‘’Mehmet Demirkol ne diyorsa o!‘’
Terim'in numarası!
Nefes aldırmayacaksın... Burada kilit önde pres. Savunmanın top yapmasını engelleyip daha en başından rakibi allak bullak etmek.
Bu maçta Terim’in orta sahayı Melo-Selçuk-Sneijder’le dizmesini herhalde bekleyebiliriz.
Yani hibrid bir 4-4-2’deki gibi Riera’nın önünü Sneijder’le doldurmak yerine Melo’yu sabit önstoper olarak kullanıp Selçuk’un biraz geriye doğru kırıldığı Sneijder’in de önünde olduğu bir düzenle burayı sağlamlaştımayı düşünebilir.
Önde ve yoğun bir baskıyla Almanların oyunu kurmasını en başta engellemek gerek. Skor avantajını aldıktan sonra zaten hayat daha kolay olacaktır.
Terim bu turu yüzde 80 geçer. İzlediğim Schalke bana bunu söylüyor.
Arsene Wenger’in ilk maçtan sonra söylediği Terim bir numarası daha vardır yorumu benim için de geçerli... Braga maçını devre arasında tüm sistem ve stretejiyi değiştirerek gelmişti.
İlk 3 maçta 1 puan topladıktan sonra da işi değiştirmeyi başarmıştı. 2 deplasman bir ManU galibiyetiyle hem de... Şimdi de değiştirebilir. Elinde devre arası transferlerini kullanarak sergilediği bir tablo da var.
Artık Terim’e kimse kimi oynatırsa oynatsın çok fazla bir şey söyleyemez.
Önde bas, hızlı geri dön. Galatasaray yapar...
‘’Gördüğüm en iyi Aslan‘’
İnanılmaz bir potansiyele sahip olduğunu bir kez daha gösterdi. Şu an dünyanın hangi takımında olursa olsun oynayabilecek kaliteye sahip bir oyuncu olduğunu hepimiz bir kez daha izledik. Özellikle son pozisyonda topu ileriye vurmak isteyen Muslera’yı pas atması için ikna etmesi bunu onaylar nitelikteydi. Topu aldı, o dakikada müthiş bir soğukkanlılık göstererek enfes bir asiste imza attı. Tüm bunlarla da; böyle devam ederse Galatasaray’da efsaneler arasına girebileceğini bir kez daha ispatladı. Drogba, Sneijder ve Burak’la oynamak büyük bir cesaret işiydi. Bunu da sadece Fatih Terim yapabilirdi. Yaptı da, takımına da inandırdı. Galatasaray’ın ilk yarıda uyguladığı plan hem kendi oyun karakterine hem de rakibe son derece uygun bir oyundu. 4-1-3-2’yle Schalke’nin orta sahasını kilitlemeyi başardılar. Alman ekibinin o bölgedeki önemli silahları Neustadter ve Höger’i deyim yerindeyse oynatmadılar.
Drogba’yı, Burak’ı ve Sneijder’i inandırarak böyle bir galibiyet gelirdi. Fatih Terim de bunu başardı. Galatasaray’ın, Schalke’nin baskı kurduğu anlarda ise tempoyu koruyabilmesi, savunmada blok bir direnç göstermesi zaferi beraberinde getirdi. Nitekim Aslan, Şampiyonlar Ligi’ndeki en iyi oyununu geriye düşmesine rağmen yansıttı ve gülen taraf oldu.
‘’Terim'in numarası!‘’
İlk maçtan önce yazdıklarımın bir bölümüyle başlayayım. Tembellikten değil emin olun. Sebep fikirlerimin iki takımın değişen formlarına rağmen değişmemesi.
Nefes aldırmayacaksın...
Burada kilit önde pres. Savunmanın top yapmasını engelleyip daha en başından rakibi allak bullak etmek. Peki Sneijder’in takıma girmesiyle hibrid bir 4-4-2’yle oynamaya başlayan Galatasaray kendi dengesini bozmadan bunu nasıl yapacak? Burak maç öncesi bunu yapabileceğine dair Terim’de hiçbir şüphe bırakmamak zorunda. Aksi takdirde Avrupalı Kral dışarıda kalabilir. Sneijder’in katılımıyla bu yönde biraz güç kaybeden Terim, Umut’u bu görevde sahaya sürebilir. Sneijder’le oynadıkları bu oyunda son maçta Hollandalı hafif sola kayıyor ama oyun içinde iki santrforun arkasına kırılıyordu. Bu oyunda Riera’nın yalnızlığı özellikle soldan gelip sağa dönen Schalke akınlarında zorluk çıkartabilir.
Riera terste sorun yaşıyor
Şu bir gerçek ki Riera karşısından gelen akınlarda nasıl pozisyon alacağını öğrenip ligin iyi sol beklerinden birine dönüştü. Tabii ne kadar eleştirilse de Dany’nin ona yaptığı yardımların hakkını vermek lazım. Ancak Şampiyonlar Ligi’nde, yani daha tempolu oyunda rakipler kendi sollarından sağa hızlı döndüğünde; Riera, Dany’nin kademesine girmekte aynı maharet
seviyesini yakalayamadı. Önünde net bir sol orta oyuncusu da olmayınca genelde iş Selçuk’a kalıyor. Ve Galatasaray bu durumda fazlasıyla pozisyon ve hatta gol görüyor kalesinde.
Schalke’nin solu hali hazırdaki tek sorunsuz bölgesi gibi, Fuchs (ki oynamadı) ve Bastos burada ligde iyi işliyor. Terim onları karşılamakta formda Sabri’ye mi güvenir, yoksa Eboue’yi mi sahaya sürer? Bu tabii ki önemli bir soru ama asıl soru kendi solunu nasıl dizayn edeceği. Cevap şu olabilir:
Bu maçta Terim’in orta sahayı Melo-Selçuk-Sneijder’le dizmesini herhalde bekleyebiliriz. Yani sanki hibrid bir 4-4-2’deki gibi Riera’nın önünü Sneijder’le doldurmak yerine Melo’yu sabit önstoper olarak kullanıp Selçuk’un biraz geriye doğru kırıldığı, Sneijder’in de önünde olduğu bir düzenle burayı sağlamlaştırmayı düşünebilir. Ancak ne olursa olsun asıl mesele savunmadan orta sahaya top çıkışlarını kesmek olacak. Yani kim olursa olsun forvet oyuncularının acımasızlığında. Önde ve yoğun bir baskıyla Almanlar’ın oyunu kurmasını en başta engellemek gerek. Skor avantajını aldıktan sonra zaten hayat daha kolay olacaktır. Galatasaray’ın avantajı burada bitmiyor. Sonuç ne olursa olsun Galatasaray Gelsenkirchen’e avantajlı gitti.Yani burada bir kazaya uğrasa da orada planı ve kaderi değiştirme şansı var. Terim bu turu yüzde 80 geçer. İzlediğim Schalke bana bunu söylüyor. Arsene Wenger’in ilk maçtan sonra söylediği, “Terim’in bir numarası daha vardır” yorumu benim için de geçerli... Braga galibiyeti, devre arasında tüm sistem ve stratejiyi değiştirerek gelmişti. İlk 3 maçta 1 puan topladıktan sonra da işi değiştirmeyi başarmıştı. 2 deplasman bir ManU galibiyetiyle hem de... Şimdi de değiştirebilir. Elinde devre arasını transferli kullanarak sergilediği bir tablo da var. Artık Terim’e kimse kimi oynatırsa oyantsın çok fazla bir şey söyleyemez.
‘’Şahane Emre olmadan da şahane!‘’
Bursaspor, Fenerbahçe’yi Çek Cumhuriyeti’nde rahat ettiren bir durumu soruna çevirerek oyuna girdi. Hikmet Karaman ligin mantığına uygun bir oyun stratejisiyle oyuna girdi. Fenerbahçe bundan hemen etkilenip golü 2. dakikada Sestak’ın ayağından yedi... Sonra oyuna Emre el koydu. Fenerbahçe’yi, Bursa orta saha barajını yıkarak ileri taşıdı. Harika bir gol attı. Gol olamayan ama çoğu gol olan asistten daha asist 2 pas verdi. Oyunu ileri taşıdı. Ve önemlisi bütün bunları büyük bir rahatlıkla yaptı. 23. dakikada sakatlanıp oyundan çıkışı Fenerbahçe’de var olan tüm problemlerinin yeniden ortaya çıkma riskini doğurdu. Bu oyun için yeterli olmayan iki savunma beki, topla ilerleyemeyen 2 ön stoper vs. Belluschi ve Batalla’nın yeniden oyuna girmesi hiç de zor olmadı. Bu kez oyunu domine eden Bursaspor oldu. Ancak ne Wederson ne de Şener hücumlarını iyi desteklemeyince baskı güçleri tam olmadı.
Çok yol aldılar
Fenerbahçe ikinci yarıda bundan yararlandı. Belki Emre varkenki kadar rahat çıkamadılar ama oyun hakimiyetini kaybetmediler. Kanatlar tehdit olmayınca Kuyt ve Sow daha rahat içeri döndü. Meireles ve Topal’ın savunma performansları da yeterli oldu. Semih eğer biraz formda olsa pozisyon bulmaya devam edebilirlerdi. Meireles’le ilginç bir gol buldular. Caner, Semih’in yerine oyuna girip Sow santrfora
gidince de oyunun tam hakimi oldular. Yani bu kez sadece geri düştükleri bir maçı almadılar. Eksik çıktıkları bir maçta, kötü başladıkları bir oyunda hem de Emre’yi kaybedip oyuna hakim olup, rahat ve farklı kazandılar. Şu gerçek: Fenerbahçe Sivas maçından beri ivmeleniyordu. Perşembe’den bu yana çok yol aldı.
Özkalfa’nın kararı
İtiraf edeyim Özkalfa’nın gol kararını doğru duldum ve öyle yazdım başta. Ancak seyredince yardımcısına güvenmeyerek hata yaptığını gördüm. Hem ben hem o yanıldı. Çünkü poziyon hem ofsayt hem de faul...
Gökhan’ın yerini doldurmak
Fenerbahçe’nin yediği golde, Edu’nun pasında topun Sestak’la buluşması konusunda Bekir’i suçlu bulabilirsiniz. Yer alma konusunda ciddi sıkıntı yaşadı. Ancak Topuz’un pozisyon alamayışı, kademeye girmeyişi de çok ciddi bir eksiklik. Hem kitaben, hem de Gökhan’ın yarattığı alışkanlık gereği. Topuz’un sonraki basit pas hatalarından doğan tek ayak üzerinde yakalanmalar da ciddi sorun oldu. Ama Topuz’a kazmak kolay değil, tam formdayken bile Gökhan’ın takımda yarattığı alışkanlıklardan etkilenmemek münkün değil. Onun yeri dolmuyor.
Kuyt: Cennet ve cehennem
Emre’nin pasında topu direğe vuruşu ve 3. golde çaprazdan yarattığı sayı. Emre’den pası o sakinlikle alıyor ama içeri vuramıyor. Öte yandan Vederson’un altından topu yuvarlayabiliyor. Beşiktaş maçında asist de yapıyor ama çok net şut pas tercihlerini yanlış da yapıyor. Hem cennete hem cehenneme çok yakın hep. Ama tartışmasız bir tarafı da var. Sonuna kadar en güçlü, en çok uğraşan hep o. Bu kariyerde bu kadar veren, ter akıtan bir oyuncu bulmak zordur. Sahadaki rakibi Tuncay da yaşı ilerlese de onun gibi olabilirdi demek ki.
‘’Aslan etkiledi‘’
Kasımpaşa maçının özellikle ilk yarısındaki edilgen oyunun kaynağı olarak Colman ve Sapara görülmüş olmalı ki, Soner ve Adrian dün sahada olan orta saha oyuncularıydı. Serkan da orta saha rolünden savunmaya gitti. Bu yapı Trabzonspor’u geçen pazartesi oynadığı yılgın oyunun oldukça dışına çıkardı. Belli bir direnç gösterdiler.
Temel avantajları Beşiktaş’ın oyun yapısıydı. Trabzonspor sezon başından bu yana orta sahada top tutabilen rakiplere karşı hep daha fazla zorlanıyor.
Dünkü gibi oyun gelgitlere teslim olduğunda sorun çok büyük olmuyor. Belli bir fizik yeterlilik sağlanıyor. Dün de bunun faydasını yaşadılar.
Bir başka artıları Serkan/Cech savunma kanatlarının Holosko/Olcan tehdidine iyi cevap vermeleriydi. Burada net bir üstünlük sağladılar. Hem de salt savunarak değil, çoğunlukla rakibi geri itmeyi başararak.
Beşiktaş ekmeğine yağ sürdü
Şu bir gerçek ki Beşiktaş’ın oyun stratejisi de ev sahibinin işine yaradı.
Galatasaray’ın bir gün önce kaybetmesi, bu maçı mutlak kazanılması gereken bir maçtan deplasmandaki derbiye çevirmişti.
Trabzonspor için de durum bundan çok farklı değildi. Düşme hattına 3 puan mesafedeyken mutlak kazanmanız gerekiyor olabilir. Ancak evinizde bir derbi daha kaybetmenin vereceği psikolojik zarar bundan çok daha büyük olur.
Tolunay Kafkas her ne kadar bunun dışında cesur hamlelerle oyuna müdahale etse de, oyuncuların kafasında bu durum sanki hep vardı. Oyun riskini belli bir seviyenin üzerine hiç çıkarmadılar. Bu çerçevede sıkıcı bir oyun oldu demek ayıp olmaz.
Sol bek karmaşası
Takıntılı olmamak, esnek olmak, hemen karar verebilip uygulamak sadece bugünün teknik direktörleri için değil modern zaman yöneticileri için de olmazsa olmaz. Bu açıdan Samet Aybaba’nın verdiği kararlar önemli. Hiç kuşkusuz geçen hafta Gökhan’la başlayıp Emre’ye dönmesini ve dün de tam tersini yapmasını anlıyorum. Ancak bu iki oyuncudan birinin diğerine ne üstünlüğü olduğunu da anlamıyorum. İkisinin de kat etmeleri gereken yol çok uzun.
Oğuzhan neden gelişmiyor?
Bu sayfalarda çok Oğuzhan övgüsü okudunuz. Çünkü yeteneği gerçekten büyük. Bu yüzden Hollanda U17 kaptanı olabildi. Bu yüzden Arsene Wenger onu alıp Londra’ya götürdü. Potansiyeli çok ama çok büyük. Buna hiç kuşku yok. O yüzden herkes gibi ben de bu lig standardında onun çok önemli bir oyuncu olduğunu düşünüyorum.
Ve fakat aynı zamanda da görüyorum ki Oğuzhan elindekiyle idare ediyor. Gelişmek ve öğrenmek konusunda pek bir çabası yok. Bunu topu kontrol ettikten sonra bir sonraki hamleye hesap etmeyişinden çıkarıyorum. Plan ve bireysel taktik üretmek konusunda atıl. Zeki olduğundan hiç kuşkum yok. Zeka olmadan bu derece yetenekli olamazsın. Meselesi bunu akıla çevirememesi şu an. İkinci yarıda harika bir driplingle girdiği ceza sahasında pas vermek yerine 3 kişinin arasına dalmasının gösterdiği bu. Oğuzhan sadece bir kapı geçecek ve yıldız olacak. Bakalım o kapıyı açabilecek mi?
Sadece Niang
Kafası iyi çalışan adam her zaman fark yaratır. Niang da dün fiziksel hazırlığının yetersiz oluşuna, orta sahanın İbrahim dışında çalışmamasına, Olcay ve Holosko’nun yetersizliğine rağmen harika bir oyun çıkardı. Takımın, belki de sahanın en iyisi oldu. Hatta 78’de attığı şut bunun da ötesinde... Onur’un nasıl bir dev olduğunu onun bu şahane şutu sebebiyle bir kez daha anladık. Niang hem nasıl akıllı bir adam olduğunu hem de bu ligin fizik seviyesinin ne kadar düşük olduğunu anlattı bize.
‘’Büyük tehlike!‘’
Galatasaray’ın 4-2-3-1’i Ordu ve Eskişehir maçında büyük sorun yaşayan ekibi rahatlattı. Özellikle son deplasmanda rakip ceza sahasına uzun şişirme toplar dışında yaklaşmakta zorluk çeken lider için bu kez durum farklıydı. İlk yarıda çizgiye inip içeri çevirdikleri 3 top, çok net pozisyonlara dönüştü. Bu çizgiye inme farklılığı tabii ki Hamit ve Emre’yle zenginleşmiş orta sahanın iki yönlü dengeli durumundan.
Ve tabii aynı zamanda savunma kanatlarının oyuna etkisinden. Riera ve Eboue maçın başından itibaren orta sahanın bir parçası olma konusunda hiçbir zaafiyet göstermedi. Böylece ekip aslında 2-8-0 gibi oynayabildi. Yekta ve Selçuk savunmanın önündeki ikili gibi dursa da oyunun iki yönünde de meseleyi çözme konusunda istekliydiler. Oyun merkezi istendiği gibi çok öne itildi.
Bu oyunda eksik kalan Sneijder’in ‘yıldız’ performansı oldu. Böyle bir oyunda Hollandalı’dan beklenen, Orduspor maçına benzer bir kilit açma operasyonuydu normal olarak. Wesley bunu yapamadı.
İkinci yarıda önce Sneijder ve Emre, 65’te de Hamit kulübeye gitti. Artık Amrabat, Umut ve nihayet Drogba sahadaydı. Terim’in kulübedeki temsilcileri ilk planı terk etti. Yani Galatasaray orta sahada oyuna hükmedip hücum alanını genişletmekten ziyade direkt oyuna döndü. 3 orta saha çıktı, 2’si forvet 3 santrfor oyuna girdi. Bu kez 2-4-4’e döndüler. Ama oyun stratejisi baştan aşağı değişti. Direkt gol bölgesini hedefleyen erken uzun ortalarla bir akın sürekliliği yaratmayı amaçladılar. Bunu temelde sağlasalar da ilk yarıdaki net pozisyonları bulamadılar. Oyun doğaçlamaya döndü ve istenen çıkmadı. Kaçan penaltı sonrası ise maçı tamamen bıraktılar. İşte asıl tehlike budur.
Hakemlik üzerine
Özgür kolunu Drogba’nın sırtına koyuyor. Kitap penaltı der mi? Der... Peki vermese ne dersin? Hiçbir şey... Bizim hakemler hep tercihlerini ceza yönünde kullanıyor. Ben bu penaltıya itiraz etmem. Ama Drogba da penaltı beklemiyor. Hatta kimse beklemiyor. Bu durum ilginç... Kırmızı kart ise net. Bir sinirle Gökhan koluna vuruyor. Buna da itiraz yok. Ama rakibini çeken savunmacılara hakemler erken müdahale etmeli. Bunu Gökhan da yapıyor. Bu vuruş öncesi uyarma işi bitmeli. Bu savunmacılarda tembellik yaratıyor. Sonucu da bu işte.
Eboue’ye yakışmıyor
Eboue neden sürekli yerde? Neden her küçük müdahalede ölecekmiş gibi oluyor? Bir savunmacı lig ne kadar sert olursa olsun bu kadar çok yere düşer, perişan olur mu? Başta Eboue’nin golde faule maruz kalıp kalmadığını görmedim ve bu şekilde de yazdım. Ama sonra TV’den pozisyonu gördüm ve inanamadım. Ayakta kalmak için hiçbir çaba sarf etmediğini biliyordum. Ama bu kadarını tahmin edememiştim. Eboue’nin bu tavrı hiç ama hiç yakışmıyor bu takıma!
Bu lig birinci çıkarır şampiyon değil...
Galatasaray’ın ilk yarıdaki bu oyunun sonucunda dahi kazanamayışının anlattığı bir şey var. 50 küsur yıllık lig tarihi her sene bir şampiyon çıkardı. Bu sene Avrupa’daki başarılı performanslara rağmen lig bir şampiyon değil sadece bir birinci çıkaracak. Çünkü diğerleri çok kolay çare üretiyor.
Maçın anlattığı
Ligde daha önce onlarca kez yaşadığımız üzere Galatasaray sisteminden bağımsız bir transfer politikasının krizini yaşıyor. Şansları sağlam bir rakiplerinin olmayışı. Yaptıkları bir ara transfer hamlesi değil, bir sezon başı transferiydi. Dün maçı kazanmak için belirgin şanslar kazandılar ama maçın bütünü başka bir şey anlatıyor. Bu hemen çözülmesi gereken bir kriz. Ve bunu yapan Terim değil, yönetim...
Zemin tedirginliği
43’te Emre’nin harika ara pasına Riera’nın kale önüne şiddet ve ivedilikle kestiği topun Burak’ın ayaklarının arasından kaçısı Hamitvari bir talihsizlik. Ya da korkunç zeminin bozduğu ayarın tutmayışı. Bu pozisyonda zemin sorun olmayabilir. Ama zeminin dengesizliğinden kaynaklanan belirsizlik herkesin kolayca otomatik olarak yapabileceklerine bile etki ediyor. Garip bir tedirginlik yaratıyor bu yeni zemin. Zira işte kaçan penaltı... Gerçek şu: Altında Ferrari de olsa Lada da aslında gerçekten ihtiyacın olan asfalttır. Bu zemin çok can yakacak...
Hamit ve direk
Hamit’in direkten dönen 6. topu, notlarım beni yanıltmıyorsa. Bu az rastlanır bir durum ve bu kez bir maçta iki kez... Az farkla kaçırdıkları da var. Biraz şansın yardımıyla maaşını en çok hak eden adam olarak yazılabilirdi Galatasaray bakiyesine. Ancak ne olursa olsun direkten dönen topu sonrasında kopan alkış kıyamet şu demek: Tamam kardeşim! Enteresan bir talihsizlik var başında. Talihsizliğin talihsizliğimizdir. Kabul ettik. Hamit sezonun kahramanı olabilirdi. Mağduru oldu. Ve herkes bunu kabul etti.
Umut 0-0’da lazım
Umut’un ön alan presi oyun dengedeyken değerli. Rakip daha istediğini almadan, savunmaya yerleşmeden ev sahibinin avantajını pekiştiriyor baskısı. Rakip savunmaya yerleşmiş ve top sendeyken Umut dezavantaj dahi olabilir. Umut özeldir ama sadece rakip hücum niyetindeyse...
‘’Fenerbahçe korkuttu!‘’
Fenerbahçe bu sene kendi geleneğinin çok dışında bir performans gösteriyor. Sarı-Lacivertiler geleneksel olarak lig formatına daha yatkın, eleme formatında sorun yaşayan bir kültürü yaşatır. Kadrolar; hocalar değişse de bu gerçek değişmez. Ancak Aykut Kocaman’ın Fenerbahçesi bu sene farklı. Uygun bir Şampiyonlar Ligi grubundan çok rahat çıktılar ve bugüne kadar oynadıkları en ‘tam’ rakibe göz açtırmadan deplasmandan galip dönmeyi de başardılar. Övgüyü hem de sonuna kadar hak ediyorlar.
Gelin oyuna önce Plzen açısından bakalım:
Fenerbahçe kadrosuna baktığınızda sorunun orta saha olabileceğini düşünürsünüz. Topal, Selçuk ve Baroni’yle oyuna hükmetme sorunu yaşanabilir. Ve kuvvetli taraf da hiç kuşkusuz hücum hattı. Sow-Webo-Kuyt’la...
Tabii bu tablo aynı zamanda rakip için tedbir alınması gereken yer konusunda farklı bir yansımaya yol açıyor. Plzen’in oyunu bu kadar geride kabul etme tercihi muhtemelen Fenerbahçe’nin Avrupa’da 4 galibiyet 1 beraberlikle taçlanan deplasman karnesine dayanıyor. Yani hücum hattının kolay gole gidebilmesinden. Vrba buraya odaklanmış. Oyunu bu kadar geride kabul edişleri bundan...
Bir başka neden de Plzen’in bu kez evindeki maça deplasmanda alınan bir garanti skorla çıkmayışı. Yani aslında alışkanlıkları içeride de, dışarıda da, deplasmanda gibi oynamaları. Vrba’nın bu oyunu belli bir strateji üzerine kurduğu konusunda bir kuşkum yok. 75’ten sonra biraz olsun kontra arayışları bundan olmalı. Fenerbahçe bunun altından kalktı. Bu seneki Avrupa geleneğini sürdürdü. Orta sahada çok soğukkanlıydı. Bu oyunun gerektirdiği kadar pozisyon bulamasalar da, oyun kontrolünü alsalar da kaybetmediler. Fenerbahçe’nin oyununu şu pencereden değerlendirin. Dün muhtemelen beğenmediğiniz Plzen Marsilya’dan aslında daha iyi bir takım. Bunu Vrba’nın yanlış stratejisinden daha çok Fenerbahçe’nin dirayeti belirledi.
Aman Volkan neden Yobo!
Fenerbahçe’nin dengeli oyunu Volkan ve Yobo’ya fazla iş bırakmadı. Ancak hem Yobo hem de Volkan yoktan durumlarını pozisyonlara çeviren hatalar yaptılar. Yobo’nun manasız kaleye hedeflenen geri pasları ve top ezişleri hep sorun oldu. Volkan’ın 38’inci dakikada rakibin kontrolündeki Selçuk’a attığı pasta, kaptırılan top sonrası direkten dönen topta da aslında Volkan golü yedi ama şansımıza top girmedi. Bu şans anı bir dağılmayla da sonuçlanabilirdi. Bunlar bu iki oyuncudan beklenen işler değil. Özellikle Volkan psikolojik olarak rahat değil. Ben Volkan suretini biliyorum. Bu gördüğüm bildiğimiz Volkan değil.
0-0 da iyiydi ama bitmedi
Maçın son 15 dakikasında bir kez daha gördüğümüz bir gerçek var. Bu çok iyi oyuna rağmen Fenerbahçe’nin hâlâ bir kontratak şablonu yok. Rakip topyekün gelirken onu tehdit edecek bir silahınız yoksa başınıza gelecek olan bir dahaki sefere daha kalabalık gelmeleri olacaktır. Fenerbahçe için bu maçta 0-0 da iyi bir sonuçtu ama 1-0 da işi bitirmedi. Vrba’nın hatalı stratejisinin üzerine yeniden hata yapmasını beklememek lazım. O bu sorunu görecektir. Aykut Kocaman acilen bu soruna odaklanmalı. Fenerbahçe hızlı ve planlı çıkmayı başaramazsa ikinci maçta baskı yiyebilir. Ve dün yapılan harika iş boş olur. Fenerbahçe çok iyiydi. Çok daha iyi olabilir.
‘’Hep kontrol tam kontrol‘’
Viktoria Plzen, Çek Milli Takımı ile birebir aynı oyunu oynuyor. İki deplasman (!) maçı yapacak olan Fenerbahçe’nin bir an bile dengeli oyundan vazgeçmemesi gerekiyor. Oyun kontrolünü hiç kaybetmemeli. Yoksa duygusal çıkışlar ve disiplinden kopmanın cezası çok ağır olabilir
Plzen’in Napoli performansı şöyle: 4 gol girişimi, kaleyi bulan 4 şut, çerçeve dışında atılan top yok ve 3 gol. Aslına bakarsanız bu galibiyetin Bate’nin Bayern karşısında aldığı galibiyetten çok farkı yok. Napoli 19 şutun 12’sini dışarı atmıştı. Benzer bir durum Atletico’yu 1-0 yendikleri grubun son maçı için de geçerli. Madrid’in tamamen yedek kadroyla çıktığı maçta, 2 kaleyi bulan şutlarından 1 korner golüyle zafere ulaştılar. Maçlar benzese de takımlar birbirinden farklı. Kuşkusuz onlarca maçlarını seyretmedim ama Avrupa maçlarını ve liglerinde oynadıkları 2 maçı seyretme şansım oldu.
Plzen’de ilk dikkati çeken, takım şekli. Genelde Horwath ve Darida’dan oluşturulan 4-2-3-1’in ikilisi tam birer çapa görevi görüyorlar. Bu iki oyuncuya olan mesafeler neredeyse hiç bozulmadan oynamayı başarıyorlar. Abartmadan söylüyorum. Geçtiğimiz ay izlediğimiz Çek Cumhuriyeti Milli Takımı’yla neredeyse birebir aynı oyunu oynuyorlar. Ama daha iyiler. Oyuncularından 3’ü halihazırda milli olsa da oyun şablonları ve stratejileri çok ama çok benziyor.
Yobo mevzusu
Beşiktaş maçında dile dolanan Yobo’nun neden oynamadığı mevzuun boş bir tartışma olduğunu düşünüyorum. Beşiktaş’ta oyunu skor yönünde sürüklemesi beklenen oyuncuların başında Holosko geliyordu. Sow solda ama içeri yönelen bir oyuncuydu. Dolayısıyla desteğin az olduğu bir kanat oyununda hele de Hilbert ve Holosko’yla karşılaşılacağı düşünüldüğünde Niang’a değil de bu ikiliye tedbir almak daha mantıklıydı. Dolayısıyla 6 yabancı sınırlaması doğrultusunda Ziegler’i tercih etmek, Meireles’in Fernandes’i tutmakla görevli olması göz önüne alındığında mantıklıydı. Nasıl olsa önde baskıyla Beşiktaş uzun vurarak çıkacak ve Bekir-Egemen ikilisi Niang’a üstünlük sağlayacaktı. Zaten Kuyt’ın kendi kalesine attığı gole kadar bu plan da işledi. Neden Yobu diye sormak manalı değil, çünkü sebep belli. Ancak sonrasında başka sebeplerle işler yolunda gitmedi.Bugün tabii durum farklı. Yobo sahada olacak.
Kontratak planı şart
Bu kadar kompakt, birbirine yakın bir takıma karşı deplasmanda oyun merkezini nerede tutacağınız çok önemli. Hem Sow ve Kuyt’ın özellikleri gereği hem de Fenerbahçe’nin belirgin sürekli işleyen bir kontratak şablonunun olmayışı, oyun merkezini kendi yarı sahasının ortasında kurma planını sorunlu yapıyor. Fenerbahçe, oyun merkezini oyun alanının ortasına kadar taşıyacaktır. Sonrasında da kontrol futbolu oynamak isteyecektir. Ne çok önde baskılı bir oyun, ne de savunmayı geri çeken bir futbol bekliyorum. Mönchengladbach maçında atılan 3’üncü ve 4’üncü gollerde olduğu gibi, orta sahada birebir kontaklı konsantre bir futboldan çıkacak... Bu oyunun en kritik oyuncusunun kim olduğu belli: Baroni.
Keşke yıldızları olsa
Hiçbir oyuncu için özellikle dikkat gerekir demiyorum. Çünkü ahım şahım yüksek bir kaliteden bahsetmek lazım. Ancak keşke bir kaç çok üst düzey oyuncu olsaydı da oyunu onların sırtına yıkma eğilimi gösterselerdi diye zaman zaman düşündüm izlerken. Darida-Horwath ikilisinin merkez görevini sekteye uğratacak ve oyunlarını dağıtacak bir formül aramak şart. Burada Emre ve Meireles’in yokluğunda Kocaman’ın nasıl bir kurguyla takımını kuracağını merak ediyorum.
4-3-3’le zor
Aykut Hoca’nın Alex sonrası temel hedefi 4-3-3 ama maçına göre 4-2-3-1’e de dönüyor. Ancak Sow ve Webo ikilisinin oyuncu özellikleri bilinen anlamda iki dizilişe de çok uymuyor. Oyun merkezi ileride olduğunda sorun fazla değil. Ancak geriye çekildiğinde iş değişiyor. Sow ve Kuyt’un 5’li orta sahanın kenarlarına gitmesi rakibin işleyişini kolaylaştırıyor. Çünkü iki oyuncu da daha kısa mesafelerde kaleye yakınken etki edebiliyor. Eğer bu iki dizilişle oynanacaksa, daha defansif oyunlarda bu iki oyuncudan birinin kulübeye gitmesi daha mantıklı.
Volkan ve Baroni
Fenerbahçe’nin üst düzey kaleci alışkanlığı var. Vasat performans kabul etmeyen bir gelenek. Neredeyse 20 yıldır kaleci sorunu yaşamadılar. Bugün Volkan’la yaşadıkları da aslında başka bir kulüp için ciddi bir sorun sayılmaz. Ama konu Volkan ve Fenerbahçe olunca durum değişiyor. Volkan maç kurtarmak zorunda. Bunu bu sene sadece Avrupa’da yapabildi. Orada daha rahat konsantre olabiliyor. Kıbrıs, Marsilya ve Almanya’da yaptıklarını burada da yapması lazım. Ve asıl önemlisi Baroni. Kuyt ve Sow’un orta saha özelliklerinin olmayışı ve onun neredeyse ikinci bir santrfor gibi oynayışı da altı çizilmesi gereken bir durum. Emre’nin yokluğunda onun iki yönlü oyununa fazlasıyla ihtiyaç var. O, bu maçta Fenrbahçe’nin oyun merkezi olması sebebiyle ekstra bir önem arzediyor. Umarım bugün içindeki Maldonado değil, Alex ortaya çıkar.
0-0 da bir seçenektir
90 değil 210 dakikayı 0-0’la bitirmek bile bir seçenektir. Oyun kontrolünü hiç kaybetmemek lazım. Çünkü Beşiktaş maçındakine benzer duygusal çıkışlar ve disiplinden kopmaların cezası çok ağır olabilir. İkinci maça evdeki maç olarak bakmamak lazım. Fenerbahçe iki deplasman oynayacak ve bir an bile dengeli oyundan vazgeçmemek gerekiyor.
Cüneyt Çakır’ın kırmızısı
Eğer ayağınızı 2 metre yukarı kaldırıyorsanız ve tabanınız da yere 90 derecede duruyorsa etrafınızda rakip var mı diye bakacaksınız. O ayak rakibin dalağına gelirse kırmızı kart riski vardır. O riskin varlığını zaten Nani biliyor. Son derece yumuşak düşmesine rağmen 1 dakika yerde yatması da bundan. Pozisyon yüzde 50 kırmızıydı, hakem bu açıdan baktı. Çakır, UEFA nezdinde paun kaybettiyse bu pozisyondan değil sonraki kararlarından olacaktır. Zaten UEFA’nın açıklaması da bu yönde. Bu, Manchester United maçında değil de Dortmund maçında olsa bu karar asla bu kadar yankı bulmazdı bu da net.









































