Arama

Popüler aramalar

‘’Feda değil, şahane bir veda‘’

Beşiktaş adına bundan daha muhteşem bir derbi vedası olamazdı.
Düşünüp taşınıp bir senaryo yazmak isteseniz herhalde ancak bu kadarını yazabilirsiniz.
Bir şampiyonluk kadar spektaküler bir final oldu. Santrası yapılamayan bir kontratak.
Feda senesinde olabilecek en dramatik final.

İnönü Stadı artık sadece tarihinde yaşanmış onlarca harika maç, kahraman, konser ve organizasyonla hatırlanmayacak.

Sadece Süleyman Seba’nın attığı ilk golle de değil...
Beşiktaş’ın feda/veda senesinde bu statta en çok oynadığı rakibine attığı son golle de akıllara ve tarihe kazınacak.

Quaresma’yla Simao’yla da değil, Olcay Şahan’la yazılacak tarihe...
Beraberlikte Fenerbahçe

Bu olağanüstü hikayenin başına dönelim...
Fenerbahçe’nin aslında beraberlik planı çok iyi işledi.
Öyle ki veda ruhuyla maça başlayan neredeyse Sarı-Lacivertliler gibiydi. 4-3-3’leri harika bir baskıyla rakiplerini şaşırttı.

Beşiktaş’ın savunması ile orta sahasına top yaptırmamak için birbirlerine yakın ve kalabalık durdular. Gökhan’dan ve Meireles’ten destek alan Emre’yle tamamlanan iyi bir baskı takımı oldular.
Fernandes top almak ve çıkartmak için çok geri geldi. Doğal sonuç topun şişirilmesi oldu.
Ama şişirilen oyuncu Niang olunca bu yolla kazanılabilen sadece Egemen’in gördüğü bir sarı kart oldu. Ve bolca ofsaytla kaybedilen de çok şey.

Yani Fenerbahçe’nin temel planı gole kadar çok iyi işledi. Eksik kalan topun kolay kazanılmasına rağmen hızla çevrilmesiydi. Kuyt ve Sow’un kanat özellikli oyuncular olmayışı, akınların sadece sağdan desteklenmesi, Ziegler’in akınlara katkı vermemesi, bu oyunun gerektirdiğinden daha az pozisyona yol açtı.

3 stoperli Beşiktaş

Samet Aybaba İbrahim Toraman’ı tercih etmekte haksız değil. Sivas seviyesiyle oynarken hem bir defansif güvence olarak Veli ve Fernandes’in oyuna katılmasına katkı sağlıyor, hem de bu maçlarda baskı yemediği için teknik seviyesi sorun yaratmıyor. Gerideki pas durağı olabiliyor. Bir pas kaynağı ve seçeneğine dönüşüyor. Oyun kurulumuna katkı yapıyor. Ancak dünkü gibi önde basan kaliteli bir hücum ekibine karşı yetenekleri yetmiyor. Kolay baskı yiyerek oyuna girmesi engel oluyor. Aybaba’yı onu tercih ettiği için eleştirmek doğru değil. Çünkü maçın başındaki bu oyuna yetmedi. Ama tabii rakip çekildiğnde sorun yok... Dün de öyle oldu. Toraman maçın günah keçisi olabilirdi. Kahramanlarından oldu.

Baroni’nin liderliği

0-0’lık oyunda Baroni’nin oluşturduğu hücum merkezi hemen Webo’nun arkasındaydı. Golden sonra Emre’nin önüne çekildi. Bu top çıkarmakta çok zorlanan Toraman’ın işlemesine yol açtı. Fernandes ve Veli oyuna daha rahat girdi. Gökhan ve Sow geri çekildi ve ne kadar üretemese de Beşiktaş rakip alana yerleşti. Akan oyunda pozisyon üretemeseler de duran top olasılığı arttı. Eğer elinizde Fernandes varsa bu çok şey demek. Çünkü golü rakibe bile attırabiliyor. Bunu Kuyt’a yaptırdı.

Kontratak şablonu yok

Fenerbahçe’nin rakip için tehdit oluşturabilecek, dolayısıyla sürekli bir tedbir gerektiren kontratak şablonu yok. Geri çekildiğinde rakibi kesiyor. Ancak kapılan topları gol bölgesine, geniş alana yayılmış tehdit edici bir kalabalıkla taşıyamıyor. Bu Aykut Kocaman’ın kalıcı bir çözüm üretemediği bir problem. Bunun doğal sonucu rakibin rahat çıkması. Çünkü ‘geri yetişemeyiz’ endişesi yok. Dolayısıyla rakip bir akın sürekliliği yakalıyor. Maçı çevirecek kadar ceza sahası çevresinde kalıyor. Beşiktaş bunu yeterli seviyede yaptı.

Sağdan sağdan

Ziegler rakibini hiç itemedi. Ben de Yobo’yu dışarıda bırakıp Holosko-Hilbert ikilisinin karşısına onu dikerdim. Ama İsviçreli hocasına teşekkür edemedi. Kocaman muhtemelen pişman olmuştur...
Beşiktaş sağından iyi geldi. Özellikle Hilbert’le...

Aynı şey Fenerbahçe için de geçerli. Kuyt-Gökhan ikilisi Gökhan’ın üzerine çok iyi oynadı. Ancak Kuyt’ın müthiş çabasına rağmen son pas ve vuruş yetersizliği bu açık alanın iyi değerlendirilmesini engelledi. 2. golün ortası ondan ama net ayağa paslar verebilecek ya da pozisyona son vuruşla girebileceği şansları değerlendiremedi.

Fernandes fenomeni ve 72. dakika


Baroni ve Meireles yorgun duruyordu, bu doğru. Aykut Kocaman’ın onları çıkarmak istemesi de anlaşılabilir. Ancak Aybaba’nın aynı anda Oğuzhan’ı sahaya sürüşü sonrası Fenrbahçe’nin stoper defoları ortaya biraz daha fazla döküldü. Fernandes zaten Fenerbahçe’nin ilk golünden sonra sahanın lideriydi. Oğuzhan’la o da rahatladı. Yani Kocaman’ın kağıt üzerinde eleştirilemeyecek değişiklikleri, orta sahanın iyice yumuşamasına ve Beşiktaş’ın iyice yüreklenmesine yol açtı.

Heyecanlı bir Kalkavan


Çok heyecanlıydı. Yüzünden okumak mümkündü. Beşiktaş’ın ilk golüne yol açan elle oynama kararı doğru görünmedi. Bu da hataysa tek şahsi hatasıydı diyebilirim. Webo’nun ofsayt gerekçesiyle sayılmayan golünde kararı veren yardımcısının kararıyla hareket etti. Güvenmek zorundaydı. Ve eğer gol olsaydı ne değişirdi. Fenrbahçe yine aynı şekilde geri çekilecekseydi eğer. Hiçbir şey.

Niang’ın hazır olmayanı


Fizik olarak hiç hazır değil ve tanınmaz halde. Tamam.

Peki ne yaptı? Fernandes’in kullandığı 3 tehlikeli faulü aldı. Egemen’e bir sarı kart göstertti. Bir gol attı. Ve final pasını verdi.

Webo’nun yapamadığı her şey. Bu hazır olmayan hali. Yılmaz Vural’ın kulakları çınlasın. Elazığ’a almamış ya. Tek rakibi Sow’du. Ama kazanan o oldu.

Emre’nin düşündürdüğü


Maç sonunda başka bir şey söylemek istemiyorumun adresi Aykut Kocaman olabilir mi diye düşünmeden edemiyorum. Bu maçta Emre’nin kızabileceği tek isim o. Belki bir de Bekir. Ama Kocaman’ın aynı demeci de ilk ihtimali kuvvetlendiriyor.

2

04 Mart 2013, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Önce Muslera sonra direk!‘’

Galatasaray’ın 4-3-3’ü, onu bugüne getiren oyun stratejisinin tersi bir durumu ortaya koyuyor. Hücum presi yok. Dolayısıyla Eskişehirspor savunması kolay top yaparak çıkabildi. Hem de Dede’nin yokluğunda Diego sol kanatta oynarken, Servet de erken bir sakatlıkla yerini Causic’e bırakmışken. Bir diğer eksik Melo’nun eski oyununun dışında performans göstermesinde orta saha hakimiyetini yitirmiş olmaları. Alper ve Tello özellikle ilk 20 dakikada burada çok net bir üstünlük sağladılar. Eskişehirspor, Galatasaray’ın savunma zaaflarından da bu dönemde yararlandı. Ama Kamara ve Erkan’ın sorumsuzluğu Necati’yi yalnız bıraktı. İkinci yarıda Fatih Terim’in Aydın’ı alarak, 4-4-2’ye dönüşü de Galatasaray’ı canlandırmadı. Umut’un presine de ihtiyaç duydular. Eskişehir savunmasını rahat ettirdiler. Ancak Eskişehirspor’un hücumdaki problemleri de devam etti. Nuhiu oyuna girene kadar Semih-Gökhan ikilisini zorlayamadılar. Böyle olunca düşük tempo oyunu ortada tuttu. Avusturyalı’nın oyuna girişi iki takımın da beraberliği bozma çabalarının kısa süre için de olsa sahneye gelmesine sebep oldu. Ancak Eskişehirspor’un yarım dakikada 3 kez direğe takılışı Galatasaray’ı ayakta tuttu. Galatasaray için böyle bir oyunda 1 puan da kazançtır.

03 Mart 2013, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Tribündeki Terim‘’

1- Açık söylemek gerkirse Fatih Terim’in sahadan yollandığı yer normal yerinden daha iyi. Alex Ferguson, David O’Larry gibi hocaların seçtiği yer. Ortalama teknik direktör poziyonundan 2 metre kadar yukarıda. Sahayı çok daha iyi bir açıdan görenbir mevki. Yani aslında bu bir ceza değil. Neredeyse ödül.
2- Terim’in cezayı hak edip etmediği ayrı bir konu kuskusuz. Ayrıca bu sadece Terim’e uygulanan bir sistem de değil. Cuper de atılsa kulübenin arkasına oturacaktı. Dolayısıyla tartışma sahadan men edilen bir teknik adamın nerede durması gerektiği.
3-Bir teknik adam tribünde olduğu sürece sahaya müdahale edebilir. Dolayısıyla onu sahadan uzak tutmak bir ceza değildir.
4-Ceza ancak stattan men olmalıdır. Soyunma odası tribün vs.
5-Bir teknik adamı tribüne kulübenin arkasına yollayıp sonra da “oyuncularınla, yardımcılarınla konuşma” diyemezsiniz. Biliyorsunuz tribünde olan cezalı teknik adam kulübeyle kontak kurması halinde cezalandırılıyor. Bu mantıksızdır. Oyuncuylarına hem de böyle bir tansiyonda 2 metre uzakta olacak ve ‘tıp’ mı oynayacak?
Yani, ya dışarı yollanan teknik adamaları toptan stadın dışına yollayın ya da bırakın işlerini yapsınlar.

Plzen üzerine

Nesine.com dünyanın bir çok ülkesinden maçları site üzerinden yayınlıyor. Pazartesi Plzen’in deplasmanda Brno’yu 3-1 yendiği maçı bu kanalla izleme şansını yakaladım.
Birbirinden hiç kopmayan, yakın oynayan, tempo ve konsantrasyon kaybetmeyen şaşırtıcı bir makineyle karşı karşıyayız. Manisa’da izlediğiniz Çek Cumhuriyeti takımıyla ilgili her şeyi bu ekipte, daha ‘yüksek bir standartta’ bulmak mümkün. Kademeli, kontrollü bir oyun. Ancak hem pasa dayalı , hem direkt oyun oynayabiliyorlar. Çok yönlü ve can sıkıcı bir takımla karşı karşıyayız.

Fenerbahçe’nin silahı ise kontrollü oyun. Emre’nin yokluğunda 180 dakika tempoyu düşük tutmak en iyi yol. Bu tam bir 0-0 olsun, bizim olsun maçı.
Minimum riskle penaltılara kadar yolu var.

Galatasaray Schalke’yi geçer

Ben bir Bundesligaseverim. Şu anda Avrupa’nın en keyifli ligi olduğunu düşünüyorum.
Dolayısıyla Schalke’nin son 7 maçını büyük bir dikkatle, öncekileri de bir sporsever olarak izledim. Ve bugün ilk maçtan sonra turun favorisinin hala Galatasaray olduğunu düşünüyorum. Geçen hafta Düsseldorf’un 2-1 yenmeden önce Schalke nasıl bir takımdı?
11 maçta sadece 1 kez kazanmış... Hiç organize olamayan... İki ön liberosu baskı altına alındığında hücumunu besleyemeyen... Savunmasından adam kaybetmiş orta sahasından hücuma dönük adam kaybetmiş, organizatörünü sakat vermiş... Huntelaar’ı iki hafta antrenmana çıkaramamış, yerine ideal bir santrfor bulamamış.

Şimdi bu takım Şampiyonlar Ligi bağlamında ideal bir rakip değil midir?

Ben şahsen Fatih Terim’in maçtan önce çizdiği tabloyu anlayamadım. Kimse Schalke’yi Akhisar ya da Ordu ayarında göstermedi ki. Hemen herkesin söylediği Şampiyonlar Ligi son 16’sı bağlamında en ideal rakiple Galatasaray için en ideal durumda karşılaşıldığı. Ki bizzat yönetim Schalke Bundesliga 3’üncüsüyken kura çekildiğinde bayram yapmış... Hepsi bu.
Maçta ortaya çıkan ise son 2 lig maçındakinin anlattığından farklı değil. Yeni transferler bir devre arası hamlesi gibi değil. Sezon başı transferi gibi. İki maçta da Galatasaray oyunu direkt stratejiyle rakip ceza sahası çevresine yıkınca kazandı. Yoksa pas oyununda Akhisar ve Ordu da tehlikeli oldular.

Bugün özellikle Jermain Jones’un yokluğunda savunmanın önündeki ikiliyle diğer hatları birbirinden koparacak bir ön alan oyunu oynanırsa Schalke yine en ideal rakiptir.
Ve Galatasaray bu yolla Schalke’yi geçer. Laf olsun diye değil, gerçek olan bu...

Hem en büyük Hem en mağdur

Türkiye’de yaygın bir algı yönetimi tarzı var. Garip bir şekilde yıllardır hayatın her alanında işe yarayan bir politika bu. Hem en büyük olduğunu söylemek, hem de en mağdur...

Çok ünlü dolayısıyla çok zengin, hayatı her yönüyle iyi yaşayan aktör ya da şarkıcıda bunu görmek mümkün. Korkunç bir fakir edebiyatıyla büyük yokluklar içinde geçen bir geçmişi bugün de hala bakiymiş gibi satmaktan bahsediyorum. 1950’den beri kocaman devasa siyasi partilerin her şeyi yönetmeye yetki ve kudretleri varken en çok şikayet eden olmaları gibi.
Ve futbolda her şeyi avuçlarının içine almış 2 büyüğün en çok ağlayanlar olmaları.

Digitürk abone istatistiklerine göre taraftarın %75’i onların arkasında, federasyonu onlar oluşturuyor. Şampiyonlukların kupaların 3/4’ünü almışlar. Ama en çok onlar şikayet ediyor.
Aldıkları cezalar tahkimden dönüyor. Rakipleri eksik bırakılıyor, kırmız kartı ancak şampiyonluk yarışından koptuklarında görüyorlar. Ama hala ‘her şeye, tüm engellemelere rağmen’ muhabbeti.Büyüksünüz anladık da, biraz da asalet lazım. Çünkü camialarınızave tarihlerinize ancak böyle layık olabilirsiniz.

27 Şubat 2013, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Oscarlık bir maç‘’

Bütün bunların aynı maç içinde olabildiğine inanmak güç... Muslera’nın Selçuk’a çarptırıp attırdığı gol. Son yılların en enteresan penaltılarından biri. Çok kötü bir zemin, ilk yarıda dökülen bir Galatasaray.
Terim’in, Şaş’ın tribüne gönderilmesi. Davala’nın kendisinin gitmek istemesi. Ve sahanın ortasına kadar giren ambulans... Ordu’nun maçı sakatlıktan 10 kişi tamamlaması... En önemlisi ilk yarının zayıf halkası Sneijder’in Burak’la birlikte maçı kurtaran adam olması. Sneijder dün liderdi. Selçuk’a destek verdi ve gidişata dur dedi... Ondan da beklenen bu zaten... Ve belki daha önemlisi Terim’in oyuncu değiştirmeden oyunu değiştirmesi. Oyuncu değiştirerek de maçı bitirmesi.

Emin olun dünkü kadar dramatik anları olan bir maç az bulunur... İzlemediyseniz çok şey kaçırdınız...

4-3-3 modası

Bir önceki gün Aykut Kocaman, dün Fatih Terim... Sanki hedef şampiyonluk değil, Türkiye’de daha önce hiç tutmamış 4-3-3’ü oynatmayı başarmak.

İlk gözağrısı ‘kızıl elma’ geçen sene tutmayınca 4-4-2’ye dönen Terim, iki santrfor özellikli flaş oyuncuyla bunu yapabileceğini düşündü dün.

Ve fakat:

1-Savunma kanatları ilk yarıda böyle bir oyunda ilerideki 3’lünün kanatlarıyla mesafe korumak konusunda yeterli değil. Hakan değil ama Eboue de değil.
2-Bu durumda sorun sadece mesafe de olmuyor. Kanat oyuncuları iki çizgiye açılarak hücum alanını açamadılar. Savunma genişlemedi.
3-Hamit ve Sneijder sürekli içeri döndükleri için iş daha da zorlaştı.
4-Galatasaray’da 1.5 senedir hücumun yaratıcı kaynağı olan Selçuk hem çok geride kaldı, hem de ideal stoperlere sahip olunmadığı için fazlasıyla savunma görevleriyle donandı.

Böyle olunca zeminin de etkisiyle takım sadece merkezden hücum etmeye çalışan, birbirinden uzak, yavaş ve akın sürekliliğini yakalayamayan bir ekip oluverdi.

İşte eğer rakibi evinizde sıkıştırıp kaptırılan topları hemen geri alamıyorsanız ve oyunu enine açamıyorsanız sorun büyüyor.

İkinci yarıda Sneijder’in Selçuk’a yaklaşması ve savunma kanatlarının kenara çıkmasıyla çözümü buldu Terim. Selçuk destekle ileri çıktı. Umut’un girişiyle de maç olması gereken yere geldi. Bu sene deplasmanda kazanamayan Ordu direnemedi. Ve Oscarlık bir maç oldu.

Ön alanda pres kalkınca

Geçen sene Elmander-Necati bu sene Umut ya da Elmander. Galatasaray’ın oyununun merkezinde bu oyuncular vardı. Öndeki orta sahalar olarak rakibin startejisine çok erken hasar veriyorlardı. Rakip yarı alana asla eldeki planla çıkamıyordu. Galatasaray yaptığı her şeyi işte bu temel üzerine inşa etti. Şimdi birden flaş transferlerle her şey değişti. Olan olumlu işler de sıkıntılar da hep bundan. Galatasaray devre arasında sezon başı transferi yaptı. Bu gelgitler normal...

Başrolde zemin
Galatasaray başkan ve yönetiminin büyük bir kredisi var. Şampiyonluk ve sağlam transferlerle oluşan bir kredi. Yoksa bir devre arası çalışmasıyla zemini bu hale başka bir yönetim getirse çok perişan edilmişlerdi. Bu zemin harekatı bindiği dalı kesme dalında unutulmaz bir hata olarak tarihe kaydolacak.

26 Şubat 2013, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Muhteşem bir diriliş‘’

Fenerbahçe’nin bu sahada bu kadar oyuna hakim olduğu bir başka maç hatırlamıyorum. Yapabildikleri ya da yapamadıklarına gireceğim. Ama böyle bir top hakimiyetine daha önce rastlamadım. Baroni ve Sow’un oyuna girişi sonrası hücum alanını genişleten ama buna rağmen rakibine derinlik bırakmayan bir oyundu bu. Ve her zaman olduğu gibi, iyi savunan ve hücuma sonuna kadar niyet etmiş iki takım varsa maç heyecanlı ve olağanüstü olur. Dün işte tam da öyle oldu. Penaltıyla başlayıp penaltıyla biten, Sow’un golüyle de son imzası vurulan bir oyun. Başa dönelim.

4-3-3’le gelen

4-3-3 dizilişi Türkiye ölçüsünde büyükler için en kırılgan düzen. Savunma beklerinin temel eğitimden gelen özellikleri gereği bu zor. Onları yurt dışından alsan orta sahada ‘iç’ oynayan oyuncular için durum zorlaşıyor. Onları da yabancı alsan hücum kanatları için durum vahim. Kocaman bunu denedi dün. Ligin en tehlikeli kontratak takımlarından birine karşı.Halbuki Aykut Kocaman’ın devşirme 4-4-2’si (bir 4-2-3-1 yorumu olarak) Sow-Webo-Emre katkısıyla ligde net bir fark yarattı. Bunda Sow önemli bir faktör. Sonra Gökhan’ın bu stratejiye uygun olarak tüm sağ kanadı kullanıyor oluşunun rolü hep büyük oldu. Muhtemelen 4-3-3 yüreklenmesi de bundan. Gökhan, Emre’nin organizatörlüğünden büyük destek aldı. Eskiye döndü. Ve işini Kuyt gibi hep iyi yaptı. Kocaman için Topal’ın tek önstoper oynamayı bilmesinin de verdiği özgüven önemli. Bunlar son derece yüreklendirici faktörler. Ancak 4-3-3 oynuyorsanız oyunu enine genişletebiliyor olmanız lazım, ki Gökhan’ın da içeri kırılmasıyla Fenerbahçe oyunu hiç genişletemedi.

Topa ilk dakikada gelen gol sonrası sürekli hakim oldular. Fakat Fenrbahçe hücum alanını genişletip rakip savunmayı hiç birbirinden kopartamadı. Rakibe topu vermedikleri pozisyon görmedikleri bir maçta hep skor arayarak oynamak zorunda kaldılar Ama Cristian ve Sow’un girişi sonrası iş değişti. Hücum alanı genişledi. Fizik olarak ayakta kaldılar.

Çocuğum oldu


İki çocuğumun da doğduğu gün yayına çıktım. Mutlaka sprocu performansı farklıdır. O heyecanla seyahat yapmışsındır. Maç trafiği, yüksek preformans, hafif sakatlıklar vs. Hazır olamayabilirsin. Sow’u anlarım. Ama gerçek olan şudur. Bu meslekte baban ölse, oynarsın. Maçtan sonra söylerler. Acımasız mı? Evet öyle. Ama bir takımın Sow’uysan çocuğun da olsa çıkıp oynayacak durumda olursun. Oynaman gerektiğini sana kimse söylemez. Sen çıkar oynarsın. Bu ülkenin takımları, yabancı oyuncularını kendi lisanında konuşmaya, çocuklarını bu ülkede doğurmaya i§kna edemiyorsan o yabancıları almasınlar. İnsan çocuğu oldu diye maça çıkmamazlık etmez. Eğer hocanı tercihi ise bu, doğru tercih değil.Sow, Fenerbahçe’nin
olmazsa olmazı.

Bir maçta şampiyon olunmaz

Fenerbahçe 2 yıldır her maça şampiyonluk maçıymış gibi çıkıp telaş yapıyor. Bu ruh halinden kurtulmalı.

Sow yanıltmacası


Sow dün maç çeviren adamların başında geliyor. Çünkü: Aykut Kocaman takımı 4-2-3-1 de dizse, 4-4-2 de yapsa Sow hocayı yanıltıyor. Sow’un oynadığı oyun santrfor oyunu. Ancak onun yokluğunda Stoch ya da Kuyt’ın onun rolünü doldurma ihtimali yok. Sow dizilişlerüstü bir performans göstererek sanırım hocayı yanıltıyor. O yoksa yedeği Stoch ya da Kuyt değil Semih’tir. Çünkü Webo santrfor desteği arıyor. Hiç tartışması yok.

25 Şubat 2013, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kırmızıya rağmen‘’

Dün farklı diziliş ve sistemler deneseler de oyun olarak birbirinden ayrılamadılar.

Beşiktaş’ın 3 stoperli 4-1-4-1’i, Sivas’ın hareketli 4’lü hücumuna üstünlük sağlamak açısından doğru bir tercihti. Ancak Toraman’ın etkili şekilde oyuna girmeyişi ve Fernandes’in formsuzluğu Veli’nin çok ekstra oynamak zorunda kalmasına yol açtı.

Dün takımını defansif açıdan ayakta tutan oydu. Bir hatasında penaltıya yol açabilirdi. Hakem süzemedi. Ve korkunç bir harekete maruz kalarak oyun dışı kaldı.

Böyle bir oyunda kırmızı karta kadar ileri hattı doğru ve sürekli beslemek çok mümkün olmadı. Sadece Eneramo, Aatıf, Erman, Grosicki 4’lüsünün etkinliğini azaltmayı başardılar.

McGregor’un 3 kurtarışı ve penaltı tartışması olan 2 pozisyon dışında Sivas’ın üretimi beklenenin altında kaldı.
Sivas’ı ve Beşiktaş’ı en çok etkileyen kırmızı karttan çok Adem-Grosicki değişikliği oldu. Beşiktaş orta sahasının savunacağı alan daraldı ve rahat çıkmaya başladılar.

Gol de bu dönemde geldi. Olmadığı kadar kalabalık geldiler.

Borjan garip bir şekilde kalesini terkedip, Olcay’a doğru gitti. Ve güzel pas Hilbert’le gol oldu.

Birbirlerine çok benzeyen iki teknik direktörden hamle üstünlüğünü sağlayan Aybaba oldu.

Mutlaka McGregor da konuşulacaktır. Son derece sıradan müdahale alanında olan 3 top kurtardı. Ama standardı o kadar düşürmüştür ki, şimdi maçın kahramanı ilan edilecektir. Normal. Ama İskoç aynı İskoç...

24 Şubat 2013, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Simeone faktörü‘’

Bir şeyleri yanlış yapıyor olmalıyız. Çünkü bu kadarı tesadüf olamaz.
Böyle avantaj terk edilemez...

Emre’nin Atletico terapisi sonrası oynadığı rolü Trabzonspor maçındaki topla oynama süresi anlatıyor. 4 dakika 2 saniye. Bu istatistiğe aşina olmayanlar bunun önemini anlayamayabilirler. Top bir maçta ortalama 45 dakika oyunda kalıyor.

Ortalama bir orta saha oyuncusu 2-2.30 dakika civarında topa sahip oluyor. Bir oyuncunun yüzde 10’a yakın süre alması normal değil. 4 dakika az rastlanır bir oran. Geldiği andan itibaren oyunun merkezi oldu Emre. Olumlu oyunu etrafındaki herkesi oyuna uygun şekilde soktu.

Kuyt’tan Gökhan’a kadar.

İngilizler bu tip oyunculara ‘Anchor’ der. Yani çıpa ya da TDK’ya göre çapa. Oyunun merkezi. Hem mesafe hem de top açısından oyunun merkezi.Hem fiziksel hem de zihinsel fitliği onu kısa sürede Fenerbahçe’nin her şeyi değilse de çoğu yaptı.Bir nevi kilit taşı oldu. Ve kilit taşı çekildiği zaman yapı sallanıyor.

Dün Fenerbahçe sallandı. Oyuna hiçbir 5 dakikalık periyotta sürekli hakim olamadı. Emre’nin kısa sürede sağladığı yeni alışkanlık Fenerbahçe’nin Avrupa’daki sıkıntısı olacak belli ki.

20. dakikada eksik kalan BATE’ye karşı ilk yarıdaki şablonsuz saldırıdan gol olan bir penaltı ve Sow’un girdiği bir pozisyon çıktı. İkinci yarıda ise belli bölümlerde bariz bir baskı yedi Fenerbahçe.

Oyunu kenarlara açıp savunulacak alanı genişletme, dolayısıyla eksik kalan BATE’yi akına konsantre olmaktan uzak tutma işi yapılamadı.Bu oyunda ileri oynayabilen yegane oyuncu Salih’in erken oyundan alınması ise rakibi daha da yüreklendirdi.

Tamamen doğaçlama bir oyunla ve neyse ki son 16’ya kalarak bitti maç. Şimdi bir risk var. Kuyt’ın ilk geldiği günleri hatırlayın. Kaç haftada bitti ekstra katkısı?

Ve Emre’ninki ne kadar sürecek? Sonuna kadar mı? Olduğu kadar mı? İşte bütün mesele bu.

Simeone’nin etkisi ne zaman bitecek?

22 Şubat 2013, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Galatasaray geçer‘’

Futbolda topa sahip olmak oyuna hükmetmek anlamına gelmiyor. Oyuna hükmetmek rakibe istediğini yaptırmamakla oluyor. Kontratak için gelen bir rakibe karşı sürekli topa sahip olmanın bir anlamı yok. Size kazandırdığı bir şey de...

Galatasaray yarın akşam ancak rakibin stoperlerine basarak oyuna hakim olabilir. Topu sürekli çevirerek değil. Çünkü, Schalke’nin psikolojik handikapının teknik handikapıyla birleştiği nokta burası. Drogba ve Sneijder transferleri sürekli oyuncu ve maç kaybeden Schalke için can sıkıcı. Psikolojik olarak onları net olarak zorladı. Belki hâlâ kuradan memnundurlar. Ancak artık bu daha buğulu bir mutluluk. Schalke onu grupta lider yapan hücum 4’lüsünün bazılarını kaybettiği için herkesin yerini kaybettiği bir düzeni var.

Farfan bir destek oyuncuyken muhtemelen merkezde yer alacak. Semih için can sıkıcı bir eşleşme olabilir ama Dany’nin altından kalkabileceği bir rakip. Yeter ki hamle zamanlarında hata yapmayıp bu dengeli rakibe kritik fauller yapmasın. Kart görmesin... Ancak işin kilidi bildiğiniz gibi bu değil. Anahtar topun oraya dengeli bir şekilde gelmemesi.

Nefes aldırmayacaksın

Burada kilit önde pres. Savunmanın top yapmasını engelleyip daha en başından rakibi allak bullak etmek. Peki Sneijder’in takıma girmesiyle hibrid bir 4-4-2’yle oynamaya başlayan Galatasaray kendi dengesini bozmadan bunu nasıl yapacak? Burak maç öncesi bunu yapabileceğine dair Terim’de hiçbir şüphe bırakmamak zorunda. Aksi taktirde Avrupalı Kral dışarıda kalabilir. Sneijder’in katılımıyla bu yönde biraz güç kaybeden Terim Umut’u bu görevde sahaya sürebilir. Sneijder’le oynadıkları bu oyunda son maçta Hollandalı hafif sola kayıyor ama oyun içinde iki santrforun arkasına kırılıyordu. Bu oyunda Riera’nın yalnızlığı özellikle soldan gelip sağa dönen Schalke akınlarında zorluk çıkarabilir.

Savunma zaafı var

Başta Kriakos olmak üzere savunmada da aynı eksliklik var. Bu durum savunmanın önündeki Jones-Neustadter ikilisinin tüm bağlantılarını sakat bırakıyor. Takım şekli, bağlantıları her şey yerinden oynamış durumda. Ne topu alabiliyorlar ne servis edebiliyorlar. Aynı zamanda savunma görevleri de arttığı için dengeleri bozuk. 5 maçlarını 90 dakika izledim. Burada sorun yaşamadıkları bir 10 dakika görmedim. Kasım’ın 10’undan bu yana sadece bir maç kazanabilmiş olmaları bundan. Sadece bir ay önce Hannover’i 5-4 yendiler. Hepsi bu.

Forvetlerin acımasızlığında

Ancak ne olursa olsun asıl mesele savunmadan orta sahaya top çıkışlarını kesmek olacak. Yani kim olursa olsun forvet oyuncularının acımasızlığında. Önde ve yoğun bir baskıyla Almanların oyunu kurmasını en başta engellemek gerek. Skor avantajını aldıktan sonra zaten hayat daha kolay olacaktır. Galatasaray’ın avantajı burada bitmiyor. Sonuç ne olursa olsun Galatasaray Gelsenkirchen’e avantajlı gidecek. Yani burada bir kazaya uğrasa da orada planı ve kaderi değiştirme şansı var. Terim bu turu yüzde 80 geçer. İzlediğim Schalke bana bunu söylüyor.

Mehmet Demirkol

19 Şubat 2013, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI