‘’Hem farklı hem aynı‘’
Fenerbahçe’de diziliş aynıydı ama çıkışlarda daha çabuk alan kat etmek istiyorlardı. Ancak olgunlaşmış bir pas otomatiğinden bahsedemeyiz. Ozan’ın sağda, İrfan ve Sosa’nın da oyunda olduğu 4-6-0/4-5-1 daha verimli olmaz mıydı?
Fenerbahçe’de diziliş az çok aynı ama oyunu algılama şekli farklıydı. Çıkışlarda daha çabuk alan kat etmek istiyorlardı. Fakat bu tip bir tempo oyunu için üzerinde çalışılmış ve olgunlaşmış bir pas otomatiği olduğundan bahsedilemez. Böyle olunca akın bitirilemeyen ya da sete dönülemeyen her an Denizli rahat çıktı. Fenerbahçe 3. haftadan sonra ilk kez ilk yarıyı isabetli şut atamadan bitirdi. Akın sonlandırma işinde iyi değillerdi. Tabii Emre Belözoğlu’nu bir yandan anlamak lazım. Evet, oyuncuların çoğu milli takımda, bir kısmı karantinadaydı. Tam bir diziliş ya da oyun değişikliği yapmak bu şartlarda kolay değildi.
Caner’in savunma zaafları
Ancak bu tercih edilen oyunda Pelkas ve Ozan önemli, ama yeterli olduklarını söylemek zor. Ve her ne kadar golde olduğu gibi çok etkili ortalar yapıp, takımın en önemli asist silahı olsa da Caner’in yarattığı savunma zaafları Milli Takım’da olduğu gibi soruna yol açtı. Bu tip bir gelgit oyununda Denizli’nin bunlardan yararlanacak hızı vardı. Ayrıca üç uzun savunma göbeğiyle ortalardan çok rahatsız olduklarını da söyleyemeyiz.
Kanatlar defansı açamadı
Yine yukarıda saydığım güçlü mazeretleri anlamakla birlikte şu soruyu sormadan edemiyorum. Valencia ya da Samatta’nın santrforda, Ozan’ın sağda İrfan’ın orta sahada olduğu çok orta sahalı bir oyunla topa sahip olmak, hatta Sosa’yı da sahaya sürüp bir 4-6-0/4-5-1 denemek çok daha verimli ve garanti olmaz mıydı? Özellikle de Denizli’nin hem savunmadaki uzunları hem de hücumdaki hızlılarını düşündüğümüzde. Evet, kanattan dripling yapan oyuncular kapalı savunmaları çözer. Ama neredeyse hiç yapamadılar ki! Bu tip bir kalabalık yaratıldığında bu kanat gücünü Gökhan ve Caner’den daha güvenli bir oyunda almak mümkün olmaz mı?
‘’Eksiklere çözüm bulamadı‘’
Aboubakar ve Ghezzal’ın yokluğu, sadece onların yeteneklerinden mahrum kalmak anlamına gelmedi. Pozisyon kaydırmaları, Beşiktaş’ın klasik güçlü oyununu olumsuz etkiledi. Larin ve Rosier bir nevi sahada yoktu. Ljajic ile Oğuzhan da işlerini iyi yapamayınca kaybettiler.
Beşiktaş klasik güçlü oyununun en önemli silahlarından yoksundu. Bu sadece Aboubakar ve Ghezzal’ın yeteneklerinden mahrum kalmak anlamına gelmedi. Pozisyon kaydırmaları tüm yapıyı etkiledi. Larin bir skorer ve çok değerli. Ama sağlam bir santrfor, performansına destek olduğunda... Muhtemelen ilk akla gelecek olan eleştiri Rosier’in sağ önde oynaması olacak. Bu tercih hücumdan çok savunmada sorun çıkardı. Çünkü onun lige damga vuran performansına Necip’in yaklaştığını söylemek zor. Özetle sadece eksikler değil, onların yerini doldurmak için yapılan pozisyon kaymaları da ilk yarıda istenen seviyeye çıkılmasını engelledi. Larin ve Rosier de bir nevi yoktu. Bu durumun yanı sıra başta rakibi 2. bölgede beklemek de sorun yarattı. Bu tip bir kontrol oyununda Beşiktaş baskı oyunundan çok geride bir takım oluyor. Kasımpaşa pasla çıktığında Beşiktaş’ın özellikle savunma merkezi Souza da dahil olmak üzere donuklaşıyor. Ama önde oynandığında tam tersine bir dinamizm oluşuyor. Hemen baskı ve top kazanma, olmadığında hızlı ve hamleli geri koşular... Riskler oluyor ama sağlanan bezdirici baskı için bu ödenebilecek bir bedel. Sergen Yalçın’ın bunun sıkıntısını sezon başından bu yana çekmesine rağmen bu oyunu tercih etmesi eleştirilir.
Kaleci Ersin büyüyor
İkinci yarıda özellikle Gökhan Töre oyuna girdikten ve Aytaç çıktıktan sonra oyun tamamen Beşiktaş’a geçti ama önce Ljajic sonra da Oğuzhan’ın işlerini iyi yaptığını söylemek zor. Larin, Aboubakar’a yaklaştığında sağlanan zenginlik ve kontrol edilmesi güç hücumu yaratacak bir destek ne onlardan ne de N’Koudou’dan geldi. Vida santrfora geçene kadar üretemediler. Belki biraz daha erken bu risk alınabilirdi.
Aytaç’a da değinmek lazım. Attığı muhteşem gol, penaltıyı onun atmaması, 2. sarı karttan atılmayışı, sonra kırmızı kart riski nedeniyle oyundan alınışı maçın dönüm noktaları oldu. Bir adam çok adam... Tabii Ersin’in kritik kurtarışlarını da unutmamak lazım. Büyüyor...
‘’O havasından eser yok‘’
Ribeiro ilk golün ardından Ömer Erdoğan’a önündeki büyük bir alanı boş bıraktıklarından yakınıyordu. Gole kadar O ve Aabid sayısal olarak rakipten o alanda eksik kaldı ve oyun kuramadılar. ‘Peki bunun Galatasaray lehine bir sonucu oldu mu?’ diye sorarsanız, cevap kesin bir ‘hayır’ olur. Bu imkanı değerlendirecek bir organizasyon yoktu. Çünkü hem öndeki ekip burayı dolduramadı hem de orta saha ekibini Gedson’un stoperde olmasından kaynaklanan tedirginlik zorladı. Gedson’un orada oynayışı savunmaya katkı sağlamak bir yana orta sahayı da etkiledi yani. Bu dengesiz alan paylaşımı hücuma katılmaya çalışan iki kanat savunmacısını çaresiz ve yardımsız bıraktı. Hatay az ama çok rahat çıktı. Donk mu Gedson mu stoperde daha kötüydü, söylemek zor. Aslında bu tip alan paylaşım sorunlarında performans kötülüğü zincirleme etki yaratıyor.
Ne çizgiye indiler ne ortadan geldiler
Terim devre arasında 4 değişiklik yaptı ve Şener/Donk ikilisini en geride bırakıp Ribeiro’nun şikayet ettiği boşluğu doldurdu. Oyunu rakip alana yıktılar ama hücum planlarının ne olduğunu anlamak mümkün olmadı. Ne çizgiye inebildiler ne ortadan delebildiler. Bunlar yok peki orta mı yaptılar diye sorarsanız, o da pek olmadı. Galatasaray çok oyuncu eksiğiyle Hatay’da sahaya çıktı ama eksik/noksan sadece bu değildi. 4 hafta önce yakalanan havadan eser yoktu. Uzun süredir şampiyonluk yarışındaki bir Galatasaray’dan bu kadar soğuk bir performans izlememiştik. Bunu değerlendirirken şunu unutmamak lazım: Hatayspor hem Boupenza’s ız hem de 3 haftalık sıkıntılı performanslarından çok da kurtulabildiğini söylemek mümkün değildi.
‘’1959 öncesi için çözümsüzlüğe gidiyoruz‘’
Büyük camialarda birlik beraberlik kadar doğru muhalefet de gereklidir. Tek sesle doğruyu bulmak zor olur. Ancak bu şekilde görevi devretmek de mümkün olur. Fenerbahçe’de kongrede bu olamadı. Belki bundan sonra bunu sağlamak mümkün olabilir. Öte yandan ben bu konuda çok iyimser değilim. Yıldırım-Koç diyaloğunun yeniden sağlanacağını sanmıyorum. Umarım yanılıyorumdur.
Güçlü zamanda yapılmalıydı
Bu kısmi yakınlaşmaya yol açan 1959 öncesi şampiyonluklar konusunda herhalde ilk dosyalardan birini Radikal Futbol Dergisi’nde yayınlayan ekipte editördüm. Bugün de fikrim değişmedi. 1959 öncesi şampiyonlukları reddetmek imkansızdır. Karşı çıkanların söylediği gibi bunun hesabını yapmak da kolay değil, biliyorum. Ayrıca zamanında bu işe el atılmadığı için bundan sonra yıldız hesabının değişmesinin de mümkün olacağını düşünmüyorum. Ve yönetimin stratejik olarak doğru zamanda bu başvuruyu yaptığını da söyleyemem. Ne kadar haklı olursanız olun bu tip başvurular en güçlü zamanda yapıldığında sonuç almak daha kolaydır.
Kısa kesip sonucun ne olacağına bakalım:
1-TFF Fenerbahçe’yi haklı görürse Galatasaray bu yıldız sisteminden muhtemelen çıkar.
2-Galatasaray’ı haklı görürse Fenerbahçe ya yıldızlarını kendisi armanın üzerine yerleştirir ya da yıldızları tamamen kaldırır. Bu da orta vadede sistemi yok eder.
3-Galatasaray’ı haklı görüp 57 ve 58’deki Beşiktaş şampiyonluklarını saymamaya karar verirse, bu kez Beşiktaş ve Fenerbahçe sistemden çıkar.
Uzmanlara bırakılmalı ama...
Yani sonuçta bu yıldız işi biter ya da değer kaybeder. Aslında yapılması gereken kararı, gerçek ve tarafsız uzmanların vermesidir ancak ülkede böyle bir Akademi ya da Kürsü yok. Yani yine çözümsüzlüğe gidiyoruz. Şaşırtıcı değil.
‘’Değerli bir ders‘’
Letonya, 2 isabetli şutta, 2 gol buldu. Savunmada alan adam paylaşımları ilk 2 maçın gerisindeydi. Burak'ın yorgun olması normaldi. Bu maç doğru değerlendirilirse, 7 puan kadar değerli bir ders olur.
Çok güvenli bir takımın atacağı bir golle maça başladık. Sonrasında topa hakim olup oyunu yönlendirdik. İlk 35 dakikada iyi savunma yapıp şut verimliliğinde fark yaratan bir takımdan daha fazlasını da gösterebileceğimizi ispat ettik. 2. gol gelene kadar ön alan baskısı ve savunma kanatlarını da oyuna katarak yapılan hücumlardan net pozisyonlar çıkardık. İlk 2 maçtaki şut verimliliğimizde olmasak da 33’te
2-0’ı bulmuş olmamız çok önemli. Sonrasında Çağlar’ın üstün oyun kurma becerisine Ozan’ın katılmasına rağmen oyuna yüzde yüz sahip olup rakibi ‘biz bu işi yapamayız’ çaresizliğine itemedik. İşte bizim asıl sorunumu da aslında bu. Ozan Tufan, Okay gibi kahramanlar bu oyunu oynamaya kalktığımızda aynı yüksek verimi ortaya koyamayabiliyor.
Bir pivot bulamadık
Tabi bu skorun oluşmasında ilk 2 maçtaki şut verimliliğimizin bu kez Letonya tarafından sergileniyor oluşu da önemli. 2 isabetli şutta 2 gol buldular. 2-0’dan hemen sonra öyle bir akın yemek de eksi yazar tabii. Sağ kanatta yüksek topu alamayışımızın böyle golle tamamlanışı üzerinde durmalı. Savunmada alan adam paylaşımları ilk 2 maçın gerisindeydi. Önde Burak da yorgun göründü, ki bu normal. Sıkıştığımızda topu önde tutacak bir pivot bulamadık. Tabii bu durumda onca koronavirüs eksiği ve Hakan’ın kasığından yaşadığı sıkıntı da etkili oldu kuşkusuz.
Oyunu soğutamadık...
Kulübede oyunu tutacak Taylan’dan başka yeterli orta saha yoktu. Bütün bu geçerli bahaneler bir tarafa eminim ki ilk goldeki duruş hatası Güneş’in en rahatsız olduğu unutmayacağı konu olmuştur. 2003’teki maçlar gibi... Peki sonuç: Oyunu soğutamayışımız, 2-0 ve 3-1’in hemen ardından yenen goller, Letonya'ya 3-3’ten sonra oyunu kazanmayı düşünse; bunu yapabilecek olması doğru değerlendirilirse, 7 puan kadar değerli bir ders olur.
‘’Artık birinciliği düşünebiliriz‘’
Teknik direktörlerin, kulüp takımı oyunları oynatmak istemesi hemen her ülke için sorun çıkarırdı. Karşılaştığımız Hollanda ve Norveç gibi; Portekiz, İspanya, Fransa ve Belçika gibi takımların yaşadığı sıkıntı bundan. Bunun adı Pep Zehirlenmesi (ya da Klopp) olmalı. Uzun çalışma ve sayısız tekrarla ulaşabileceğiniz bir pas otomatiğini senede 4 defa toplandığınız bir oyuncu grubuyla yapmak kolay değil. Eskiden aynı takımdan gelen beş 11 oyuncusuyla bir standart oturtabiliyordunuz ama bugün kalecinin başka özelliklere sahip olması bile sorun. Bu stoperin oyununu, o orta sahayı ve sonunda her şeyi etkiliyor.
Şüphe duymaya başladım
Bu 2 maç gününde bunun güçlü belirtilerini gördük. Senelerdir Milli Takım teknik direktörlüğü diye ayrı bir işin olmasının saçma olduğunu, hocaları paslandırdığını söylüyorum. Ancak bu 2 maç günü bu inancımdan şüphe duymama yol açtı. Çünkü bu maçlarda başarılı olanlar, pragmatik olanlar savunma önceliğinde olanlardı. Haaland’ı sadece bizim maçta seyretmiş olsanız, ‘Sevgili kardeşim basketbolu düşünmez misin diyebilirsiniz?’ Onun muazzam gücünü kullanmak için bir sistemi geliştirmek kulüpteki kadar kolay olmayabiliyor... Ya da rakibin sadece onu marke etmesi yetebiliyor. Hollanda'da Wijnaldum ve De Jong’un tamamlayacağı hızlı bir pas otomatiği olmadığında vasatlaştıklarını görüyorsunuz.
Güneş anlamış durumda
İşte bu durum içinde Şenol Güneş’in pragmatik çözümleri, rakipleri topa o kadar sahip olmalarına rağmen çözümsüzlüğe itti. Tabii ilk 8 isabetli şutumuzdan 7 gol çıkarmış olmanın yarattığı konforu unutmamalı. Bu tabloda artık grup birinciliğini rahatlıkla düşünebiliriz. Çünkü ortaya çıkan bu Milli Takım teknik direktörlüğü farkını dünyada en en iyi anlamış olanlardan biri Şenol Güneş. O zaman Letonya planı önemli. Oynadığımız iki maçın ilk 20'şer dakikalarındaki oyunu ikiye katlayabilirsek sadece duran toplar bize yetebilir. Ancak Portekiz’in, Sırbistan karşısında düştüğü saldırgan dengesizliğin sonuçlarını unutmamak lazım. Maç gel-gite dönerse Hakan ve Yusuf gibi orta sahalarımız için iş zor olur. Bizim dar alanda oynamak zorunluluğumuz var. Atletizm açısında buna mecburuz. O yüzden denge ve duran toplar asıl çözümdür.
‘’Üst düzey bir takım‘’
Maç 2-0 olduğunda Hollanda maçıyla birlikte 7 isabetli şutumuzda 6. golümüzü bulmuştuk. Böyle bir hücum yüzdesiyle baş etmek imkansız. Maça yine ön alan baskısı ve topu önde tutma niyetiyle başladık. Dar alanda paşlaşıp, bir anda kanat arkası koşuları beslemek istedik ki bunda son derece başarılı olduk. 2. viteste top çevirirken, birden atılan toplardan ilk yarıda 4 şans yarattık. Rakibin hızla, bazen uzun toplarla Sörloth-Haaland ikilisini bulma hedefine beklerimizi ikili savunmaya yollayarak, cevap verdik.
2. golü bulduktan sonra yine orta saha gerisine çekilip, tüm takım iyi yerleştik. Kenan ve Hakan beke kadar çekildi. Bekleri iyice stoperlere yaklaştırdık. Çağlar başta -özellikle de Mert- sağlam ve sıkı durduk. Sörloth’un karambolden direğe vuruşundan sonra Burak’ın, Yusuf’u kaçırdığı nefis pasın gol olmayışı onları hayatta tuttu. İkinci yarıda oyunu daha genişte oynamaya çalıştılar ama iyi cevap verdik.
Güneş baskıyı kırdı
Yusuf ve Burak’tan başlayan rahatsız edici bir yarı saha savunmasından sadece ortalara çıkarabildiler. Ozan’ın muhtemelen gecenin en iyisi olacak şutu, 8. isabetli şut ve 7. golümüz olunca psikolojik üstünlük net olarak ele geçti.
Norveç, Svensson’u da oyun alarak iyice orta gücüne dönünce; Güneş onun karşısına Caner’i, merkeze de Taylan’ı alıp baskıyı kırdı. Kırmızı karttan sonra da oyunu büyük oranda öldürmeyi bildik. Böylece mükemmel bir açılışı büyük oranda yaptık.
Hep söylüyorum, bu Milli Takım her anlamda lig seviyesinin çok üzerinde. Ona yetişmek arayı açmamak lazım.
‘’Peki şimdi ne olacak?‘’
Olumlu tarafından bakarsak Fenerbahçe hala şampiyonluğa inanıyor. Sorunun hoca değişikliğiyle çözülebileceğini düşünüyor.
Bu atama şunu da gösteriyor: Fenerbahçe uzun yıllar kendi Terim’ini aradı. Bundan sonraki arayış kendi Sergen Yalçın’ını bulmak üzere olacak. Bakalım ilk denemede bu gerçekleşecek mi?
Şüpheci bakarsak Koç yönetimi kısa zamanda, 3 teknik direktör, 2 sportif direktör ve 40’ı aşkın oyuncu transferi konusunda kendini tekzip etmiş oluyor. Emre Belözoğlu’nun göreve gelişi hem Bulut’un hocalığının hem de Belözoğlu’nun sportif direktörlüğünün vazgeçilmez olmadığını söylüyor. Çünkü oradan geri dönmek zor. (Bkz. Aykut Kocaman)
Peki şimdi ne olacak? Şampiyonluk gelirse ne ala. Bunun için Belözoğlu kontrollü, planlı, soğukkanlı bir teknik direktörlük performansı göstermeli. Oyunculuğu ile hocalığı 180 derece ters kişilikler gördük.
Ama Fenerbahçe’ye bu yetmez. Gerçek bir plana ihtiyaçları var. 3 yılda Altay dışında hemen hiçbir oyuncusundan kariyer zirvesi çıkaramamış olmak sadece oyuncularla ya da teknik direktörle alakalı olamaz. Asıl sorunu bulmak için derinlere inmeli.