Arama

Popüler aramalar

‘’Nihavend‘’

Biz ancak böyle oynayabiliriz. Öndeki 6’lıyla sürekli baskı yaparak... Topu kullanırken değil, top rakipteyken yaptığımız baskıda kapılanlarla kaleye gitmek bizim temel planımız olmalı. Dün bunu yapabildik. Nihayet... Merkezde kalabalık, baskılı ve hızla rakip kaleye giden direkt oyun. Bu oyunu dizilişle anlatmak mümkün değil. Bu oyunun adı kaos futbolu. Ve bu bizim hala tek çaremiz. Bunu Selçuk, Nuri ve Alper’le yapabildik. Onlar Umut’tan yeterli desteği aldı. Zaten o olmazsa olmaz bu oyunda. Gökhan ve Hasan Ali de vücut olarak ordaydı. Fakat form olarak o seviyede değil. Gökhan bunun çok daha üzerinde bir oyun oynamalı. Çünkü bunu yaptığını gördük. Ancak Hasan Ali’yi hala bekliyoruz. Dün yine çok acele kullandı topları. Olması gereken yerdeydi fakat aldıklarını akına yönlendiremedi. Defansın orta sahaya yakın durması ise rakibin kontra şanslarını ilk yarıda sıfırladı. İyi ve sert durduk. Ancak gereksiz bir faulle gelen duran topta golü yeme noktasına da geldik yine. 22. dakikada Onur dev gibiydi.

Bu oyundan bulduğumuzdan daha fazla pozisyon çıkarmayışımız ise rakibin sertliği ve hakemin karttan uzak yönetim anlayışıydı diyebiliriz. Bu çerçevede, belki de 2008’den bu yana oynadığımız en iyi oyundu gole kadarki. Burak’ın uzun yıllardır yakaladığmız en iyi santrfor olduğunu biliyoruz. Bilmemiz gereken bir şey daha var. Onun kadar oyunun içinde kalan, hiç dalmayan az oyuncu var. Gole kadar her şey iyi. Sonrası ise bu kumpanyaya geri dönüş... Oyunu kontrol etmeye çalışıp saçmalamak... Ve olağan bir hatayla gelen beraberlik. Hamit oyunu tutmaya yardım etmek için oyuna alındı herhalde. Peki niye oyunu tutmaya çalışıyoruz? 5 tane daha Hamit olsa yine tutamayacağımızı bilmyor muyuz? Alper ve Umut’un oyundan alınışları saçma bir temel plandan sapma hareketi. Önde dağıtan iki temel adamdan neden vazgeçiyoruz? Ve yenikken Umut’un hava gücüne ihtiyaç yok mu? Maalesef Avcı yapamadı... Gerçek şu: Çok erken veda ettik... Bir 90 dakikada en iyi ve en kötü taraflarımızı sergileyerek... Avcı geç buldu... Çabuk vazgeçti... Hicran oldu hayat bize. Nihavend makamı...

27 Mart 2013, Çarşamba 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Brezilya'ya gideriz!‘’

Türkiye Ligi’nin geçen yılki şampiyonu ve bu seneki lideri Galatasaray 1.5 yılda 4-3-3, 4-4-2, 4-2-3-1 ve nihayet 4-1-3-2’yi denedi. (Fatih Terim ısrarla dizilişin 4-3-1-2 olmadığını söylüyor)

Temel rakibi Fenerbahçe de bir yıl daha uzun bir sürede benzer yollardan geçti. Aykut Kocaman 4-3-3, 4-4-1-1, 4-4-2 ve nihayet 4-2-3-1’i denedi. Şimdi yeniden bir 4-3-3 varyasyonu deniyor. Bunun temel sebebi, memlekette herkesin peşinden koştuğu, altyapılardan itibaren oyuncuların bir parçası olarak yetiştiği bir diziliş, sistem ve stratejini olmayışı.

Türkiye’nin bir spor, bir futbol ekolü yok. Bu bir eksiklik ve uzun vadede çözülmesi gereken büyük bir sorun.
Ancak bu bir avantaj da...

Bu yoksunluk dünyada belki hiçbir yerde olmayan bir özelliğin gelişmesine yol açıyor: Sonsuz esneklik.
Ellerinde kullanacakları alışılmış şablonların olmayışı üst yapıda çalışan teknik direktörleri başka türlü bir evrimleşmeye itiyor...

Türkiye’de başarılı olmuş, uluslararası sahnede var olabilmiş tüm çalıştırıcıların ortak özelliği bu. Her türlü ortam ve kadroyla çalışabilme... Bunun için yöntem bulabilme. Ve oyuncularının da buna belli oranda uyum sağlayabilmesi.

Yani durum aslında şu: Abdullah Avcı bugün karar versin yarın sahaya takımını 3-5-2 dizilişinde çıkarabilir ve oyun seviyesi de düşmez.

Bu bir şanstır. Krizden doğan bir şans...

Avcı’nın bugüne kadar maalesef pek kullanamadığı bir şans...

Türkiye olmayan sistemiyle değil, kısa vadede güçlü yanını ortaya çıkaracak bir tasarımla başarı sağlayabilir.

Bu tasarımın kaynağı Avcı’nın baştan bu yana oyununu üstüne inşa etmeye çalıştığı hücum kanatları değil. Bu tasarımın kaynağı 1996’dan bu yana olduğu gibi orta sahanın ortası üzerinde yükselmeli. Selçuk, Emre, Topal, Hamit, Nuri vs. merkezli olmalı.

Abdullah Avcı yukarıda ismi geçen ve dahası da var olan bu oyuncu grubunun maksimum sayıda olduğu bir dizayn kurmalı. O bölgeye iki oyuncu koyup gerisine kadroyu kapatmayı seçmemeli. Aynı yolu Hiddink de izlemişti. Ve istediğini yapamadı. Eğer bunu yapabilirse skor bulacak yol da bulunur. Sadece Arda ve Burak’la dahi bunu yapabilir... Türkiye’nin üst yapı futboluna Almanya ya da Hollanda’ya baktığınız gibi bakamazsınız. Türkiye’de futbol, pozisyonlarının en iyilerinin oynayacağı bir oyun değildir.

Türkiye’de futbol en iyilerin sahada olması gereken bir oyundur. Yani en iyileri, en uygun diziliş sistem ve stratejiyle sahaya sürme işidir. Dolayısıyla Türk Milli Takımı Teknik Direktörlüğü herhangi bir teknik direktörlük işinin ötesinde zorluk içerir. Ve önemi, diğer koçluk işlerinden çok daha büyüktür.
Türkiye’de teknik direktörün oyuna katkısı yüzde 100’dür. İyi bir plan olmadan iş yürümez. Bu Hollanda’da böyle değildir. 4-3-3’e en iyileri kamuoyu oylamasıyla dahi seçip sahaya sürseniz iş yürür. Çünkü temel plan 6 yaşından bu yana zihinlere işlemiştir. Oyuncuların, seyircilerin, herkesin.

Türkiye dizayn ister.

Ve Avcı bu işi yapabilir.

Yapabilirse de kolaylıkla Brezilya’ya gidebilir.

Yeter ki biraz esnesin...

Anahtar iştah ve iç düşman

Türk Milli Takımı’nın her zaman aynı iki unsura ihtiyacı oldu. İçimizdeki İrlandalılar’a karşı tek yürek olmak ve bunun sonucu olarak iştah.

Avcı, planını orta sahadaki kalabalık kaos oyununa dayandırmak zorunda. 2000’den bu yana bizim hedefe gidebildiğimiz başka bir planımız olmadı. Denizli, Güneş ve Terim bu yolla başarılı oldular. İç düşmana karşı kendini ispat motivasyonuyla ortaya çıkan iştahla...

Bu bir sistem değildir. Ama bu topraklarda işleyen bir yöntemdir... Dolayısıyla soru da şudur: “Çıkın benim için, kendiniz için oynayın ve şu konuşanları susturun!” dediğinde aşka gelecek bir ekibi var mı? Varsa kolay...

Genç fetişizmini unut

Hepimizde hayatın her dalında olan bir fikirdir bu: Gençler gelsin. Ülkenin yarısı 25 yaşının altındaysa bundan daha normal bir şey yok kuşkusuz. Ancak unutulan bizde sporun 23 yaşından sonra öğrenildiği. O yaşa kadar doğru eğitilmeyen gençler üst düzeye çıktığında, eğer o da şansları varsa temel eğitimini yeniden alır. Dolayısıyla eğer olağanüstü bir yetenekle karşı karşıya değilseniz 22 yaşındaki bir oyuncuyla 24 yaşındaki oyuncu arasındaki yaş farkı eğitim açısından 10 yaşı geçer. Bu yüzden Türkiye’de alttan gelen iyi oyuncunun üstteki oyuncuyu dışarıda bırakabilmesi az bulunur bir durumdur. Bu tabloda “gençler oynasın” da bir iyi bir niyet mesajından başka bir şey değildir... Maalesef...

2

26 Mart 2013, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Panik bir galibiyet‘’

Bunun sebebi organize olmamızı engelleyen panik haliydi. Bu bir dereceye kadar anlaşılabilir. Anlaşılmaz olan golden sonra da bu panik halinin devam edişi. Sert, çabuk geri dönen, her türlü yenilgiyi 0-0’mış gibi kabul eden ilginç bir rakip karşımızdaydı ve biz bunun üstünden gelemedik. Selçuk’un güzel serbest vuruş golü, Onun bu takım için ne kadar değerli bir oyuncu olduğunu göstermesinin yanı sıra; bir başka noktaya daha işaret ediyor. Sonrasında sakinleşip daha organize rakip kaleye gidemeyişimiz, belki de bu serbest vuruş olmasa bizim için hayatın zor olacağının göstergesi. Selçuk maçı çevirmese panik halimiz büyüyebilirdi ve pozisyonsuzluğumuz başımıza iş açabilirdi.

Abdullah Avcı’nın elindeki oyuncularla oluşturduğu kadroya çok itiraz etmek mümkün değil. Belki Sercan yerine Olcay ya da Kerim tercih edilebilirdi. Çünkü genç oyuncu bu maçta da kendini gösteremedi. Ancak grubun geri kalanında milli takım orta sahasının başka bir şablonla kurulması gerek. Dün oynayamayan Hamit ve Emre’nin yanına Selçuk ve Arda’yı koyarak Terim’in kullandığı baklavaya dönmek akıllıca olabilir. Macaristan 1-0 öne geçtikten sonra 3-1 yenildiğimiz rakip. Bu tesadüf değil. Çünkü kolay kolay morali bozulmayan; oyuna asılan iyi bir organizasyona sahipler. Bu rakibi dünküne benzer bir panik oyunuyla geçmek imkansız. Daha akıllı bir orta saha yapısına ihtiyacımız var...

23 Mart 2013, Cumartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Salih'in yolu‘’

Bunun biz medya tarafından “yazmayın, övmeyin” başlıklarıyla verilmesi de yanlış. Öyle bir şey söylemiyor Kocaman. Bunun doğal olduğunu ama sorun yaratabileceğini söylüyor. Haklı. Ancak bunun da başka bir yolu yok. Fenerbahçe’de oynamak, yıldız adayı olmak, önce baskıyla, sınırsız övgü ve eleştiriyle başa çıkmayı gerektirir. Kondisyon, taktik bilgisi ya da yetenekten daha önemlidir bu. Çelik gibi olmak için en sıcaktan en soğuğa girmek gerekir. Darbe almak gerekir... Salih’in sahip olduğu yetenek ve oyun görgüsüyle gideceği yolun sonu yok. Yapabileceklerinin sınırı yok. Çok uzun süredir karşılaştığımız en iyi 18’lik o. Bu durumla yüzleşmek zorunda. Eğitiminin, yolunun ve kaderinin parçası bu. Biz yazacağız, öveceğiz, eleştireceğiz. Zamanı gelecek yerden yere vurulacak. Bunlar olmadan olmaz. Eğer buradan çelik gibi çıkarsa sadece Fenerbahçe’nin değil, dünyanın starı olabilir. Olabilir mi? İşte kararı o verecek...

Bir küçük uyarı: İki maç üst üste attığı gollerden sonra hülyalara daldı bir müddet. Normal. Yaptığı işe inanmaya çalışıyor o an. Bizim genç anlayışımızla bakarsak cenin o... Bunu atlatır. Zamanla atlatacak. Atlatacak ki 90 dakika aynı yoğunlukla oynayacak. Yeteneğinin, fiziğinin hakkını verecek.

Demirören Türküsü
Çok basit bir matematikle soruyorum: Eğer Fenerbahçe ve Galatasaraylılar teşekkür etme eyleminde bulunacaksa, Beşiktaşlılar eylemsiz mi kalacak? Onlar ne yapmalı mesela? Hesaplarla ilgili yanlış bilgi verme, hem de üst üste 2 kez yanlış bilgi verme nedeniyle men edilmiş olanın da bir eylemde bulunması gerekmez mi? Hem konu BJK’ysa tek sorumlu olan Demirören’ken...

Demirören’in bu politikası doğru değil. Susup izlese, beklese, diğerleri ‘Hani Türk futbolu ölmüş bitmişti’ sloganlarına başlamışken, o sadece durup izlese kazançlı çıkar. Ama yapamıyor. Kendisini tuzağa düşürüyor sürekli. Doğru bir algı yönetimi değil bu! Ülkenin tüm statlarında sıklıkla tekrarlanan ‘Yeter Yıldırım Demirören’ bir tezahürat olmaktan çıkmış, artık herkesin diline pelesenk olmuş bir türküye dönüşmüşken bu söylenir mi? Yakında TRT repertuvarına girecek neredeyse... Teşekkürse, kültürümüze bu katkı için teşekkür ederim ben... Ama asıl teşekkürü sonraya saklıyorum. En sonuna... Her şeyin biteceği güne...

Zenci tercüman Mourinho

“Mourinho’nu elinden al Ronaldo’yu bakalım ne yapacak?” Bu da yeni bir “Bu Barça’yı yönetmek ne ki? Guardiola ne yapıyor ki!” mevzuu. Bakın ben, “Alzas’ın güneyi Afrika” diyen Alman gördüm.“Pirene’lerin güneyi Afrika” diyen Fransız da. “Roma’nın güneyi Afrika” diyen İtalyan... “Andalus’ta millet bütün gün uyusun diye mi çalışıp onlara otoyol yapıyoruz?” diyen Katalan’ı da. İşte bu dünyada, burnu büyük kuzey ve batı Avrupa’da bir Portekizli esmer çıkıp dünya futbolunu sallıyor. Hem de biz hepimiz “futboldan gelmeyen futbol hakkına konuşamaz bile” demeyen futbolcuyu az görmüşken. Açık konuşalım: Burnu büyüklüğün başkentleri Milano, Londra, Madrid ve belki şimdi de Paris’te tanrı katına çıkmış ‘tercüman’ bir Portekizli’ye, “Ne var canım. Herkes yapar” demek bir ahlak değil, zeka sorunudur.

Kırmızı kart cezası ertelenir mi?

Soru basit: Hayatında belki de tek Dünya Kupası ya da Şampiyonlar Ligi Finali oynama hakkı kazanan bir oyuncunun yarı finalde gördüğü ikinci kart affediliyor mu? Bakın bu bir vicdan işidir. Ve buna rağmen bu haktan mahrum edilir futbolcu. Bence doğru değil ama durum böyle. Bariz gol şansını tamamen oyun gereği engellemiş bir oyuncu hem o maçta 80 dakika hem de bir sonraki final maçında oynayamıyor. Durum bu. O zaman kırmızı kart cezası hiç çekilmeden ertelenemez. Birini çekse ikincisi affedilse neyse. Selçuk İnan’da olduğu gibi. Ama eğer erteleniyorsa da haftaya Bobo sahaya çıkar. Çıkmazsa ben sahaya girerim haberiniz olsun... Bu arada bu karmaşa için de teşekkür etmeli miyiz Sayın Başkan?

Gökhan Zan olayı

Ben, Gökhan’ı beğenirim. Ayrıldığı dönemde de Beşiktaşlılar’la bu konuda ters düştük. Eleştirildim. Dolayısıyla şunu bilirim: 10 yıldır “Bu Gökhan niye oynamıyor?” diye soran bir tek Allah’ın kulu görmedim. “Neden Milli Takım’da oynamıyor?” diyen de. Cezanın ertelenmesini yanlış buluyorum tekrar edeyim. Ve mutluyum da... Onun oynamasının bir değeri olduğunu hemen herkes kabul etmiş durumda. Bu günleri de gördük...

1461 - Trabzonspor

Başından bu yana bu tehlikeye dikkat çekmeye çalşıyorum. Trabzon yönetimi çok zor olan bu süreci maalesef iyi yönetemiyor. İtiraf ediyorum nasıl yönetilir sorusuna da tam bir cevap bulamıyorum. Çünkü iş zor. Ama şu anda ortaya çıkan bir gerçeğin de altını çizmek lazım: Bugün şehrin tüm pozitif enerjisini 1461 çekiyor, tüm negatifini de Trabzonspor. Hedefsiz bir organizasyona tüm pozitif enerijinizi harcamak bile başlı başına bir sorun. Bırakın negatifi...

Kamu spotu

Madem tv’lerde reklamlardan çok kamu spotu var. Ben de bir öneride bulunayım: Ambulansa yolda nasıl yol verilir? Kimse bilmiyor çünkü. Tabi ardına takılıp kaza yapmak dışında.

19 Mart 2013, Salı 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Özgüven ve zemin farkı‘’

Dün ilk yarıdaki oyunun Gençlerbirliği maçından farkı Şampiyonlar Ligi Çeyrek Finalisti olma güveni... Ve belki biraz da zemin...

10. dakikaya kadar Galatasaray’ın orta sahası baklavalı 4-3-1-2’si oyunu enine geniş alanda harika kullanarak Kayserispor için savunulması zor bir oyun, bir pas trafiği yaratmayı başardılar. Drogba-Selçuk-Sneijder organizasyonuyla maçın başında gelen gol ve 9’da Drogba’nın 6 pasta Ertuğrul’a nişanladığı şut, bu oyunun taçlandırıldığı anlar oldu. Yetenekli oyuncular, bir de enine geniş alanda tempoyla saldırabiliyorsa karşısında durulması zor bir oyun oluyor.

Golün rahatlığı

10’uncu dakikadan sonra Kayserispor, Melo’nun doldurduğu alana yerleşmeyi başardı. Ceyhun, Clayton ve Riveros rakip alanda kalıcı bir oyun tesis edince, Galatasaray, Burak’ın attığı harika gole kadar oyun merkezini geriye çekmek mecburiyetinde kaldı. Ya da kim bilir bunu tercih etti... Ev sahibi bu dönemde 2 kez gole yakın organizasyonlar yapabildi, Sefa ve Mouche’yle. Ama gollük bir şut çıkaramadılar.

Burada dikkat çeken Galatasaray’ın kağıt üzerinde ideale hiç yakın olmayan bir savunmayla Kayserispor’u sürekli ofsayta düşürebilmesi oldu. Bu bir organizasyon başarısıdır. Tabii aynı zamanda ev sahibinin de oyunun kaynağında çok ağır davranıp kontrol edilebilir olmasının bir göstergesi. Burak’ın golü sonrası biraz seyrekleşen ev sahibi hücum oyununu bitiren 31’de Bobo’nın hiç de zekice olmayan hareketiyle gördüğü kırmızı kart oldu. Melo’nun üzerindeki baskı tamamen ortadan kalktı. Kayserispor maçın geri kalan bölümünde sadece skoru koruyacak kadar oynayabildi. Bu da onların hedef ve seviyeleri konusunda iyi bir sinyal değil...

Bak hoca, Selçuk İnan!

Selçuk sol iç de oynayabiliyormuş demek ki. Yani Topal ve Emre oynasa da Milli Takım’da Selçuk’a yer var. Selçuk Galatasaray’a geçişiyle Türk futbol tarihini değiştiren adam. Şimdi de yerine alınan Sneijder’i taşımak üzere yeni, zor ve de biraz ters bir mevkide yine harika oynuyor. Savunmaysa savunma, asistse asist. Abdullah Hoca “Bir oyuncu tercihi yüzünden yerden yere vuruldum” derken aslında hatasının altını çiziyor. Selçuk sadece bir oyuncu değil. Dolayısıyla tercih konusu değil.

Savunma üzerine

Galatasaray’ın 10 ile 23. dakikalarda Kayserispor’u bolca ofsayta düşürüşünde Riera’nın sezon başında pek de sahip olmadığı ofsayt çizgisine uyma becerisindeki gelişme var. Ayrıca hayatım boyunca neden beğenilmediğini anlamadığım Gökhan’ın iyi oyunu. Sakatlıklarından kaynaklı güvenilmezliği bir yana kalite anlamında ülkenin hala en iyilerinden biri.

18 Mart 2013, Pazartesi 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Saklanmak yok‘’

Ronaldo’ya dikkat etmek lazım. Önemli bir golcü. Mourinho da oyunu iyi planlayan bir teknik adam. Mı diyeyim? İsterseniz hiç demeyeyim. Bu tura Real Madrid penceresinden bakmak doğru olmaz. Mutlaka Real’i tanıtan sayfalar hem bizim, hem de diğer gazetelerin sayfalarında yer alacaktır. Bunu potansiyel futbolseverler için yapılan işler olarak kabul etmek lazım. Çünkü ortalama gelirli bir futbol aşığı muhtemelen evinde Galatasaray’dan daha fazla Real Madrid’i seyretme şansı bulmuştur. Peki Galatasaray için açılan bu pencereden ne görünüyor?

Terim’in maçları


Muhtemelen bu topraklarda bu kuraya alttan alta en çok sevinen isim Terim’dir... Terim buralarda kendisini daha iyi hisseder. Onu kariyerinde bugün bu noktaya getiren maçlar da bunlar. Onun bu ruh hali kısa vadede takımına da yansır.

Standart yükseldi

Şampiyonlar Ligi standardı satın alınmaz. Oraya çıkılır. Terim’in birçok öğrencisi bunu bu sene içinde yaptı. Sadece Burak, Selçuk, Dany ya da Semih’ten bahsetmiyorum. Muslera da standart yükseltti. Hatta pozisyon değişikliği açısından bakıldığında Riera da çok güçlü kanat akıncıları karşısına çıktı. Ve hemen hepsinde ondan isteneni yapabildi. Satın alınan tek ŞL standart performansı Hamit’ti. Şimdi diğerlerinin de buna ikna olması vakti geldi.

Diğerleri yükselmeli

Şimdi özellikle Melo ve Eboue’nin ve ayrıca Sneijder, Amrabat ve hatta Drogba’nın da bu standardı yeniden ya da ilk kez tutturması lazım. Terim onları Schalke maçının ilk yarısında olduğu gibi ikna ederse sorun yok. Galatasaray şansını yükseltir. Özellikle Melo ve Eboue’nin, Gelsenekirchen’deki ikinci yarıda olduğu gibi hafif kaçak oyuna geçmesi felakete yol açabilir.

Formül Dortmund

Bu şartlar sağlandığı takdirde Real’i bozma şablonunu Jürgen Klopp’tan almak mümkün. Her ne kadar grup maçlarında olsa da Dortmund, Real’e 2-1/2-2’yle üstünlük sağlamayı bildi. Bu Galatasaray için peşinden gidilebilecek bir şablon. Orta sahada iyi yayılan ve hızla ama 3-4 oyuncuyla yapılacak baskınları kovalayan bir oyundan bahsediyorum. Terim’in UEFA Şampiyonluğu yolunda bunu defalarca yapan çok iyi bir orta sahası vardı. Bunu sağlamak için Melo ve Snejder’in Hamit ve Selçuk’a uyum sağlaması şart. Bunu defansif, geriye yaslanan bir oyunla karıştırmamak lazım. Real bunu çözer. Bahsettiğim Ronaldo, Di Maria ve Higuain/Benzema üçlüsünü takımın diğerinden koparacak bir oyun. Hiç kolay değil ama elde başka da bir formül yok. Oyunu kaleden uzak ve sıkı bir 8’li blokla kırmak gerek. Terim’in notları arasında bu vardır. Mourinho’ya ikinci maç için yeni bir formül arama zorunluluğu doğurmak için plan tamdır. Bunu uygulamaya geçirmek ise sadece Terim’in işi değil. Artık sahada zaman zaman saklananlar da meydana çıkmalı.

17 Mart 2013, Pazar 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bir maçtan fazlası‘’

Dün 77’inci dakikada gelen 3. gole kadar olduğu gibi Kasımpaşa boyu uzayan oyunda hiç etkili olamadı, kontratak imkanı bulamadı ve büyük baskı yedi.

Samet Aybaba şunu düşündü:

“Madem orta sahada topa sahip olamıyorum. Elde bu üstünlüğü sağlayacak adam da yok. O zaman direkt oyunla topu ceza sahasına yollarım. Almeida’yı pivot olarak kullanırım. Zaten Niang orada. İlk yarıda oyuna giremeyen Fernandes de böylece son bölgede oyuna girer.” Kasımpaşa’nın kompakt oyununu bozdular. İki takımın da boyu uzadı. Beşiktaş bunu istedi. Kasımpaşa mecbur kaldı. Ve açık söylemek gerekirse 3. gole kadar maçı hak edecek kadar pozisyon da buldular. Hatta 65’te Fernandes kornerden bile atıyordu. Bu maçın ikinci yarıda övgü hak eden yönü. Peki ama maç nasıl buraya geldi? Bir takım son 3 maçında nasıl olur da erkenden sol bekini değiştirir? Ya da bir şampiyonluk adayının nasıl olur da “Evinde 3 gol atamadığı maçları kazanamadı” gibi bir istatistiği olur? Şota sadece savunmasını biraz öne kurup her seferinde topu İbriçiç’le buluşturdu ve iki savunma kanadının arkasına top atmayı amaçlıyordu. Kaptırdıklarında sert, faul de içeren hamleler yapıp oyunu kestiler ve böylece hep kompakt kaldılar. İbriçiç’in içinde olduğu hemen her akın çok tehlikeli oldu. Ve yine kabul etmek lazım ki, Djalma ve Viudez biraz topun şehvetine kapılmamış olsa fark ilk yarıdan açılabilirdi. Beşiktaş tarihinin en önemli maçlarından birini kaybetti dün akşam. Rakipleri Avrupa kuralarını çekmişken... Ve rakiplerin rakipleri, tam da teknik direktörlerinin tüm dikkatini çekecek cinstenken.... Beşiktaş için bu dahil önündeki 4 maçtan daha iyi bir şampiyonluk avantajı olamazdı...

Keybedilen bir maçtan fazla. En azından bugün akşama kadar...

15 Mart 2013, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI

‘’Salih ve Caner'le gelenle zafer‘’

Bu kez durum farklıydı. İlk maçta Volkan’ın Selçuk’a verdiği pasa baskı yaparak kaptıkları topta direğe takılmalarıyla uyandılar belki. Belki sadece ilk maçın skoru onları bu stratejiye itti. Ya da bu kez iyi bir Fenerbahçe analizi yaptılar.

Ve dün akşam ‘çifte 6’ olarak nitelendirilebilecek 4-4-1-1’leriyle Fenerbahçe libero ve ön stoperlerine baskı yaptılar. Topal ve Selçuk topu çıkarmakta zorlandı. Çıkarabildiklerinde ise rakip hemen 20 metre gerileyip pozisyon aldı. Baştan bu yana söylediğim o birbirine yakın sıkı takım böylece ortaya çıktı.
Oyun sıkışınca Kuyt, Caner ve Cristian’ın Sow’la bağlantısı koptu. Top almak için açıldılar ve kaleye uzak kaldılar. Üretim zayıfladı ve işler kötü gitmeye başladı. Plzen’in ilk 22 dakikada 4 kez kez gole yaklaştığını herhalde söylemek mümkün.

Değişiklik ve dinamizm

Salih’in oyuna girmesiyle Fenerbahçe oradan topu rahat çıkarmaya başladı. Rakibin yerleşmesine çok şans tanımadan. Bir çeşit 4-3-3’e döndüler istedikleri gibi. Selçuk ön stoper oldu. Salih de Baroni’yi de işleten akıl. Genç adamın iki yönlü başarılı oyunu özellikle emekli pehlivan fizikli Horvath’ı yordu. Goldeki sahne aslında oyunun temel durumunu anlatıyordu...

40’ta başından itibaren sürüklediği akında Sow’a net gollük bir pas verdi. 44’deyse çoğu orta sahanın sonra nasıl geri dönerim diye gitmeyeceği bir yere gidip, kapıp attı golü. Oyunu değiştirdi. Büyük bir kaliteyle...

İkinci yarıda skor avantajıyla Salih’in geri çekilmesi ve Selçuk’un savunmanın arasına girmesi olabilecek bir şey. Rakip her şartta baskı kuracaktı. Ama baskıyı kırdıktan sonra sıklıkla Salih’in geride kalıp Selçuk’un çıkmasını anlamadım. Doğal sonuç bol top kaybı oldu. Rahatça ele geçirdiğimiz oyunu ellerimizle teslim ettik... Kabul edelim biraz Kuyt ama aslında Cener’in olağanüstü gücü olmasa iş çok daha zor olurdu.

Webo, Semih kontratak


Golden sonra Webo’nun yokluğu daha fazla hissedildi tabii. İleride hiç top tutamadı Fenerbahçe. Plzen akın sürekliliği yakaladı. 56’da Caner’in kaptığı bir topla gelen dışında kontratak yapılamadı. Aykut Kocaman Salih’le yaptığına benzer bir nokta değişiklik yerine orta sahayı kuvvetlendirme çabasında girişti ve Topuz’u Sow’un yerine oyuna aldı. Ve kaleci Kozacik bile net pozisyona girdi.

Salih Platinium


Salih’in özel bir potansiyeli olduğunu daha ilk kez bütün bir maçını seyrettiğinizde anlıyorsunuz. 360 dereceyi görebilen, oyunu okuyabilen, iki hamle sonra ne olacağına dair sezgileri kuvvetli bir oyuncu. Nereye hareketlenmesi gerektiğini biliyor. Doğa ona çok iyi davranmış. Elindekilerle gidebileceği yerin sınırı yok. Açık söyleyeyim Almanya’da doğmuş olsa, şu anda bizim takımlarımız için ulaşılmaz olurdu. Mesut gibi.
Bu özel oyuncunun Topal’ın yerine girişi Fenerbahçe için bir kapıyı açtı. Ama sonrası öğreneceği daha çok şey olduğunu gösteriyor. Salih yapabilir.

Baroni ve Volkan


Özellikle Emre yoksa Baroni ve her şartta Volkan önemli... Bu iki oyuncu yüksek standartta oynamazsa bütün takım etkileniyor. Limbersky tehdidi ve sakatlıktan çıkması sebebiyle biraz geride kalan Gökhan’ın yokluğunda Baroni’nin Salih’le ilk yarının sonundaki hareketlenmesi dışındaki sıradanlığı çok zorladı Fenerbahçe’yi. 56’da kaçırdığı olacak iş değil. Dokunsa maç bitecek. Denediği şutlar da bilinen seviyesinin çok altındaydı. 75’ten sonraki acayip top kayıpları ise çıldırtıcıydı. Ve Volkan... Bir Türk takımı Avrupa’da başarılı olacaksa kalecisi uçmalı. Her ne kadar top iğne deliğinden geçse de, Volkan yürüyerek gidip ayağıyla alacağı topta gol yerse böyle iş çok zor oluyor.

15 Mart 2013, Cuma 11:00
YAZININ DEVAMI