Arama

Popüler aramalar

‘’Kupa yolu açık‘’

Bunu Fenerbahçe’nin attığı beraberlik golünde görebilirsiniz. Salih’in merkezinde olduğu hücum organizasyonu ceza sahası içinde bir muhatap buldu. Kuyt, Webo ve nihayet Caner’le gelen organizasyonu arkadan forse eden genç oyuncu golün de temeli oldu. Fenerbahçe Selçuk ve Meireles’e orta sahada yer verdiğinde santrfor arkasının önemi ve kapladığı metrekare çok büyüyor. Oyunu ileri doğru taşıma işi büyük oranda bu pozisyona kalıyor. Hem savunmadan çıkış, hem de hücumu tamamlama bu pozisyonun işi oluyor. Bu, gününde olmayan bir Baroni için çok zor bir iş. Dün onun pozisyonu kocaman bir boşluktu. Salih girer girmez orası doldu ve tur geldi.

Aykut Kocaman muhtemelen bu kadar geride yığılan bir oyun planlamamıştı. Ancak Baroni’nin bu durumu Fenerbahçe’nin üzerine gitme gücü olmayan Lazio’yu tura çok yaklaştırdı. Gerçek olan şu: Fenerbahçe maçı 35’inci dakikadan itibaren sanki son 5 dakikaymış gibi oynadı ve Yobo ama özellikle Volkan pırıl pırıl parlayan yıldızlara dönüştüler. Dün turu alan adam tartışmasız Volkan’dır.

Fenerbahçe ilk maçı bir İtalyan takımı gibi oynamıştı. Soğukkanlı bir organizasyonla yarım pozisyon vererek maçı tamamlamıştı. Fenerbahçe bu organizasyonu yarı final ve finalde de kurabilir. Bir de üzerine dünkü Volkan performansını koyarsak ne Amsterdam hayal olur, ne de Amsterdam’dan kupayla dönmek. Çok kötü oynayarak yarı finalle İstanbul’a dönüyoruz. İyi oynayarak kupa mümkündür.

12 Nisan 2013, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Görkemli bir son‘’

İlk yarıda izlediğimiz, Real Madrid tarafından sergilenen bir iş ahlâkı dersiydi. İlk skoru hiç düşünmeden, 11 oyuncu bireysel ve takım olarak yüzde 100’le oynadılar. Ceza sahası önüne kurdukları yapı, hatasız bir defansif örgüydü. Çok hızlı çıkıp pozisyonlar ve gol buldular. Galatasaray’ın üretimi sıfıra yakındı.

İkinci yarıdaki o büyük ayağa kalkış ise Galatasaray’ın hücum alanını önce Amrabat, sonra Sabri ile genişletmesiyle oldu. Riera ile Eboue iyice çizgiye açılıp rakip yarı sahaya geçtiler ve Real Madrid savunma örgüsü genişleyip boşluklar bırakmaya başladı.

Sneijder de sahneye çıktı, oyuncu özelliklerine çok uymayan ekstra işler yaptı. Araya koşular, boşluk bulup toplu-topsuz ceza sahasına dalışlarla sürekli Madrid savunmasına darbe vurdu. Sneijder’den beklenen işte bu. Böyle bir ofansif liderlik göstermesi gerekiyor. Terim’in ikinci yarı geri dönüşleri ünlüdür. Ve bu en görkemlilerinden biriydi.

Eğer Madrid’deki penaltı verilmiş olsa Real, 2. yarıda bu kadar vites düşürür müydü bilinmez, ama bunu görmeyi hak ediyorduk. Yazık oldu demeyeceğim, görkemli bir son oldu.

10 Nisan 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Kazanın olay olsun!‘’

Terim’i bırakmak büyük hata olur

Kırmızı kart doğrudur. Terim’in topu yere vurduğu pozisyonda Hamit’in hareketi de fauldür. ‘Yere bir şey atan teknik adam dışarı alınacak’ kuralı devre arasında koyulduysa hatadır. Çünkü bu kadar önemli kurallar maçında ortasında konmaz. Ama bu da Terim’i kurtarmıyor maalesef.

Öte yandan Terim’in hakemle ilgili niyet okumaları başka bir yolu açıyor. Herkes herkesle ilgili niyet okuyabilir demek ki!

Dolayısıyla Terim’in sıkıntısı üzerine ben de bir analiz yapayım:

Terim seneye devam etmek istiyor. Yeni sezon planlarını uzun süredir yapıyor. Ancak devam edileceğine dair yönetimden bir sinyal dahi alamıyor. Galatasaray Yönetim Kurulu Fatih Terim’e ‘hoca seneye de beraberiz’ diyemiyor bir türlü. Bu hatadır. Ünal Aysal çok iyi bir yönetici. Ancak futbol başka bir alan. Çok çabuk gelen başarılarda Terim’in rolünün ne kadar büyük olduğunu tam analiz edebildiklerini düşünmüyorum.

Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz 1.5 yılda kazanılan başarıların baş aktörüdür Terim. Başarı bu kadar çabuk gelince kolay zannedebilirsiniz ama öyle değil. Bu hatayı daha önce Canaydın, Lucescu’yu göndererek yapmıştı. 10 yıl sonra aynı hatayı bir daha yapmak köklü kurumlara yakışmaz. Bazen başarının analizini yapmak başarısızlığınkini yapmaktan çok daha zordur. Dikkatli olmak gerekir.

Hem en mağdur hem en güçlü

Tekrar soruyorum. Bir insan, bir kurum hem en mağdur hem de en güçlü olabilir mi? Bu ülkede futbol iki kurumun ellerindedir. Fenerbahçe ve Galatasaray... Her şeyi onlar yönetir. TFF’yi, hakemleri, medyayı.
Baskı altına alırlar. Her seçimin içindedirler. Hep onlar kazanır. Dolayısıyla onlara komplo kurulamaz.
Onların içine düştükleri davalar başkalarının başına gelse sorun olmaz, hemen ‘adalet işler’ Onların borsa hamlelerini başkaları yapsa sorun olmaz hemen adalet işler. Ama Türkiye’de futbolu değil sporu onlar yönetir. Evet çok güçlüdürler ama mağdur asla. Kimse hem en mağdur hem en güçlü olamaz. Hele bu iki büyük asla...

Şampiyonlar Ligi çeyrek finali başaltı futbol ülkeleri için final sayılır. 96-97’de Panathinaikos yarı finali gördüğünden buyana durum budur. O günden bu yana 5 büyük lig dışından yarı finale çıkabilmiş ya da ötesini görebilmiş 4 takım var. Kulüp olarak bu seviyede daha önce bulunmuş hatta ekol olmuş 4 kulüp.
96-97’de Ajax, 98-99’da Dinamo Kiev, 2003-04’de Porto ve 2004-05’de PSV. Bu ligin yarı finali 5 büyük lig dışındakiler için çıkılması mucize bir seviyedir. Düzen her yönüyle sürprizleri minimize etmek üzerine kuruludur. Yani 5 büyük lig dışına neredeyse kapalıdır. Şampiyonlar Ligi çeyrek finali bizim için finaldir. Geçersen kupayı kaldırmış kadar olursun. Dolayısıyla Terim’in ekibi zirve yapmıştır. Gerisi boş laftır. Futbol gerçeklerine dayanmayan işkembeden bir iddianın ötesine geçemez. Bu kuşkusuz çeyrek finale çıkıldığında yarışmayı bırakacağınız anlamına gelmez. İlk maçı 3-0 kaybetseniz bile.

Bugün Galatasaray maçı kazanmaya çıkacak. Kafada başka bir hedef olmamalı. 10. dakikada tur şansını bitirecek bir gol yense de galibiyet motivasyonu kaybedilmemeli. İlk maç yok artık. Amaç kazanmak. Ve Galatasaray bunu yapabilir. İlk maçtaki oyun kurgusu söylenenin aksine eldeki kadro çerçevesinde yerindeydi. Real Madrid bu sezon attığı gollerin %69.4’ünü yerleşik savunmalara karşı atmış. Bu takıma kapanamazsınız. Salt savunma yapamazsınız. Topu ayakta tutmak ve hükmetmek zorundasınız. Dortmund da Manchester United da bunu yaptı. Terim de planını bu gerçeğin üzerine yaptı. Ama onu yanıltan oyuncular oldu. Misal Sneijder... Xabi Alonso’ya alan bıraktı. Halbuki orada oyunun merkezinde defansif bir görevi vardı. Bunun üzerine Melo ve Selçuk’u oyuna sokacak bir pas merkezi de olmalıydı. Bunların hiçbirini yapamadı. Eğer Sneijder’i transfer ediyorsanız Real Madrid maçında bunları tecrübesiyle yapsın diyedir. Başka bir şey için değil. Ve eğer Real Madrid karşısında böyle hayati bir rolün iç boş kalırsa sorun büyük olur. Aynı şekilde eğer Arsenal’den sağ bek transfer ediyorsanız, hem savunmanı lideri olsun hem de hücumu forse etsin diyedir. Eboue maalesef savunma ödevlerinden sınıfta kaldı. Biz hala Sabri’yle dalga geçelim. 3 gol yedi Galatasaray. İlki hızlı akınla, ikincisi yerleşik savunmada ve sonuncusu da 3 stoper sahada olmasına rağmen duran topta. Eğer herkes görevini %100 yapmazsa kader bu olur. ‘Real’ite budur.
Bugün cezalar dışında kadro değişir mi bilmem ama asıl değişmesi gereken bu gerçeğe uygun oyundur.
Galatasaray Real’e karşı kapanamaz. Galatasaray Real’e karşı önde top yekun baskı da yapamaz. Çünkü iki oyuna da çareleri sağlamdır. Yapılması gereken orta sahada pas duraklarını çoğlatıp topa sürekli sahip olmak. İlk maçta Sneijder dışında gayet iyi bir seviyede yapılan bu oyuna Hollandalı katkı vermek zorunda.
Bu olursa galibiyet gelir. Sonrasını ve daha fazlasını maçta düşünürsünüz. Bu akşam kazanmak lazım. Tur
gelmese de... Kazanın olay olsun, asla kolay olmasın...






09 Nisan 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’En iyisi Selçuk‘’

Galatasaray’ın ilk yarıdaki en iyi oyuncusu kimdi? Muslera mı? 2 topu direkten dönen Burak?

Bence Selçuk İnan... Sahada olmayışının ne kadar önemli olduğunu gösterdiği için... Selçuk İnan, Türk futbol tarihini değiştiren adam. Trabzon’daki son senesi ve geçen yıl oynadığı oyun onu başka bir yere koydu. Onun saha içi önemini de başka bir yere getirdi. Selçuk oyunun merkezi. Onu ve Fernandes’i bu ligde başka oyuncu yapan oyunu değil, öncesini okuyup pozisyon alması... Selçuk’u baskıda en arkada görebilirsiniz. Rakip kapandığında hücumun kalbinde. Nerede ihtiyaç varsa orada tam bir performans görürsünüz. Bu yönüyle hem çevresindekileri hem oyunu değiştiriyor Selçuk. Dün onun olmayışı Galatasaray’ı ilk yarıda çok zorladı. Oyunun merkezi yoktu.

Terim en uygun adayı oraya koyabilirdi. Bu adam ancak Hamit olabilir Galatasaray’da. Başta yapmadı... İkinci yarıda da bunu yaparak kazandı zaten... İlk yarıda geçirgendi Galatasaray orta sahası... Emre, Melo ve Sneijder şeffaftı. Bu yüzden pas yapmayı bilen, ama direnci zayıf Mersin orta sahası iş yaptı. Muslera soğukkanlı olmasa mevzu daha da karışabilirdi. 3 kez ‘karşı karşıya’da dev gibiydi... Geldiğinden bu yana belki de en damga vuran performansıyla.

Ama daha önemlisi hemen herkes kendisini kaybedip kavga ederken oyunda kalarak fark yarattı... Yani Selçuk’un, en iyinin yokluğunda en iyi o olmak zorunda kaldı. ‘Pekiyi’ydi... İkinci yarıda Hamit merkeze geçince iş değişti tabii. Galatasaray yine hücum organizasyonları kuramadı, ama direğe takılmak yerine sayı buldu. Mersin’in bildik problemleri derinleşti. Sayıca eksik olan MİY oldu neredeyse. Herhangi bir akın şablonu ortaya koyamasalar da fizik güçleriyle oyunu rakip ceza sahasına indirdiler. Bir penaltı ve kaleci hatasıyla da işi bitirdiler. Arena, Muslera ve Selçuk... Galatasaray bu silahlarına sıkı sarılmalı...

Drogba fark yarattı


Oyunu Muslera tuttu. Hamit merkez oldu. Ama Drogba aldı. Seyircinin yarattığı müthiş baskıyı en iyi değerlendiren oydu. Hem oyun anlamıyla hem de psikolojik yönüyle... Aldığı penaltı duruma çok uygun bir soğukkanlılık. Israrcılığı, rakibi korkutması, hakemi etkilemesi, arkadaşlarının hangi formayı giydiğini hatırlatması. Drogba fark yarattı...

Seyirci baskısı


Arena’da seyirci oyuna, kararlara direkt tepki veriyor. Kartlarda faullerde... Seyirci oyunun içinde. Hemen anında büyük bir gürültü kopuyor. Bu ideal bir tavırdır ev sahibi için. Rakibi, hakemi etkiler. Ancak burada bir ince çizgi var. Galatasaraylı oyuncular ve teknik heyet bundan bu derece gaz almamalı. Etki rakibe olmalı... Takım soğukkanlı kalmalı. Dün ilk yarıda öyle olmadı. Çünkü soğukkanlılık giderse her şey gidebilir.
Seyirci tepkisiyle kendi takımını rakipten çok etkiliyorsa sorun olur.

Mersin niye düşüyor?


Dakika 56... 6 kişiyle baskın yapıyor Mersin... Burhan belki de Nobre’nin sakatlığıyla ilgili olarak tam hareketlenmeyişinin de etkisiyle topu kötü kullanıyor. Melo kapıp akını başlatıyor. Mersin’de 6 kişi duruyor. Hiç geri dönme niyetinde değiller. Drogba net bir pozisyona giriyor ama kaçırıyor. Ama Drogba hep kaçırmaz. Sonra penaltıyı alıyor. Sonra golü atıyor... Ve tabii 40’ta sakatlanan ve yürüyemeyen Nobre’yi devreden sonra dahi 20 dakika oyunda tutan Mersin’in ligde kalsa mucize olur. Puan durumunda değil. Bu durumdan. İşte bundan düşüyor Mersin... Hakan Kutlu’yu bundan sorumlu tutmak mümkün değil tabii. Ama Kutlu’nun konusu ne, onu da anlamak istiyor insan.

Moen mi Abay mı?


Hakem yorumu yapmayacağım... Çünkü Moen’den daha kötü olamaz! Abay... Hatası olabilir, ama Real maçının hakeminden daha kötü olamaz. 2 net penaltı, 1 net kırmızı... Peki neden Terim, Davala ve Şaş orada değil de burada kendilerini tribüne yollatacak kadar kendilerinden geçiyor? Çünkü UEFA’nın iktidarı kabul ediliyor, ama TFF’nin edilmiyor. Ama gerçek olan şu ki yakışmıyor... Ben yakıştıramıyorum.

07 Nisan 2013, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Grandioso yüzde 75 (*Kocaman yüzde 75)‘’

Bir çeyrek final bir İtalyan’a karşı ancak bu kadar oynanır. 2 direk, 2 gol. Hem de verdiğin kontratak sayısı sıfır... 1-0’dan sonra geçmişte sıkça olduğu gibi geri çekilmeden. Ama süratle ikinciyi bulacağım diye de çıldırmadan. Soğukkanlılıkla... Aykut Kocaman’ın Caner’le hücumu genişletme hamlesi kırmızı kart kadar dönüm noktası...

***

Fenerbahçe bir deplasman takımı. Avrupa’da 6’da 5 kazandı, 1 kez berabere kaldı. Artık ligde de kazanıyor.
Almanya’da soğukkanlı kalabildi. Güney Kıbrıs’ta kalabildi. Fransa’da da... Çek Cumhuriyeti’nde, Belarus’ta da kalabildi. Seyircisiz bir maçta Roma’da da kalabilir. Rakip belli olduğunda %50 demiştim. Hücum üçlüsünü formundan ve Lazio’nun kadrosunu gördükten sonra %55. Artık %75... Kocaman’ın ekibi büyük bir iş başardı. Bir İtalyan’a karşı daha İtalyan olabildi...

Mükemmel 3’lü ve fazlası


Mükemmel bir hücum üçlüsü Fenerbahçe’nin elindeki. Bireysel değil. Ekip olarak 3 hareketli hücumcunun belirgin poziyonları yok. Mourinho’nun Chelsea’de yakaladığına benzer bir uyumdan bahsediyorum.
Bunu tamamlarsa çok daha fazlasını da yapabilir. Bakın! Dakika 41: En sağdan Webo ortalıyor. Ceza sahası içinde sol çaprazda Kuyt harika bir ‘asist’ yapıyor. Bakmadan ezbere de olsa penaltı noktasına boş alana düşüp, geriye koşan savunmayı terse yatıran bu pas ne olursa olsun bir asist. Yazılsın bir yere... Ancak bir eksik nedeniyle tabelaya sayı yazmıyor.

Plzen maçında Salih’in birden bitip pozisyonunun hakkını verdiği yerde kimse yok. Orada olması gereken Baroni 10 metre geride. Fenerbahçe’nin Avrupa için ideal kontrol oyununda bunu tamamlarsa seneye başka takım olur. Bu sene mi? Bu da yetebilir. Dün ispatlanan bu...

Hareketli hücumun sihri


Fenerbahçe’nin final seviyesindeki hücum üçlüsünün dün yaptıklarına iyi bakmak lazım. Kuyt’ın sağ taraftan çok sola yüklenip Webo’yla kaç kez yer değiştirdiğini fark etmişsinizdir. Sow’un uca geçip hareketliliği zirveye çıkarışı üzerinde de durmak gerekiyor. Bu üçlü üzerine büyük başarılar kurulur. Yeter ki bu yapı tamamlanabilsin.

Hücumu genişletince


Baroni’nin Onazi’ye gösterttiği kırmızı kartın da hakkını verelim tabii. Kartı çıkaran ve penaltıyı veren hakemi de. 47’deki kart bir dönüm noktası. Lazio ortayı sıkıştıran bir 4-4-1’e dönüp Fenerbahçe’nin stoperlerine baskıdan vazgeçince Baroni ve Meireles o bahsettiğim alana gelebildi. Savunmadan topu çıkarma zorluğu ortadan kalktı. Soğukkanlı bir şekilde çıktılar ama 8’li savunma bloğunu enine aşma işi çok az oldu. Raul’un biri direkten dönen tehlikeli şutları dışında pek bir şey üretilmedi. Çünkü sadece bir kez Gökhan sağ kanattan indi. Bu tip bir İtalyan savunmasını aşmak için hücum alanını genişletmek gerek. Sow ve Webo’yu kapandan kurtarmak ancak böyle olabilirdi. Kocaman’ın Topal’ın yerine Caner’i alıp solu işletmeye çalışması bu açıdan akıllıcaydı. Hücum alanı genişledi. Kocaman maçı böyle aldı.

05 Nisan 2013, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Real kaçırmadı‘’

Real Madrid hakkında kısaca söyleyeceğimiz de şu:

İlk golü hızlı akınla, iki pasla attılar. İkinci golü yerleşik bir akınla, Galatasaray savunması yerini almışken bir kanat organizasyonunda, üçüncü golü de Galatasaray hem de üç stoperle oynarken bir duran topta. Yani Real Madrid her yöntemle sayı buldu.

Mourinho’nun üç temel planı vardı. Rakibin kendi sağından gelmesini isteyen ve savunma kurgusunu Drogba’dan başlayarak buna göre ayarlayan Galatasaray’ı terse düşürmek. Essien’i sağ bekte kullanarak ve sürekli ileri atarak değiştirmeye çalıştılar. Oyunun merkezini oluşturan Selçuk’u, Xabi Alonso ve Khedira ile geri itmek ve Burak’ı Varane’ın korkunç fiziğiyle zorlamak... Üç temel plan da gayet iyi işledi onlar açısından. Genç Fransız, muhtemelen Burak’ın kariyerinde karşılaştığı en dişli rakipti ve Burak’a iyi çalışmış olduğu belliydi. Selçuk’un yaşadığı sorunları Melo bu sezonun en iyi oyununu oynayarak azalttı. Eğer Drogba eski günlerine biraz yakın olsa, Melo’nun gayretiyle dün ilk yarıdan skor çıkarabilirdi. Ancak onun yerine, onun 10 yaş genci ve biraz kuzeylisi Benzema oyuna damga vurdu ve inanılmaz fiziğiyle Galatasaray savunmasını zorladı. Dany’nin çok iyi oyununa rağmen O’nun becerisinin altından kalkmak kolay değildi. Muslera standardın altında kalınca da Real dizginleri ele aldı. İkinci yarıda Terim’in üçlü savunmaya dönüşü Riera ve Eboue’yi orta sahanın parçası yapma amaçlıydı. Ancak bu plan ilk yarıdaki kadar dahi işlemedi...

04 Nisan 2013, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Tur Şansı %25‘’

Real Madrid’in Şampiyonlar Ligi’nde bu seviyede karşılaşabileceğiniz diğer tüm ekiplerden farklı tarafı, tek bir planla oynamayışı. Savunma yapıp hızla rakip alana geçmeyi çok iyi biliyorlar. Alan boşaltmada belki de tek rakipleri Barcelona. Rakip alana yerleşip hücum alanını genişletmeyi de çok iyi biliyorlar. Yani baskı yapmayı hedefliyorlarsa çıkar yolları fazlasıyla var. Di Maria’yı bir kanada Ronaldo’yu bir kanada atıp, Marcelo ve Arbelao’yı çizgiye çekip hücum alanını saha genişliği seviyesinde açıyorlar. Bildiğiniz gibi Alonso ve tercih edilen bir stoper dışında diğer tüm oyuncuları da hücumun parçası yapıyorlar. Kaleniz savunulması zor bir yer oluyor. Geniş alanda top yapabilen ve Khedira dahil herkesi ceza sahasına sokan bir oyun bu...

Sorun dengede


Nispeten, kendi standartlarında sorun yaşadıkları oyun ise ‘denge’... Hem Mourinho’nun oyun mantalitesi hem de kadro (*) özellikleri gereği, baştaki oyun stratejileri seviyesine denge oyununda çıkamayışları onları bu sene Dortmund ve Manchester maçlarında çok zorladı. Ligde kaybettikleri hemen bütün maçlar da bu oyunlarda ustalaşmış rakiplere karşı oldu. (*) Mourinho savunmanın önünde kullandığı oyuncular konusunda istediği formülü yakalayamadığını düşünüyorum. Khedira ve Alonso’nun biraz daha ayaklarına hakim olmalarını tercih edebilirdi. Nuri, Modriç arayışlarını da böyle algılayabiliriz.

Dortmund metodu


Dortmund maçları önemli. Avrupa’da direkt futbol konusunda en yenilikçi ekip oldukları konusunda herhalde kimsenin şüphesi yok Almanlar’ın. Mou onları bir denge oyunuyla yavaşlatmayı düşünmüş gibiydi iki maçta da. Olmadı. Cıva gibi kayıp gitti ellerinden Klopp’un öğrencileri. Manchester United maçında ise rakibin pas ve alan paylaşımı mükemmelliği onları zorladı. Tercihleri Madrid’teki ilk 30 dakika dışında yine dengeydi. Mourinho, karşısında çok iyi savunma yapan ya da hücum yönü çok gelişmiş rakipler karşısında kendisini daha iyi hisseden ve çözüm üretebilen bir stretejist. Dortmund maçları dışında evvelki sene Barça’ya kaybettiği oyunlar dışında durum hep aynı oldu. Bu iki rakip karşısında aldıkları can sıkıcı mağlubiyetlerin de benzer özellikleri var.

Pas duraklarını artır

Dortmund ve iki yıl önce Barça karşısında Real Madrid’in zaman zaman denge, zaman zaman da önde baskıyla kurmaya çalıştıkları oyuna bakmak gerek. Rakipleri bu oyun karşısında Galatasaray’ın yapabileceği bir yolla cevap vererek istediğini alabildi. Orta saha ve savunmada soğukkanlı top yaparak. Oyunu belirgin bir pas kaynağından kurmak yerine pas duraklarını artırarak. Yani konu Galatasaray’sa oyun kurulumunun sadece Selçuk’a bırakılması hayatı çok zorlaştırabilir. Açalım...

4-1-3-2’de revizyon gerekir


Terim şu anda kullanadığı dizilişi, bizim gördüğümüzden farklı yazıyor tahtaya... Sneijder-Drogba tranfserlerinden sonra çıkış yolunun 4-3-1-2 olacağını bu köşede okudunuz. Şu anda da öyle oynadıklarını düşünüyor olabilirsiniz benim gibi. Ancak Terim bu oyunun 4-1-3-2 olduğunu söylüyor. Diziliş olarak çok farklı olmasa da anlattığı strateji anlamında bu önemli. Bu, “Oyunu ileride kuruyorum. Biz orada oynuyoruz, bunu istiyoruz” demek. Real maçında böyle oynanabilir mi? Doğru olur mu?

Terim aynı oyuncularla oynar mı?

Bu tercihi bilmek mümkün değil. Ama diziliş, sistem ve strateji farklı olacaktır. Galatasaray savunma yapmayacak. Önde de basmayacak muhtemelen. Amaç orta sahada pas duraklarınının sayısını artırmak olacaktır. Selçuk’u yalnızlıktan kurtaran bir denge oyunu oynamak. Topa sahip olmak. Sneijder’in Hamit’in, Melo’nun, Eboue’nin, Hakan ya da Riera’nın oyun kurulumuna ortak olması Real baskısından kurtulmanın yegane yoludur. Gerçek bu: Önde basmaya çalışırsanız anında kalenize inecek bir planları var. Kapanırsanız Schalke maçının ikinci yarısından feci olur durum. Ama orta çizginin hemen gerisinde 6’lı bir pas durağı sistemi kurarsanız baskıdan kurtulursunuz. Sonrasında Dortmund’un yaptığını yani 4’lü baskınları yapıp yapamayacağınıza bakarsınız. Elinizde Burak ve Drogba varsa, seçenekleriniz vardır. Bu, bugüne kadar Galatasaray’ın yaptığı bir şey değil.

Ama ihtiyaç da duymadı. Bunu çarşamba günü yaparsa kim bilir ne olur. Galatasaray’ın şansı %25... Bu az değildir... Çeyrek final zaten Türkiye standardı için final sayılır. Ve burada ihtimal olması da başlı başına bir şeydir.

02 Nisan 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Şeytan üçgeni‘’

Fenerbahçe’nin standart üstü bir hücum üçlüsü var. Gerekli tedbirleri almazsanız aralarında kayboluyorsunuz. Fenerbahçe hiçbir şey yapmıyormuş gibi gözükürken dahi bu üçlüyle sizi dağıtıyor.

Top oraya taşındığında başa bela oluyorlar. Çok daha fazlası da olabilirler. Destekle...

Dünkü takımda katkı savunma beklerinden yeterince gelmedi misal. Ne kadar hazır olmasa da... Her anlamda geride olsa da biraz Topuz dışında... Pozisyon olarak, form olarak, fizik olarak yeterli olmasa da bir tek o öne çıkmaya çalıştı. Ziegler için durum farklı. O tam pozisyon oyuncusu. Önünde tam bir sol açık arıyor. Böyle bir oyuncu olsa ondan fazlasıyla yararlanabilirler ama düzen öyle değil. Bu yapı içinde Akhisar özellikle Sertan, Kenan ve Emrah’la hep çıkarak başlayınca, Fenerbahçe’nin kenar adamları gole kadar tedirgin kaldılar. Çıkmadılar. Ve alan genişledi.

Buna rağmen 30’dan sonra Fenerbahçe rakibini itmeyi bildi. Çıkma niyetinde olan ve orta sahada da top yapabilen Emin, Merter ve Bilal’in kalitelerine rağmen yeterince sert olamayışları zaten ligde başlarındaki en büyük sıkıntıydı. Fenerbahçe bundan yaralandı. Sow yardımcının yakalayamadığı, Webo dışında hemen herkesin de sadece tekrarda yakalayabildiği bir gol ve iki net pozisyon buldu. Ama hücuma yeterli kalitede destek veremeyen orta sahası daha fazlasını yapmalarını engelledi.

İkinci yarı baskısı yetti

İlk yarının ortasına doğru Kocaman’ın orta sahada yaptığı hamle Fenerbahçe’nin oyun merkezini bir 10 metre kadar ileri taşıyıp, onları biraz daha sert yapmıştı, geçici de olsa. İkinci yarıda iki savunma beki oyuna girince hemen gol de bulundu. Ancak sonrasında orta üçlünün verkaç/dripling yetersizliği oyunu tutmalarını engelledi. Pozisyon vermediler. Ama oyunu orta sahada bıraktılar neredeyse. Sow’un şahane golü onları rahatlatana kadar diken üstünde kaldılar.

Okeye 4. aranıyor


Aykut Kocaman Sow-Kuyt-Webo üçlüsüyle başka bir standart yakaladı. Her şeyden önce bu bir mühendislik başarısı. Hoca tebriği hak ediyor. Hem tek santrfor, hem çift santrfor, hem üç santrforla oynuyor Fenerbahçe. Bu üç oyuncuyu yan yana koymakla olmuyor kuşkusuz. Dönerek oynuyorlar. Mevkilerden, pozisyonlardan bağımsız bir düzen var burada. Ve her seferinde işe yarıyor. Eksik kalan ise temelde bir dördüncü. İster santrfor arkası deyin, ister gizli santrfor, ister bir çeşit ‘false 9’... İlerideki baklavayı tamamlayacak bir direkt oyuncu lazım. Bu Salih olabilir.

Bunu oyun sırasında Critian’ın yapamadıklarında görebiliyorsunuz. Bir kişi eksik kalıyor mükemmellik. Transferle ya da umarım Salih’le bu açık kapandığında Fenerbahçe hücum hattı son yılların en iyisi olabilir. Yani Kocaman bir 4. bulursa OK...

Sıfır yönlü orta saha


Salih ve Emre olmayınca, sürpriz yumurta Cristian’ın da içinden o gün Alex değil Maldonado çıkınca Fenerbahçe hücum yönünü kaybediyor. Dün olduğu gibi. Anlaşılmaz gibi görünen ise bu ekibin defansif olarak da parlamaması. Ancak bu da doğal. 11’de sahanın herhangi bir yerinde pivot/çapa/merkez ne derseniz deyin oyunun merkezi olabilecek takımın mesafesini ona göre ayarlayabileceği sırtı dönük oynamayı da bilen yegane adam Webo olunca takımın boyu uzuyor. Bu kadar geniş alanda topla oynamayı mükemmel düzeyde bilmeyen bir orta saha savunma da yapamaz.

01 Nisan 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI