MENÜ

Gerçek bir rezalet

Abone Ol Google News
Haberin Devamı

Gerçi olay Alaattin Metin imzasıyla Akşam Gazetesi’nde patladıktan sonra uyduruk bir açıklama ile “Böyle birşey yok” dediler ama böyle bir şeyin olduğunu Alman tarafı bile doğruladı. Kaldı ki, ülkemizde futbolun içinde çok önemli görevlerden birinde olan bir arkadaşımızın ilk tepkisi de “Yapmayın ya, basına nasıl yansıdı” şeklindeydi. Evet, malesef olay doğru yani sayın başkan Bıçakcı’nın Alman çalıştırıcı ile bir görüşme yaptığı kesin. Gerçi ben işin bu tarafında değilim. Futbol Federasyonu bir işverendir ve işveren olarak da kiminle çalışıp çalışmayacağının kararını da onlardan başkası veremez. Beni düşündüren, Ersun Yanal’a olan güvensizlik bu denli had safhada, yönetimi alternatif arayışlarına itecek düzeydeyken oynadıkları, “Biz hocamızın arkasındayız” tiyatrosu. Geldikleri günden beri yaptıkları icraatları bir hatırlayalım. Önce maaşları tartıştırdılar, sonra primleri halka arzettiler, A milli hocanın alt takımlardaki yardımcılarını onlar belirlediler, uyuşmazlık başlayınca “Ersun tek patrondur” dediler ama dediklerini dinletemediler, bir sorumlu yetmez diye düşünmüş olacaklar ki, A milli takıma 4 sorumlu birden tayin ettiler, organizasyon konusunda yıllardan beri neredeyse kusursuz çalışan Can Çobanoğlu’nu vasıfsızlaştırmak adına bin türlü oyun çevirdiler. Ve hâlâ 2006 Dünya Kupası’na gitmek için bu ekipten iş bekliyorlar. Elindeki tek takımı bu kadar kötü yöneten bir federasyon, tüm futbolu nasıl yönetecek gerçek bir soru işareti. Kendi aralarında da iletişim ve uyum problemi olduğu açık... İdeal ve vizyon birliği ile yola çıkmadıkları için her gün bir defoları daha ortaya çıkıyor. Mesela, Serdar Güzelaydın, Hitzfeld’le konuşulma haberi çıkınca, “Haberim yok. İki olasılık var. Ya Hitzfeld yalan söylüyor, ya da kendisiyle konuşan kişi haddini aşan bir yetkisiz” ifadesini kullanıyor. Evet, konuşma da doğru, Güzelaydın’ın demeci de... Ama Bıçakcı’dan ses çıkmıyor. Akıllara hac farizesini gerçekleştirmeye giden Hasan Doğan’ın olmayışı geliyor. “O olmayınca mı herkes konuşmaya başlıyor” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz. Ya da dün federasyon genel sekreterliğine getirilen Lutfi Arıboğan’la ilgili asbaşkan Şekip Mosturoğlu’nun önceki gece, “Ona karşıyım. Futbol ailesinden biri olmalı” deyişi... Ya da Zekeriya Alp’in Bilal Meşe’ye söyledikleri: “Bu nasıl iş kardeşim.. Herşeyi medyadan öğreniyoruz. Başkan teklifte bulunmuş olsa haberimiz olurdu” deyişi. Kimsenin kimseden haberi yok. Her kafadan bir ses çıkıyor. Susmayı bile beceremiyorlar. Olur da elenirsek - ki bu koşullarda sürpriz olmaz - kimse, “Ne yapalım kardeşim Yanal yapamadı” demesin. Derlerse emin olun bizim de daha çok söyleyeceğimiz olur. Nereye gideceğini bilmeyen kaptana hiçbir rüzgar yardım etmez. Şaşkın şaşkın davranmayın, hedefinizi belirleyin ve o hedefe gidin. Tsira’dan Zeynep’e Nisan ayıydı yanılmıyorsam, gerçi yanılsam da çok önemi yok aslında. İyi hatırladığım şey bizim Hakan (Can) ile birlikte gazeteden çıktığımızda vakit hayli geçmiş, karşıya geçerken insanı canından bezdiren TEM yolu iyice açılmıştı. Hakan da o gece tanıştı Kazım Koyuncu ile. Arabanın CD çalarında Kazım’ı dinlerken, o bana baba olma fikrine henüz adapte olamadığından bahsediyordu. Deli gibi heyecanlıydı. Bana neyse, ben de deli gibi heyecanlıydım. Belki daha önceki sohbetlerimizde Bahar’ının bu konudaki duygularını anlattığı içindi. “Kız olursa” dedim adı “Tsira” olsun. “O ne” der gibi baktığında ben çoktan beşinci parçayı çalmaya başlamıştım bile. “Tsira” - ki okunuşu Sira - o zaman (ki hâlâ öyle) en beğendiğim kız ismiydi. Hakan’ı kandıramadım. O kızına Zeynep ismini koydu. Artık baba olmanın ne demek olduğunu da biliyor. Zeynep Can bugün 12 günlük. Allah ona mutluluklarla dolu uzun bir ömür versin. Hayırlı olsun Her ne kadar göreve getiriliş tarzını onaylamasam da Lutfi Arıboğan’a yeni görevinin hayırlı olmasını diliyorum.

YORUM YAZ