dönülemiyor ve Kewel ile Arda’nın yokluğu sırıtıyor. Relaxsilin İsviçreliler’e yaradı, rahatlık bizimkilere yaramadı.
Zapotek Çek lokomotifiydi, ümitler hızlı Çek treni Baros’ta şimdi. Bizimkiler araya elektriği salıyor ama İsviçreliler kesiyor. Baros’u beklerken, Adapazarı DDYF’sı ürünü Yaser kafayı çaktı ve Cim Bom turu garantiye aldı: 2-1.
Galatasaray ara ara değil, tam mesai, hatta fazla mesai mantığıyla çalışmalı. Herkes Bellinzona değil, tam zonalar da var çünkü!

03 Ekim 2008, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Emniyet kemeri!‘’

Alpaslan Dikmen hem ASY tribünlerinin, hem de rakip kulüp taraftarları arası ilişkilerin emniyet kemeriydi. Pazar günü Şişli camii avlusundaki buluşmada, bu gerçek kanıtlandı. Fenerbahçeli, Beşiktaşlı, Trabzonsporlu, Bursasporlu, Sakaryasporlu evlatlar, Galatasaraylılar’ın acısını paylaştı.
Alpaslan Dikmen tribün sağlığı adına katkı yaptığı emniyet kemeri görevini, kendisi için önemsememiş. Kemer takmadığı kaza, yaşamının sonu oldu. Tribün ilişkilerinde zoru başarmış ama kolayı hafife almış meğer.
En büyük zafiyetimiz ‘bana bir şey olmaz!’ Olur... Olur da bir kez olur ve yaşama da mâl olur. Önlem zafiyetimize, bir de yolların yüzde 40 oranındaki güvensizlik riskini ekleyin ve tehlikenin boyutlarını düşünün. Henüz bayramın ilk günü ve ölü sayısı 100’e, yaralı da 1000’e doğru gitmekte. Bunun adı kaza değil, resmen facia. Yol işaretlerine, hız tahdidi levhalarına mutlaka uyun. Uykusuzsanız mutlaka uygun bir yere çekip uyuyun. Aksi halde ebedi uyku olasılığı, aklınıza gelemeyecek kadar yoğun. Felaket bir genetik yapımız var. Geçmişi çabuk unutmak, gereken dersleri almamak, toplumu yönlendiren kurumların başında bulunanların yaptığı hataların hesabını sormamak. Üstüne de mısır koçanını kemirip, avunmak! Oysa ‘süt mısırın taneleri ne oldu?’ diye sorulmalı.
Galatasaray mesela! ‘2000’in kadrosunu dağıtmayın, kulübe yazık etmeyin’ diye kaç yazı yazdım anımsamıyorum. İpsiz sapsız transferler ve Lucescu sonrası yaşanan Avrupa felaketleri. Polat yönetimi nihayet doğru dürüst isimler aldı. Aldı da geç kaldı. ‘Romanya’da kaybolan para 35 milyon Euro civarıdır’ diyor, ‘UEFA içeri atar, Şampiyonlar Ligi kazandırır’ diye de ekliyor. Eğer Skibbe’ye zamanında doğru dürüst kadro verseler, bu sıkıntılar yaşanmaz takım çoook önceden toparlanırdı. Burada düzeldi gibi gözüken işlere ‘şakşakçılık’ yapmak, hakem hatalarına göz yummak için değil, eksikleri eleştirmek için bulunuyoruz. Farkımız budur. Hayırlı bayramlar... Dönüş yaklaştı. Aman dikkat, acılı bayramlar olmasın...

02 Ekim 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Alpaslan aşkına...‘’

Henüz ilk dakikalar, Baros şık aşırtıyor ama tamamlayamıyor. Az sonra geldi gol... Öyle bir gol ki, son yılların tartışmasız en güzeli. Top adeta bir kuyruklu yıldız gibi kaleye doğru yol alırken, Baros ‘önce Allah, sonra Alpaslan aşkına’ mı diyordu acaba? 1-0...
Olağanüstü güzellikteki vuruş, Konyaspor’un kolay teslim olabileceği işareti miydi? Eğer Erhan’ın vuruşu olmasa, belki! Evet 6 numara, baba evi rahatlığında köşeyi buldu ve 1-1 oldu. Dikkatimi çeken Galatasaraylı sporcuların ceza alanı içinde kalabalık durması ama, çoğunun olması gereken yerde bulunmaması. Yani? Yine yerleşim ve adam paylaşım hatası.
Duraklama dönemi başladı sonra. Yerini bulmayan paslar, kısmete ortalar ve konuğun, kişisel girişimleri, etkisiz hale getirmesi. Fahri, Şener, Zafer tempolu, agresif. Bu anlayış kademe olanağı sağlıyor ve bu nedenle Galatasaray teknik kapasitesini zemine indiremiyor. Havada yani!
Özkan Sümer’in meşhur bir çantası vardır. Trabzonda takılmışlar ‘hocam deli Dursun’da senin çantadan taşıyor’. Sümer’in cevabı ‘ama ben çantanın yanında akıl da taşıyorum’. Galatasaray’da topu devamlı hücuma taşıyor ama, bu girişimlerde akılcılığa rastlanamıyor. Yani? Konyalılar yorulacak, ev sahipleri akıllanacak ve galibiyet gelecek. Ya da Baros’un yaptığı faulü ve ofsaytı Yıldırım görmeyecek! Üçüncü şık devreye girdi ve Lincoln’la Cim Bom öne geçti 2-1
Konyaspor’un direnci düşüp, oyun disiplini de zafiyete uğrayınca yıldızlar akıllandı! Lincoln nefis aşırttı ve Baros küheylan gibi gitti, bıraktı 3-1. Kesmedi! Bir tane de Kewell 4-1.
Bu farklı galibiyet Konyaspor’un oyun disiplininden kopması sonucu kazanılmıştır. Yani? Skibbe’nin disiplinden taviz vermeyecek rakipler için de formül üretmesi şarttır. Konyaspor’un emeklerine yazık oldu.
Ruhun şad, mekanın cennet olsun Alpaslan Dikmen...

29 Eylül 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Vaziyetle müsemma...‘’

Dünya geri geri koşma şampiyonasında Ömer Aslan, 200 ve 400 metrede, altın madalya kazanmış. Tebrikler. Bir ülkenin vaziyetiyle müsemma madalya kazanımı olur da, bu kadar olur mu? Türkiye istikametini ‘Dünya geri geri koşma şampiyonasında’ kırdığı rekorlarla belgeleyen ve iki altın madalya kazanan Ömer Aslan’a, destek olmak her yurtseverin boyun borcudur. Milyonlarca insanın anlatamadığını, bir başına başardı. Helal olsun.
Galatasaray’ın stoper transferinde hesapsız davrandığını yazmış ve Servet’in yolcu olabileceğine de değinmiştim. Galiba yanılmadım. Her müsabakayı büyük özveriyle oynayıp ‘önce sporcu’ kimliğini örnekleyen ve meslektaşlarının ‘önümüze bakıyoruz’ türü donanımlı (!) laflarını, içi dolu söylemlere yönlendiren Servet yolcu gibi. Medyadaki bir kısım arkadaşın inceden zımparaya başlaması, eylemin start aldığının işareti sanki. Bekleyelim, görelim.
Skibbe’ye güvenmek gerek. Sezon başı söylediklerimin arkasındayım. Çünkü yaşanan başarısızlık sonrası, topu sporcusuna atmayan (!) erdemli, insani yönleri güçlü bir teknik adam portresi var Galatasaray’da. Ehhh bulunduğu yerlere de, hele hele Almanlar (!) hak etmeyeni asla getirmez, hatta semtinden bile geçirmezler.
Sıkıntı nerede o zaman? Takım savunmasının olmaması ve bütünlüğün gereken düzeyde sağlanamamış olması. Peki hoca ne işe yarıyor? Elbette bütünlüğü doğru anlamda sağlama işine yarıyor. Ama problem de burada başlıyor. Neden? Çünkü, bu işi yapması gereken bir kısım Galatasaraylı futbolcu, yeterli güç ve niyet hamili değil. Kazanılması için de zaman gerek. Önce fizik değerler yoğunlaşacak, sonra bulunduğu bölgeden değil, alanın tamamından sorumlu düşünce malikleri forma bulacak.
Hani Servet eleştiriliyor ya, ‘Her pozisyonda, ileride ne işin var?’ diye! İşte Lincoln, Nonda, Karan, Aydın, Arda, Kewell, Baros, Yaser de ‘geride ne işin var?’ diye eleştirilirse (!) sorun çözümlenmiş olur. Çünkü Galatasaray golleri Servet yüzünden değil, pozisyon, duruş, kademe ve takım bütünlüğündeki arızalar yüzünden yiyor. Son maçta çok iyi oynamasına rağmen Volkan ters kademeye gelseydi, o gol yenmezdi.
Olayın özü; Galatasaray 90 dakikada toplam 100 km. koşuyorsa, bu değeri 130-140 km’ye çıkaracak. Yaşanan iniş çıkışlar şu andaki vaziyetle de müsemma gibi yani.

26 Eylül 2008, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zamazingo Dekapento!‘’

Mail Adapazarı’ndan! “Retrospektif ne lan?” ‘Skibbe’nin futbol uygulamaları?’ sorusu cevabını, bilimsel bir kurguyla anlatmak istemiştim oysa! Eskiden kolaydı bu iş; ‘zamazingo’ der, geçer giderdik. Mesela “Bu takımın nesi var?” dediklerinde, önce boşluğa doğru bakar ve ciddi bir edayla açıklardım: ‘Takımın zamazingosu bozuk!’
Sakaryaspor basketbol maçında Yıldırımspor’a yenilince, antrenör Atilla Tapşın’a sormuştum, “Neden yenildik?” “Dekapento meselesi!” demişti Abhaz Beyi ters ters... Cesaret edip ‘o da ne?’ diye soramadım ama anladım!
Aradan yıllar geçip, ülke bilimselliği yakaladıkça, ‘AB’ye uyum adına, fırsat bu fırsat’ dedim ve retrospektife sırt verdim.
Ne olduğunu çok net anlayamadığınız gelişmelerde, bu tür can simitleri iyi geliyor. Sadece günlük değil, gelecekle ilgili tespitlere dahi zemin hazırlayabiliyorsunuz. Yorumum her kalıba uygun! Skibbe’nin işleri iyi giderse ‘dememiş miydim?’ derim. Kötü gittiğinde de ‘Bu çabalar bütüncül futbola ulaşmak için atılan ilk adımlardı ama tutmadı! İleride Sabancı müzesinde olmasa bile, Galatasaray Postanesi Müzesi’nde tüm detaylarıyla sergilenecektir’ de diyebilirim!
Galatasaray popüler kültürden esinlenerek, popüler futbola yöneliyor ve bu delice güzellik, ancak sürrealist Salvador Dali sergisi izlenirse çözülebiliyor. Sıkıntı da orada mı acaba? Dali’nin mirasçıları oluşan dev serveti paylaşmak için sabreder, ama Galatasaray’ın taraftar ve alacaklıları nasıl bekler?
Bekleyecekler... Skibbe’nin ASY’de, önce savunma ustalıkları örnekleyen ve Leverkusen’de Cim Bom’u 5’lik eden ekibi yönettiğini de unutmayacak, henüz kurgu aşamasındaki bütünsellik için sabredecekler. Üstelik bu kadro Almanlar’dan iyi.
Evet, Skibbe’nin ekibinde sırıtan arıza, takımın bütün haline gelememesi ve lüzumluluk için gerekli zamanın da verilmemesi. Transfer geç yapıldı. Burada kabahat yönetimin. Mesela Dali! Adamda dahiyane fikirler fışkırmış, tuvale yansıtacak ama boya gelmemiş. Ne yapsın Dali? İyice delirsin mi, yoksa beklesin mi? Azıcık delirdi, birazcık bekledi ve üretti. Bizimki sakin adam. Efendilik ve tevazudan zerre kadar taviz vermedi, sabretti ve kazanma yoluna girdi.
‘Retrospektif’ ne mi? Bir sanat akımının veya sanatçının ilk eserlerini sunan, sergi veya gösteri. Uymuş mu?

23 Eylül 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Retrospektif futbol...‘’

Skibbe’nin nasıl bir düşünceyi uygulamak istediğini buldum. Retrospektif futbol... Alman’ın futbol modelini, anlaşılamayan bütünselliği gördüm! Nerede? Sabancı Müzesi’ndeki Dali sergisinde. Ve anladım ki, müzenin büyülü dünyası İsviçre, İstanbul sonrası İzmit’e de taşınmış. Sabancı Müzesi’ndeki Dali, nasıl geç çözüldüyse, Skibbe’nin retrospektif futbol tutkusu da öyle olacak. Gelecekteki ayaktopu evreleri sunuluyor ama tematik ayrıntılar, anlaşılamıyor.
Düşünce detayları en telegrafik biçimde kısa ve özlü sahneye kondu. İpekoğlu İsviçre sergisinde, rakibinin gol yemekte zorlanmadığını çözmüş. Bir kere gittiler ve aradıklarını Taner’le buldular. Neden başka bulamadılar? Orta alanı bu denli pas özürlü bir ekibin rejisörü, ne yapsa nafile. Serdar en kritik pozisyonları ayıkladı, Nonda’ya ayıklandı. Oysa işine bakacak, önce Allah sonra hakem himmetine sığınacaksın. Kamyonuna ‘Allah korusun’ yazıp, Bolu dağından patlak frenle inmeye çalışırken uçan şoförden, ne farkın kaldı şimdi? Baros değişirdi tabelayı: 1-1. Çözüldü Körfez sonra...
Lincoln, retrospektif futbol çabasının olmazsa olmazı. Son vuruş ustalıklarının ya içinde, ya da hemen öncesinde. Nonda bize 6 aylık malzeme olacak bir kaçan fırsat sonrası attı, kurtardı: 1-2. Volkan oynadıkça açılıyor ve bu açılma Galatasaray savunmasında çok deliği kapatıyor. Orta alan ve forvetten sorumlular, savunma anlayışlarını da geliştirebilirse eğer, Skibbe doğruları da devreye girer. Şaş’a onca darbe geldi, yetmedi bir darbede top vurdu! Yıkıldı ama ayakta sonra. Baros zaten ayakta: 1-3 ve Alpaslan’ın şık pasına bir Kewell klasiği 1-4.
Galatasaray savunma işine en önden başlamayı da başarırsa, zor tutulur. Gözüken o...

22 Eylül 2008, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Harbi zona!‘’

St. Jakop Park’taki İsviçreliler, akla şunu getiriyor ‘Bunlar Bellinzona değil, harbi zona!’ Bu kadar da zorlanır mı Galatasaray? Ayıp be! Skibbe dengeyi bulana kadar, Cim Bomlu ‘Atarax, Nervium, Kantaron, Prozak’ türü müstahzarat kullansın. Yoksa ‘zona’ olacaklar. Bu iş kısa süreceğe benzemiyor.
İsviçreliler iyi niyetle mücadele edip, doğru oynamaya çalışıyor. Lustrinelli’niyle bir de akıl dolu gol kazanıyor. Alman, Rumenler’e çok adamlı savunma denedi. Olmadı. Antalya karşısında da, bol adamlı hücumu işledi. O da olmadı. Bu sefer geride üçlü, orta alan beşli ve ileride de Nonda ve Baros, ama futbol yine boş!
‘Arayan bulur felsefesi’ ürünlerini izliyor ve ‘ne zaman bulacaklar?’ bekliyoruz. Nonda da arıyor, Baros kurcalıyor ve gol Kewell’den geliyor. Gol güzel de, Galatasaray’ın futbolu keçi boynuzu. Kadıköy’de final hayali kurup, 3 milyon Euro’luk Bellinzona karşısında dahi, milleti ‘zona’ edenlere sormak lazım. Ne biçim iş bu?
Ev sahibi baktı ki konuk gazoz... Brezilyalılar’a taş çıkartacak bir gol attı. Çıtır çıtır paslar, inceden topuk süslemesi ve Gürkan pıt! 2-1 önde tüm kadrosu bir Meira dahi etmeyen İsviçre ekibi. Sonra Baros’un beraberlik golü 2-2. Ve bizler önce seviniyor, sonra ‘acaba şu vaziyete ağlamak daha mı doğru olur?’ diye düşünmeden de edemiyoruz.
Bellinzona 10 kişi kaldı. Kaldı da, sanki sayıları arttı! Baros ‘zona’ üzerine bir de ‘fıtık’ ekleme niyetiyle pozisyonu zorlaştırdı, sonunda attı 2-3. Yine yediler hemen ardından: 3-3. Bir de Lincoln’den 3-4. Kazara, mazara, gol ya!
Sezon başından beri çarpılan, ama hiç ders almamış gözüken Galatasaray, acil toparlanmalı. Sonra İnönü dahi kurtaramaz valla! Malatyalı da kurtulamaz billa!

19 Eylül 2008, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI