‘’Tek korkuları Aziz Yıldırım‘’
Federasyonun hâlâ yabancı sayısını belirleyememesi skandal. Aslında sorun, Fenerbahçe’nin istediği kadar yabancı transferi yapabilecek güce sahip olması, gerisi ise ‘maksat mevzu uzasın’ muhabbetleri. Necil Ülgen’le dört soru dört cevap...
Federasyon, yabancı sayısını belirlemekte geç kaldı görüşü hakim. Sence nasıl bir karar çıkmalı ki, kulüplerin eğilimlerini ve beklentilerini eşitlik ilkesine göre karşılasın? Garip bir durum tabii bu yabancı işi. Aslında ‘skandal’ bile diyebiliriz. Ama bizim TFF söz konusu olunca ‘garip’ demek yeterli herhalde. Ya da belki normal bile karşılayabiliriz. Kamplar başladı, neredeyse ligler bile başlayacak, ama hâlâ Türkiye Süper Ligi’nde mücadele edecek takımlar önümüzdeki sezon kaç yabancı ile sahaya çıkacaklarını bilemiyorlar. Deniliyor ki, federasyonun bu kadar gecikmesinin ardında artmasını istemeyen kulüplerin büyük baskısı var. Onların da istememesinin ana nedeni, şu anda üst düzey katkı yapacak futbolcuyu alabilecek kapasitede kulüp sayısının sınırlı olması ve bunun da rekabeti azaltacağı. Lafı dolandırmadan söylemek gerekirse de Aziz Yıldırım korkusu. Fenerbahçe’nin geçen yıl Bursa’da kiralık oynayan Souza ve gitti-gidiyor gözüyle bakılan Deivid dahil olmak üzere sözleşmeli 8 yabancısı zaten var. Hadi Souza’yı hiç hesaba katmayalım 7... 6 futbolcu sınırlaması Fenerbahçe’ye transfer sezonunu zaten kapattırıyor. Ama artı 2 ya da 8 sahada, hatta 7 bile (Deivid de giderse) Fenerbahçe’ye 1 ya da 2 futbolcu transferi imkanı kazandırır ki, bu da şampiyonluğu kovalaması beklenen takımlar arasındaki dengeyi bozucu etki yapar. Çünkü Yıldırım’ın bu transferleri yapabilecek maddi gücü var. Sorun aslında bu, yani Fenerbahçe, gerisi ‘maksat mevzu uzasın’ muhabbetleri. ‘Türk futbolcusunun önü kesilir’, ‘milli takım etkilenir’ gibi söylemler de işin kılıfı. Daha düne kadar “70 milyonluk ülkeden 11 futbolcu bulamayacak mıyız?” diyen milli takımlar sorumlusu bile şimdi, “Galatasaray’ın UEFA’yı kazandığı zamanki yabancı sayısına bakmak lazım” diyor. Artılı birşey çıkacaksa ve o artılar sahadaki diğer yabancının yerine girebilecekse, bunun bana göre bir faydası yok. Kulüplere maddi ve manevi sorun dışında birşey getirmez. Ama maç içinde sahaya sürebileceğin artıları yerli futbolcularla da değiştirme imkanı verilebilirse, bu kulüpleri bir nebze rahatlatır. Bana göre ise yerli ve AB serbest, yabancı sayısı 4 ya da 5 olmalı.
Üç büyük İstanbul takımı da, kadrolarını çok ciddi isimlerle takviye etti. Kağıt üzerinde sadece ‘gedikler mi dolduruldu’ demek doğru olur, ‘aynı zamanda kalite de artı mı?’ Bana göre şu anda transferin şampiyonu Galatasaray... Sarı-Kırmızılılar güçlerine ciddi anlamda güç kattılar. Yaptıkları bütün transferleri isabetli buluyorum. Kafalarda kale problemmiş gibi duruyor, ama ben aynı kanaatte değilim. Mondragon büyük bir isimdi, o nedenle insanlar bu mevki için düşünülen isimlere şüphe ile yaklaşıyorlar. Fenerbahçe’nin ise hâlâ iyi bir sağ kanat ve santrfora ihtiyacı var gibi duruyor. Ve yine görünen o ki, bunu Türkiye’den bulma şansları yok. Önder, Kazım ve Ali Bilgin, sağ tarafın problemini bir nebze olsun azaltır, ama bir santrfor şart gibi. Beşiktaş’a yorum yapmak için biraz erken, geçen sezona kötü bir başlangıç yapmalarına rağmen sezon sonuna kadar şampiyonluk kovaladılar. Yeni takviyeler de oturursa başarılı olurlar, ama sanki kağıt üzerinde Galatasaray ve Fenerbahçe’den bir adım geri kalmış gibi duruyorlar.
Son şampiyon Carlos bombasını patlattı. Her branşta en önde. Stat, kombine, ürün satışında uzak ara çekiyor. Ama bir başka şey daha dikkat çekiyor, taraftar hâlâ mutlu değil... Roberto Carlos, sansasyonel bir transfer. Bütün dünyanın da ilgisini çekti. Sanki Fenerbahçe’nin imaj kampanyası gibi bir şeydi. Kariyerini masaya yatırmanın ve tartışmanın bir anlamı yok. Ancak, katkısını elbette burada yapacağı maçlarda göreceğiz. Ben Fenerbahçe taraftarının mutsuz olduğu kanısında değilim. Olsa olsa hırsları daha tatmin olmamıştır. Geçmiş yıllarda çok ezilen Fenerbahçeli taraftar, şimdi kulübünün aynı şekilde ezmesini istiyor. Yani doymadılar. O yüzden hep daha fazlası isteniyor. Aziz Yıldırım yarın çıkıp da ‘Adriano’yu aldık’ diye açıklasa, ‘neden Cisse’yi almadın’ diyecek bir havaları var. Bütün bu ürün satışının ardında yatan gerçek de bana göre bu. Sarı-Lacivertli taraftar Fenerium’dan aldığı bir kalemin bile sahaya döneceğinin iyi farkında. Kulübün de bunu tetikleyici kampanyalar yapması lazım bana göre. Başkan çıkıp taraftara hedef koymalı. Nasıl taraftar kart için 100 bin kart hedefi konduysa, mesela ‘her yıl 500 bin forma al, Adriano’yu getirelim’ gibi. Rakamlar ve isimler tamamen afaki, ama mantık böyle yürümeli. Taraftar da bilmeli ki, orada harcadığı her kuruş, kendisini daha mutlu edecek bir dünya kulübü yaratmanın baş kaynağı. ‘Taraftarım 20 milyon’ diyebilen bir kulübün elde ettiği ürün cirosu şu anda diğerlerinin çok üstünde olmasına rağmen bana göre hâlâ çok, ama çok az.
Lugano, Copa America’dan geç dönecek. Alex’in sakatlığı söz konusu. De Souza’nın durumu, yabancı sayısı kesinleşmediği için belirsiz. Şimdi herkes Fenerbahçe’nin kadrosunu şöyle alt alta yazsın. Lugano ve Alex’i de koymasın. Herkesin kendine göre bir futbol düşüncesi olduğu için ben yazmayacağım ama, bunu yaptıklarında görecekler ki, aslında büyük bir fark ortaya çıkmayacak. O yüzden ben hazırlık döneminin sıkıntılı geçeceğini düşünmüyorum. Tabii başta da belirttiğimiz gibi yabancı sayısında bir artış olabilirse, Fenerbahçe çok daha güçlenecek hamleler yapabilecek durumda... Hazırlayan: Ayhan Yılmaz
‘’Avrupa yolu açık‘’
Fenerbahçe yönetimi, Galatasaray’a göre işi tersten götürüyor. Yönetim ve yatırım olarak gücü eline aldı, sıra Avrupa’da başarılı olacak takımda. Bunun da çalışmaları yapılıyor. Bu ya da bir sonraki ya da daha sonraki yılların birinde, ama böyle gidilirse bir gün mutlaka o da yakalanacak. 1- Şampiyon takımda yaşanan yaprak dökümünü neye bağlıyorsun? Gidenlerden kulübün kasasına tek kuruş girmemesini, bir strateji hatası olarak değerlendirebilir miyiz? x
Gidenlerin hepsine gittikleri yerde başarılar dilerim. Ve gitmelerini de son derece doğal karşılıyorum. İnsanların tercihlerine saygı duymak lazım. Özellikle Ümit Özat ve Rüştü Reçber’in zaten yönetim odaklı sıkıntıları vardı. Tümer Metin’in derdi askerlik. Mehmet Yozgatlı ve Serkan Balcı seneye kadroda yer alamamaktan endişe ediyorlar ki, haklılar. Bu ekipten bir tek Tuncay Şanlı’yı ayrı tutmalı. O kalsaydı takım için daha iyi olabilirdi. Yönetim de zaten bu futbolcuyu sezon içinde görüşmeye çağırıp anlaşma yapmak istedi. Ancak Tuncay’dan yanıt alamadı. Demek ki, daha sezon içinde Tuncay’ın aklında yurt dışı vardı. Kendisine hayırlı olsun.
2- Gidenlerin ortak özelliği, savaşan futbolcular olması... Tuncay gibi, sadece futboluyla değil, ruhuyla da katkı yapan bir ismin yokluğu ne derece hissedilir?
Ruh ile oynamak diye bir şeye katılmıyorum. Futbolun bir takım olmazsa olmazları var saha içinde... Çok koşup çalışmak da bunlardan biri. Bunu ekstra bir meziyet olarak ancak ülkemizde görürüz. Gelen transferler, isimlerinin büyüklüğü ölçüsünde katkı sağlayabilirlerse, Fenerbahçe’nin sıkıntı çekeceğini düşünmüyorum. Ama dediğim gibi, yeni sezonda Sarı-Lacivertli formayı terletecek olanların performansı belirleyici olacak. Bunun için de, hep birlikte bekleyip göreceğiz.
3- Roberto Carlos’un alınması büyük bir olay. Her anlamda sahip olduğu tecrübesi ve ünüyle, Fenerbahçe’ye özellikle Avrupa kupalarında önemli katkı sağlar mı?
Roberto Carlos, dünya futbolunun önemli bir ismi. Fenerbahçe’nin tanınırlığı açısından bile önemli bir katkı. Bundan sonrası sahada yapacakları ile ilgili. Hiçbir futbolcu tek başına takım değildir. O nedenle ‘Carlos geldi, Fenerbahçe Avrupa’da başarılı olacak’ diye bir düşünceye saplanmamak lazım. Teknik direktör Arthur Zico’nun sahada yer alan 11’i uyum içinde takım gibi oynatması, en az Roberto Carlos’un gelmesi kadar önemli.
4- Galatasaray ve Milli Takım, bir dönem sahip oldukları yeteneklerle ve arkasına aldığı rüzgarla uluslararası derece elde ederken, aynı şeyi Fener neden başaramadı?
O jenerasyon çok özeldi. Uluslararası tecrübeleri çok yüksek futbolcularla ülkemizin yıldız gençleri bir araya gelince ortaya ahenkli bir takım çıktı, çok çalıştılar ve başarılı oldular. Ama yönetimdeki yanlışlar ile Galatasaray bugünkü zor duruma geldi. Yani takımın başarısına yönetim ayak uyduramadı. Fenerbahçe işi tersten götürüyor. Yönetim ve yatırım olarak gücü eline aldı, şimdi sıra Avrupa’da başarılı olacak takımı yaratmada... Bunun da çalışmaları bana göre yapılıyor. Bu sene ya da bir dahaki sene ya da daha sonraki yılların birinde, ama böyle gidilirse bir gün mutlaka o da yakalanacaktır.
‘’Dört soru dört cevap...‘’
Şimdi top yönetimde!Şampiyonluk güzel ama tahribata da neden oldu. Ne harcandı, karşılığında ne alındı? Gerginlik politikası ne getirdi? Bunlar düşünülmeli ve yeni sezon stratejisi şekillendirilmeli.Mutlu sonla biten bir sezonun ardından, ‘Fenerbahçe herşeye rağmen şampiyon oldu’ demek mi doğru olur, yoksa ‘Fenerbahçe, Fenerbahçe’ye rağmen şampiyon oldu’ mu?Önce Fenerbahçe’nin 100. yılında yaşadığı şampiyonlukta emeği geçenleri tebrik ederek başlayalım. Soruya gelince, “Fenerbahçe, Fenerbahçe’ye rağmen şampiyon oldu” demek her şeye rağmen kısmını da içinde barındırıyor bana göre. Fenerbahçe’yi ve ona bağlı geniş kitleleri yönlendirenler, şampiyonluk stresi de üzerlerinden atıldığına göre önümüzdeki günlerde iyice oturup etraflıca bir sezon ve maliyet analizi yapmalı. 100. yıl şampiyonluğu güzel olmakla beraber tahribata da neden oldu. Taraftar şampiyonluk geldikten sonra gerisini umursamaz, ama yönetenlerin böyle davranma lüksü olmamalı. Ne harcandı, karşılığında ne alındı? Gerginlik politikaları ne getirdi, ne götürdü? Bunların hepsi düşünülmeli ve yeni sezon stratejisi bir an önce kafalarında şekillenmeli. Ama bu sezonki tarz devam ederse Fenerbahçe’nin işi gelecek yıl daha da zor olur.Koca bir sezonda benim aklımda kalan ‘istikrarlı katkı bakımından’ bir Tuncay vardı, biraz Aurelio, biraz o, biraz da şu... Ve şimdilerde Tuncay ayrılık mesajları veriyor.“Kariyerime Avrupa’da devam etmek istiyorum” diyor Tuncay, haklı bir istek. Tabii büyük bir takıma gidecekse. Tuncay, Fenerbahçe’de sembol futbolcu olma yolunda ilerliyor. Daha yaşı çok genç. Bugün insanların hatıralarında Lefter, Can, Cemil, Rıdvan gibi isimler hâlâ canlılığını koruyorsa, yeni yetişen nesillere bile bu isimler ezberlettiriliyorsa Fenerbahçeli büyükleri tarafından, Tuncay’ın da bu şansı yakalamasına çok az kaldı. Sahadaki mücadelesi Fenerbahçeli taraftarlarca başka taçlandırılıyor. Efsane olmak kolay değil. Bu fırsatı yakalamışken tepmek de açıkçası pek akıl kârı değil. Tabii maddi imkanları bütün bu anlattıklarımdan başka bir yere koyuyorum. Eğer maddi açıdan Tuncay’ı tatmin edecek bir büyük kulüp çıkacaksa o zaman yolu açık olsun ve de helal olsun.Gelelim önümüzdeki sezona. Appiah, Alex, Deivid, Lugano, Edu... Kimi yeterli değil, kimi gitmek niyetinde. Avrupa’da başarı için nasıl bir transfer politikası izlenmeli?Kulüplerin transfer politikalarını hocaları belirlemeli. Fenerbahçe de öncelikli olarak teknik direktör konusunu kafasında netleştirip, gelecek sezon Zico’yla mı yoksa başkasıyla devam edeceğini belirlemeli. Ama şu bir gerçek ki, geçen yılki şok dönemde yaşanan zaman kaybı bu sene yaşanmayacağı için Fenerbahçe daha mantıklı olacaktır.Şampiyonluk geldi de, önümüzde bir Galatasaray derbisi var. Ve ezeli rakibinin de Şampiyonlar Ligi şansını yakalama hevesi... Diyorlar ki, Fener yedekleriyle çıkar o maça.Diyor ki İslam baba; “Fenerbahçe’nin büyüklüğü ne kupa büyüklüğüdür, ne de şampiyonluk. O öyle bir büyüklüktür ki adı konulamaz.” Tarif ettiği bu büyüklüğün kavramları içinde rakibe saygı da olmalı büyük ustanın. En azından ben öyle düşünüyorum. Açıkçası ben Fenerbahçe’nin böyle bir şey yaparak ne Galatasaray’a ne de onlarla ikincilik, yani Şampiyonlar Ligi için çekişen Beşiktaş’a haksızlık ve saygısızlık edeceğini düşünüyorum. Fenerbahçeli futbolcuların da rakibe saygılı olacaklarından hiç şüphem yok. Ama “illa Sami Yen’de bir şey yapalım” fikrindeyseler eğer, maçtan sonra futbolculara birer tane 100. yıl saati takılabilir. Kibar, ama bir o kadar da anlamlı olur.Hazırlayan: Ayhan Yılmaz
‘’Zico ve takımın Fener'e ettiği!‘’
Necil Ülgen’le dört soru dört cevap... Camia tam bir mücadeleye başlayacakken, bütün silahları takımları tarafından ellerinden alındı. şimdi önlerinde, taraftarlarının başını dik tutup, “şampiyonuz işte” dedirtecekleri 4 maç var.
Geçen sezon Kabze’nin son dakikada Beşiktaş’a attığı gol, şimdi de İbrahim Akın’ın benzer golü... Fener’in, geçen sezonun son haftasındaki Denizli beraberliği ile kaçan şampiyonluğu, yine aynı rakip ve aynı sonuç. Bunlar işaret mi?
Eğer uhrevi bir işaret arıyorsak işaret deriz ama futbol dünyevi bir spor ve eğlence. Fenerbahçe şampiyonluğu bir şekilde kaçıracaksa eğer bunun işaretlerini zaten sezon başından beri veriyor. Aslına bakarsanız, rakiplerinin de en az Fenerbahçe kadar kötü olması hâlâ Fenerbahçe’nin yarışın içinde olmasının en önemli nedeni. şampiyonluğa en yakın takımlardan biri olan Beşiktaş’a bakıyorsun kazanıyor ama içler acısı futbol oynuyor. İşte bu nedenle galiba işi bu sene dünyevi çalışmalar değil ilahi faktörler belirleyecek. Garip ama böyle.
‘Penaltı verilmiyor’ deniyordu, Denizli maçında penaltı kullandı ve gol attı Fenerbahçe...
Rakibin bir golü, yardımcının ‘doğru’ tespitiyle iptal edildi. Hakemin Fenerbahçe aleyhine bir kararı da yok. Ama futbol da, sonuç da ortada Elmalar ile armutları birbirine karıştırırsak insanları da açmaza sokarız. Denizli maçında ya da Antep maçında Fenerbahçe için penaltı verilmesi diğer maçlarda bazı penaltılarının atlandığı gerçeğini değiştirmez ancak şu da bir gerçek ki, bir takım, yönetimini ve camiasını ancak böyle sabote edebilir. Tam camia bir mücadeleye başlayacakken bütün silahları bizzat kendi takımları tarafından ellerinden alındı. Bir maç ile sezon genellenmez ama şimdi rakiplerin elinde sağlam bir koz var ve bunu veren de Zico ile talebeleri.
Tribünler, maçtan önce ‘yeter’ diyordu. Bu ‘yeter’in adresi belli elbette. Sence bu ‘yeter’, gerçekten sadece o adrese mi yeter, yoksa başka adreslerin de kulakları çınlamalı mı? Bir de tabii yayıncı kuruluşun kesilen kabloları var
Mesaj açık ve net. Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, Fenerbahçe’nin ‘persona non grata’sı yani “istenmeyen insanı”. Diplomatik bir tabir ama Fenerbahçe’nin Ulusoy karşıtı politikalarında ciddi yanlışlar var bana göre. Ulusoy ile mücadele, kısa süren Levent Bıçakcı dönemini hariç tutarsak 4 yılı aştı. Ama kaybeden genelde Fenerbahçe oldu. Demek ki, strateji değişikliği yapmak lazım. Sarı-Lacivertli yönetimin gerilim politikası uyguladığı iddia ediliyor. İşte bu gerçekten garip. Çünkü gerilimden en çok zarar gören takım Fenerbahçe. Sorunun gizli muhataplarına gelince; eğer o ‘yeter’ pankartı maçtan sonra açılsaydı, herhalde içeriğinde pek çok futbolcu ile birlikte Zico da olurdu. Kablo konusunda söyleyeceğim ise şu. Fenerbahçe yönetiminin Digitürk ile sorunu varsa bunu çözebilecek pek çok gücü elinde barındırıyor. Kablo olayı bana biraz çocukça geliyor. Netice itibariyle o yayını milyonlarca taraftarın da izliyor. En azından onlara yazık.
Beşiktaş-Fener derbisinin şampiyonluk düğümünü çözeceği görüşü ağır basıyor. İnönü’de kilit isimler kimler olur? Ve kalan maçlara bakıldığında, tepede nasıl bir sıralama oluşur. Galatasaray bir sürpriz yapabilir mi?
Fenerbahçe belki de lige başka bir renk kattı bu gidişiyle. Belki de o saçma puanlar verilmeyip arada şampiyonluk için uygun fark yaratılsaydı ve o maçlarda alınan mağlubiyetlere rağmen şampiyon olunsaydı işin tadı kaçacaktı. Fenerbahçeli futbolcuların önünde taraftarlarının başını dik tutarak gururla “şampiyonuz işte” dedirtecekleri 4 tane maç var ve emin olun bunun coşkusu çok daha büyük olur. Beşiktaş’ın önünde ise hiç beklemedikleri anda tepsi ile ikram edilmiş bir fırsat. Bu saatten sonra kaçırmamak için onlar da ellerinden geleni yapacaklar. Umarım kaliteli ve kazasız, belasız bir maç olur. Bana göre maçın önemli isimleri, Runje, Delgado, Bobo, Gökhan Tuncay, Kezman ve oynayabilirlerse Appiah ile Aurelio olur. Hazırlayan: Ayhan Yılmaz
‘’Fener'e penaltı vermemek normal!‘’
Çünkü... Bu ülkede; sahaya horoz atılıp maç geç başlatılıyor, şampiyonluk maçı 5-6 kez konfeti yağmuru ile kesilip oynatılıyor, rakip soyunma odasına egzoz gazı pompalanıyor, bir başkan kendi soyunma odasına silahla girip...1- Şükrü Saracoğlu’nda ilginç gelişmeler yaşanıyor. Zaman zaman birbirlerine düşen taraftarlar, son dönemlerde de saha içindeki futbolculara yüklenmeye başladı. Deniz, Ümit Özat son örnekler... Bu görüntüleri nasıl yorumlarsınız?Fenerbahçe taraftarı, gerçekten çok zor bir taraftar topluluğu. Muhteşem bir stat, ama o stada yakışmayan bir taraftar topluluğu. Fenerbahçe taraftarı kelimenin tam anlamı ile iyi gün dostu... 40 bin kişinin doldurduğu statta takıma pozitif enerji yaymaya çalışan, kayıtsız maç sonuna kadar destek veren birkaç yüz kişilik bir topluluğun dışında herkes oyuna hiçbir katkı yapmadan öylece maç seyrediyor. Özellikle maraton alt tribün, sanki takımın moralini bozmak için bir araya gelmiş insan topluluğu gibi. İşlerin kötü gittiği hiçbir maçta karşılaşmayı çevirtecek en ufak bir atraksiyona girmiyor. Geçen yıldan kalan travmanın psikolojik ezikliği çok çabuk paniklemelerine yol açıyor. Bu sezon Saracoğlu’nda üç maç kaldı. Taraftar şunu bilmeli ki, bu üç maçta 9 puan çıkmazsa şampiyonluk da gelmez. Ve takımın bu üç maçta da taraftarının desteğine ihtiyacı var. Ümit bu hafta yuhlanmaya başladığında uzatmalarla birlikte maçın bitimine daha 11 dakika vardı. Fenerbahçe taraftarı maç bitene kadar destek vermeyi becerebilecek yapıya ve sevgiye sahip. Birilerin bunu o topluluğa iyice anlatması, birilerinin “Hep destek tam destek” sloganına sahip çıkması lazım.2- Fenerbahçe’nin futbolu eleştiriliyor. Ancak madalyonun bir de diğer yüzü var. İstatistiklere göre son 2 sezonun en çok gol atan, en çok pozisyona giren takımının, 9 Nisan 2006’dan beri penaltı kazanamıyor olması normal mi?Sahaya tavuk ya da horoz atılıp maçların geç başlatılmasının, şampiyonluk maçının 5-6 kez konfeti yağmuru ile kesilip devam edilmesinin, başkanların kendi soyunma odalarına silahla girip “Bu maçı vermezseniz buradan çıkamayız” demesinin, rakip soyunma odalarına dışardan egzoz gazı pompalanmasının, kümede kalma mücadelesi veren takımların son haftalarda sürekli puan kazanmasının, teşvik priminin yöneticiler tarafından meşrulaştırılmasının normal olduğu bir ülkede Fenerbahçe’nin de penaltı kazanamaması bana göre çok normal... Hatta hatta diğerlerinin yanında en normali!3- Bir önceki hafta Appiah, şimdi de Kezman... Fenerbahçe’de oyundan alınan futbolcular, kulübede çılgına dönüyor. Bu görüntüler, takım içindeki disiplinsizlik olarak mı değerlendirilmeli? Hem de bu kulübün tarihinde bir ‘Tomas’ olayı varken...Bunu disiplinsizlik olarak görmek, futbolculara biraz haksızlık etmek gibi olur. Dikkat edilmesi gereken, her iki futbolcu da, Fenerbahçe’nin oyun sisteminden ya da oynatılış biçimlerinden duydukları rahatsızlıkları zaman zaman açıkca zaman zaman da üstü kapalı olarak dile getirmeye çalıştılar. Şu açık olarak görülüyor; takımın büyük bölümünde Zico’ya olan inançta ciddi bir törpülenme var. Verdikleri tepkilere bu açıdan bakarsak daha anlaşılır bulabiliriz. Futbolcu kulübeye gelirken, o tepkiyi gösterirken; “Ne verdin ki ne istiyorsun?” tepkisi veriyor. Bunu disiplinsizlik yerine, sisteme isyan olarak algılıyorum ben...4- Mateja Kezman atamıyor... Deivid atamıyor... Tuncay bir iyi bir kötü, tıpkı Alex gibi... Bu sonuçlarda 1. derecede sorumlu saha içindeki yıldızlar mı? Yoksa bu işin özünde yatan ana sorun, kulübedeki 1. derecede sorumlu adam mı?Yıldız dediğin zaman benim aklıma gelen; maçı çevirecek, seyirciyi tribüne çekebilecek, insanların futbolunu seyrederken keyif aldığı futbolcudur. O zaman soruya tekrar bakalım. Bu sayılanlardan kaç tanesi gerçekten yıldız? Sorunu orada burada aramak en kolayı... Bütün kötü sonuçlarda herkes Zico’ya, o da olmadı ‘takımı kurdu’ diye yönetime yükleniyor. Futbolcu arkadaşlar aradan hep sıyrılıyor (Volkan hariç). Yıldızsan ya da yıldızlar topluluğu diye adlandırılıyorsan, hocana rağmen kazanırsın. Fenerbahçe takımında oynayan pek çok futbolcunun yıldızlığı, sadece Fenerbahçe formasını giymesinden kaynaklanıyor...
‘’Alex'ten daha iyisi bulunur‘’
Fenerbahçe, ‘her yıl bir yıldız’ ilkesiyle Real Madrid’in bir kopyası. Ama ‘her yıl altyapıdan bir isim’ de buna eklenip, Raul misali sürekli oynayan, ‘yolcu değil hancı’ bir idol özlemi yok mu?Taraftar sahada gözüne hoş gelen futbolu oynayan, mücadele eden futbolcu ister ve bunun nerden geldiğinin de hiç önemi yoktur. İster alt yapıdan çıksın ister Van İskelespor’dan alınsın. Bunun dışındaki süper star denilen ünlü isimlerin takıma katılmasının sebeplerinin başında başarı kadar ekonomi gelir. Star futbolcunun anlamı, daha çok ürün ve kombine satışı demektir. Yönetimlerin de asıl amacı başarıyı yakalarken ekonomiyi de güçlendirmek olduğu için bu tip transferler yaparlar. Kimse adı sanı duyulmamış bir futbolcu takıma geldiği için gidip kombine almaz ama örneğin adı geçenlerden Roberto Carlos alınsa pek çok kişi kombinesini şimdiden ayırtır, ilk maçına çıkmadan binlerce forma satılır. Ondan sonra iş sahaya geldiğinde ise adı bilinmez ile Roberto Carlos aynı kefeye girer. Kim iyi oynarsa taraftarın gözdesi o olur.Ünlü siyasetçilerden birinin sık kullandığı bir laf vardı, “abesle iştigal” diye. Bu da o tip bir polemik işte. Atmosfer çok etkileyici (!) ama bu sene Fenerbahçe’nin kazandığı bir penaltı yok. Ki verilmesi gereken pozisyon çok. Ya da başka statlarda hakemler daha mı az baskı altında.‘Suç kimde’ demek geliyor insanın içinden açıkçası. Yok efendim, Saracoğlu’nun atmosferi hakemleri de etkiliyormuş. Böylesine görkemli statlar yapmanın amaçlarından biri de bu değil mi zaten?Geçen günkü pozisyonda Lugano’ya kırmızı kart çıkmadı diye böyle bir genelleme yapmak (ki tartışılır) insaf sınırlarının ötesinde. Üstelik bir şey daha ekleyeyim. Fenerbahçe stadının atmosferi oyun iyi gitmediği zaman hakemi değil Fenerbahçe’nin kendi futbolcusunu olumsuz etkiliyor.Gol ve asist yarışında önde gitmesi bir yana, futbolsever olarak Alex’in ‘estetik’ hareketlerinden haz alıyorum. Avrupa’daki başarısızlık, Alex’i kaybetmek için yeterli bir neden olabilir mi?Soruyu şöyle sorarsan ne cevap vermek gerekir; “Sırf Türkiye’de başarı için Alex’i tutmak gerekir mi?” Bunun cevabı herkes için değişik olabilir kimi taraftar vardır, “Bana ne kardeşim Avrupa’dan. Fenerbahçe her sene burada şampiyon olsun bana yeter” der, kimi de Avrupa’da başarı ister. Aslına bakarsanız Galatasaray UEFA’yı almasaydı kimsenin pek de umurunda olmazdı dışarısı ama rekabet şimdi yurt dışında başarıyı zorunlu kılmış gibi bir hava var. Bana göre ise Fenerbahçe verdiği paraya daha iyisini bulabilir. Örneğin geçen sene seyrettiğimiz Schalke’li Lincoln bana göre Alex’den daha başarılı olur, fiyatı da ondan daha fazla değildir. İstenirse daha alternatifler de çıkar. Bütün bunları Alex’i kötülemek için söylemiyorum, Fenerbahçe’nin pek çok iç saha maçında onun damgası var. Bu tamamen yönetimin tercihi. Neyin ne kadar yettiğine onlar karar verir.Aziz Başkan, şampiyonluk yarışı hakkında ne zaman bir suskunluğa girse, fırtına öncesi sessizlik aklıma geliyor. ‘Atılmayan Lugano değil de, Gökhan Zan veya Tomas olsaydı’ diye düşündüm bir an.Şimdi bu soruyla Fenerbahçe yönetimine haksızlık yapmamak lazım. Son iki yıldır takip ettiğimiz kadarı ile polemiklerden olabildiğince uzak kalmaya çalışan takım Fenerbahçe. Zaman zaman gereksiz çıkışlar yapsalar da hani aklı selim olmayı bir tartıya koysak Fenerbahçe yönetiminin kefesi daha ağır basar gibi.Hazırlayan: Ayhan Yılmaz
‘’Rüzgar eken fırtına biçer‘’
Artık Fenerbahçe tribünlerindeki kavga ‘yapmayın’ demekle bitecek gibi değil. Ya beslenenler ikiye katlanacak ya da devreye başka çözümler girecek. Fenerbahçe, başına derdi kendi açtı.1- Kongrelerin belirleyicisi grupları ‘bir şekilde’ pasifize etmeyi başaran Aziz Yıldırım’ın, isterse taraftar gruplarının savaşına son verebileceğini düşünmek safdillik mi olur?Fenerbahçe kongre üyelerinin oluşturduğu gruplar ile taraftar gruplarını aynı teraziye koymak pek akıllıca olmaz, diye düşünüyorum. Aziz Yıldırım, sevin ya da sevmeyin başkanlık dönemine Fenerbahçe için büyük işler sığdırdı. Hal böyle olunca da grup üyesi olsun olmasın kongre üyelerinden hep destek gördü. Zaman içinde de güçlendikçe grupların işlevi kulüp içinde kalmadı. Ama taraftar başka... O kontrolü daha zor bir topluluk. Tribünde bugün yaşanan tatsızlıklar zamanında atılan yanlış adımların neticesi. Hep bilet vererek alıştırdığınız insanlara bir anda ‘artık vermiyorum’ derseniz karşınızda tehlikeli bir oluşum bulursunuz. Uzun süre bilet verdiği taraftarlara bir anda ‘yok’ deyince tribün muhalefeti ile karşılaştı. Tribün liderleri salak insanlar değiller, hatta cin gibiler. Başarı varken bu gidişe ses çıkartmadılar. Onlar stada girişlerini bir şekilde sağlarlarken, başarılı takımı da desteklediler. Ama yönetime, artık karşılarında olduğunu açıkça belli ettiler. İşte bu noktada başka bir hata daha yapıldı ve gruba karşı başka bir grup yaratıldı. Bu noktadan sonra da işler çığrından çıktı. Artık Fenerbahçe tribünlerindeki kavga ‘yapmayın’ demekle bitecek gibi değil. Ya beslenenler ikiye katlanacak ya da devreye başka çözümler girecek. Fenerbahçe başına derdi kendi açtı. Beşiktaş ile Galatasaray da yolda... Bugün olmazsa yarın mutlaka.2- Önce Konya, sonra Bursa... Gole kadar sallanan, golden sonra farka koşan bir Fenerbahçe. Çekirge durumu mu var ortada, yoksa bir taktik gereği sabırlı oyun mu söz konusu olan?‘Sabır’ dersek, Bursaspor’un kaçırdığı pozisyonlara haksızlık etmiş oluruz. Fenerbahçe öne geçene kadar kaçırılanlar gol olsaydı, bugün böyle bir soru sorulamazdı, diye düşünüyorum. Fenerbahçe takımına karşı hızlı başlayanlar hep pozisyon buluyor. Tıpkı Çaykur Rizespor maçında olduğu gibi, eğer gol atılabiliyorsa da üstünlük sağlanıyor. Yok, gol atılamayıp yenirse de ipler Fener’in eline geçiyor ve fark meydana geliyor. Yok, bütün bunlar bizim anlamakta zorluk çektiğimiz sabıra dayalı bir taktik ise de, bunu maçı izleyenlere anlatmak oldukça zor olmalı. Fenerbahçe şampiyonlukta yeri gereği en şanslı takım, puan farkı bunu söylemeyi gerektiriyor. Ama sezon ne şekilde biterse bitsin, Sarı-Lacivertli taraftarların eziyet çektiği bir başka sezon olarak hatırlanacak.3- Rakiplerimiz Yunanistan ve Norveç güçlü. Sakatlarımız çok. Sağlamların da ligdeki form grafikleri neredeyse yerlerde sürünüyor. Sadece ‘Terim motivasyonu’ ile nereye kadar?Yıllar, yıllar önce, hafızam beni yanıltmıyorsa bir yorumcu Manchester United-Galatasaray maçı öncesinde, “Galatasaray tur atlayamaz. Futbol topu bu maçta yuvarlak değil, kare” gibilerinden bir laf etmişti ve Galatasaray İngiltere’den tur atlayarak dönmüştü. O zaman, bu zaman, futbol oyunu öncesinde şöyle olur, böyle olur, diye iddialı konuşmaktan hep kaçınmışımdır. Dilerim Milli Takımımız, Yunanistan ve Norveç karşılaşmalarını başarı ile tamamlar ve 2008 Avrupa Şampiyonası yolunda ilerler. Ama üzülerek söylemeliyim ki, görüntü o kadar da iç açıcı değil. Dilerim kazanırız. Kazanırsak bunu ister Terim’in motivasyonuna bağlayın, ister Allah’ın lütfuna... Oynanacak oyun konusunda fazlaca bir umudum yok, ama sonuç belli olmaz.4- Cüneyt Çakır’a yapılan saldırıdan ötürü hakemlerin maçlara geç çıkma protestosu doğru mu? Ersun Yanal’ın istifası... Ve Vestel’in futbola verdiği desteği çekme durumuna gelmesi?Bana kalırsa gerek yoktu. Bir futbolcu ile bir yardımcı hocanın yaptığı saçmalık böyle bir protestoyu gerektirmezdi, ama yaptılarsa da saygı duymak ve konuyu çok da uzatmamak lazım. Ersun hocanın verdiği karara yüzde yüz katılıyorum. Gerçi Vestel ile uzun dönemli bir plan ve program yapmışlardı, ama öyle zamanlar vardır ki, etrafınıza hiç birşey verememeye başlarsınız. Ersun hoca da kendisinin de söylediği gibi artık birşey veremiyordu. Takıma daha fazla zarar vermemek için de gerekeni yaptı. Şimdi hem Vestel’in hem de Ersun hocanın önünde yeni bir dönem açılıyor.Vestel gibi güçlü bir kurumun futbolun içinde olmasında her zaman fayda var. Çok ihtiyacımız olan profesyonel yönetimler ancak bu şekilde futbolda filizlenir. Ersun hoca ise bir süre kendiyle baş başa kalmalı bana göre. Neleri yapıp neleri yapamadığını en iyi kendi görecektir.
‘’Brezilya gibi olamadılar!‘’
Sakatlandığında Dünya Kupası’nda asla başarılı olamayacaklarmış gibi düşünen , onun kenarda beklediği iki maçta takımları gol kaçırdığında ortalığı, “Rooney, Rooney” diye inleten İngilizler, egosunu pompalaya pompalaya balona döndürdükleri bu gence bakalım şimdi ne yapacaklar.Bizim ülkemizde de sıkça düştüğümüz bir hatanın kurbanı Rooney, gerçekten büyük bir futbol oyuncusu ama henüz yıldızlığın getirdiği ağırlığı kaldıracak yaşta değil. Spot ışıkların bu kadar üstüne çevrilen bir genç doğal olarak biraz da gaz yiyince sahada ayak basmadık alan tanımıyor!Şimdi merak ediyorum, Rooney’i yere göğe sığdıramayan, onsuz olmaz diyen İngiliz basını yarından sonra ne yorumlar yapacak. (Telegraph, maçtan sonra internet sitesine Rooney’in atılışı İngiliz partisine acı kattı diyerek ilk sinyalleri vermiş) Ve Scolari, her halde İngilizler yakında onun adaya girmesine bile yasak getirirler. 2002-2004-2006. İki Dünya bir Avrupa şampiyonası ve hepsinde İngilizler’i kapı dışarı eden takımların başında “Büyük Felipe” (Brezilya ve Portekiz).Neyse bugün konumuz İngiltere değil. O maçı Frankfurt’daki basın tribününde santra yuvarlağının tam üstünde yer alan 4 taraflı dev score-boarddan seyrettim, Fransa ile Brezilya’yı beklerken.Açıkcası burada Fransız’ı da, Brezilya’lısı da biletini kapıp gelmiş Alman’ı da hepsi Portekiz’i destekledi. Taraftarın ortak olarak dışarıda istediği İngilizler’di, takımlarından çok da taraftarları. Gerçekten sevilmiyorlar. Halbuki ayıkken hiç fena çocuk değiller.Takım olarak istenmeyenler ise Brezilyalılar, Gana maçında bu açıkça belli oldu. Statta Brezilyalı olanlar dışında kim varsa Gana’yı tuttu. Zannedersiniz ki Gana, Avrupa’nın göbeğinde nüfusunun tamamı beyazlardan oluşan bir ülke. Belli ki iş Brezilya’yı sevenler ve sevmeyenler diye ayrılmaya giriyor. Aslında ülkemizin yabancı olduğu bir durum değil. Gücün karşısında bir ittifak gibi durum. 94’ten beri her turnuvada final yapan, 58’den beri 5 kez kupayı kazanan “sambacılar”a karşı bir yeter artık ittifakı sanki. Örneğin dün yanımda oturan İngiliz gazeteci, kendi takımının elenmesine üzülmekten çok Brezilya’nın elenmesine sevindi. Garip ama böyle. Bu endüstride fazla büyüyen çok sevilmiyor. Ama tabi Brezilya’nın turnuvaya vedasını da sırf sevilmemeye bağlamak garip olur. Onu bağlaacak yer hazır. Eminim bütün Brezilya da ona bağlayacaktır. 1994 Dünya Kupası’nı kazandırmasına rağmen ülkesinde sevilmeyen hocalardan biri olan Parreira, bu takıma böyle futbol oynattırarak ülkesinin futbol kültürüne ihanet etmiştir. Yanılmıyorsam 1990 Dünya Kupası’ndan sonra Franz Beckenbauer, “Brezilya Avrupa’nın üst düzey kulüplerine çok oyuncu veriyor. Avrupa anlayışını kendi anlayışlarıyla birleştirdiklerinde tutulmaz olacaklar” demişti. Brezilya o sözlerin edildiği günden sonra 3 final yaptı iki kupa aldı ama hep geriye gitti.Brezilya Avrupalılaştık’ça futbolları daha çekilmez hale geldi ve Parreira tavan yaptırdı.Efsanevi Garincha, alkole teslim olup ölünce cenazesine 1 milyon kişi katılmıştı. Çünkü o Brezilya’yı futboluyla dünyaya açan adamdı. Pele, onun gibi oynadı, Gerson, Didi, Jairzinho, hep onun gibiydiler. Bügün Brezilya dünyada hala seviliyorsa onlar sayesinde seviliyor. Parreiralar sayesinde değil. Brezilya, Ronaldinho’nun yada Robinho’nun acaba bişey yaparlar mı diye uzun dakikalar boyunca boş boş bekleneceği bir takım olmamalı.Brezilya, Brezilya gibi kalmalı. Alan daraltan, koridor boşaltan, tandem mandem yapan, ilik açan, düğme diken zaten bir sürü takım var ama Brezilya bir tane. Ya da öyleydi.Artık kupa Avruplılar’ın.Benim işim de bu kupayla bitti.Kazanana hayırlı olsun.Kış gelsin Rio’ya gitmeye karar verdim. Plaja. Çünkü orda çocuklar hala benim seyretmeyi özlediğim gibi oynuyorlar.