‘’Beşiktaş hızlı oyuna geçiş yaptı‘’
Geçen hafta Antalyaspor karşısında altı gollük bir gösterişli oyun sunan Beşiktaş için o karşılaşma belirleyici değildi. Çünkü böylesi gollü ve sürpriz içeren maçlar on yılda bir gerçekleşir. Bu nedenle, Beşiktaş’ın, ligin ikinci yarısına ilişkin nasıl bir giriş yapacağının ipuçlarını bu karşılaşmadan almak zordu. Oysa Bursaspor karşılaşması test anlamında önemli bir oyundu. Bu oyun, Beşiktaş’ın, ligin kalan bölümünde neler yapabileceğine ilişkin önemli veriler gösterdi.
Öncelikle, Beşiktaş’ın daha hızlı futbol oynayan bir takım olmaya doğru evrildiğini gördük. Bunda, oyunu yavaşlatan Quaresma’nın kadro dışında olmasının ne kadar rolü olduğunu düşünmek gerekir. Ama somut bir veri de var elimizde. Lens’in ilk goldeki hareketleri ve Burak’ın gol vuruşu... Demek ki, ayak dışıyla gol pası vermek salt Quaresma’ya özgü değilmiş.
Bununla birlikte Beşiktaş’taki asıl değişimin bütün oyuncuların ileriye doğru direkt paslarla oynamaya çalışması. Rakibin orta alanda kazandığı her topta oyunu bozan Atiba’nın yeniden formunu bulması da çok önemli. Onun formu yükseldikçe Beşiktaş’ta sorunlar rafa kalkıyor.
Lens’in oyuna kazandırdığı tempo içerisinde Ljajiç’in estetik paslı oyunu, Güven ile Dorukhan’ın azimli mücadelesi Beşiktaş’ın oyununa katkı yapan değerli hamleler olarak kayda geçti. Burak Yılmaz’ın çok zor bir dönemden geçtiği açıktır. Beşiktaş yandaşlarının kabullenemediği bir oyuncu olarak böyle bir dönemde iki gol atması hem zor dönemi aşması hem de kendisine sonsuz kredi veren Şenol Güneş’in yüzünü güldürmesi bakımından önemliydi.
‘’Fenerbahçe koşu temposuna presi de ekliyor…‘’
Ersun Yanal’ın göreve gelmesiyle koşuya dayalı oyunu belli bir noktaya getiren Fenerbahçe bu uğraşının üstüne presi de eklemeye çalışıyor. Yanal öncesine kendi belirlediği bir alanın dışına çıkmayan Ayew zaman zaman 60-70 metre rakibini kovalayarak takımının koşuya dayalı oyununa katkı yaptı. Ancak Ayew alışık olmadığı bu oyun düzenine 60 dakika dayanabildi. Yorgunluktan kaynaklanan top kayıpları sonucu Ersun Hoca tarafından dışarı alındı. Geçen haftanın vasat oyuncusu Benzia bile forma giymenin yolunun önce koşmaktan geçtiğini anlamış durumda. Ne var ki onun durumu da Ayew’e benzer…
Geçen hafta oynanan Malatyaspor karşılaşmasındaki oyuna ek olarak bir de ataklara hızlı çıkan bir Fenerbahçe izledik. Özellikle ilk yarıda bu oyun anlayışı belirgindi. Kendi alanını ya paslarla ya da topa sahip olan oyuncunun hızlı top sürerek üçüncü bölgeye doğru hızlanmasıyla şut pozisyonları yaratıldı. Rakip savunma çabuk toparlandığında kanatlarda üçgenler kurularak atakların ortayla bitirilmesi amaçlandı. Özellikle sağ taraf organizasyonları çok başarılıydı. Diar, Isla ve Mehmet Ekici’nin sağ tarafta kurdukları kısa paslı üçgenler Soldado-Ayew karışımı bir golün oluşmasının da nedeniydi.
Göztepe’nin ikinci yarının başında on kişi kalmasından sonra gelen rahatlık temponun düşmesine de neden oldu. Bunu gören Ersun Yanal oyuna Moses ve Beşiktaş’tan transfer edilen Tolgay Arslan’ı alarak maçın temposunu tekrar yukarı çekti. Bu kez Moses’in sürat ve temposu ile fark ikiye çıktı. Moses forvet hattındaki kaliteyi yukarı çekecek önemli bir futbolcu.
Tolgay oyuna girdiğinde buluştuğu ilk topu kaybetti. Ancak bu kaybı direk bir pas vermek ve rakibi oyundan düşürmek için yaptı. Ülkemizdeki çoğu orta alan oyuncuları gibi yan pas kolaylığına kaçmıyor. Fenerbahçe’ye pas kalitesiyle yararlı olacak bir oyuncudur. Sadık Çiftpınar konusunda kuşkularımı bir türlü gideremiyorum. İlk yarıda Göztepe’nın kullandığı tek duran topta rakibin arkasında kalarak çok önemli bir hata yaptı. Aynı geçen hafta Malatyasporlu Mina’nın attığı kafa golünde Neustedtar’ın yaptığı hata gibi. Ancak rakip golü atamayınca dikkatlerden kaçtı. Gönülden oynaması taraftarların hoşuna gidiyor ama daha üst aşama hedeflere yönelecek Fenerbahçe için düşünülür mü? Şimdilik karar vermek zor. Gelişimini bekleyip göreceğiz…
‘’Fenerbahçe'nin savunma zinciri kopuk‘’
Fenerbahçe’nin ligdeki konumundan kaynaklanan psikolojik baskı altında mücadelesini sürdürmesi takımı güç açısından da geriye çekmektedir. Ancak mücadele gücünü üst düzeye çıkartarak oynamaktan başka da çaresi yok bu aşamada. Çünkü Fenerbahçe takım olarak beceriye dayalı sonuç alıcı oyunda bugüne değin başarılı olamadı.
Mehmet Ekici’nin kendine özgü özel becerisiyle attığı kusursuz iki golün karşısında da, başta Neustadter olmak üzere savunmada yaşadığı beceri noksanlığı ve pozisyon bilgisi eksikliği var. İnsan sormadan edemiyor: Fenerbahçe ligdeki konumu bakımından aşağılarda olsa da Türkiye’nin en büyük firmalarından biridir. Bu büyük kurum böylesine basit goller nasıl yer? Mina ikinci golde kafayı vurduğu zaman Neustadter rakip oyuncunun arkasında kalmıştı. Bu, profesyonel savunmacıların yapabileceği bir hata olamaz.
Stoperdeki soruna çare olsun diye transfer edilen Sadık Çiftpınar henüz takımda yeni biri. Uyum sorunu yaşayabilir. Ancak ikinci golde savunma zincirinin kopuk halkalarından birinin de o olması, en azından gelecekte yararlı olması bakımından bende kuşku uyandırdı. Galibiyet golünün başlangıcında vurduğu kafa gibi ek görevler yaparak Fenerbahçe’nin devamlı oyuncusu olunabilir ancak.
Yinelemekte yarar var: Fenerbahçe için mücadele tek seçenek ve Malatyaspor karşısında böyle bir güce sahip olduğunu gösterdi. Ligin iyi takımlarından biri olan, mücadele gücü yüksek Yeni Malatyaspor karşısında güç açısından sorun yaşamadı. Ancak maçın temposuna Benzia uyum gösteremedi. Zaten böyle bir oyunda görev verilmesi de hataydı. Yeni transferlerden Moses Fenerbahçe’nin aradığı oyunculardan biri. Çok hızlı ve kolay adam eksiltiyor. Deplasmanlarda onun üzerinden sonuca gidilebilir.
Maçın fizik mücadeleye dayalı oynanmasından dolayı kuralları zorlayan girişimler futbol sınırları içinde görülebilir. Ancak oyunun 30. dakikasında artık günümüz futbolunda en azından hoş karşılanmayan, takım arkadaşı yerde yatarken oyunu durdurmak ister gibi yapıp sonrada arkadaşına neredeyse gol pası vermesi Guilherme gibi iyi bir oyuncuya yakışmadı. Sahada oynayanlar bir yana, tribünlerdeki on binlerce insanı aldatmayı düşünmek bugünün futbol etiği ile bağdaşmıyor.
‘’Şenol Güneş gerçeklerin üstünü örtemiyor…‘’
Beşiktaş, Şenol Güneş yönetiminde her geçen gün kan kaybediyor. Elindeki birçok forvet oyuncusunu elinin tersiyle iten Şenol Güneş, bütün Türkiye’nin protesto ettiği Burak Yılmaz’ı kurtarıcı olarak sahaya sürüp, yine bütün Türkiye’nin gözü önünde yaptığı hatayı gidermek bir yana hata üstüne hata yapıyor. Hatalar onların düzeltilmesi için yapılır. Ancak Şenol Güneş hatayı takımı daha da bozmak için yapıyor.
Şenol Güneş’in elinde en azından iki takıma yetecek kadar santrfor varken Negredo’yu gönderdi, Love’u kendi aldığı halde kısa süre sonra onun da yüzüne bakmaz oldu. Buna karşın, “benim birinci santrforum” dediği Larin’den vazgeçti. Gene de elinde Güven ve Mustafa Pektemek var. Ama Şenol Güneş’in özyapısında sorun yokken sorun çıkartmak vardır. Bunca santrfora karşın bir de Trabzonspor dışında oynadığı hiçbir takım ile kimyası uyuşmayan Burak Yılmaz’ı aldı. Tribünler “olmaz” ama o “inadım inat” diyor. Güneş, Beşiktaş’ı futbol oynayan bir takım olmaktan alıp “santrfor sorunu yaratan” bir takım haline dönüştürdü.
Aslında bütün bunların hepsi Beşiktaş ile yolları çoktan ayrılmış olan Şenol Güneş’in son çırpınmalarında başka bir şey değil. Dün akşam itibarı ile tutkunu olduğu Quaresma ile de büyük olasılıkla yolları ayrıldı. Düşmeme mücadelesi veren Erzurumspor’dan bir puanı yine uzun zaman yok saydığı Dorukhan’ın kafa vuruşuyla kurtardı. Elimizdeki gerçek, Şenol Güneş’in, mecburiyetten oynatmak zorunda kaldığı Dorukhan’ın kendini göstermesidir. Hayali varsayım ise Güneş’in Dorukhan’ı parlatmasıdır. Şenol Güneş ne kadar gerçeklerin üstünü örtmeye çalışsa da, gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkmak gibi bir huyu vardır.
Her şey bir yana, bir teknik direktör henüz ilk yarıda sakatlanan bir stoperin yerine ikinci santrforu oyuna alamaz. Bu da onun oyuna ilişkin hiçbir planının olmadığını göstermektedir Her şeyi kendisi ve Burak Yılmaz için yaptığı çok açıktır. Burak Yılmaz’ı kurtararak kendini temize çıkartacağını sanıyor ama artık çok geç…
‘’Fenerbahçe'nin gücü yetmedi‘’
Ligin devre arasına, antrenman bilimine önem veren Ersun Yanal ile giren Fenerbahçe’de, fiziksel açıdan belli bir aşama gördük. Genel olarak topla oynama becerisi sınırlı olan sarı-lacivertli takımın teknik düzeyini yükseltmek kısa süre içerisinde zor olacağı açıktır. Ersun Yanal bunu bilen bir teknik adam olarak kondisyon çalışmalarına ağırlık vermiş olup, takımını önce koşturmaya çalışmanın yollarını aramış olmalı. Çünkü Fenerbahçe koşmaktan başka bir şey yapmadı.
Belli ki, Ersun Hoca, “teknik hareketleri becerili bir şekilde yapamayabilirsiniz ama gücünüz bitinceye kadar koşabilirsini. Siz koşun, yorgunluk başlayınca gereken önlemleri alırız” anlamında telkinde bulunmuş olmalı takımına. Fenerbahçe bu anlamda, sezonun en çok koştuğu maçını oynadı. Ancak oyunun 70. dakikasına doğru, bu koşu temposuna alışkın olmayan futbolcuların bazıları maçın güç yönünü kaldıramayarak oyundan çıkmak istediler, sahada kalanlar ise 22,5 yaş ortalamasıyla oynayan genç Bursaspor karşısında, skoru korumak için kendi alanlarına çekilmek zorunda kaldılar.
Bursaspor’un genç kadrosu pozisyonlarda hamle üstünlüğünü sürekli elinde tutmasına karşın deneyimsizlik nedeniyle galibiyeti kaçıran taraf oldu. Umut Nayır’ın uygun pozisyondaki iki kafa vuruşu gençlik hatası olmalı. Başka türlü bu goller kaçmazdı. Uzatma dakikalarında Lima’nın kaçırdığı gol pozisyonu ise Fenerbahçe’nin savunma duvarını aşamamaktan kaynaklandı.
Fenerbahçe, bu aşamadan sonra koşarak oynamaktan başka çaresinin olmadığını içselleştirmelidir. Genç Bursaspor’a karşı deplasmanda altmış dakika tempo yapan takım içerde daha rahat oynayarak koşu kalitesini biraz daha yukarılara çektiğinde aşama yapacaktır. Maçını ikinci yarısını tek kale oynayan Bursaspor’dan bir puan almak iyidir…
‘’Şenol Güneş'in yanıtlaması gereken soru…‘’
Fatih Terim bir maçtan sonra İngilizce basın açıklaması yaptığında sözlerini “Look at the tabela” şeklinde bitirmişti. Türkçede tabelaya bakın anlamına gelebilecek bu sözden sonra denebilir ki, Akhisarspor-Beşiktaş maçının tabelasındaki skor gerçekleri yansıtmıyor. Bu yaklaşımdan Beşiktaş’ın maçı hak etmediği anlamı çıkartılmasın. Tersine, böylesine güzel üç gol atan bir takım her haliyle maçı hak etmiştir. Peki, o zaman kalesinde yaşanan onca pozisyona ne demeli? Beşiktaş açısından maçın en başarılı üç oyuncusundan birinin kaleci Karius’un olması yaşanılanlara ilişkin ne demek istediğimizi zaten açıklıyor.
Öteki başarılı iki oyuncunun da Beşiktaş’ın stoperleri olduğunu söylersem maçın özetini de vermiş olurum. Özellikle Vida’nın son derece kritik mücadeleler yaptığını ve daha fazla Akhisarspor pozisyonlarına dönüşebilecek gol durumlarını bitirmesi, Beşiktaş’a geldiği günden bu yana en iyi maçını oynadı gibi geldi bana. Yeni stoper Fransız Nicolas İsimet Mirin ise son derece farklı bir oyuncu. Bizim ligimizde topla bu denli iyi oynayan bir stopere henüz rastlamadık. Bir orta alan oyuncusundan daha fazla topla oynadığını ve pas yaptığını söylemeliyim. En azından Medel’de daha fazla pas yapıyor. Pas yaparak rakip takım oyuncularını oyundan düşürmek konusunda çoğu orta alan oyuncusundan daha iyi.
Beşiktaş’a yeniden dönen Burak Yılmaz’ın Şenol Güneş’tan aldığı desteğe karşın işi zor. Çünkü henüz hazır değil ve ona Şenol Güneş’ten başka güvenen neredeyse yok gibi. Güneş Mario Gomez gibi büyük bir golcüyü bile iki hafta sonra oynatmıştı. Yine büyük bir golcü olan Negredo’nun bile neredeyse yüzüne bakmamıştı. Ama Burak Yılmaz ayağının tozuyla ve Şenol Güneş’in hayranlığı nedeniyle kendini hemen ilk 11’de buluverdi. Oyunda kaldığı 63 dakikada bir pozisyon bulup onu da kaçırdı. Ayağına gelen her top sırasında tribünlerce protesto edildi.
Şenol Güneş teknik adamlık yaşamı boyunca hep haktan, hukuktan, adaletten, dürüstlükten, hakseverlikten söz edip durdu. Peki, Burak Yılmaz’ı tribünler her topla buluştuğunda neden protesto ettiler? Güneş’in bu soruya verecek bir yanıtı var mı?
‘’Futbolda galibiyetin formülü var mı?‘’
Futbolda topa sahip olunarak ya da pasa dayalı oyunun günümüzde yaygınlaştığını biliyoruz. Topa sahip olarak oynandığında daha fazla şut olanağı hazırlanabiliyor, daha fazla şut çekmenin de daha fazla gol getirdiği biliniyor. Hatta topa sahip olan takımların daha az maç kaybettikleri de biliniyor. Peki, o zaman her takım mutlaka bu şekilde mi oynamalı? Hayır, oynanılamaz! Futbolun kendine özgü iniş çıkışları vardır. Dolayısıyla, maçlar, rakipler, dönemler ve amaçlar değiştikçe, değişik taktik ve stratejiler geliştirilerek oyun formatında da farklılıklar yaratmak zorunluluğu vardır. Takım verimsiz bir döneme girdiğinde evrensel bir tedavi yöntemi yoktur!
Atak futbol ve Yunanistan
Dolayısıyla galibiyetin formülü de yoktur? Bugün için pas oyunu özellikle iyi takımların vazgeçilmez oyun prensibi olsa da her takım bunu uygulayamaz. Atak futbol oynayarak daha fazla maç kazanılacağı hatta büyük turnuvalarda şampiyonluğa ulaşılacağı düşünüldüğünde karşımıza 2004’de Avrupa şampiyonu olan Yunanistan çıkmaktadır. Aynı başarıyı daha sonra kazanan Portekiz’den de söz edilebilir. Geçmişte İtalya’nın Dünya Kupası final grubundan bir gol fazla atmak averajıyla çıkıp şampiyon olduğu da belleklerimizdedir. Burada karşımıza başka bir gerçek çıkıyor: Önemli olan defansif veya atağa dayalı oyun, uzun pas kısa pas, ya da fazla pas-az pas oyunu değil, doğru futbolu saptayıp ona göre oynamaktır.
Çok pas galibiyet getirir mi?
Galibiyet elde edebilmek için pasa dayalı oyun daha popüler olmaya başlasa ve galibiyet için bu yöntem formüle edilmeye çalışılsa da, büyük olasılıkla az pas yapıp rakibi tuzağa düşürmek üzerine kurulu oyun planları da her zaman olacaktır. Dolayısıyla futboldaki sayısal veriler, günümüzde ve yakın gelecekte oyunun nasıl oynanması gerektiğine ilişkin bize yol gösterecek olmasına karşın, henüz kazanmanın bir formülünü bize vermek konusunda yetersiz görünmektedir.
Futbolumuzda sayısal verilerin başlangıcı…
Türk futbolunda sayısal verilere ilişkin ilk girişimleri 1980’li yılların başlarında Cumhuriyet gazetesinde görmekteyiz. O yıllarda maçlarda görevli arkadaşlarımız atılan şutların, köşe vuruşlarının, yapılan ortaların sayısını maç yazılarının içinde verirlerdi. Bu basit girişimler Türkiye’deki veri endüstrisinin başlangıcı olsa gerek. Bugün sayısal veriler bir endüstri haline geldi ki, İngiltere’de 1920’lerde başlamıştı ve bu işin atası Charles Reep’tir. Gelin görün ki, bunca ayrıntıya ve uğraşa karşın bugün futbolda takımların kaderini tayin etmenin birçok yolu vardır. Futboldan iyi verim almanın yolu belki topa sahip olmak, belki de olmamaktır, kim bilir?
‘’Ligin ikinci yarısından neler bekliyoruz?‘’
Devre arası çalışmaları tamamlanmak üzere ve bu hafta sonunda Süper Lig’in ikinci yarısı başlıyor. Profesyonellik düzeyi gelişmiş, kurumsal anlamda çağı yakalamış her ülkenin liginin ikinci devresi zor geçer. Çünkü en başta şampiyonluk ve ligde kalma mücadelesi daha da keskinleşecek, bu nedenle her maç çok zor geçecek. Takımların sezon başında yaptıkları plan ve programların aksayan yönleri giderilmek üzere önlemler alınacak, yeni oyuncular takımlara katılacak, sezon başında transfer edilen futbolcular takımlarına daha da ısınacak. Bütün bunlar da, ligin ikinci yarısının çekişmeli geçmesine neden olacak.
Heyecanlı geçecek maçlardan izleyenlerin beklentisi ise daha iyi futbol olacak. Ligin ilk yarısı, takımların transfer yapmaları ve sezon başı antrenmanları gerekçesiyle uyum sorunu yaşandığı öne sürülerek ortalama bir futbol ile geçiştirildi. Pas oyunu adı altında, yan ve geri pasların sıklığı nedeniyle izleyiciler, yandaşlar oynanan futbola ısınamadılar.
Bütün dünyayı etkisi altına almış olan pas oyununun temel felsefesini hiçbir teknik adamımız netleştirip uygulama aşamasına getiremedi. Top kendi takımlarında fazla kalıp, topla oynama oranını yükselttiklerinde oyuna egemen olduklarını sandılar. Oysa pas oyununun en temel unsurlarından biri, top tekniği yüksek oyuncular ile çok hızlı paslaşma sonucunda atağı şut çekme pozisyonuna getirmektir.
Avrupa’nın dört büyük liginden(İngiltere, İspanya, Almanya ve İtalya)edinilen sayısal verilere göre, daha kısa süreli bir paslaşma sonucunda her dokuz şuttan biri gol oluyor; paslaşma süresi uzadıkça bu oran on beşte bire kadar çıkıyor. Çünkü daha uzun süreli paslaşmalar, rakip savunma oyuncularına yerleşme fırsatı veriyor, sürpriz unsurunu en aza indirgiyor ve defans dengesinin bozulma olasılığını azaltabiliyor.
Belki daha uzun paslaşmalar sonucunda rakip kaleye yanaşan takımlar fazla şut şansı elde edebilirler. Ancak rakip yerleşik düzene geçeceği için kaleyi bulan şutların sayısında azalma olmakta. Uzun paslaşmalar sonucunda daha çok fırsatlar yakalansa da, verimlilik konusunda yetersizlik görülmektedir.
Doğaldır ki, sayısal verileri ve sonuçları daha kaliteli oyunculara sahip takımlar özellikle de top tekniği yüksek oyuncular yukarıya çekmektedir. Avrupa’nın dört büyük liginin başarılı ve sıradan takımları hemen hemen aynı oranda rakip kaleye şut çekmektedirler. Ancak başarılı takımların kaleyi bulan şutları diğerlerine göre üçte bir daha fazladır. Dolayısıyla, ligin ikinci yarısında teknik direktörlerimizden kaliteli, sonuç alıcı ve izleyenlerin beğenisini kazanmaya dayalı pas uygulamasını bir oyun prensibi haline getirmelerini, futbolcularından ısrarla bunu istemelerini bekliyoruz…