Arama

Popüler aramalar

‘’Şimdi ne olacak?‘’

2001 yılında kazanılan şampiyonluğun ardından da görevi bırakan ancak daha sonra camiadan gelen yoğun ‘bırakma’ baskısına dayanamayarak geri dönen Sayın Aziz Yıldırım, bu kez kesinlikle dönüşü olmadığını özellikle vurguladı.100’üncü yıl gibi camianın çok önem verdiği bir yıla girilirken Aziz Yıldırım’ın bu kararı kulübü olumsuz etkileyecektir. Sarı-Lacivertli renklere gönül veren ve karar mekanizmasında yer alan kongrenin bu şokun kolay atlatılması için yapması gereken, iç yapıyı ve Türkiye’deki futbol dinamiklerini çok iyi bilen tecrübeli bir isim üzerinde bir an önce uzlaşıp, Haziran ayı içinde yeni başkanı ve yeni yönetimi ile yola devam edilmesini sağlamak olmalıdır.Ancak burada önemli bir ayrıntı var ki, o da Yıldırım’ın gitmesine rağmen, yönetiminin devam etmesidir. Yani yapılacak olan başkanlık seçiminde aday olacak kişi yönetim kurulu da istifa etmezse bu yönetimle çalışmak zorunda. Bu da aday olmak isteyecek pek çok kişinin hevesini kıracak bir durum.Başkan’ın işaret ettiği gibi yönetimin devam etmesi durumunda akla en yatkını daha önce de bu ekiple çalışmış bir başkan adayı çıkartmak olacaktır.Akıllara gelen ilk dört isim; Osman Yalçın, Hamdi Akın, Sadettin Saran ve Nihat Özdemir. Dördü de Aziz Yıldırım ile birlikte zaman içinde görev yapmış, kulübü yakından tanıyan kişiler.2009 seçimlerinde aday olacağını bir kaç gün önce açıklayan Sadettin Saran, kulüpten aldığı ceza bitmediği için Haziran ayında yapılacak bir seçime girme şansını kaybediyor. Tabi kongre öncesi cezası affedilmezse...Hamdi Akın, yoğun iş temposu nedeniyle belki de başka çekincelerden aday olmayı şimdilik düşünmüyor.Osman Yalçın, hem Sayın Yıldırım ile en uzun süre çalışan yöneticilerden biri hem de aileden olması nedeniyle aslında bu kaosu en kısa sürede bitirebilecek kişi olarak gözüküyor. Tabi başkanlık için ikna edilebilmesi durumunda.Görünen o ki Sayın Yalçın’ın adaylığının sağlanabilmesi camianın menfaatleri açısından en uygunu.Aziz Yıldırım’ın aklından geçen Nihat Özdemir’in başkanlığı formülünün ise kongrede, “yerine vekil tayin etti” imajı yaratacağı kanaatindeyim.Fenerbahçe başkanlarından Sayın Ali Şen’in gölgesi bu kulüp üzerinden Aziz Yıldırım dönemi başlayana kadar kalkmamış, her kötü gidişin ardından Ali Şen’in adı yeniden gündeme getirilmişti. Eğer camiada Aziz Yıldırım’ın ardından gelecekler de bu kez Yıldırım gündemiyle rahatsız edileceklerse camiayı yeniden kaos bekliyor demektir ki, bu sayın başkanın dünkü veda konuşmasında da belirtiği 2010 yılında her alanda başarılı, önü açık Fenerbahçe hedefinin karşısındaki en büyük engeldir.Aziz Yıldırım, bana göre Fenerbahçe tarihinin en başarılı başkanlarından biri belki de en önde gelenidir. Böyle bir başkanın ardından görev yapmak hiç kimse için kolay olmayacaktır. O bakımdan da kongre, camianın çabuk benimseyeceği bir başkanı hemen bulmak yönetim kurulu da yeni başkan adaylarının rahat çalışabilmesi ve kendi ekiplerini seçebilmesi için istifa etmek zorundadır.Aksi takdirde değil 100’üncü yıl şampiyonluğu daha uzun bir süre Fenerbahçe’nin şampiyonluğundan yada sportif başarılarından söz etmek pek mümkün görünmemektedir.

19 Mayıs 2006, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Baraja takılırsan!…‘’

Baraj bizim kaderimiz herhalde. Katıldığımız son iki büyük futbol organizasyonuna baraj maçı yapmadan gidemedik. FIFA’nın Kasım 2005’te yayınladığı sıralamada 11. olan Türkiye, kendisinden altta yer alan ve Almanya’ya gitmeyi garantileyen; İtalya, İsveç, Hırvatistan, Sırbistan-Karadağ ve grubumuzun birincisi Ukrayna kadar iş beceremedi.Bern’e tartışmalarla geldikHiçbir zaman, “Avrupa kıtasından süperiz” dediğimiz, Dünya ve Konfederasyon Kupası 3.’lük apoletlerini taktığımız zamanda bile baraja kalmamazlık yapamadık. Her sektörde olduğu gibi futbolda da kendi gerçeklerini yaşayan bir ırkın evladı olarak, bütçesi kabarık, ama seyir zevki olarak kabartma tozunun bile kurtaramayacağı bir Süper Lig’i izlerken, ortaya ‘Yıldırım’ gibi düşen, ‘Yabancı sayısı serbest olsun mu, olmasın mı?’ gündemiyle, yeni bir barajın önüne geldik.Futbolumuz acizdi!Yarım İstanbul nüfuslu İsviçre, FIFA’nın 38. sırasından barajı kurarken, ilk yarım saatte ve hatta 90 dakikada İsviçre saatlerinin kalitesini ortaya koydu. Devreyi 1-0 yenik kapatmamız, aslında şanssızlıktan ziyade şansla açıklanabilecek bir durumdu bizler adına. Bu tip maçlardan sonra yetkililer tarafından yapılan, “Bu tip maçlarda iyi futboldan çok sonuç önemli” açıklamaları, her ne kadar toplumca alışık olduğumuz bir mazeretse de, futbol aczinin bu kadarı da kanımıza dokundu doğrusu.Önemli olan sonuçtur ama...Bizler 70’li yıllarda, çocukluğumuz ambargo içinde geçerken, keçiboynuzundan yapılan çikolatalara alışmıştık ama 2000’li yıllardaki yeni nesle, böyle keçiboynuzu gibi futbol seyrettirmek ne kadar yakışıyor bir önceki kupanın 3.’süne!..2-0 biten maçtan sonra İstanbul’da barajı geçer miyiz, geçmez miyiz bilemem. Resultante İmportante (Önemli olan sonuçtur) ama biraz da İsviçre çikolatası yiyelim lütfen!

13 Kasım 2005, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’En kahraman hocalar!‘’

Galatasaray’ın 100’üncü yılını Federasyon Kupası’nı Fenerbahçe’ye 5 atıp alarak taçlandırmasının ardından, bu hafta sonu da büyük bir ihtimalle şampiyon belli olacak hem de Fenerbahçe - Galatasaray maçıyla.Bundan iyisi can sağlığı. Her iki takımı da heyecanı bu zamana kadar taşıdıkları için tebrik etmek gerekiyor aslında.Özellikle de hocalarını.Daum ve Hagi bu ligin gerçek kahramanları oldular bir anlamda. Tarihinin en pahalı kadrolarından birini yapan, dünya çapında yıldızları bünyesine katan Fenerbahçe’nin hocası Daum olmayıp da bir başkası olsaydı bu yarış bu kadar uzun sürer miydi?Ya da Hagi, takımının puan kaybettiği maçlarda türlü türlü garipliklere imza atmasaydı, şimdi ligi çoktan zirvede bitirmiş olup bu derbinin tadını kaçırmaz mıydı?Bu sezon, iki dev takımın iki büyük hocasının yaptıklarıyla kayıtlara geçecek artık.Sezon bitip, şampiyon olacak takımın da kutlamaları tamamlandıktan sonra düşündüğümüzde bu lige dair çok eğlenceli şeyler de hatırlayacağız aslında.Mesela daha geçen hafta 20 bin kişi ile gösteri yapıp Fenerbahçe’yi lige katakulli karıştırmakla suçlayan Trabzonsporlunun, bir hafta sonra Şampiyonlar Ligi’ne gidebilmek için Fenerbahçe’nin Galatasaray’dan alacağı 1 puana dua etmesi gerektiği ama o puanın da hiç sevmediği Fenerbahçe’yi şampiyon yapacağı ikilemiyle boğuşacağını kim düşünebilirdi.Ya da Galatasaray’ın 100’üncü yılında hem de Ali Sami Yen’de, hem de ezeli dostu ve rakibi Fenerbahçe’nin Ankaragücü’ne yenildiği hafta, şampiyonluk avucunun içine kadar gelmişken, Şampiyonlar Ligi’ni bile tehlikeye atacağını kim öngörebilirdi.Hele şu lig bir bitsin çok eğleneceğiz.Daum kalabilir!Fenerbahçe yönetimi “hocamızla anlaşmaya çalışıyoruz” diyedursun yönetimin içinde ciddi boyutta bir Daum muhalefetinin bulunduğunu biliyoruz. Hep destek veren taraftarın da Daum’dan sıtkının sıyrıldığı bir gerçek. Sezon sonunda “Gitsin mi kalsın mı” tartışmalarının alevleneceğini düşünmek için kahin olmak gerekmiyor.Sarı-Lacivertli yönetim, bu spekülasyonlara yaptığı açıklamalarla engel olamaz. Olması için icraata geçip sözleşmeyi yenilemesi gerekir.Bence de sözleşme yenilemelerinde hiç bir sakınca yok. Daum kariyeri belli bir hoca, ancak yine de Aziz Başkan’a imzadan önce Özhan Bey’le bir konuşmasını salık veririm. Eğer o Hagi ile yollarını ayıracaksa, Daum’un kalması yeniden gözden geçirilmeli, yok eğer Hagi kalıyorsa sorun yok!Atay Aktuğ’a sorum var!Fenerbahçe-Trabzonspor maçında Cem Papila’nın yaptığı hakem hataları yüzünden puan kaybeden Bordo - Mavili takımın başkanı sayın Atay Aktuğ, sert açıklamaları ile dikkat çekmişti. Başkan o kadar sertleşti ki, Trabzon halkı 20 bin kişinin üzerindeki kalabalık ile meydanlarda birikip yürüyüş bile yaptı, takımın hocası Şenol Güneş, tarzını değiştirip “Seneye sadece futbol oynamayacağız” şeklinde garip bir açıklama ile başkanına destek verdi. Başkanı çileden çıkartan ise takımının parasının hakemlerce ona göre “gasp”ıydı. Trabzon Şampiyonlar Ligi hedefinden uzaklaşarak olası bir 10 milyon YTL’lik kayba uğramıştı.Şimdi ŞL hedefi yine tabak gibi önlerinde hem de bir hakem hatasıyla. Galatasaray - Gençlerbirliği maçında Yunus Yıldırım’ın, durum 1-0 iken Song’un kafasını Mustafa Özkan’ın eliyle blok yapmasını penaltı olarak değerlendirmemesi maçın dönüm noktasıydı. Ya da Ribery’e yapılan yıldırıcı faullere bir kart çıkmaması ve dahi Erkan’ın topu elle kesmesine penaltı ve kırmızı kart verilmemesi de tartışılabilir. Bunlar hep ciddi hatalardı. Bu hatalar Galatasaray’ı belki şampiyonluktan etti. Belki de Şampiyonlar Ligi’nden bile edecek, Trabzonspor’u oraya itecek. Şimdi soruyorum, Galatasaray’ın hakları için de bir yürüyüş düşünür müsünüz?..

17 Mayıs 2005, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçeli Nicolas Anelka‘’

Anelka’nın resmen Fenerbahçeli olduğu önceki gün, iki yönetim kurulu üyesi bu transferlerle ilgili mesajlar verirken, yine medyadan bahsetmeden edemediler. Önce FBTV’de ekrana çıkan Murat Özaydınlı, hatırladığım kadarıyla şu mealde konuştu, “Fenerbahçe büyük kulüp ve transferi istediğimiz şartlarda bitirdik, medya da çok adı geçti diye almadık. O günler eskidendi.”Şimdi aklıma doğal olarak şu soru takıldı. Eskiden bu yönetim medyaya adı yansıyan futbolcuyu sırf bu yüzden mi alıyordu? Umarım böyle olmamıştır. Olduysa büyük yanlış yapmışsınız. Kimbilir ne paralar boşa harcanmıştır. İkinci olarak transferin kahramanı Hakan Bilal Kutlualp, ayağının tozu ile indiği Sabiha Gökçen Havaalanı’nda geçti mikrofonların başına ve dedi ki, “Böyle futbolcular kolay kolay gelmiyor Türkiye’ye. Anelka’nın burada mutlu olması için herkese görev düşüyor”. Ve ekledi Kutlualp, basına, taraftara, takıma falan filan.Ve bir de öğüt verdi, “Eleştirileri dikkatli yapalım, çocuğu üzmeyelim” diye. Burada anlayamadığım birşey var. Fenerbahçe taraftarı zaten her futbolcusunu bağrına basar, takım arkadaşları, takımdaşlık ruhu adına zaten Anelka’yı benimsemeli de, basına ne oluyor. Fransız yıldız, burada başarılı olamazsa basın ne gibi bir görev üstlenmeli?Herşey Fenerbahçe’nin istediği gibi olursa, Nicolas ödenen paraları hak edecek futbolu oynar, başarılı olursa, basın neden bu futbolcuyu olumsuz eleştirsin? Ya da tam tersi, Anelka, Fenerbahçe’de başarısız olur, uyum sağlayamaz, sürekli sorun çıkartırsa neden eleştirmesin?Özellikle büyük takımlarımızın başarısı basın için tiraj demek, siz hiç merak etmeyin, basın bindiği dalı kesmez. Siz işinizi iyi yapın, en güzel eleştirileri okursunuz.Dayan RızaYanılmıyorsam iki yıl önceydi, Rıza Çalımbay Milliyet’in “Yılın Teknik Direktörü” ödülünü aldığı zaman. Beşiktaş’ın Atom Karınca’sı futbolculuk hayatından sonra yeni yaşamında da başarılara imza atmaya başlamış, Milliyet okuyucuları da oylarıyla onu ödüllendirmişti. Aradan geçen zamanda Rıza hoca daha da pişti ve zorlu bir dönemde yetiştiği yuvadan görev çağrısı aldı. Umarım başarılı olur.Peki ya olamazsa. Onun cevabını Başkan Yıldırım Demirören vermiş CNN Türk’ün Santra programında. “10 yıl Beşiktaş’ta Türk hoca çalışamaz.” Bir başkan da ancak bu kadar sokar hocasını stres altına. “Ya başarılı ol, ya da sen ve diğer Türk arkadaşların biter Beşiktaş için”. Demirören başarının kıstasını açıklamalı, ilerde bir gün muhalefetten biri çıkıp da, “Bu yönetim başarısız, 10 yıl bir daha bu kapıdan giremezler” derse, biz de “Yapmayın; bu bir geçiş dönemi, bakın iyi planları, projeleri var” falan gibi yorumlarla kendimizi yormayalım.BabamaBugün birinci yıl. Umarım gittiğin yerde keyfin yerindedir. Beni soracak olursan pek iyi değilim. Kendimi daha yorgun hissediyorum. Meğer ne çok yük kaldırıyormuşsun da anlayamıyormuşum.Oğlun

01 Şubat 2005, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gerçek bir rezalet‘’

Gerçi olay Alaattin Metin imzasıyla Akşam Gazetesi’nde patladıktan sonra uyduruk bir açıklama ile “Böyle birşey yok” dediler ama böyle bir şeyin olduğunu Alman tarafı bile doğruladı. Kaldı ki, ülkemizde futbolun içinde çok önemli görevlerden birinde olan bir arkadaşımızın ilk tepkisi de “Yapmayın ya, basına nasıl yansıdı” şeklindeydi. Evet, malesef olay doğru yani sayın başkan Bıçakcı’nın Alman çalıştırıcı ile bir görüşme yaptığı kesin. Gerçi ben işin bu tarafında değilim. Futbol Federasyonu bir işverendir ve işveren olarak da kiminle çalışıp çalışmayacağının kararını da onlardan başkası veremez. Beni düşündüren, Ersun Yanal’a olan güvensizlik bu denli had safhada, yönetimi alternatif arayışlarına itecek düzeydeyken oynadıkları, “Biz hocamızın arkasındayız” tiyatrosu.Geldikleri günden beri yaptıkları icraatları bir hatırlayalım. Önce maaşları tartıştırdılar, sonra primleri halka arzettiler, A milli hocanın alt takımlardaki yardımcılarını onlar belirlediler, uyuşmazlık başlayınca “Ersun tek patrondur” dediler ama dediklerini dinletemediler, bir sorumlu yetmez diye düşünmüş olacaklar ki, A milli takıma 4 sorumlu birden tayin ettiler, organizasyon konusunda yıllardan beri neredeyse kusursuz çalışan Can Çobanoğlu’nu vasıfsızlaştırmak adına bin türlü oyun çevirdiler. Ve hâlâ 2006 Dünya Kupası’na gitmek için bu ekipten iş bekliyorlar.Elindeki tek takımı bu kadar kötü yöneten bir federasyon, tüm futbolu nasıl yönetecek gerçek bir soru işareti.Kendi aralarında da iletişim ve uyum problemi olduğu açık... İdeal ve vizyon birliği ile yola çıkmadıkları için her gün bir defoları daha ortaya çıkıyor. Mesela, Serdar Güzelaydın, Hitzfeld’le konuşulma haberi çıkınca, “Haberim yok. İki olasılık var. Ya Hitzfeld yalan söylüyor, ya da kendisiyle konuşan kişi haddini aşan bir yetkisiz” ifadesini kullanıyor. Evet, konuşma da doğru, Güzelaydın’ın demeci de... Ama Bıçakcı’dan ses çıkmıyor. Akıllara hac farizesini gerçekleştirmeye giden Hasan Doğan’ın olmayışı geliyor. “O olmayınca mı herkes konuşmaya başlıyor” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Ya da dün federasyon genel sekreterliğine getirilen Lutfi Arıboğan’la ilgili asbaşkan Şekip Mosturoğlu’nun önceki gece, “Ona karşıyım. Futbol ailesinden biri olmalı” deyişi... Ya da Zekeriya Alp’in Bilal Meşe’ye söyledikleri: “Bu nasıl iş kardeşim.. Herşeyi medyadan öğreniyoruz. Başkan teklifte bulunmuş olsa haberimiz olurdu” deyişi. Kimsenin kimseden haberi yok. Her kafadan bir ses çıkıyor. Susmayı bile beceremiyorlar. Olur da elenirsek - ki bu koşullarda sürpriz olmaz - kimse, “Ne yapalım kardeşim Yanal yapamadı” demesin. Derlerse emin olun bizim de daha çok söyleyeceğimiz olur. Nereye gideceğini bilmeyen kaptana hiçbir rüzgar yardım etmez. Şaşkın şaşkın davranmayın, hedefinizi belirleyin ve o hedefe gidin.Tsira’dan Zeynep’eNisan ayıydı yanılmıyorsam, gerçi yanılsam da çok önemi yok aslında. İyi hatırladığım şey bizim Hakan (Can) ile birlikte gazeteden çıktığımızda vakit hayli geçmiş, karşıya geçerken insanı canından bezdiren TEM yolu iyice açılmıştı. Hakan da o gece tanıştı Kazım Koyuncu ile. Arabanın CD çalarında Kazım’ı dinlerken, o bana baba olma fikrine henüz adapte olamadığından bahsediyordu. Deli gibi heyecanlıydı. Bana neyse, ben de deli gibi heyecanlıydım. Belki daha önceki sohbetlerimizde Bahar’ının bu konudaki duygularını anlattığı içindi. “Kız olursa” dedim adı “Tsira” olsun. “O ne” der gibi baktığında ben çoktan beşinci parçayı çalmaya başlamıştım bile. “Tsira” - ki okunuşu Sira - o zaman (ki hâlâ öyle) en beğendiğim kız ismiydi. Hakan’ı kandıramadım. O kızına Zeynep ismini koydu. Artık baba olmanın ne demek olduğunu da biliyor. Zeynep Can bugün 12 günlük. Allah ona mutluluklarla dolu uzun bir ömür versin.Hayırlı olsunHer ne kadar göreve getiriliş tarzını onaylamasam da Lutfi Arıboğan’a yeni görevinin hayırlı olmasını diliyorum.

18 Ocak 2005, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Üstün zekalılara bir hikaye daha!‘’

Tekerlekler TEM yolunda birikmiş su birikintisine hızlıca girince araba kendini hafifce kızakladı. Tek eliyle tuttuğu direksiyona biraz daha sıkı sarılırken, diğeriyle de ceketinin yan cebinden çıkardığı telefonu çevirmeye başladı. Canını sıkan, takımının aldığı beraberlikten çok, maçın hakeminin göz göre göre bariz penaltıyı çalmaması olmuştu. Yönetici arkadaşlarını, hakem konusunda bir iki demeç vermeleri konusunda uyardıktan sonra stadın arka tarafından arabasına atladığı gibi yola çıkmış, önce doğruca eve gitmeyi düşünürken kararından vazgeçmişti.Telefon daha ikinci çalışta açıldı. Numarayı tanıdığı için açan, “Merhaba” diye başladı. - Çok üzüldüm, şimdi kimbilir ne kadar kızgınsındır. Neden böyle oldu? Maçla çok da alakası olmayan biriyle aslında bu tip muhabbete girecek hiç havası yoktu, ama cevaplamak zorunda kaldı.- İyi değildik işte.. Ne bileyim. Doğru dürüst pozisyona bile girmiyorlar serseriler. Böyle şey olmaz.- Takma kafanı. Bir yolunu bulursun sen.- Daha ne bulucam ya. Daha ne bulucam. Her istediklerini yapıyoruz. Sağda solda gezmekten maça çıkacak halleri kalmıyor.- Üzülme.. Uğrayacak mısın?Bir anda kafasında şimşek çaktı. içinden “Hayır!” demek geldi.- Bu akşam olmaz. Canım sıkkın.Karşısındakinin kırılacağını da biliyordu. Durumu kurtarmak için muhabbeti değiştirdi.- Peki sen nasılsın. Gözlerin düzeldi mi? Yoksa yanmaya devam mı ediyor.- İyiyim şimdi. Ağrım kalmadı gibi.- Çok iyi. Biraz işlerim var, sonra tekrar ararım.Konuşma kısa sürmüştü. Aslında aramak istediği de o değildi, ama tüm demeçlerin bitmesi, hesap soracağı kişinin zaman kazanması için araya sokmuştu bu konuşmayı.Yeniden evine gitmeye karar verdi ve yön değiştirdi. Artık otoyoldan çıkmış şehrin içine girmişti. Lüks arabanın kadranında, gece kulübünün neon lambaları gibi parlayan digital saate baktı.Maç biteli bir saatten fazla olmuştu. Tam sırası diye düşündü ve telefonu yeniden eline alarak, çevirdi.Çalma tonu kulağında yankılanmaya başladı. 1-3-5 bir türlü açılmıyordu. Öfkesi daha da arttı. Cevap gelmeyince makine otomatik olarak hattan düştü.Aslında bu cep telefonu işleriyle pek alakası yoktu ama çevir tuşuna iki kez üst üste basınca tekrar arama yaptığını da öğretmişlerdi ona.Öğretileni yaptı.Bu kez ikinci çalışta beklediği yanıtı aldı.- Alo- Nerdesin ya. Arıyorum açmıyorsun.- Duymadım abi. Yanım çok kalabalıktı.- Hani ayarlıydı ulan herşey. O şerefsizin vermediği penaltıyı görmediniz mi. Nasıl ayar ulan bu?- Abi valla tamamdı.- Dalga mı geçiyorsunuz siz benimle. - Yok abi, olur mu öyle şey. Bütün hafta uğraştık. İki gece üst üste alem bile yaptırdık, kendisi bizzat bana söyledi “merak etmeyin” diye.- Eee. Neden peki oğlum?- Abi beş dakika evvel konuştum yine. Çok üzgün. Yemin ederim basiretim bağlandı çalamadım diyor. - Nasıl bağlanmış ulan. Hareket bariz penaltı. Uydurması gerekse neyse. Nasıl iş ulan bu. Elaleme olmayan çalınıyor. Bizim tamam dediğimiz olanı vermiyor. - Telafi edecekmiş abi. Öyle dedi.- Ne telafisi sinirlendirme beni. Benim şampiyonluğum gidiyor, sen telafi edecek diyorsun.- Bekleyelim abi. Söz verdi.- Söyle ona, onu bitiririm. Aynen böyle söyle.- Tamam abi ileticem. Üzülme hallederiz.- Tamam tamam. Hadi iyi akşamlar.Telefonu kapatıp, yine yan cebine attı. Otomatik garaj kapısınının önünde durdu. Uzaktan kumanda ile açarken, “Beceriksizler” diye mırıldandı.

04 Ocak 2005, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’3608'e bir bakın sayın vali‘’

Futbolun gündemi, oyun değil, ölüm oldu bu hafta. Aslında ölüm olmadan da bunlar konuşulmalıydı. Konuşuldu da ama konuşanların sesi vızıltı geldi yetkililere.Onlar, tribün terörünü merdivenleri boş bırakmakla eş tutanları dinlemekten, önlerini göremez hale geldiler. Şu anda sayın İstanbul Valisi’ni dinliyorum CNN Türk ekranında canlı olarak (saat 14.30). “Merdivenleri boşaltamazsak bu işin önüne geçemeyiz” diyor. Sen böyle diyorsan geçme zaten sayın valim. Belli ki ne taraftarı tanıyorsunuz, ne neler yapabileceklerini biliyorsunuz. Belli ki dersinizi hiç çalışmamışsınız ve belli ki, hiç bir zaman da öğrenemeyeceksiniz. Sorun yalnız İstanbul’un sorunu değil ama böyle bir megapolün en büyük mülki amirinin en başta bilmesi gereken konuların başında bu geliyor. Çünkü bu toplumun en büyük ilgi alanlarının başında “sakat futbolumuz” geliyor.Diyorsunuz ki, “5149 sayılı kanunun en iyi şekilde uygulanmasına çalışacağız”. Ben de diyorum ki çıkartılan kanun büyük yenilikler getirmesine rağmen eksik. Bu iş için yapılmış, A’sından Z’sine kadar pek çok detay düşünülmüş 3608 sayılı Avrupa Sözleşmesi zaten var. Meclisten 5149 mu çıktı? Biz size iyisini verelim, siz megapolünüzde onu uygulatın.Tabii eğer isterseniz.Bir gece önce yine CNN Türk’te Sayın Bakan konuşuyor, “Niye kavga ediyorlar?”, sunucu araya giriyor, “Ben de onu merak ediyorum”. Sayın Bakan devam ediyor, “Acaba bölüşemedikleri bir şey mi var”?. Güler misin, ağlar mısın?Sayın bakanım, sunucu arkadaş belli ki soramayacak, bari sen bildiklerinden bahsetsene. Devletten büyük güç mü var da siz bile “acaba” ile konuşuyorsunuz?Önceki günkü Beşiktaş - Çaykur Rize maçından rakamlar vererek devam edelim yazımıza.Siyah-Beyazlı yönetimin bu sezon için İnönü Stadı’nın tamamında sattığı toplam kombine bileti adedi 5500 civarı.Önceki günkü maça yaklaşık 7000 adet günlük bilet girişi yapılmış. Bunun 4400 kadarı bedava verilmiş. Bu bedavaların 3500 kadarı sponsor firmalara müşterilerine dağıtsın diye gitmiş. 500 tanesi kulübün amatör şubelerine, 300 tanesi yöneticilere, 100 tanesi de kapalı tribüne verilmiş.Dünkü karşılaşmada biletle içeri giren 12 bin 500 kişi olmalı.Ben de iddia ediyorum ki an az 15 bin kişiydi. Bu kalabalık, ellerindeki bileti dışarıda okutup, kendileri tehditle, ya da diğer yollarla içeri giren tribün çeteleri ve arkadaşları. Bunları bilmeyen var mı acaba devlet kademelerinde?Bilet başı 10 milyon kazansalar 2 bin 500 kişide eder 25 milyar, hadi diyelim 5 milyon; etti 12.5 milyar. Allah bereket versin.Bu örnekleri veriyorum diye bu işin salt Beşiktaş’ın sorunu olduğu zannedilmesin. İrili ufaklı her takımımızda böyle çıkar grupları, kulübün içine yerleşmiş durumda. Bizzat taraftarların yönettiği kulüplerimiz var.İlerleyen haftalarda bu takımlardan bazıları kümede kalmayı veya kalamamayı garantilesin, o zaman göreceksiniz siz “iddaa” maçlarının nasıl biteceğini.Büyük illegal rantı kurutamazsanız ne şiddeti önleyebilirsiniz ne şikeyi.Bunu böyle bilin.Yöneticiler, çeşitli nedenlerle tribün liderlerine bilet veriyorlar. O yöneticileri deşifre edebilecek misiniz devlet olarak? Siz ona bakın.Fan - Etik sayfasında Cem Can yıllardan beri reçetenin nasıl olması gerektiğini yazıp duruyor. Okursunuz, öğrenirsiniz yaparsınız. Bunlar aşılabilir konular. Önemli olan futbolun asıl patronlarına dokunup, dokunamamak meselesi.Gülen güvenlik vuran güvenlikLig TV’de yayınlanan Maraton programınında, yönetmen arkadaş bir görüntüyü yakalamış ve ekrana getirmiş. Bıçaklanan Cihat için kapalı tribün tek tek boşaltılırken, saha içinde oluşturulmuş güvenlik çemberinde bir güvenlikçi arkadaş birileriyle şakalaşıp gülüşüyordu.Sırtında nal gibi “Security” yazan bu arkadaşın gülüp gülmemesi, beni o kadar da fazla ilgilendirmiyor. Bir Beşiktaş sevdalısının öldürüldüğü statdaki ortamdan etkilenmiyorsa bu onun bileceği iş. Benim ilgilendiğim, bu güvenlikçi arkadaşın, bir sene önce koridorda arbede çıkan Beşiktaş-Galatasaray derbisinde eski Beşiktaşlı Ayhan’a yumruk atan, bu yüzden de Serdar Bilgili tarafından işten çıkartılan, yeni yönetimle birlikte Kıvanç Oktay’ın yeniden işe aldığı arkadaş olması. Garip ama gerçek.

23 Kasım 2004, Salı 03:31
YAZININ DEVAMI

‘’Öyle deme başkan!‘’

Levent Bıçakcı dedi ki gazetemizi yaptığı ziyaret sona erip bizlerle vedalaşırken, “Bu şike iddialarından birşey çıkmaz”. Hani şu bizim, birşeyler çıkartıp temizlik beklediğimiz Futbol Federasyonu Başkanımız. O da böyle söyledikten sonra, bana ne. Eski Futbol Federasyonu Başkanı’mız Haluk Ulusoy’un tabiri ile, “Ben ne konuşayım ben miyim bu köyün enayisi?”Böyle mi söylemeliyim ben de acaba? Bilemedim. Yok aslında biliyorum da bayram bayram, bayramlık ağzımızı açmayalım istedim. Hele şu mutlu olmaya çalıştığımız günler bitsin de, cümbür cemaat ailecek, mutlu mesut yine yazacak bir hikaye buluruz. Biz bulamazsak da bulmamız için ellerinden geleni yapar nasıl olsa arkadaşlarımız.

16 Kasım 2004, Salı 03:31
YAZININ DEVAMI