‘’Dramatik bitti‘’
Keşke 120’de eşitlik bozulmazsa, iş atan galibe dönse... Atması bir dert, tutması bir dert sahanın içinde, dışında seyretmesi bambaşka bir dert. Neresinden bakarsan bak kaybedene çok acı.Alman defansının göbeğinde iki tane 1.90 üstü dev var. Alman takımı genelde selvi boylu ama 1.77’lik Ayala, Riquelme’nin ortasına gelip, Klose’nin yanından yılan gibi kıvrılarak golü attığında Berlin Olimpiyat Stadı şoka girdi.Koca bir ilk yarı heba olduktan sonra ikinci yarının hemen başındaki bu golden sonra da maça heyecan da geldi. Eskiden ‘salata’ diye bir mizah dergisi vardı. Tanıtımında, aşk, kan avanta ve lavanta hepsi burada derdi. İşte aynen öyle maç oldu. Çamur, çirkeflik, itme-kakma, yatma kalkmama, maç sonunda kavga, futbol içi futbol dışı her şey. Kavga kısmı hariç bana göre güzeldi.90 finali de böyle olmuştu. Arjantin o maçın 90 dakikasını 9 kişiyle tamamlarken, futboldan bol kavga seyretmiştik. 86’da da Maradona’ya rağmen bol itiş-kakış ama müthiş zevkli mücadele. Demek ki Arjantin-Almanya maçlarının kaderi bu.Lehmann’a karşılık Abbondanzieri olsaydı sonuç değişik olur muydu? Belki... Ama Lehmann, Riquelme’yi bir kez daha yıktı. 25 Nisan’da onun penaltısını kurtararak takımını Şampiyonlar Ligi dışına itti. Dün de arkadaşlarının penaltılarını çıkartarak Arjantin’i. Almanya, golü yediğinde burada basın tribünündeki ekranda Beckenbauer’i gösterdi allak bullak suratıyla. 74’deki turnuvada takımının kaptanı, 90’da takımının teknik direktörü olarak kupayı kaldıran İmparator, belli ki organizasyon komitesinin başı olarak da FIFA Dünya Kupası’nı çok istiyor. Ne kariyer ama... Klinsmann ona bunu vermezse herhalde Amerika’daki evine geri döner. Yeni takımı da ABD olur. Almanya’nın yolu artık bana göre finale çıkar. 2002’nin rövanşını yaşar mıyız daha söylemek için erken ama galiba en iyisi o olur. Ama 66’nın rövanşını yaşamak bakın işte o korkutucu. İngiltere- Almanya maçında da 9 Temmuz’da Berlin’i düşünmek bile ürpertici.Yarın (bugün) Frankfurt’dayım. Brezilya’yı seyretmeye gidiyorum. Umarım artık Brezilya gibi oynarlar.
‘’Ay çarpması‘’
Dünkü İtalya-Amerika futbol ilişkisinde de on numara oyun izlemek için öğlen saatlerinde arabamızla yola çıkıp Kaiserslautern yollarına düştük. Efsane Alman futbolcusu Fritz Walter adının verildiği stada geldiğimizde henüz büyük taraftar kalabalığı şehir merkezinde eğelenmekle meşguldü.Kaiserslautern’in bir özelliği ABD toprakları dışında Amerikalılar’ın nüfusunun en yoğun olduğu yer. Yakınlardaki Ramstein hava üssünden dolayı buralarda 40 binlik bir Amerikalı nüfusu ikamet ediyor. Yani kendi topraklarındaki maçlarda bile Amerikalılar takımlarını candan destekleyecek bir kalabalık bulamazlardı. Dünyanın neresinden takım gelirse gelsin, oradan göç etme 100 binlerin hatta milyonların yaşadığı bir ülkenin milli takımının da böyle ufak dertlerinin olması normal. Şehir tercihi ABD’nin arka bahçesindeki son kalelerinden Paraguaylı hakemin ilk maça verilmesinden sonra FİFA tarafından bu takıma yapılan kıyak mıydı onu da tam olarak kestirmek zor (Gerçi Polonya ile oynanan Mart’taki hazırlık maçında Amerikalılar’ın bu stadı doldurduğu biliniyordu) ama Avrupa Kıtası’nda İtalyanlar’ı bastırmak büyük işti doğrusu. Daniel Negreanu, dünya pokerinin 1997-2004 arası bir numarası annesi ve babası Rumen olduğu için aslında Romanya Milli Takımını tutuyor ama ABD vatandaşı olduğu için sormuşlar turnuvadaki takımları için fikrini. Diyor ki poker ustası, “Çek maçını bizim etraftakiler bizim takımdan çok şey bekledikleri için seyrettim. Ama hiç beğenmedim. Asla bu gruptan çıkamayız. Zaten Amerika, Avrupa kıtasında oynadığı 8 Dünya Kupası maçını da kaybetti.”Türk milli takımı burada olsa ve bizim ünlülerden birine sorsak kim bilir ne “Poker face” yanıtlar alırdık.Keza iki dünya kupasında ABD adına oynamış 90 defa milli formayı giymiş John Harkes de teknik direktör Bruce Arena’ya tavsiyede bulunarak “O’Brian 11’de başlamalı, Beasley sol tarafa kendini iyi hissetiği yere geçmeli, ama yine de ikinci tur için umutlu değilim” diyerek akıl verirken, Arena da bu tavsiyeye Beasley’i iyice sola (yedek kulübesine), alarak O’Brian’a arkadaşlık ettirdi. (Ki Beasley oyuna girdikten sonra çok başarılı oldu.)ABD’nin düne kadar İtalya ile oynadığı karşılaşmalarda 4 yenilgi iki de beraberliği var. 34 dünya kupasındaki 7-1’lik yenilgiyi hatırlacak kimse zaten kalmamıştır. Ama 90 Dünya Kupası’ndaki 1-0’lık yenilgi sonrasında otoriteler ABD takımında bu turnuvadaki ilk maçlarına oranla büyük gelişme var demişlerdi. Kaderin bir cilvesi midir yoksa tesadüfün böylesi mi, o kupada da ABD Milli Takımı o zamanki adıyla Çekoslovakya Milli Takımı’na 5-1 yenilmişti. Tıpkı bundan daha 5 gün önce Çek Milli Takımı’na 3-0 yenildikleri gibi.Dün de gördük ki bu ikinci maç da Amerikalılar’a yaramış. Çekler karşısında belki de erken yedikleri golden sonra bozulan oyunlarından çok daha iyi bir ilk yarı sergilediler. Gillardino’nun golünden sonra biraz da kısmetle buldukları beraberlik sayısı hem morallerini hem de umutlarını ve oyuna konsantrasyonlarını arttırdı. Ama ikinci yarının başında Pope, oyundan atılan ikinci Amerikalı olup İtalyanlar’a bu alanda 1 farklı üstünlük yakalatınca orta sahada şef Pirlo’nun yönetimindeki Azzuriler’e geçti. Gilardino, ilk golden sonra korner direğinin yanına kadar gelip sevinirken Puccini mi çaldı, Verdi mi bilmem ama Pope’un atılmasındaki rolüyle şefi Pirlo’ya nefis bir ortam hazırladı. Hazırlamasına hazırladı da İtalyanlar öyle bir yayılmaya başladılar ki, seyredenler sanki gol atmak istemediklerini düşündü. Öyle ki, geride kalan 9 adamı da ayıptır benzetmesi ama eşek gibi koşan ABD takımı zaman zaman sahada İtalyanlar’dan fazla gibi durdu.Hani insan işin içinde de İtalya da olunca, bahis-mahis öyle şeyler düşünüyor. Ne de olsa Çizmeciler’in bu konuda haklı bir şöhretleri var. Daha geçen ay patlayan Juventus skandalından bakalım ne sonuçlar çıkacak. Belki de 2006 kadrosundan 5 futbolcu Juve ile birlikte seneye Serie A yerine B de top koşturacak.Düseldorf’taki bir otelin barmeni yarattığı son kokteylin adını “Pirlo” koymuş. Kokteyli için iddialı konuşuyor ve “Bu içecek de onun gibi parıltılı” diyor. (Beyaz şarap, Campari ve soda). Ama Pirlo’nun bu parıltısı da takımını ayağa kaldırmaya yetmedi.Dünkü İtalya-ABD karşılaşması da tıpkı Ay Çarpması filmi gibi, sonunda romantik bir komediye dönüştü. Şimdi bu grupta son maçlar tam anlamıyla enfes oldu. Türkiye’deki izleyicilere tavsiyem, Gana-ABD ve İtalya-Çek maçlarını kaçırmamaları.
‘’Gönüllerin takımı!‘’
Almanlar’ın en sinir olduğu hareket bu. Geçmişten utanmak mı dersiniz yoksa ders almak mı ona siz karar verin. Ama bu hareketi yapanlar, önce uyarılıyor ardından tekrarlarlarsa haklarında yasal işlem yapılıyor.Bir de İngilizler’in içtikten sonra dillerinden düşürmedikleri bir şarkı var. “10 Alman bombardıman uçağı havada” diye başlayıp “Ve İngiliz RAF (Kraliyet Hava Kuvvetleri) onları düşürdü” diye devam eden bu şarkı 10’dan başlayıp 0’a kadar gidiyor ve Adalılar da bununla hem 5-6 bira deviriyor hem de eğleniyor! Tabi Almanlar’ın eğlendiğini söylemek zor. Bu nedenle Torry, rencide etmeyin diye rica ediyor.İngiliz tacizciler ve sorun çıkartıcılar için 44 İngiliz polisi de Alman meslektaşları ile birlikte taraftarlarının gittikleri yerde görev yapıyor. Ve şu ana kadar 3704 İngiliz’in Almanya’ya gelişi kendi ülkelerinde engellenmiş durumda.Dün yaklaşık 40 bin kişilik stadın olduğu Nürnberg şehrine 70 bin İngiliz’in gelmesi bekleniyordu. İçeri girenler sorun değil de dışarıda kalanlar kara kara düşündürüyor herkesi. Hele olası bir Alman-İngiliz son 16 eşleşmesi şimdiden organizasyonun keyfini kaçırtan bir durum. Kim bilir belki de 6 puanlı Almanya, diğer bir 6 puanlı Ekvador’a duruma göre grup birinciliğini bile bırakmak isteyebilir. Dünkü karşılaşmadan önce Trinidad Tobago’nun çok konuşan Hollandalı teknik direktörü Leo Beenhaker, “Büyüklerin düşmesi daha zordur” diyerek, kaybedecek bir şeylerinin olmadığını vurguluyordu. Yani Terim’ce, “Kaybetmesi kolay, kazanması olay” mantığı. Yanlış hatırlamıyorsam Fatih hoca da Juventus’la oynanan kritik bir Şampiyonlar Ligi maçından önce takımına böyle demişti. Acaba bu büyük takımlara karşı ortak bir motivasyon taktiği mi!Aslında 1 milyonluk T&T’nin İsveç karşılaşması sonrası kazandığı puandan öte, güven ve sempati, Dünya Kupası’na bugüne kadar katılan, nüfus olarak en ufak ülkenin en büyük kazancı.Güven öyle artmış olmalı ki, T&T Devlet Başkanı George Maxwell Richards normal programının dışına çıkarak İsveç maçı sonrası dönüşünü İngiltere maçının ardına erteledi.Aslında bu maçın bir başka enteresan tarafı da T&T’nin Ada’da geniş bir taraftar kitlesinin olması. Çoğunluğunu Büyük Britanya’da top koşturan futbolcuların olşturduğu T&T adeta Dünya Kupası’na gelemeyen İskoç Milli Takımı gibi.Samuel, Thebold, Lapaty, Andrews, Jack, ve ismen de İskoç olan Scotland, İskoçya’da futbol oynamaya devam ediyor.Karayip Korsanları filmini seyrettiniz mi? (Yakında ikincisi geliyor). Johny Depp, çoluk çocuk izleyebileceğiniz sempatik bir rol almıştı bu filmde, bu Karayipliler de işte öyle sevimli geliyor insanlara.Aslında bu Karayip korsanları için İsveç maçından sonra televizyonda yorum yapan Almanlar’ın efsanevi yıldızlarından Netzer, “Açılış maçından sonra performansları düşer” demişti. Ama bu maçta gördük ki ilk maçta ne oynadılarsa bunda da onu oynadılar.İngiltere Milli Takımı’nda oynayacak kadar futbol kariyeri yaptığınızı bir düşünün, sonra da sizin yerinize taraftar bir adamı ilk kaçırdığınız bir pozisyondan sonra çağırıp dursun. Bu Crouch’un yerinde olmak istemezdim doğrusu. Ağzıyla kuş tutsa herkes Rooney diye bağırıyor. 20’lik yıldız öyle bir fenomen olmuş ki, sakatlıktan çıktıktan sonra bile milli takımda oynaması ağır prosedür. FA avukatları FA başkanını Manchester United’dan onay alınmadan oynatılırsa büyük tazminat ödeyebilecekleri konusunda uyardıktan sonra İngiltere’den biri kulübünün olmak üzere 2 doktor gelerek tamamdır onayını verdiler. Buna rağmen 11’de maça başlatılmayan yıldız, Crouch’u da böylelikle perişan etti. Aslında bir yıldıza bu kadar bağlanmak İngiltere Milli Takımı için biraz ayıp kaçıyor. Bir zamanların futbol efsanesi Rıdvan Dilmen de, uzun yıllar Fenerbahçe’nin kadrosunda hep vardı ama 88-89 sezonundan sonra hiç yoktu. Ve onun var-yokluğunda Fenerbahçe hiç tam takım olamadı. Şimdi İngiltere de kendini Rooney’siz takım gibi hissetmiyor. Bütün futbolcuların konuşmalarında bunu açıkça hissedebiliyorsunuz.Soca Warrior, Sancho’nun maçtan önce yaptığı, “Babamı tanımam, gelirse çakarım” tarzından açıklama mı etkili oldu bilmem ama taraftarın büyük baskısına rağmen Rooney, 59’a kadar beklemek zorunda kaldı.Ve kaderin cilvesine bakın ki, Adalılar’ı Rooney değil, Sancho’nun üstünden kafayı çakan Crouch kurtardı bitime 7 dakika kala.Gerisi her direnip de sonlara doğru bir gol yiyerek moralini yitiren takımın başına gelen klasikti. Kamerun da İngiltere’ye karşı böyle dramatik bir Dünya Kupası maçı oynamıştı bir zamanlar ve Afrikalılar, bizim tabirimizle gönüllerin takımı olmuşlardı, tıpkı dün T&T’nin olduğu gibi.
‘’Brezilya'nın farkı!‘’
Daha çok küçükken rahmetli peder bey elimden tutup Santos maçına götürmüştü beni, Pele’yi seyredeyim diye. Daha sonraları bir de Botofogo maçına gitmiştim ama inanın ikisi ile ilgili de hafıza çipimde fazla bir kayıt yok. Tek hatırladığım Botofogo maçında tuvalete gitmiş bu arada Fener golü atınca da çok hayıflanmıştım.Didi, Fenerbahçe’de çok sevilmişti. Zamanın grup lideri ve etkili ismi, rahmetli Semih Bayülken’in, taraftarların Fenerbahçe’den çok Didi diye bağırması üzerine de, “Kimse Fenerbahçe’den büyük değildir” diyerek gönderilmesine ön ayak olduğu söylenir.Kendimi bildim bileli çevremdeki büyük bir çoğunluk gibi Brezilya’yı severim. Ama bu Pele, Didi, Ronaldo ya da Ronaldinho sevgisinden değil, daha çok bu ülke takımının seyretmekten keyif aldığım futbolu oynamasından; diğer bir deyişle tribünleri dolduran, televizyonun başına geçen milyonlarca hatta milyarlarca futbolsevere gösterdikleri saygıdan geliyor.Çünkü herkes biliyor ki bu takımı seyrederken sahadaki 11 adam onların keyif alması için ellerinden geleni yapacak. Belki de şu anda Brezilya Milli Takımı’nın teknik direktörlüğünü yapan Parreira’nın ülkesinde de az sevilmesinin altında bu yatıyor.Çünkü Parreira 1994 Dünya Kupası’nı kazanmasına rağmen ülkesinin futboluna ihanet etti. Milyarlara Brezilya’yı sevdiren “futbol” yerine başka bir “futbol” oynattı. Ünlü teknik adamı Fenerbahçe’yi çalıştırırken hatırlayanlar, o şampiyonluğu da çok keyifle hatırlamıyorlardır.Bu maçtan büyük şeyler ummamın tek sebebi aslında Brezilya değildi. Rakip Hırvatistan da futbol olarak saygı duyulması gereken bir ekip. 1992 yılında Yugoslavya’dan ayrılan Hırvatlar, insanlığa armağanları kravat kadar futbolları ile de anılmak, uluslar arası arenada saygı görmek için uğraş veriyorlar.Sırp-Hırvat savaşının çıkmasında Dinamo Zagrep-Kızılyıldız maçındaki kavganın yeri neydi tam olarak bilmiyorum ama, Boban’ın Hırvat taraftarı döven Sırp polise attığı tekme buradaki Hırvat gazetecilere sorduğumuzda en ince ayrıntısına kadar hala anlatılabiliyor. Stada doğru yürürken bu görkemli yapıyı neye benzettiğimi düşünüp durdum. Görkemi dışardan bakınca öyle büyüklüğünden falan gelmiyordu. Başka bir şey vardı. Ve sonunda buldum. Berlin Olimpiyat Stadı, Roma İmparatorluğu’nun gladyatör arenalarına benziyor dışardan. Belli ki Führer, kafasında kurmayı planladığı Alman İmparatorluğu için böyle bir stadı uygun görmüş. Derinlemesine inen güzel bir yapı.Atmosfer ise harikaydı. Cıvıl cıvıl Brezilyalılar ile binlerce kırmızı beyaz damalı formaları ile Hırvatlar. (İnsanın canı onları görünce İtalyan restoranına gitmek istiyor)Maça gelince; turnuva favorisi Brezilya, orta sahası ile defansını Almanya ve İtalya’da forma giyen disiplinli futbolculara emanet eden Hırvat takımı karşısında ilk yarıda pozisyon bulmakta zorluk çekti. Tabi bunda Parreira’nın takımının fazlasıyla yavaş oynamasının da rolü büyüktü. Çok pas yapan Canarinhas’lar Hırvat defansının yerleşmesine yardımcı oluyorlardı. (Düşünmeden edemiyorum. Bu yıldızlar Reijkaard’ın Barcelona’sı gibi hızlı oynayamazlar mı, ya da oynarlarsa ne olur diye.Tam devre 0-0 bitecek derken Kaka, skoru değiştirdi. Brezilya’nın farkı da bu olsa gerek, haddinden fazla bir hareketle maçı değiştirecek yıldızı var. Dünkü 11’inde kremanın kreması kulüplerden (Real Madrid, Barcelona, Milan, İnter gibi) tam 10 futbolcu vardı. Hırvatlar da ise 2. Hırvatlar’ın mücadelesi alkışı hak edecek cinstendi. Aslına bakarsanız Brezilya’dan daha olumlu işler yaptılar. Favori karşısında çok net pozisyonlar buldular. Bu gruptan çıkacak ikinci takımın onlar olacağını düşünüyorum.Almanlar’ın efsanevi golcüsü Gerd Müller’in 13 gollük dünya kupası golleri rekorunu 2 defa fileleri havalandırırsa tarihe gömecek olan Ronaldo, eğer dünkü gibi oynamaya devam ederse torunlarına “çok yaklaşmıştım” diye anlatacaktır.Brezilya 1934’ten beri Dünya Kupası’ndaki ilk maçında yenilmiyor. 1974 İsveç beraberliğinden beri de hep kazanıyor. 2002 Dünya Kupası’nı berabere bile kalmadan kazanan sambacılar bakalım 6’ncı yıldızı göğüslerine takıp, FİFA Dünya Kupası’nı da tıpkı Jules Rimes gibi ebediyen müzelerine kaldıracaklar mı? Şimdi çıkıp Brandenburg’a gideceğim. Alman İmpratorluğu’nun o ihtişamlı yapısına ve sokakta eğlenen taraftarların arasına katılacağım. İrlandalı yazar Glen Meade’nin şahane bir polisiye kitabına da ismini veren yerde maç sonrası dönüş yoluna çıkmamanın keyfini çıkartacağım.
‘’ABD ve futbol!‘’
Türk basının büyük bölümü ise Gana-İtalya karşılaşmasını tercih etti. Tabi bunda en büyük faktör Appiah’ın da sahada olmasıydı. Benim ise Appiah’ı görmeye yüreğim elvermedi. Çünkü Fenerbahçe’nin sempatik zencisi, hala Denizli’de 105. dakikada ceza sahası içinde düzeltip vuramadığı şutla gözümün önüne geliyor. Belki de o golü atsa, şimdi başkana ne stand takılmıştı, ne de o görevi bırakmıştı. Kendisine buradan bir kez daha geçmiş olsun dileklerimizi gönderelim. Eminim gazetelerde görmüşsünüzdür, açılış maçında bulunan bir grup taraftarın açtığı “Büyük başkan bizi bırakma” pankartını. Kendisine stand takıldığı günde verilebilecek en güzel geçmiş olsun mesajı herhalde oydu. Bir nevi “Stand by me” şarkısı gibi.Neyse bugün Düseldorf’a yarım saatlik mesafedeyiz ve Amerika ile Çek Cumhuriyeti arasındaki mücadeleyi seyredeceğiz. ABD takımı 1991 yılında İstanbul’a geldiğinde nasıl da burun kıvırmıştık, bu adamlar futboldan ne anlar diye. Bizim için ABD sporu denilince aklımıza NBA, Amerikan futbolu ve pek anlamadığımız beyzbol gelir. Futbol ise ben yaştakiler ve biraz daha yukarısı için Cosmos ile sınırlıdır. Ertegün kardeşlerin Cosmos’u, Pele ve Beckenbauer (Bir de Yasin Özdenak) gibi yıldızlara emeklilik dönemlerinde ABD’de futbol oynattırarak, bir Türk olarak bizlerin göğüsünü kabartmıştı çocukluk yıllarımızda. Aslında futbolla ilgilenmediğini düşündüğümüz bir ulusla bunun dışında biz de pek alakadar olmayız. Olmamasına olmayız da, pek de iyi yapmayız. Bugün resmi rakamlara göre ABD’de futbol oynayan insan sayısı 18 milyon ve bunun %78’i 18 yaş altı. Dünyada futbola ilginin en hızlı arttığı ülke ve 1990 Dünya Kupası’ndan bu yana biri ev sahipliği olmak üzere, bütün turnuvalarda varlar.Zamanında yani bundan uzun yıllar önce bir arkadaşım, başka bir arkadaşımıza evlenmeye niyetli olduğu kız arkadaşı için “Mısıra darı, kaportacıya düzeltmeci diyen kadından insan kendine eş yapar mı?” diye takılmıştı. Biz de 100 küsür yıllık futbola, “Soccer” diyenleri tabi böyle kaale almadık önceleri. Bu arada “Soccer” nerden gelir ona da ufak bir parantez açalım. Efendim Soccer, Assocation Football’un Assoc bölümünün bozulmuş haliymiş. Yari Macchiato gibi. O da Espresso’nun süt katılınca bozulmuş hali.Amerika ilk ligini 1884’de kurmaya çalışmış ama başarısız olup aynı yıl da kapatmış. Ve 1930’daki ilk Dünya Kupası’na giden 13 ülkeden biri. Yukarıda bahsettiğim 18 milyonun %78’lik 18 yaş altı kısmı, ABD’de futbola olan ilgi patlamasının ya da insanların futbol seyretmeye başlamasının anahtar kısmı. Çünkü Amerikalı aileler, çocuklarını seyrederek futbol seyretmeye başlamışlar. Ve bugün sokaklarda gördüğüm kadarıyla kendi futbol fanatikleri oldukça fazla.Arabamızı park ettiğimiz yerden bizi stada getiren tramvayda, Florida’dan gelme bir aile ile sohbet ettim. Onlar da futbolu oğullarını seyrederek sevmişler. Bu arada Galatasaray’ı da iyi tanıyorlar, çünkü oğulları 14 yaş altı Nike turnuvasında Türkiye’yi temsil eden Galatasaray’a karşı oynamış bundan birkaç yıl önce.Anlattığına göre biletli 15 bin taraftar gelmiş ABD’den Almanya’ya. “Petr Cech’i geçebilirsek kazanabiliriz, ama onu geçecek santrforumuz yok gibi” diyordu.Korkuları da Nedved ve Rosicky idi (ikinci gol, herkes gibi onları haklı çıkarttı). Yani Juventus’un dünya markalarından biri ile Arsene Wenger’in Arsenal’a almak istediği ve aldığı tek adam.Bir de Baros’u sordular. Olmadığını öğrenince biraz sevindiler.Ve yine bir erken gol. Daha 6. dakikada Koller kafayla golü atınca, İngiltere ve Portekiz maçlarında olduğu gibi heyecanı sönen bir karşılaşma izleme endişesine kapıldım. Ama öyle olmadı. Amerikalılar maçı bırakmadı ve karşılaşma giderek güzelleşti. Hatta Reyna’nın şutu eğer direkten dönmek yerine filelerle buluşsaydı, 28’de süper şahane de olacaktı. 1.97’lik dev Cech’in iyi kaleciğinin yanında şansı da yerindeydi o dakikada. Belki bunu istisnasız her maçtan önce yediği üzerine zeytinyağı dökülüp, parmesan peyniri serpilen spagettisinin verdiği uğura borçludur. Bugüne kadar gittim dört maçın en iyisiydi dünkü karşılaşma. ABD yenilmesine rağmen takım gibi takım. Çekler’e karşı yenildiler, ama en azından 90 dakika boyunca belli bir sistem içinde ve ellerinden geldiğince mücadele ettiler.Yarın buluşmak üzere hoşçakalın.
‘’İç savaş da bitti!‘’
Medyanın izdiham yaratmamasına rağmen Dünya Kupası’nı izlemek isteyenler bu maçta da stadı doldurmuşlardı ve Portekizliler elbette çoğunluktaydı. 27 yıllık iç savaştan daha 4 yıl önce çıkabilen Angola’dan ise az sayıda taraftar tribünlerdeydi. İç savaşta 1.5 milyon insanının hayatını kaybettiği 4 milyonunun başka ülkeye göç ettiği Angola, bahisçileri şaşırtan eleme macerasını 8 Ekim 2005 tarihinde Ruanda karşısında maçın sonlarında aldığı galibiyetle tamamlarken, hiç şüphesiz büyük acılar çeken insanlarına yıllardan beri verilen en büyük mutluluğu tattırmıştı. 1934 kupasında Mısır ile başlayan Afrika takımlarının macerasına Fas, Zaire, Tunus, Cezayir, Kamerun, Nijerya, Senegal, Fildişi Sahili, Gana ve Togo’dan sonraki 12’inci olarak katılan Angola, dünkü karşılaşmada eski efendilerine bir kez daha karşı çıktı.1975 yılında Portekiz’den bağımsızlığını alan Angola, ilk onbirinde Portekiz liginde oynayan 8 futbolcusuna rağmen futbol takımı olarak henüz onların çok ama çok gerisinde. Yine de şampiyonluğuna 750-1 verilen, her yıl 2 milyar dolarını ordusuna harcayan, petrol hariç gıdasını bile ithal eden fakir bir ülke için futbol tedavi edici bir oyun ve belki de iç savaştan iç birlikteliğe geçmeleri için iyi bir araç.FİFA sıralamasında 57’inci olan; sahadaki iki oyuncusunun takımı dahi olmayan Afrikalı’nın 7’inci ile arasındaki futbol farkının bu kadar bile olması da büyük başarı. Belki de stattaki Portekizli olmayanların Angola’yı desteklemesinin ardındaki sihir buydu. Tarafsızlar güçlünün karşısındakini tutmayı daha hümanist belki de daha devrimci buluyorlar.İlk yarı istatistiklerine bakanlar iki takım arasında çok da büyük fark olmadığını, futbol geçmişlerine bakanlar da Portekiz’in ezip geçeceğini düşünebilirdi. Ama bu yıl ligimizin sonundaki dramatik sahneleri iyi hatırlayanlar için futbol istatistik değil, bu bilimden de yardım alırsa fena olmayan harika bir oyun. Portekiz-Angola maçının tıklım tıklım dolmasının ardındaki sihir de bu.Futboldan zevk almasını bilenler için küçük takım ya da iddiasız takım maçı diye bir şey yok. Onlar oyunun kendisini seviyorlar. Onun için statları dolduruyorlar. Ve bizler gibi ya küme düşerken ya da şampiyonluğa giderken takmını destekleyenlere de şahane dersler veriyorlar.****Köln’e gelmeden önce öğlen Düseldorf’taki evimizin altındaki Lübnan lokantasında Hollanda-Sırbistan Karadağ karşılaşmasını ekrandan izledik. O maçın da tek güzel tarafı içtiğimiz kahveydi. Arap işi kahveyi de sevdim ama yine de Türk kahvesinin tadı başka. Gruplardaki ilk maçlar Arjantin-Fildişi Sahili biraz da İsveç-Trinidad Tobago maçı haricinde şimdilik çok büyük zevk vermedi ama atmosferleri yaşamak bile güzeldi. Yakında futbolun efendilerinin maçından sonra herkesin kendisine geleceğini umuyorum. Salı’yı (yarını) bekliyorum. Bakalım Brezilya, kendi gibi mi başlayacak yoksa o da diğer favorilere mi uyacak?
‘’Eğlence var...‘’
Futbola yaptıkları yatırım, komşularına göre çok gerilerde olan Kosta Rika yani ‘Tiko’lar, yine de bölge karakterinden etkilenmiş. Ayaklarına top geldiğinde Güney Amerikalı zerafetini bireysel olarak sahaya yansıtmaya çalıştılar ancak Almanlar’ın yanında hem fizik hem de takım birlikteliği olarak çok zayıf kaldılar.O bölgenin takımları arasında en fakiri Kosta Rika, futbola ilgisi en zayıf Güney Amerikalı da... National Geographic’in son sayısındaki Dünya Kupası özel bölümünde Kosta Rika’nın iki takımının seyirci ilgisi için komşu Şilili taraftarlarla yaptıkları taraftar yapılanma çalışması da anlatılıyor. Bu taraftar yatırımlarını futbolcu yatırımı ile birleştirmek ise galiba henüz pek başarılı olamamış gibi.İkinci günün Güney Amerikalı’sı Paraguay’ın, bir başka favori ile yaptığı maçta futbol adına hiçbir şey yoktu.‘Bunlar varken bizim milli takım niye yok’ diyecek değilim ama şu ana kadar izlediğim iki maçta da futbol adına zevk alamadım.İyi futbol için iki iyi takım lazım.Ama doğrusu İngiliz taraftarları izlemekten büyük keyif duydum.Frankfurt’un merkezine arabamızı park ettikten sonra İngiliz taraftarlarla beraber 20 dakikalık bir tren yolculuğu ile stada gelirken, uzun zamandır gördüğüm en eğlenceli taraftarlarla birlikte seyahat etmenin de keyfini çıkardım. İngilizler bu oyunu gerçekten çok seviyor ve taraftar olmanın keyfini sonuna kadar çıkartıyor. Sırf bu atmosferi yaşamak için İngiltere’den Almanya’ya gelmiş binlerce kişi olmalı. Olmalı diyorum, çünkü yolda kiminle konuşsam, bileti yoktu ve bilet için bana 500 Euro bile teklif eden oldu. Doğrusu stadın da hakkını vermişlerdi. Trbünlerin tamamına yakınını doldurarak 40 yıl sonra gelecek bir Dünya Kupası zaferine ne kadar da hasret olduklarını ispatlıyorlardı. 1966 zaferi tekrarlanabilir mi? Belki evet, belki hayır. Ama Almanya’ya, İngiltere’de üç gün kalıp öyle geldiğim için biliyorum. Almanya’da bile oradaki ambians yok. Londra’nın her yerinde, her mağazada, evlerin çoğunda, arabaların hepsinde beyaz üzerine kırmızı haçlı Georgian bayraklar asılıydı, tıpkı dün Frankfurt Stadı’nda olduğu gibi. Aziz George, zaferi temsil ediyor ve kılıcıyla bir ejderi öldürdüğüne inanılıyor. Bu yüzden de zafer için İngiliz bayrağı olarak seçilmiş. M.S. 280 yılında yaşayan, aslen Kayseri doğumlu (Kapadokya) ve İngiltere topraklarına hiç ayak basmamış olan Aziz George bakalım bu kez zaferi İngiltere’ye getirebilecek mi?Bu arada sahadaki yeni Kayserili, Paraguaylı Toledo, Sarı-Kırmızılılar’a ne getirir ileride göreceğiz. Ama dün pek anlayamadık.İngilizler kupa için basit işlem yapıyor. 1966’dan 40 yıl sonra ikinci kupa 66-06 kafiyeli. Tek kupa kazanınca insan böyle garip şeyler çıkartabiliyor. Mesela bizde 2002-2022 gibi aritmetikler üretebiliriz ileride!Alman matematiği üç kupa olduğu için daha karışık 74x54-1990=2006. Yani 1954, 1974 ve 1990 kupalarından 2006 rakamını çıkartmayı başarmışlar.Bize gelince... Türk basını olarak her Dünya Kupası’na kalifiye olamamış ülkelerin basını gibi ikinci sınıf vatandaş durumundayız. Normal. Umarız hocamız iyi yerlerde seyrediyordur.
‘’‘Gölge başkan'‘’
* Bir gün önceki yazınızda “Aziz Yıldırım’ın aklından geçen Nihat Özdemir’in başkanlığı formülüyse kongrede, ‘yerine vekil tayin etti’ imajı yaratacağı kanaatindeyim” demiştiniz. Son gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?- Nihat Özdemir’in başkanlığı, kamuoyu tarafından, Aziz Yıldırım’ın Fenerbahçe’de ‘fiili başkanlığı’ bitmiş olmasına rağmen ‘gölge başkanlığı’nın devam ettiği şeklinde algılanacaktır. Yıldırım’ın çalıştığı ekibin büyük çoğunluğuyla, Nihat beyin de çalışacağı dikkate alınırsa; Aziz Yıldırım’ın, Fenerbahçe üzerindeki etkisi de sürecektir...Yıldırım ailesi yer almayacaktır* Özdemir’in yeni çalışma ekibine, mevcut yönetimden bazı isimleri almayabileceği konuşuluyor. Sizce yeni yapılanma nasıl olacaktır?- Nihat Özdemir mevcut kadroda 4-5 değişiklik yapacaktır. Kendisi, birlikte çalışmak isteyeceği arkadaşlarını yönetime alacaktır. Elbette yönetimden vazgeçebileceği isimler de olacaktır. Tahminimce; Ali Yıldırım, Ömer Temelli, Neşet Yalçın ve Mahmut Uslu’nun zaten kendileri bu yeni oluşuma katılmayacaktır. Bana göre, Osman Yalçın da yönetime girmeyecektir. Başka bir deyişle; Yıldırım ailesi, yeni yönetim içinde yer almayacaktır.Gücü, seçimi Özdemir’e çevirir* Tüm kurullarla yeni bir seçim yapılacağı ifade ediliyor. Bu durumda size göre Nihat Özdemir’in karşısına bir aday çıkar mı?- Aslına bakılırsa, tüzük gereği başkan adayları çıkabilir. Fakat bana göre, Özdemir’in karşısında bir aday olmayacaktır. Zaten çıksa bile, Aziz Yıldırım’ın şu anki gücü, seçimi Nihat Özdemir lehine çevirecektir.Zaman açısından sorun var* Aziz Yıldırım veda konuşmasında, yeni yönetim görev başı yapıncaya kadar gerek transfer, gerekse teknik direktör konusundaki çalışmalara ara vermeden devam edeceklerini açıkladı. Bu olayı nasıl değerlendiriyorsunuz?- Kesinlikle doğru bir adım... Çünkü, Fenerbahçe Yönetimi, pazartesi günü kongre kararı alsa bile, haziranın ikinci yarısında seçim olacak. Dolayısıyla yeni yönetimin önünde zaman açısından büyük bir sıkıntı oluşacak. Başkan Aziz Yıldırım ve yönetimi, kadroya katılmak istenen futbolcularla görüşmeli, prensip anlaşmalarını imzalamalı ve seçilen yeni yönetime şu teklifte bulunmalı: “Biz, bu adamlarla bu şartlarda anlaştık. İsterseniz buyrun alın...” Hatta bu tutum, teknik direktör konusunda bile hayata geçirilebilir.