Arama

Popüler aramalar

‘’Futbolda sistem ile bireysellik arasındaki çatışma…‘’

Futbol tarihinin en önemli sürtüşmelerinden biri sistem ile bireysellik arasında yaşanmıştır. Bu konu, futbol profesyonel bir uğraş olduğundan bu yana teknik direktörlerin tam çözüme kavuşturamadıkları bir sorun olarak günümüze kadar gelmiştir. Sistemden ödün vermeyen ve futbol tarihinde pres oyununa ödünsüz olarak bağlı kalan Valeri Lobanovski ve Rinus Michels, sisteme dayalı futbolun felsefesini anlatırken “bireysellik eğer sisteme bağlı kalınarak gerçekleştirebiliniyorsa değerlidir” demişlerdir. Hatta Lobanovski “Eğer bir forvet topu kaybettiğinde rakibini kendi ceza sahamıza kadar kovalamıyorsa, o oyuncu sistem adamı olamaz” deyip şunları eklemiştir: “ Modelleme yoluyla tuğlaları üst üste koyup takım iskeletini oluşturuyoruz. Sistemimizin başarılı olması için bilimin yol göstericiliğinden yararlanıyoruz, duygulardan değil”.

İnsanı duygulardan arındırmaya kalktığınızda sorun çıkmaya başlıyor. Bu durum, Sovyet sisteminde oynanan futbol için de batıda da değişmiyor! Lobanovski ile sisteme bağlı kalmak yüzünde en çok çatışma yaşayan oyuncu Sovyet Ulusal takımının ve Dinamo Kiev’in efsane sağ taraf oyuncusu Belenov’du. Belenov, Lobanovski için “Beni o var etti. Onu ancak futbolu bıraktıktan sonra anlayabildim” demiş ve doğan oğluna “Valeri” adını vermişti. Sistem içinde bireyselliğin en iyi oyuncularından biri olan Andriy Şevcenko ise Lobanovski’ye hakkını şöyle teslim ediyor: “ Onunla düşman değildik ama dost da değildim. Beni bugünlere o getirdi”.

Bugünün futbolunda başarılı olmak bireysellikten daha çok takım halinde hareket edebilme en azından bazı oyuncular arasında etkin bağlantılar kurulmasıyla ilgilidir. Konuyu biraz daha somutlaştıracak olursak Beşiktaş’ın kaptanı Oğuzhan Özyakup’u örnek verebiliriz. Geçen yıldan bu yana Oğuzhan çok fazla eleştiriliyor. Ancak Oğuzhan’ın verimsizliğinin Beşiktaş’ın genel durumundan kaynaklandığı da dikkate alınmıyor gibi geliyor bana.

Şöyle ki, Beşiktaş bir sistem takımıyken geçen yıldan bu yana bireysel bir ekip haline geldi. Sistemli oynayan Beşiktaş’ta, top rakip ceza alanına sistemli oyunla götürülüyordu. Son noktada ise Oğuzhan’ın Mario Gomez ve sonra da Aboubakar’a verdiği bireysellik değeri taşıyan pasları ile takım gol sorununu çözüyordu. Sistem içerisinde bireysellik işe yarıyordu bir bakıma. Geçen yıldan itibaren kaybedilen sisteme bağlı oyun yerini tamamen bireyselliğe bırakınca ortaya karmaşa çıktı. Sonuçta Beşiktaş’ın sistemli oyun yapısına boyun eğmek zorunda kalan rakipler, sistemden ödün verilince karşı stratejiler geliştirip siyah-beyazlı takımın bireyselliğinden yararlanmasını bildiler.

11 Ocak 2019, Cuma 13:03
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray'da neler oluyor?‘’

Hırvat teknik direktör İgor Tudor’dan görevi devraldıktan sonra Galatasaray ile yeni bir şampiyonluk yaşayan Fatih Terim, Nagatomo’nun transferi dışında takıma fazla dokunmamıştı. Başkalarının yaptığı transferlerle kurulan takımın başarısını “en değerli şampiyonluk” olarak değerlendiren Terim, kulübün içinde bulunduğu ekonomik sorunlar nedeniyle, öte yandan UEFA’nın yaptırımlarıyla fazla hareket yeteneği olmadığından Gomis’in ayrılmasına karşı çıkamadı. Bu sezonun devre arasına gelindiğinde ise, Gomis ile birlikte geçen sezonun kilit oyuncularından biri olan Rodrigues’de değerini bularaktakımdan ayrıldı. Yerini ve değerini bulan her oyuncunun başka bir futbol kültüründe yaşamını sürdürmesi profesyonelliğin gereklerinden biridir.

Transferlerde Terim Etkisi

Ancak, Galatasaray’daki değişimin ve futbolcu alış-verişlerinin salt profesyonellikle bağlantılı olduğunu düşünmüyorum. Gönderilen futbolcular ve transfer edilen oyuncuların yer değiştirmesinde Fatih Terim etkisi olduğu düşüncesindeyim. Terim kendi takımını kuruyor gibi geliyor bana. Tolga Ciğerci’den sonra Serdar Aziz’in de sakatlık gerekçesiyle oynamamaktan kaçınmalarının Fatih Terim tarzına ters düştüğü açıktır. Buna karşın, Fatih Terim takımını yenilemeye çalışırken Galatasaray için bir tehlikenin ortaya çıkabilme olasılığını da anımsatmak isterim. Bilindiği gibi ikinci Fatih Terim dönemi rahmetli Başkan Özhan Canay’dın’ın “herkesin gönlündeki hoca” söylemiyle başlamış ve Fatih Hoca, görevi Lucescu’dan devralmıştı. Hem de türlü imkansızlıklar, kadro yetersizliğine karşın lig şampiyonluğu ve Süper Kupa başarısı yaşayan Lucescu’dan… O günlerde Galatasaray’ın 12. oyuncusunun adını kimse bilmiyordu!

2. Terim dönemindeki karmaşa unutulmamalı

2000’in 20 Mayıs’ında kazanılan UEFA Kupası sonrası dağılan ekipten sonra Terim kendi takımını kurmayı ilk hedef olarak benimsemişti. 13 yabancı ve yanılmıyorsam 15 civarında yerli futbolcu transfer etti. Bu yabancı oyuncuların 10’u çeşitli nedenlerle verimsiz olarak takımdan ayrıldı. Gençlerbirliği’nden ısrarla istediği Osman Coşkun tam 3,5 milyon dolar karşılığında ara transferde alındı. O günlerde 3,5 milyon dolar dudak uçuklatan bir paraydı. Osman sadece Trabzonspor’a karşı yarım devre oynayıp bir gol atarak Galatasaray kariyerini noktaladı. Bu karmaşa içinde Fatih Hoca’nın kurduğu “Yeni Galatasaray” Ali Sami Yen’de Rizespor’a 5-0 yenilerek üçüncü turda kupaya veda etti. Fenerbahçe’ye Kadıköy’de 6-0 yenildi ve Avrupa’ya da Villareal’e yenilerek veda etti. Sonuçta Terim’in de görevine 2. Kez son verildi.

Fatih Hoca futbolcuda ne arıyor?

Aradan uzun yıllar geçti. Şimdi, Ne Galatasaray ne de Fatih Terim eski konumlarında... Futbolun diyalektiği her şeyi değiştiriyor. Fatih Hoca’nın futbolda şansa ve rastlantılara çok az prim verdiğini biliyorum. Onun istediği, bugünün futbolcusunu var eden değerlerin birincisi olan “adanmışlık” tır. Tolga Ciğerci, Eren Derdiyok ve Serdar Aziz’de bunu görmediği için yol ayrımına gelmiş olabilir. Ancak yerli futbolcuların içinde kendini futbol oynamaya adayan ve futbol mesleğine gönülden bağlanan çok az oyuncu vardır. İçinde bulunulan ekonomik sıkıntılar da göz önüne alındığında, kendini kulübüne ve futbola adayan oyuncular ancak alt yapılardan yetiştirilebilir. Bu bağlamda, takım bir yandan yarışırken öte yandan Ozan Kabak’ların, Yunus Akgül’lerin sayısının artırılması da geleceğin planlarına dahil edilmelidir…

09 Ocak 2019, Çarşamba 11:49
YAZININ DEVAMI

‘’Ersun Yanal başarabilecek mi?‘’

Fenerbahçe’de yapılan teknik direktör değişiminden sonra göreve getirilen Ersun Yanal’ın işbaşı yaptıktan sonra, atak futbol yapısına ilişkin söylemleri kulaklarımızı doldurdu. Ancak nasıl başaracağına dair araştırmaları sürmesine karşın henüz eski futbolcularının affedilmesinin dışında somut adımlar atılmadı. Baştan söylemeliyim ki, Yanal’ın oynatmak istediği futbolda kilit oyunculardan biri Aatif’tir. Çünkü o, topu üçüncü bölgeye hem taşıyabilen hem de oyunun bu bölgede olgunlaşmasını sağlayabilen bir futbolcudur. Aatif topu hücum hattında oyalarken iki bekin atağa çıkması da kolaylaşacak.

Atak futbol nasıl gerçekleştirilecek?

İşte bu noktada başka bir sorun karşımıza çıkmaktadır. Ersun Yanal’ın oyun kurgusunda bekler çok önemlidir. Fenerbahçe’de şampiyonluk yaşarken takımın yükünü çeken iki oyuncunun Gökhan Gönül ve Caner Erkin olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu ikiliye benzer iki bek bulmak çok zor gibi görünüyor. Peki, o zaman hücuma yönelik oyun nasıl gerçekleştirilecek? Bu oyunun uygulanması sırasında mevkiler arası geçişler nasıl yapılacak? Örneğin iki bek en azından dönüşümlü olarak atağa çıktığında stoperler onların yerini nasıl dolduracak? Doldursa bile top rakibe geçtiğinde Skrtel ve Neustadter bire bir oyunda başarılı olabilecekler mi?

Sadık Çiftpınar iyi futbolcu ama…

Yeni Malatyaspor’da başarılı futbol oynayan Sadık Çiftpınar’in stopere alternatif olarak transfer edildiğini gazeteler yazdı. Üç büyükler geçmişte buna benzer çok transfer yaptılar ama çoğu istenilen verime ulamadı. Çünkü onlar kendi takımlarında kalabalık savunma ile oynuyorlar. Büyük takımlarda ise bire bir de başarı gerekiyor.

Kalabalık savunmaları aşmanın yolu…

Fenerbahçe bugün için ligin son sıralarında yer alsa da büyük bir takımdır ve atak futbolda kendini rakiplerine kabul ettirmek zorundadır. Bu bağlamda karşısında kalabalık savunmalar bulacaktır genel olarak. Kalabalık savunmaları aşmanın yollarından biri kalabalık bir hücum hattı oluşturmaktır. Ancak bu, üçüncü bölgeye üç ya da dört forvet oyuncusu yerleştirmek demek değildir. Geriden oyuna katılacak futbolcularla hücum seçeneklerini arttırmak daha mantıklıdır.

Fenerbahçe ve Yanal’ın zamanı yok!

Bu bağlamda ErsunYanal’ın istediği oyunu oynatabilmesi için orta alan ve savunma oyuncularını disiplinli bir şekilde ileriye taşıması gerekir. Bu uygulama kolay değildir. Oturması için uzun zaman gerekebilir. Ancak ne Fenerbahçe’nin ne de Yanal’ın böyle bir zamanı var. Söylemek kolay yapmak zordur. Geriden oyuna katılarak hücumu zenginleştirmek söz konusu olduğunda, bugün için sadece bekleri ileri çıkartmak anlayışı yeterli olabilir. Bekleri hücuma çıkartmak kolaydır ancak zor olan onların arkasını toplayacak sistemi yerleştirmektir.

06 Ocak 2019, Pazar 12:05
YAZININ DEVAMI

‘’Üç büyükler neden geriye düştüler?‘’

Sorunun yanıtının birçok parametresi olabilir. Çünkü futbol biraz da doğaya benzer. Saha dışı ve içindeki koşulların değişimine ayak uydurmakta zorlanan ekipler, uyum sürecini daha çabuk aşanların yanında geriye düşebilirler. Ancak, benim ele almak istediğim kısım, futbolun saha içindeki teknik anlamdaki değişkenliğidir.

Eğer yanılmıyorsam lig tarihinde üç büyüklerin üçü de, bir devrede liderden hiç bu denli uzakta konumlanmamışlardır. Henüz ligde şampiyonluk gibi büyük bir başarı edinmemiş Başakşehir’den uzakta duran üç büyükler, ligde altı şampiyonluk kazanan Trabzonspor’dan bile üçü aynı anda bu kadar mesafeli durmadılar. Bordo-mavililerin kazandığı şampiyonluklar sırasında en azından biri onunla sonuna kadar yarışabildi.

Peki, üçü birden neden bu kadar geriye düştüler? Konuyu basite indirgediğimizde üç büyüklerin hiç birinde, Başakşehir’de olduğu gibi Edin Visca değerinde ve yararlığında bir oyuncu yok. Visca yıllardır aynı düzeyde, hemen hemen aynı ortalamayla oynayan, sakatlanmayan bir futbolcu. Visca forvet midir, kanat oyuncusu mudur yoksa orta alan futbolcusu mudur? Tek başına hiç biri değil ama hepsinin toplamıdır.

Visca’yı, sokakta gördüğünüzde pek bir şeye benzetemeyeceğiniz Alman futbolcu Thomas Müller’e benzetirim. Hatta 2010 yılının Mart ayında Arjantin ile Almanya bir hazırlık maçı yaparlar. Maçı Arjantin 1-0 kazandıktan sonra Arjantin Ulusal takımının teknik direktörü Maradona, Müller’i maçtan sonra basın toplantısı odasında görünce top toplayıcı çocuklardan biri zannetmiş, sonra Müller olduğunu öğrenince kendisinden özür dilemiştir. Visca’nın da benzer bir durumu var; Görüntüsü pek bir şey anlatmıyor ama sahada yaptıkları en azından Türkiye sınırları içerisinde benzersiz.

Üç büyüklerin liderden geriye düşmelerinin asıl büyük nedeni ise takım olarak alanı Başakşehir’den daha iyi kullanmamaları. Liderin çok daha az gol yemesinin nedeni de işte bu alan duygusuyla ilintili. Şampiyonluğa oynamak isteyen takımların iyi hücumdan daha çok, organize savunma yapmak zorunda olmaları gerektiğine önceki yazılarımda değinmiştim.

Bunun için alanı iyi kullanmak gereklidir. Futbolda hücum etmek için alan bulma çabasından daha çok, top rakibe geçtiğinde onların oyununu bozmak ve rakibe verilmemesi gereken bir şeyden ibarettir alan. Üç büyükler bu duygu ve sorumlulukla oynamadıkları için, topu rakipten alma süreleri alan duygusuna bağlı olarak uzadığından, ortalama lig takımları kadar kalelerinde gol görebiliyorlar…

02 Ocak 2019, Çarşamba 11:28
YAZININ DEVAMI

‘’Ali Koç ile alışılagelmişin çatışması‘’

Fenerbahçe’deki yönetim değişikliğinden sonra ortaya çıkan yeni durumu, Başkan Ali Koç, seçimin sonuçları belli olduktan sonra nasıl bir kulüp yapılanmasına gidileceğiyle birleştirerek kamuoyuyla paylaştı. Koç, açık olmasa da üstü örtülü olarak, devrim için yola çıktıklarını anlattı. İlk anda üç yıllık, onun da yetmeyip belki ikinci dönemde bile değişimin süreceğini söyleyen Ali Koç, Fenerbahçe gibi çok köklü gelenekleri olan, ani değişikliklere direnen bir yapının direncini nasıl kıracağının hesabını yapmıştır kuşkusuz.

Ancak böyle bir değişim içerisine girerken bilinmesi gereken en önemli konu büyük kulüplerin alışılagelmiş kültürden kolay kolay ödün vermedikleridir. Ali Koç’un ısrarla arkasında durduğu Fransız sportif direktör Damien Comolli’nin kulüp yapısıyla çelişkili bir durum içermesi ve dolayısıyla alışılagelmişin gücü karşısında geriye adım atması(istemediği halde Ersun Yanal’ı takımın başına getirmesi) kulüpteki güç dengelerinin somut göstergesi olsa gerek.

Ali Koç’un gerek idari gerekse teknik yapılanmalarda yenilik sloganı ile işe başlamasına karşın, futbol tarihinde büyük takımların yapısal değişiklikler konusunda anlamlı adımlar attığına pek az rastlanmıştır. Tersine yeniliklerin çoğunlukla zayıf takımların idari ve teknik sorumluları tarafından yapıldığı bilinmektedir. Örneğin, Arsenal teknik direktörü Herbert Chapman Newcastle’a 7-0 yenildikten sonra WM sistemini bulmuştur. O yıllarda Arsenal İngiltere’nin sıradan takımlarından biriydi.

Aynı şekilde kataneçyo, alan savunması, kısa ya da uzun pasları kullanmak da hep küçük takım teknik direktörlerince bulunmuştur. Çünkü güçlüler yeniliğe ihtiyaç duymazlar. Güçlülere karşı direnip ayakta kalmak zorunda olan hep zayıflardır. Avantaj elde etmek için yenilik bulmak zorunda olan da zayıflardır.

Fenerbahçe gibi tarihsel ve güçlü ilişkileri olan camialarda alışılmışın dışına çıkmak, devrim anlamında değişiklikler yapmak için maç kazanmak şarttır. Sürekli maç kaybeden bir takımın alışılmadık olanı, yenilikleri savunması, onlara tutunması olanaksız değil ama zordur.

26 Aralık 2018, Çarşamba 12:24
YAZININ DEVAMI

‘’Comolli ve futbolcuları Fenerbahçe'yi tanıyorlar mı?‘’

Fenerbahçe’de dahil olmak üzere Türkiye’nin birçok tarihsel takımında teknik adam olarak görev yaptım. O günlerde yeni transfer edilen futbolcuların takımlarını daha iyi tanımaları için oynayacakları takımın tarihini anlatırdım. Yararlı olduğuna adım gibi eminim. Gerçi şimdi internet var isteyen herkes transfer olduğu takım hakkında bilgi alabilir. Ancak yüz yüze, göz göze ve duygulara hitap edilerek Fenerbahçe’nin yeni futbolcularına sarı-lacivertli formanın anlatılmasını isterdim. Belli ki, Comolli ve transfer ettiği futbolcular Fenerbahçe’yi yeterince tanımıyorlar ya da onlara, rahmetli büyüğümüz İslam Çupi’nin bir cümlede anlattığı ve o cümle üzerine ciltlerce kitap yazılacak büyüklüğünden hiç birinin haberi yok.

Bu köşe vuruşuna ilk kez tanık oldum

Benim derdim Fenerbahçe’nin puan sıralamasındaki yeri değil. Fenerbahçe bugünkü yerinde her halde kalmaz, durmaz da. Ancak Fenerbahçe hangi durumda olursa olsun Antalyaspor karşılaşmasının 63. dakikasındaki bir köşe vuruşunu pas olarak kullanıp, rakip savunma arasında bir gedik bulamayarak topu kalecisi Harun’a kadar çeviremez. Yanlış hatırlamıyorsam ömrümde izlediğim maçlar içinde ilk kez tanık oldum böyle bir duruma.

Neustadter ve Slimani!

Sonradan oyuna giren, yeterince gücü olduğunu kabul ettiğimiz İslam Slimani, karşısında sadece bir savunma oyuncusu varken, onu çalımla geçip gol atmayı değil, sol ayağıyla gelişigüzel bir vuruş yapaıp sorumluluktan kaçarak, pozisyonu ve topu başından savamaz. Fenerbahçe’nin stoperi Neustadter sarı kartı olduğu halde, takımın hiçbir sorun yaşamayacağı bir pozisyonda rakibin ayağına basarak ikinci sarıdan oyun dışı kalamaz. Kaldı ki yaptığı hareket direkt kırmızı kartı gerektirirdi.

İlk yarı yan ve geri paslarla geçti

Fenerbahçeli futbolcular Antalyaspor maçının ilk yarısını yan ve geri paslarla oynayıp dakikaları eritti. Henüz ilk dakikada Soldado’nun ayağına gelen pozisyonu İspanyol futbolcu sorumluluk almadan öylesine bir vuruşla golü kaçırdı. Formda bir santrfor deyim yerindeyse o topu alıp birlikte kaleye girerdi. Hadi Soldado uzun süre oynamadığından maç formu yok diyelim. Peki devamlı oynayan Slimani ve takımın golcüsü Ayew’e ne demeli? Ben diyeceğimi baştan söyledim. Comolli ve futbolcuları Fenerbahçe adının büyüklüğünün farkında değiller…

24 Aralık 2018, Pazartesi 22:41
YAZININ DEVAMI

‘’Birbirinden güzel goller…‘’

İdeal kadrosuna yakın bir takım kurabildiğinde, üç büyükler içinde göze hoş gelen futbolu oynamaya en yatkın takımın Galatasaray olduğunun altını çizmeliyim. Eksikler nedeniyle son sekiz haftadır kazanamayan Galatasaray, Sivassporlu Robinho’nun ayağından birbirinden güzel goller yese de, oyunu rakip takımın sahasına yıktığında yaratıcı futboldan örnekler verebiliyor. Özellikle Ndiaye’nin, onca rakip kalabalığına karşın Sivassporlu futbolcuları oyundan düşürdüğünde Feghouli’nin golü atması için şartlar oluşmuştu.

Robinho basiti güzelleştirdi

Robinho’nun attığı güzel goller için özel bir paragraf açmak gerektiği kanısındayım. Bizde yıldız futbolcu denildiğinde bazı şeyleri yoktan var eden bir anlayış kabul görür. Oysa yıldız oyuncuların en önemli oyuncuları genelde basiti gerçekleştirmeleridir. Nitekim Robinho attığı iki golde de basit bir top kontrolünden sonra vuruş pozisyonu hazırladı. Top kontrolünün kusursuzluğu Maicon’un da dengesini bozdu.

Ayağa pas Belhanda’yı öne çıkardı

Galatasaray kalesinde gördüğü iki güzel gole karşın oyuna ağırlığını koymaktan geri durmadı. Özellikle Onyekuru’nun savunma arkasına yaptığı, çabukluğunu ortaya çıkartan koşular Sivasspor savunmasını çok zorladı. Ayağa pası zamanlaması yerinde yapıldığında Belhanda’nın sonucu etkileme becerisi de devreye girdi.

Penaltıda sorun var gibi…

Maçın ilk yarısının ortalarında Fernando’nun rakibine ceza alanı içinde yaptığı bir hareket hakemin de VAR’ın da gözünden kaçtı. En azından incelenebilirdi. Onyekuru’nun attığı ilk gol VAR’a gerek kalmayacak kadar temizdi. Ancak penaltı için aynı şeyi söylemek biraz zor gibi. Sivassporlu oyuncu topa vurduktan sonra Belhande’nin ayağına müdahale etti gibi geldi bana. Ancak bunların hiç biri Galatasaray’ın kazanmasına gölge düşüremez. Sarı kırmızılı takım iyi futbolu ile hak ederek kazandı.

Levent Şahin’i kutlarım

Galatasaray’ın attığı hiçbir golde abartılı sevinç gösterisi yapmayan sadece takımını alkışlayan teknik sorumlu Levent Şahin’i örnek ve sportmen davranışı için kutlarım.

23 Aralık 2018, Pazar 22:23
YAZININ DEVAMI

‘’Fenerbahçe'nin pas oyunu…‘’

Teknik direktör Ersun Yanal’ın göreve başlamasıyla birlikte Fenerbahçe’de neyin değişeceği merak konusuydu. Geleneğinde her zaman topla oynama alışkanlığı olan Fenerbahçe bu özelliğini maçın ilk yarısında fazlasıyla uyguladı. Öyle ki, oyunun 30 dakikalık bölümü geride kaldığında pas sayısı 233-53 Fenerbahçe’nin lehineydi. Anlaşılan, moral kondisyonu düşük olan futbolculara, Ersun Yanal’ın ilk talimatı oynanan oyundan zevk almaları olmuş.

Ayew’in golü pas oyununun ürünü…

Biraz da Erzurumspor’un bıraktığı boş alanlarda top dolaştıran Fenerbahçeli futbolcular ayağa oyunu rakip savunma bölgesinin dar alanlarına taşıyarak pas oyununda adeta gövde gösterisi yaptılar. Ligimizdeki sıralamayı bilmeyen biri Fenerbahçe’nin bu pas oyunuyla düşme bölgesinde olduğunu öğrendiğinde, inanmazdı. Bu oyun anlayışının ürettiği organize Ayew golü pas oyununun da ödülü oldu. Ancak bu kadar çok pas kazanmanın garantisi olmadığı gibi takıma güç kaybı da yaşatabiliyor.

Oyun rölantiye dönünce…

Skor iki farka geldikten sonra, ilk yarının son on dakikasında oyun değişiverdi. Fenerbahçe oyunu rölantiye alınca Erzurumspor ileri çıkmaya başladı. İkinci yarının başında neredeyse skoru eşitliyordu konuk ekip. Bu ne anlama geliyor?

Takım savunmasında ciddi sorunlar…

Sorunun birden fazla yanıtı ve yorumu olabilir. Ancak benim aklıma gelen şudur: Fenerbahçe’nin takım savunmasında ciddi sorunları var. Dakikalar ilerledikçe orta alandaki bazı oyuncuların maç kondisyonu eksikliği genel takım savunmasına da olumsuz yansımaktadır. Mehmet Topal ile Mehmet Ekici sakatlıklar yüzünden yeterince görev alamadılar. Valbuena zaten savunması sınırlı bir oyuncu.

Değişiklikler ikinci yarıdaki oyunu etkilemedi

İkinci yarının tamamına yakınında oyunun kontrolü Erzurumspor’un eline geçince, Ersun Yanal da bizimle aynı düşüncede olacak ki, Mehmet Ekici ve Valbuena’yı oyundan aldı. Bu değişiklik oyunu nasıl etkiledi diye soracak olursanız, fazla bir değişiklik olmadığını söyleyebilirim. Oyunun kontrolü yine Erzurumspor’un elindeydi. Ancak en azından edinilen skoru elde tutmaya katkı yapması düşünülmüş olmalı değişikliklerin. Ne var ki, Fenerbahçe edindiklerini elinde tutacak kadar sağlam ve dayanıklı bir takım değil…

18 Aralık 2018, Salı 00:14
YAZININ DEVAMI