‘’Lise takımıdır!‘’
Galatasaray semt değil, okul öğrencilerinin bağrından çıkıp, uluslararası nitelik kazanmış bir kurumumuzdur. Semt kulüpleri Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin günümüzde geldikleri noktaya saygı duymayacak var mıdır ayrıca?
1905 Ekim’inde Ali Sami Yen, Asım Tevfik Sonumut, Emin Bülent Serdaroğlu ve Refik Cevdet Kalpakçıoğlu lise öğrencileri olarak temelleri atmış ve okullu arkadaşlarının da katılımıyla, günümüz efsanesi olma yoluna çıkılmıştır.
Çoook zorlu ve sancılı bir süreçtir bu. Bahçekapı’da Şişman Yanko’nun dükkanında seçilen renkler, Çanakkale savaşında verilen şehitler... Kurucular futbol takımında da oynamış, lokali, soyunma odası, sahası olmayan kulüp, her defasında öz yuvasında çare bulmuştur. İşgal altında bir İstanbul ve dimdik duran liseliler.
Bu gen yok edilemez
Yazısında ‘Galatasaray artık bir lise takımı da değildir. Evet temelini lise atmıştır, lise beslemiştir, lise büyütmüştür; lakin bugün çapı potansiyeli, etkisi kapsama alanı, yalnız liseyi değil Türkiye’yi dahi aşmıştır’ demiş Turhan. Demiş de, olaya bence yanlış pencereden bakmış. O zaman aile boyutları Türkiye sınırlarını aşan, geleneklerini ve kökenini terk edecek, geçmişini de inkâr mı edecek? ‘Bu aile artık o aile değildir’ mi denilecek? Geldiği noktadaki en büyük katkının genlerinden kaynaklandığını bilemeyecek mi insanlar? Galatasaray Lisesi, spor kulübünün genidir. Yok edilemez.
Atatürk ve arkadaşları Türkiye Cumhuriyeti’ni kurdu.
Günümüz Türkiye’si o dönem şartlarını kat be kat aştı... Öyleyse ‘Türkiye bir Atatürk Türkiye’si değil, o günlerin Türkiye’si başka, şimdinin bambaşka’ demek doğru mu? Bu sakat fikre saplananların, Türk genini inkâr bedhahlarının sıkıntısını çekmiyor mu ülkemiz? Atatürk ilkelerine sahip çıkmak mecburiyetiyle, Galatasaray Lisesi geleneklerine, kültürüne sadık kalmak gayreti arasında fark yoktur.
Geleneğe sahip çıkılmalı
Bunun da bir bedeli var elbette... İnfaz girişim türleri muhatabı olursunuz. Popülizm ve günü kurtarma emelindekilerin övgülerine (!) mazhar olursunuz. Ama mutlaka da sonunda salaha erersiniz. Atatürk ve arkadaşlarının, Ali Sami Yen ve arkadaşlarının çektiği çileler, verdiği mücadeleler çok daha ağır ve zorlu şartlardaydı... Kazandılar.
Geleneklerine, özüne sahip olanlar ve aynı kültürü edinenler de mutlaka kazanacak.
Galatasaray lise kulübüdür ve halkın içinden gelen vatandaşlarımızca kurulmuştur. Doğru kültür ve eğitim kriterlerine sadık kalınarak da büyümüştür. Okullu, okulsuz fark etmeden, her Galatasaraylı’nın katkıları, emekleriyle. Bu gerçeği göremezseniz, Türkiye gerçeğini de göremezsiniz. Kapıdaki felaketi de!
‘’İlkbaharı yaşayabilir mi?‘’
Sonbahar mevsiminde oynayacağımız kritik müsabakalar sonucu, futbolumuz ilkbaharı yaşayabilir mi? Bence yaşayabilir. Ümitliyim. Kaliteli sporculardan oluşan bir kadromuz ve özellikle galibiyet gereken 90 dakikalarda, bu işi son anda da olsa başaran bir yapımız var. Örnek son Avrupa Şampiyonası. Dün gecenin oyunu, yine aynı emareleri verdi. Biz bu işi hallederiz.
Estonya ve İspanya deplasmanları bırakın galibiyeti, fark yapıp dönmemiz gereken karşılaşmalardı. Şans yanımızda olmadı. İstanbul’daki talihsiz yenilgi de farklı değildi ki. Hazırlık müsabakalarının sonuncusu inancımı büyük ölçüde pekiştirmiştir. Madrid’de kaçanlar Kiev’de adresi buldu. İnşallah şimdiden sonraki grup maçlarında da bulur.
Sercan ve Ceyhun’un ikinci yarı katkıları, var olan kalitemizi gollerle süsledi. Birbirinden güzeldi pozisyonlarımız ve Mikhalichenko dahi keyifle izledi. Oysa Shevchenko gibi bir firmayı oyuna atmış ve ekibini galibiyete kurgulamıştı. Tutmadı. Önce Tuncay, sonra Servet ve ardından da Hamit rakibi adeta grogi etti.
Nihat’ı kazanma amacı, doğru bir seçim. Ama Nihat Ukrayna değil de, Türkiye kalesine dönük oynayınca üretemiyor. Bu haliyle de rakip kaleye dönebilmesi pek mümkün gözükmüyor. Dilerim toparlanır. Ya da başka pozisyonda yararlanılır. Hamit bir alem futbolcu, ne bekleniyor? Fazlasını yapıyor. Ceyhun, Sercan ve Nuri de gümbür gümbür geliyor. Allah nazardan saklasın, millilerimizi.
Ukrayna gibi dişli bir ekibin, dişlerini çatır çatır sökmek her babayiğidin harcı olamaz. Fatih Terim ve evlatlarını kutluyor, Güney Afrika yolunda başarılar diliyorum.
‘’Açık ara...‘’
Önce Beşiktaş, sonra Fenerbahçe’yi izledim. Trabzonspor ve Sivasspor müsabakasını da elbette. Sonra, Galatasaray’ın göze batan eksiklerini izole etmesi halinde, açık ara ligi götürebileceğini hissettim. Rakipleri arasında en çabuk düşünebilen, üstelik uygulayan tarafın Sarı-Kırmızılılar olduğu net olarak gözüktü.
Cim Bom ‘menekşe mendilim düşe, bizden size gol düşe’ diye seslenmekte. Gol yollarında bu denli becerikli bir ekibin, savunma anlayışında bütünleşmesi yetecek. Böylesi bir beklenti, olabilirliği imkansız bir arzu da değil. Daha dikkatli, daha yoğun, elbette temposunu da yükseltmiş bir Galatasaray, engelleri daha kolay aşar. Avrupa Fatihi; büyük düşünmeyi yaşam tarzı edinmiş bir camianın gurur veren futbol temsilcisi. Yani? Asıl hedef Avrupa zirvesi. Rijkaard bu konuda en ehil harita okuyucularından biri. O yollardan sporcu olarak, teknik adam olarak defalarca geçmiş. Böylesi deneyimine harman ettiği engin tevazuu, Galatasaray’ın çok değerli pusulası olmalı.
Futbolcular da nezaketten asla taviz vermeyen, ama içeriğinde son derece önemli mesajlar bulunan, Rijkaard mesajını doğru okumalı! “2-0 öne geçtikten sonra konsantrasyonumuzu kaybettik.” Ne kadar doğru bir tespit. Gaziantep müsabakası esnasında aynı zafiyeti ben de gördüm. ‘Nasılsa üç puan kazanıldı’ diye de görmezden gelemedim.
Paylaştım sizlerle.Hollandalı, futbolculuk ve teknik sorumluluk döneminde hep güven vermişti. Galatasaray döneminde de farklı bir portre örneklemeyeceği çok belli. ‘Gaziantep gibi zorlu bir deplasman kolaylıkla aşıldı nasılsa!’ diyerek, popülizm ucuzluğuna saplanma hakkımız olmadan, gerçekleri paylaşmak zorundayız.
Galatasaray’ın ‘açık ara’ ligi önde götürme şansı vardır... Ama Avrupa standında da, hep zirvede olma tutkusu vardır. Bu tutkunun realiteye geçmesi de, hakkaniyetten yana tespitlerle mümkündür. Eyyam kriterleriyle değil.
Gözünüz aydın!
İzlediğim son iki müsabaka sonrası futbolseverlere, özellikle de Galatasaraylılar’a seslenmek lazım ‘Gözünüz aydın!’ diye. PAF takımında beğenmeye doyamadığım ve sabırsızlıkla yukarıya gelmesini beklediğim Aydın, yukarı çıkmıştı. Çıkmıştı da, ben dahil herkesi hayal kırıklığına uğratmıştı. Sanırım kendisi de, kendisini beğenmemişti.
Geçtiğimiz sezonun son müsabakası sonrası ‘Aydın tatili boşver, mutlaka bir beyin koçu veya mentörle çalış, problemin futbol değerlerinde değil, kafanda’ demiştim. Bilmiyorum uyguladı mı? Ama Rijkaard galiba bu konuda en büyük şansı. Kullandı, kullandı. Aksi halde bizi de kendini de yaktı!
Bravo Beşiktaş
Yıldırım Demirören’in açıklaması sonrası duyduğum alkışlar, Türkiye’nin gönül sesini de yansıtmıştır. Yüreğimizden kopan alkışları... Kızılay gibi mübarek bir kurumun adını formasında hizmet adına taşıyacak kuruma ‘Bravo Beşiktaş, helal olsun Beşiktaş’ denmez mi? Sadece ‘Türk futbolu’ değil, ülke tarihine büyük emekler vermiş camianın, başkanına yakışan bir yaklaşım modelini örneklemiştir Yıldırım Demirören... Dileğim ve duam ‘tüm kulüplerimizin ekonomik sıkıntıları olsa da, böylesi ülke bütünlüğü ve vatandaş dayanışmasına katkı yapabilecek davranışlara girişmesidir.’
Darısı diğerlerinin de başına.
Yunus Yıldırım
Değerli hakem kardeşim verdiği ropörtajda ‘Çocuklarımıza ne renk kıyafet giydireceğimizi dahi düşünmek zorundayız’ demiş. Hemen altta da mahdum bey kucağında bir fotoğraf ve yavrucakta Sarı-Lacivert kıyafet... Yıldırım iyi düşünmüş ve ideal renkleri de galiba bulmuş!
Gezer ve Turan
Gezer müsabakanın tempo sürekliliği, Turan saniyelerle de olsa, avantaj peşindeydi. İkisi de kendi penceresinden haklı yani... Turan büyüğünün işaret ettiği taraftan gitse şık olurdu. Galatasaraylılar en haklı oldukları zamanlarda bile, büyüklerine itaat ettikleri için, daha da büyük olmuşlardır.
‘’Aman dikkat!‘’
Son model, üstelik teknoloji harikası aracıyla yol alan sürücü takla atabilir mi? Atabilir! Mesela mıcırlı alanda, dalgaya düşer, dikkatini dağıtırsa! Kendisini de, aracını da paralar ve hedefine varamaz. Galatasaray’da bu tür tehlike işaretlerini ziyadesiyle gördüm dün gece. Süper Lig yolu, mıcır ötesi tehlikeli.
Galatasaray’ın seçkin ayaklardan oluşmuş bir kadrosu var. Var da yetmez. Beyinsel faaliyetleri de, üst düzeye taşımak gerek. Dikkat, paylaşım gibi mesela. Erkenden iki kolay gol buldular, Arda ve Mustafa’yla. Ama aynı kolaylıkta pozisyonlar da verdiler. Julio Cesar hem cezayı kesti hem de zaviyenin tozunu aldı. Tabata ve Beto da yapardı, Cim Bom’un şansı vardı. Ev sahibi fırsatlarında, konuk savunmada yerleşim, paylaşım ve zamanlama defoları gözlemledim. Bu tür açıklar şans eseri dışarı çıktığında yırtar, filelere takıldığında da yırtılırsınız. Aman dikkat!
Gökhan Zan’ın kafayla kesip, pas niteliğinde indirdiği top, Baros asisti ve Arda becerisiyle gol oldu. Nedendir bilmem Çek golcü, o pozisyondan sonra zayi oldu! Duran toplarda Cim Bom rakip savunmaları ‘grogi boksör’den beter ediyor. Hakan Balta ve Servet’i kovalarlarken, Sarp attı. Bu başarının savunma anlayışında da pekişmesi lazım. Bekliyoruz! Arda’nın hücum pres gösterisi golle süslenmese de, mükemmeldi.
İbrahim kızıl petrolcü. Fakat petrol bulmuyor da, futbolcu buluyor! Tabata’dan sonra, şimdi de Julio Cesar. Araştırma ekibine de bravo. Couceiro sonlara doğru, teknik kapasite katkısıyla sıcak ve yorgunluğun rehavetinden yararlanmak istedi sanki, Erman girdi. Ama Rijkaard da Nonda’yı dahil etmişti. Geçen sezonun fonda’sı, bu senenin formdası 1-3. Üç puanı da kurtaranı! Tabata, penaltı ve 2-3.
‘’Veleddalin amin...‘’
Galatasaray; İsrail’de ‘veleddalin’ demiş, ‘amin’ kısmını da, Ali Sami Yen’e bırakmıştı. İlk 10 dakikada ‘amin’ dediler ve ‘darısı inşallah mayıs sonuna’ diye de dualarını ettiler. Daha ilk yarı yarım düzüne olur, hatta ‘grossa’ sınırları da zorlanırdı da... Netanya başına geleceği farketti, işi sertliğe vurdu. Vites küçülttü sonra ev sahibi ve çatır çatır değil, tatlı tatlı attı gollerini.
Polat ve yönetimine ‘helal olsun’ demezsem, olmaz. Galatasaray’ın böylesi kadro zenginliği, ekonomik derinliği sosyete... Şeyyy ekonomi yazarlarına dahi yazı konusu oluyor ve en usta kalem erbabını dahi şaşkına çevirip ‘değirmenin suyu nereden?’ diye merak içinde bırakıyorsa, bu becerinin sahiplerine ‘helal olsun’ denilmez de ne denir? Frenkçe ‘bravo’ denir.
Sarı-Kırmızılı ekibin aynı anda iki kafa müsabakada oynayabilecek mükemmel bir kadrosu var. İki kadronun harmanından, başa güreşecek bir kadrosu da var. Bu yapıda dengeleri kurduğuna ve herkesle barışık olduğuna şahit olduğumuz bir de dünya markası teknik adamı var. Yanında Neeskens gibi bir marka daha var... O zaman Cim Bomlu’da elbette ümit var.
Galatasaray sadece rakibini elememiş, geleceğe dönük büyük ümitler de vaat etmiştir. Erken saatteki Gaziantep müsabakası, kaynar sıcağın altında elbette zor olacak ama ne olursa olsun bu takım bu sezon her platformda var olacak... İddia ediyorum.
‘’Sayın Erdoğan!‘’
Dört büyükler de dahil, kulüplerimizin ekonomik sıkıntıları ortada. Sadece Yıldırım problemleri aşmış görünüyor ama rakamlar vurgulandığında, Fenerbahçe başkanı dahi sinirleniyor. Demek ki işler tam yolunda değil. Oysa gelirler hiç de küçümsenecek oranda değil.
Problemin kaynağı ne o zaman? Bilinçsizce yapılan transferler ve savrulan gelirler. Bu özür tüm kulüplerin yapısında var. Aslında geçiş dönemi sıkıntısıdır bu. Eski dönem yöneticilerinin ekmeklerinden arttırdıkları kuruşlarla yıllarca nasıl kulüp yönettiği irdelenmeli. Hatta ders olarak belletilmeli.
Geçmişin kulübünü bugünlere taşıyan mübarek insanları, üzerine de mal mülk sahibi yapmıştı. Oysa günümüz sakinleri paçayı malı mülkü satarak kurtarmaya çalışıyor, üzerine de trilyonlarca geliri zayi ediyor. Dikkat edin ülkenin eski zenginlerinin çoğunun yeni yüzleri de aynı yolda. Demek ki sadece kulüp değil, ülke meselesi.
Kurumlaşmayı görmezden gelir, ‘en iyi ben bilirim’ defosuna takılırsa insan, batma yoluna girmiştir. Ehhh bir de denetimin ortadan kaldırılması marifet sayılırsa. Taraftar bilinci de yoksa! Öyle ya, evine somun getirmekte zorlanan babasından, Muro bile isteyemeyecek yapı, aynı şartlardaki kulübünden Ronaldo’yu talep edebiliyor.
Eskiler ne de güzel söylemiş ‘ayağını yorganına göre uzat’ diye. Uzatmayanların durumu da ortada. Yine söylüyorum, şu savurganlıklar bir geçiş dönemidir ve doğru kültür yakalandığında bitecektir. Sabredeceğiz yani...
Ya Anadolu kulüpleri! Sponsor ve reklam gelirleri olmadığı gibi... Tribün hasılatı da, zavallı vaziyettedir. Çok kulüp bütçesini İddaa ve Toto gelirlerine göre düzenlerken bu şansı da yok etmek, gariban Toto’sunun yatmasından farksızdır. Sonu hüsrandır, batmaktır.
Sayın Başbakan; Anadolu kulüplerine vurulabilecek en ağır darbe, İddaa hasılatı meselesini çözünüz. Lütfen.
Doğru mu?
Sakarya çalkalanıyor. Erdoğan’dan Sakaryaspor adına görüşme talep eden Hakan Şükür ve Bülent Uygun, araya çimento fabrikası ve elektrik dosyasını da sıkıştırmış. Aradan geçen zamanda Şükür ve Uygun’dan ses çıkmadığı gibi, Büyükşehir Belediye Başkanı Zeki Toçoğlu’nun da ‘köstebek’ avına çıktığı, yerel medyada yazıldı.
Zeki Toçoğlu köylümdür. Kocacık Türkleri doğru, dürüst ve kellesi gitse dahi memleket çıkarından gram taviz vermeyecek yapıda insanlardır. Toçoğlu da, sülalesi de bu doğrunun en güzel örneklerindendir. Bilirim.
Uygun ve Şükür gerçeği kamuoyuyla paylaşmalı. Bekliyorum.
Nerede görüldüler?
Arda Turan Bodrum’da ex Türkiye Futbol Federasyonu başkanıyla sohbet ederken.
Üstünel İngiltere’de, Lucas Neill’la kahve içerken.
Arda Turan İsrail’de asist fırtınası estirirken.
Ex 9 Erdoğan’a çimento ve elektrik dosyası verirken.
Arda Turan Anjelik sonrası, Tarkan’ı dinlerken.
Bobo ağzında sakız ‘70 milyon’a (!) demeç verirken.
Bilmiyor ki!
Doktor sordu ‘beynin mi sarsıldı?’
Çocuk dedi ki ‘What did you say?’
‘Ha!’ dedi doktor.
Tekrarladı çocuk ‘What did you say sir?’
‘Hafıza da Türkçe de zayi, hastaneye gitmeli!’
Nerede ne yenir?
Süper kupa müsabakasında buz gibi penaltı.
Alex’ten her pozisyonda gol.
Garibanların İddaa’daki isim hakkı. Figer’in ‘Brasil samba’ usulü dolma çeşitleri. Çimento tozuyla, Adapazarlılar’ın temiz havası.Sakaryaspor’u kurtarma (!) toplantısı.
‘’Gelelim sadede!‘’
Galatasaray ve Fenerbahçe’nin farklı galibiyetleri, hangimiz için gurur vesilesi olmadı ki? Nihayet; aynı çanakta olduğumuz, hatta genelde mahcub olduğumuz rakipleri 4’lük, 5’lik etmeye başladık. Gelişen Türkiye’nin, geçmiş standartları aştığının müjdesi olmalı, mutlu perşembe gecesi.
Her iki büyüğün de savunma zafiyetleri var. Hele hele dişli rakipler karşısında, fena halde sırıtabileceği de belirgin. Ama Rijkaard ve Daum bu sıkıntıları aşacak önlemleri alacaktır diye düşünüyorum. Savunma önü ve hücum sorumlularının, direnç ve tempolarını arttırmaları gereğini de sizlerle paylaşıyorum. Şimdi gelelim sadede... Kulüplerin, dolayısıyla Türk futbolunun başında büyük bir bela belirmekte. İddaa’dan futbola aktarılan 153 milyon lira kırpıldı, kırpıldı ve 18 milyon liraya indirilecek bir sistem hazırlandı. Ne demektir bu? Profesyonel kulüp isim hakkı gelirlerinin yüzde 90 oranında kaybolması demektir. Çok da büyük bir tehlikedir!
Özellikle alt ligler için. Çünkü aşağıdakilerin, yukarıdakiler gibi naklen yayın, reklam, vs., gibi gelir kapıları yok. Zaten batma noktası hamili de çok! Bu gelirden de olurlarsa, çoğu kaybolur gider. ‘Doğru yönetim tarzı uygulansaydı, böyle olmazdı’ da diyebilirsiniz. Ama bu konuda bir geçiş dönemi yaşanıyor.
Parayı birden bulanların genel sorununu, kulüpler de yaşadı. Bol kepçe gittiler ve batağa doğru yönlendiler. Kulüpleri başka kültürün insanları yönetmiyor ki... Zamanla doğru yöntemler egemen olacak elbette. Hovardalığın önüne kasa kilitlemek veya geliri yok etmekle geçemezsiniz. Doğru ve planlı denetim modeli, bu özürü önler.
Yani hükümetin görevi, gelir kapılarını kapatmak değil, doğru kullanılmasını sağlamak olmalı. Bu güç ellerinde. Faruk Özak’dan daha donanımlı bir spor bakanı olabileceğini düşünemiyorum. Amatör ve profesyonel futbolculuk. Sonra kulüp yöneticiliği ve Trabzonspor gibi hep zirvede olan ve bunu bir yaşam biçimi haline getiren camianın göz bebeğinin başkanlığı.
TFF’nin başında da kulüp dertlerini çok iyi bilen, Altay eski başkanı var... Sporun başında da, Özak var. Ehhh Erdoğan da eski futbolcu... Bu yoğunlukta kulüpler kesik yerse, yanlış olur. Ayıp olur.
‘’Şeker orta!‘’
Galatasaray dün gece, önce ‘şeker orta’ marifetiyle golü buldu. Tobol sonrası, yine Arda’dan bir ‘şeker orta’ ve Hakan Balta kafa: 1-1. Rijkaard’ın şu an göze batan katkısı, Galatasaray’ın duran top şansını kullanmaya başlamış olması. Basketbol takımı gibi setler hazırlamışlar ve uygulamaya çalışıyorlar. Güzel.
Başka güzellik? Şut perhizi sona ermiş. Önceki müsabakaların, fıtık eden şut kısırlığı yok şimdi. Varsın girmesin, futbolun süsü şutsa, ikramiyesi de gol. Ne kadar çok şut, o kadar fazla şans. Bu çaba durmayan toplardan da ürün verdi ve önce Kewell, sonra Sabri, skoru 1-3’e taşıyıverdi.
Ammaaa irdelenmesi gereken bir arıza da var. Savunma anlayışı! Sadece Ayhan ve Mustafa Sarp gayretleriyle yürümez bu iş. Böylesi rakipler karşısında yürüyor gözükse de, üst düzey müsabakalarda yürümez. Acele keserler cezayı. Gelişim, savunma anlayışında da sağlanmalı. En öndekiler ve Kewell önce niyetlenecek, mecburen de kuvvetlenecek. Başka çare yok.
Leo Franco’nun iyi başladığını söylemeliyim. Magharbeh’in vuruşunu mükemmel çıkardı. Bamidele Yampolsky etkiliydi. Sabri kafa golünde çaresiz kalsa da, ikinci vuruşunu çizgiden çıkartarak olası depremi önledi. Attığı değil, çaktığı golle de galibiyeti... Hatta turu perçinledi.
Aydın’da iyiye doğru bir kıpırdanma gördüm. Bu çocuk yerinde Türkiye’nin en iyisi. İddia ediyorum. Bir niyetlense, tadına doyamayız. Bir tarafta Arda, diğer tarafta o, resital verirler. Arda neler yaptı yine? Bravo. Bir şeker orta da Baros’a, etti mi 1-4... Keita, Barış ve Nonda’yı da izledik ve kadro zenginliği nedeniyle keyiflendik.
Rijkaard’ın yüzü gülüyor... Galatasaraylı’nın gülüyor... ‘19.05.2010’ günü 21.45’te de gülecek inşallah.