Arama

Popüler aramalar

‘’Kaybet kaybet‘’

Dolayısıyla Webo kaybı onlar için önemli olsa da temel sebep ondan ziyade rakipler. Misal, Webo gibi bir performansa sahip Nobre’nin Mersin’e hiçbir faydasının olmadığı kesin.

Daha önceye gidersek Abdullah Avcı’nın Milli Takım’a gidişinin de iki kurum açısından da temel sorunlar yarattığı gerçek. Kurumsallaşma iki ucu pislikli bir değnektir. Bir adamın etrafında şahane çalışan bir sistem kurarsınız. Ve sanırsınız ki kimi koysanız artık o makine yürür. Avcı’nın ayrılması sonucu İBB’nin temeli sarsıldı. Belediye’de geçen 5 sene neredeyse Ferguson’un 27 yılına eşit denebilir. Ferguson sonrası United da başka boyutta benzer bir sıkıntı yaşayacak, göreceksiniz. Halbuki Avcı, Türk futbolunu yeniden yapılandırmak görevini başkasına bırakıp İBB’nin başında da kalabilirdi. ‘Kazan kazan’ hikayelerini biliriz, tıpkı Gekas - Akhisar gibi. Avcı İBB hikayesi ise tam bir ‘kaybet kaybet’ oldu.

Genel lig gerçeği bu olsa da dün ilk yarılar itibarıyla Fenerbahçe’nin Karabük galibiyeti ve İBB’nin Tevfik’le gelen erken üstünlüğü ev sahibini başka bir ruh haline büründürdü. Karabük’ün harika geri dönüşünden sonra ligde kalamayacaklardı zaten.

Ama Bülent Korkmaz’ın hem savunma oynayıp hem savunmayı beceremeyen ekibi için ‘düşmeyi hak etmedi’ demek de pek mümkün değil. Hele de Hamza ve Yılmaz hocaların performanslarından sonra.

19 Mayıs 2013, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Absürt ve eşsiz derbi‘’

Bizim ‘Klasik’in dünyanın en büyük derbisi oluşu absürt şiddetindendir.
Manasız ama gerçek tansiyonundan. Hiç bir altyapısı olmayan çekişmesinden.
Bu olaylar ve tansiyon bitsin, dünyanın hiçbir yerinde lafı edilmez. Bu yüzden bizim ‘absürt derbi’nin gösterimi, spor kanallarında canlı değil, ana haber bültenlerinde ‘doğudaki bir yerdeki vahşet’ bölümünde olur. Girdiği listeler de futbol listeleri değil ‘soft holigan romantizması’ sıralamalarıdır. Hepi topu, eni boyu budur işte. Fazlası değil.
..Ve kabul etmek gerekir ki futbolun tüm ekonomisi de bu absürtlük üzerine kuruldur.
Pazar akşamı şeyrettiğimiz de bu durumun şanına yakışır bir delilikti.
Tam bir oryantal kaos. Yenilen şampiyon, şampiyon galip gibi seviniyor baksanıza.
Herkes, hem de yabancılar birbirlerini provakasyonla suçluyor.
Şişeler atılıyor her zaman olduğu gibi. Kimin attığı belli değil.
Kaptanlar birbirlerini attırmak için boğuşuyor. Sabri kırmızı gördüğüne bayağı seviniyor.
Volkan ikinci kez takımı öndeyken son dakikalarda anlamsız kırmızı kart görüp kahraman olabiliyor.

Dünyanın en iyi hakemlerinden birisi olan Çakır’ın kafa gidiyor daha en başından. Tavuk gibi koşturuyor çaresiz, darmadağın. 5 sene önce ülkenin centilmenlik simgesi sayılabilecek iki simge, Kocaman ve Taffarel sadece rakibi suçluyor. Ve yenilen şampiyon, şampiyon galip gibi seviniyor. Oyuncular maçtan sonra türlü saçmalıklarla laf atıyor birbirine.
Tam bir oryantal kaos... Tam bir absürt derbi. İşte bu eşsiz delilik bir en büyük ürünümüz.
Eldeki mal bu! Değerini bilin!

Bir Kuyt geçti buralardan

Hiç kuşkusuz Fenebahçe’nin en unutulmaz kahramanlarından birisi olacak Hollandalı.
Özel bir adam. Çünkü hem buz gibi soğukkanlı, hem de kırık kaburgalarla 3 maç çıkaratacak kadar sıcak, ateş gibi...
Pazar akşamının kahramanı oydu. Kaburga acısını bilirim. Adamı felç eder. Nefes alamazsın. Ama o buna rağmen tüm sezon yaptıklarının ötesine geçti. Melo ve Selçuk oyuna giremediyse onun payı herkesten fazla. Akıl almaz bir hücum savunması yaptı. Hücumda alan açtı. Ve daha fazlası. Sadece bir sezonda unutulmazlar arasına girdi. Tıpkı Azizi Pierre gibi. Fenerbahçe’nin Hollandalılardan şansı açık...

Kalede sanki Taffarel var

Webo’nun çaprazdan vuruşundaki ayakta kalış ve reaksiyon. Kuyt’ın direkten dönen topa vuruşunda hemen ayağa kalkış... Sanki Muslera’yı değil Taffarel’i izliyorum.
Muslera Galatasaray’a transfer olmadan önce yükselişte yetenekli bir kaleciydi. Ama bir yol, bir stil arıyordu. Zaman zaman korkunç hatalar yapan, ne yapacağı çok belli olmayan bir 1 numaraydı...

2 yılda dünyanın en iyilerinden biri oldu. Belki de önceden en büyük eksiklerinden olan karşı karşıya pozisyonlarda müthiş bir gelişim gösterdi. Pozisyon alma ve her zaman ayakta kalma konusunda da. Topu oyuna sokma ve arkadan oyunu okumada da olağanüstü bir seviyeye geldi. Taffarel onu çok geliştirdi. Brezilyalı iyi bir öğretmen, Uruguaylı da çok iyi bir öğrenciymiş belli ki! Ancak ne gariptir ki tıpkı Taffarel gibi yan yüksek toplarda sorun yaşıyor. Halbuki boy ve fizik avantajıyla fazlasını yapabilir.

Arena’dan önce Agora lazım

Biber gazı bir silah. Silah da sadece kolluk kuvvetleri tarafından sadece başka ihtimal kalmadığında kullanılır. Ama bizde öyle olmuyor. Eskiden yoldan geçerken copu yerdin, şimdi yoldan geçerken akciğerlerin patlıyor.
Bu konudaki itirazlar haklıdır. Türkiye’nin doğal gerçeğidir ama tepkiye devam etmek gerekir.
Öte yandan mevzunun bir de başka yönü var tabii. Taraftar stadına hoşçakal diyecek. Önceden toplanacaklar eğlenecekler normal olarak. Çoluk çocuk, şenlik istiyor herkes.
Peki nerede olacak bu?
Şehirde gerçek, batılı anlamda bir meydan var mı?
İnsanların toplanacağı bir agora.
1 Mayıs için Kazlıçeşmeye gidin diyorlar. Kazlıçeşme meydan değil ki, çayır. İnek miyiz biz?
Şehirli insan meydanlar ister. Kendisini orada rahat hisseder. Doğal yaşam alanı budur.
Peki nerede toplanacak Beşiktaşlı? Nerede gerçek bir meydan?
Yok...
Çünkü memlekette ancak Rezidans, Arena, AVM yapılıyor Agora değil. Meydan, park boşluk gördün mü binayı dikmek üzere şartlanmış bir şehircilik bu.
Bu şehre bina ve arena değil agoralar lazım.
Tabii insanların toplanmasını istiyorsanız.

Güneş İstanbul’da çalışmalı


Daha önce de dile getirmeye çalıştım. Şenol Güneş ülkenin zirve teknik adamlarından biri. 96’da Avrupa Şampiyonası’na giden Terim’in Milli Takımı’nın harcını hazırlayanların başında geliyordu. O takımda zaman zaman 8 Trabzonsporlu futbolcu oynadı. 2002’de şahsi zirvesini Dünya Kupası’nda yaptı. Sınırlı kadrolarla saygı duyulacak zirve oyunları oynadı sonrasında. Hiç savunma oyunu peşine düşmedi. Hep açık, dengeli, iddialı futbol oynattı. İkinci, hatta üçüncü, hatta kalmamış şanslarını kullananan çok oyuncuyu yeniden ya da ilk defa zirveye çıkarttı. Anlatmaya gerek yok.
Güneş bir Trabzon ve Türkiye efsanesidir.
Kırgın, üzgün ve yorgundur kuşkusuz.
Ama Türkiye’nin onu kenarda tutma lüksü yoktur. Ülkenin Şenol Güneş vizyonuna ihtiyacı var.
Ve Şenol Güneş’in de ekonomik özgürlükle ve oyuncu kaybeder miyim stresi olmadan çalışmaya hakkı var.
Şenol Güneş mutlaka ama mutlaka bu boyutta çalışmalı.
Bunu hem o hak ediyor, hem de Türkiye...

Ferguson döner

Küçük bir kehanet. Bir köşeye yazın... Eğer ciddi bir sağlık sorunu yoksa... Olacağı kalça ameliyatı onu çok zorlamazsa Sir Alex ManU’nun başına çok geçmeden döner. Duramaz...
Ferguson’ın kurduğu sistem kendisinin dediği gibi sadece bir takım değil bir kulüp inşaasıdır kuşkusuz. Ancak %100 ona bağlıdır. Onsuz yürümesi olanak dışıdır. Ne Moyes ne başkası yerini doldurabilir. ManU için çok sancılı bir dönem olacak ve Ferguson’a döneceklerdir. Ama o döndüğünde her şey aynı olur mu? İşte onu bilemem.

14 Mayıs 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu derbi eşsiz‘’

Maç bittikten sonra sahada olup bitene bakın. Yenilen, sahanın ortasında kutlama yapıyor, şampiyonluğu kaybeden şampiyon olmuş gibi seviniyor...
Bu derbinin dünyanın en ilgi çekici derbileri sıralamasının hep başlarında yer alışı bundan. Büyüklüğü eşsizliği absürt şiddetinde, komik nefretinde. Bunu her seferinde bir kez daha ispat etmeyi başarıyor iki takım da.
Senaryosunu yazsan saçma oldu derler. Ama gerçekten, içten, doğal olarak böyle... İtiraz edişimiz manasız. Bu böyle... O yüzden seyretmek lazım. Her seferinde yeniden şaşırtmalarını beklemek.
Eşi benzeri yok bunun...
Volkan yine mi?
Bakın şöyle başlayacaktım yazıya: İki dakika arayla önce Sow’un direkten dönen topunda Kuyt’ın şutuna Muslera’nın yaptığı şahane hamle ve ardından Burak’ın karşı karşıyada yaptığı Henry vuruşuna Volkan’ın parmak ucu hamlesi... Şahane kalecilik gösterileriydi. Saygıyla ayağa kalkmak lazım.
Sonra birden Volkan kendisini dar ağacına çıkardı. Tıpkı 2008’deki Çek Cumhuriyeti maçında olduğu gibi... Maçın başında Drogba’yla oyunu gerişi profesyonel bir yaklaşım olarak adlandırılabilir kimilerince. Peki ya maçın sonundaki amatörlük....
Sabri tribüne oynamak istiyor. Normal... Ama Volkan kendisini kaybediyor. Zor bir sezonun sonunda bir derbi galibiyetiyle maçı tamamlayacakken Volkan dışarıda ve oyuncu değişikliği yok. Tıpkı Çek Cumhuriyeti maçında olduğu gibi topun kaleye gitmeyişi şansı... Peki ya Fenerbahçe’nin...
Şöye soralım: Peki ya böyle olmasaydı? Başkan da Volkan gibi fevri davranıp, ‘The End’ der miydi! Hayır Peki ya Kocaman der mi? Hayır!
Çünkü kimyası bozulmuş işin! Başkanın da hocanın da Allah’ı var en büyük destekçisi Volkan! Dağ gibi durdu ikisinin de arkasında iki yıldır. O zaman şaşırmaya devam!
Olağan galip
Başa dönelim. Aykut Kocaman’ın ekibi, Avrupa’da, içerideki Mönchengladbach maçı dışında tüm maçlarda ve derbilerde bir ‘olağan galip’ (winner) ruh hali yarattı bu sene.
Belki Benfica deplasmanında Kocaman’ın heyecanıyla eksik kalan buydu. Dün de Fenerbahçe’de bu hal vardı. Galatasaray ise Ordu ve Mersin maçları da dahil olmak üzere hemen tüm maçlarda bu ruh haline bürünebildiği için şampiyon oldu. Dün hariç! Ligde farkı yaratan dün 90 dakikada Fenerbahçe lehine kendini gösterdi. Peki genel olarak plan neydi?

Fatih Terim ne düşündü, ne oldu?

Fatih Terim Sneijder’in yerine Elmander’i oynattı, Sneijder’in pozisyonunda değil. Elmander bir çeşit saklı santrfor ‘false nine’ olarak sahadaydı. Burak sağa Drogba sola açılır ya da tersi... Böylece Elmander araya girer... Zaten arkada Hamit ve Selçuk’la oluşturulmuş bir çember var, nasıl olsa önde oynarım, Fenerbahçe’yi geri iterim ve kontrol edilmedi güç bir hücum ekibi yaratırım diye düşündü. Öyle olmadı. Buna yol açan Hasan Ali ve Gökhan’ın rakipleri karşısındaki iki yönlü performansı. Hem stoperlere yardım ettiler hem Eboue ve Riera’yı geri ittiler... Elmander Fenerbahçe’nin defansif orta sahasıyla baş başa kaldı. Plan yürümedi.

Kocaman ne düşündü, ne oldu?

Biraz deneyim, biraz gerilimle arkadaki ekip oyunu şekillendirir. Zaten yapı olarak Avrupa standardında bir kurgu var. Tempoyu düşürürüm. Gökhan ve Hasan Ali’yi mümkün olduğunca ileri sürer rakibi hücumda çoğaltmam. Böylece Sow-Kuyt-Webo üçlüsü zaman zaman stoperleri baskılar (Kuyt ayrıca Melo’yu)... Sürekli pozisyon değiştirerek markajdan kaçarlar ve işi bitiririm. Riera ve Ebuoe’yi geride tutarsam ve oyunu rakip alanda oynarsam zaten sorun olmaz. Rakibin orta sahası Elmander’in varlığında zaten eksik kalacak. Fenerbahçe bunu çok az hatayla yaptı. Bu plan tuttu... Özellikle Selçuk Burak’ı neredeyse kıpırdatmadılar.

Değişiklikler ne getirdi?

Amrabat-Elmander değişikliği oyunu enine açıp Fenerbahçe’nin savunacağı alanı genişletmek amaçlıydı. Bu olmadı. Çünkü Fenerbahçe son 10 dakikaya kadar Selçuk’u oynatmamayı dolayısıyla yaratıcı pas kaynağını durdurmayı başardı. Emre ve Meireles oyundan çıkınca Fenerbahçe orta sahasının pozisyon sadakati düştü. Biraz dağınık oynamaya başladırlar. Selçuk’a alanlar açılmaya başlayınca Kocaman Topuz’u oyuna sürdü. Bu doğru bir hamleydi. Ama eksik kalan aynıydı. Kontratak organizasyonunun olmayışı. Kocaman’ın bunu seneye kurması şart. Yoksa büyüklüğünün karşılığını alamayacak.

Çakır ne yaptı?

Yoğun istek üzerine hakem yorumu da yapalım. Çakır penaltıda %100 haklı. Bana kalırsa Webo-Eboue pozisyonunda da. Eboue ayakta kalsa zaten faulü alacak. Webo da ona çarpıp düşecek. Bunu yapmadı. Faulü erken almaya kalktı. Aksi fikre itiraz etmem. Ama Çakır’a da itiraz etmem. Eboue Çakır’ı zorladı. İlk golün öncesinde ise Hamit’e yapılan faul. Sanırım kimse itiraz etmez. Bu arada 69’da Kuyt’a Riera’nın yaptığı müdahale de penaltıya pek benziyor. Hasan Ali’nin de Sabri’ye 75’de yaptığı... Tüm bunlar değil sorun. Dünyanın en iyilerinden biri Çakır. Dün kafası fazla meşgul gibiydi. Onu kendisine getiren Volkan ve Sabri oldu...

13 Mayıs 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yorgun ve galip‘’

Alper Potuk hiç tartışmasız ülkenin en iyi oyuncularından biri. Eskişehirspor ondan ne kazanacaksa, tamamı helaldir... Peki Alper gerçekten bu parayı eder mi?

Gerçek şu ki, Alper’e verilecek paranın yüzde 80’i pasaportuna gidecek...
Konvertibilite sorunlu Türk futbolunun asıl açmazı bu. Pasaportun futboldan fazla etmesi. Avrupa standardında vasat sayılabilecek hatta düpedüz temel eğitim eksiği olan bir oyuncu sadece Türk olduğu için fiyatını 5’e katlıyor. Söylesenize Alper 9 ederse Fernandes kaç eder?

Alper iyi futbolcu kuşkusuz. Ben Eskişehirspor başkanı olsam 10 değil, 15 isterim. Ama yabancı sınırlaması kalkarsa Alper 2’den fazla etmez. Doğru piyasa budur.
Alper hangi takıma gitse yararlı olacaktır. Ama bu ekonomi doğru değil. Bunu düzeltmek için yapılması gereken yabancı sınırlamasını kaldırmaktır.

Fenerbahçe ilk Benfica maçında çıtayı kendisi yükseltti. Pozisyon sadakati ve savunma tutarlılığında zirve yaptılar. Türkiye futbolu ise başka bir şey istiyor. Fenerbahçe, Türkiye’de kendisini çok fazla yoruyor. Hiçbir maçı baştan koparacak güç, tutarlılık, plan ve baskıyı gösteremedikleri için hemen her maç son düdüğe kadar fizik ve mental yıpranma yaşıyorlar. Bu yüzden 61 değil, neredeyse 122 maç eforu harcadılar bu sene. Bunun temel sebebi orta saha oyuncu profilleri. Kocaman’ın Avrupa’da işe yarayan kontrollü oyuna uygun alvercilerle oluşturduğu ekip lige yetmedi. Emre’nin Madrid dönüşü birkaç maç yaptığı etki ve Salih’e mecburiyet bundan... Dün bunu bir kez daha gördük.

Sonuç olarak Fenerbahçe iyi bir kontrol takımı. Seneye koparıp alan da olmalı.

09 Mayıs 2013, Perşembe 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’4. yıldıza değil 5. yıldıza yürür‘’

Romalı filozof Seneca “Şans fırsatla hazırlığın buluştuğu yerdir” demiş.
***
Terim’in ve Galatasaray’ın da şansı böyle bir şans. Piyango değil hazırlık ve fırsatların buluşması.
***
Üç güçlü rakibinden Fenerbahçe’nin 3 Temmuz krizine girişi ve bu sene yaptığı korkunç kadro planlaması,
Trabzonspor’un tutamadığı yıldız omurgasını bizzat Galatasaray’ın transfer edişi...
Ve Beşiktaş’ın girdiği maddi bunalım yetmezmiş gibi kendisini FEDA arabeskliğine hapsedişiyle başladı hikaye...
***
Ve eğer rakipler köklü atılımlar değişimlere imza atmazsa yapmazsa önümüzdeki dönemde Galatasaray sadece 4. yıldızı almakla kalmaz. Terim belki 96-2000 rekorunu dahi kırabilir. Yani önce dört yıldızdan ikisine imza atar. Beşe yürür.
***
Galatasaray’ın şansı piyango değil. Fırsat ve hazırlık...
2 yılda oynadığı 18 derbiden sadece 1 yenilgi almak piyangoyla olmaz.
7.5 sezonda 6 şampiyonluk da...
***
Hikaye Ünal Aysal’ın Terim’e ikna olması ile başlıyor. Büyük pay Ali Dürüst’ün...
Sonra Selçuk İnan’ın ikna edilmesi ile devam ediyor. Büyük pay Hasan Şaş’ın.
Ve Scott Piri’nin Türkiye’ye gelmeye ikna edilmesiyle devam ediyor. Tüm pay Terim’in...
Gerisi zaten geliyor.
***
Galatasaray’ın bu iki sezonu bu üçlü sac ayağını üzerine kurdu. Bu üçlüden biri olmasa diğerleri olmazdı zaten. Ve gelecek de kurulamazdı.
***
Galatasaray bu sac ayağının bozulmasına izin vermezse,
Rakiplerinden biri köklü bir atılıma ve değişime gitmezse,
Galatasaray çılgın bir transfer harekatıyla kimyayı bozmazsa,
Terim 4. yıldızı da alır kendi 2. yıldızına da...
Çünkü Terim hâlâ aç.

Futbol tarihini değiştiren adam


Eğer ülkede doğru düzgün bir yılın oyuncusu seçimi yapılsa Burak ve Batalla’yla çekişip yılın futbolcusu ödülünü alırdı Selçuk... Ne yazık ki ne TSYD ne PFDK böyle bir seçim yaptırmıyor üyelerine. Türk futbolu da başka türlü bir heyecanı yaşayamıyor. Geçen sezonu toplam 45 maçta 14 gol 16 asistle tamamladı. Santrfor arkası ya da forvet olmamasına rağmen.

Bu sezon ise toplamda şu ana kadar yine 45 maçta 7 gol 13 asistle oynuyor. Trabzon’daki son sezonunda da 16 asiste imza atmıştı. Ve bunu defansif görevlerle donanmışken yapıyor. Belki bir Alex değil ama Alex hiç duraksamadan en iyi Türk oyuncu kim sorusuna hep Selçuk cevabını verdi. Şu bir gerçek o beraber oynadığı oyuncuları değiştiren bir adam, O takımını değiştiren bir adam, O ligi değiştiren adam.O Türk futbol tarihini değiştiren adam.

Florya’nın kapıları

Neden doğru sevemiyoruz? Neden doğru sevinemiyoruz? Bunu Florya’nın kapılarını kıran 17 yaşındaki çocuğa sormuyorun. Onları suçlamıyorum. Sosyal psikoloji bu konuda kafa patlatmalı. Geçen hafta Lizbon’da alkışlarla uğurlanan Fenerbahçeli seyircilerin şaşkınlığını bizzat yaşadım. Saygı bizi nasıl oluyor da bu kadar şaşırtıyor? Neden severken hırpalıyoruz? Neden sevinci rakibe küfrederek yaşıyoruz?
Bizi ailelerimiz okullarımız neden yanlış yetiştiriyor? Neden? Ve nasıl düzelteceğiz bu işi?

Bursa’ya da yıldız
Ulusoy döneminde çıktı bu yıldız uygulaması. Genelde dünyadaki uygulamalarında bir yıldız 10 şampiyonluğa verilir. Trabzonspor’un 6 şampiyonluğu olduğu için bizde 5 yıldıza verlimesine karar verildi. Doğru bir uygulamaydı bu. O zaman Bursaspor’un şampiyonluğu olsa muhtemelen tek şampiyonluğa da verilirdi. Dolayısıyla şimdi Bursa’yı onore etmek gerekir. TFF bir değişiklik yapmalı. Misal içi boş bir yıldız verilebilir şampiyonluk kazanmış takımlara. TFF ülke tarihinin en önemli başarılarından biri olan bu şampiyonluğu da onurlandırmalı. Seneye içi boş bir yıldızla başlamalı Bursaspor.

07 Mayıs 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Şampiyonluk nasıl geldi!‘’

En önemliden başlayarak bir kaçını sıralamak gerekirse:

1- Beklenmedik Riera performansı... Terim sezon başında da, devre arasında da sol beke baktı ilk önce. İlk transfer istediği yer orası oldu. Yönetimle ters de düştü. İstediği oyuncuları istenen fiyata almak konusunda da sorun yaşandı. Ancak gelinen noktada Riera belki de sezonun en iyi sol beki oldu. Ligin altın karmasında olsa itiraz olmaz.

2- 4-1-3-2’ye Selçuk-Melo desteği. Drogba-Sneijder transferinden sonra Terim’in ideal diziliş ve stratejiyi bulması zaman aldı. Ama Selçuk’un sol iç, Melo’nun da ön liberoda gösterdiği performans, Terim’in eski göz ağrısı olan sistemi yeniden uygulayabilmesine olanak tanıdı. Geçen sezon asist-skor yükünü sırtlayan bu ikili öndeki yıldız ekibi taşıma işini gocunmadan yaptı. Bu kolay bir iş değil. Oyuncuları buna ikna etmek çok daha zor.

3- Drogba efekti: Didier Drogba skor olarak da asist olarak da takımına beklenen desteği verdi. Bana kalırsa bir yaş daha yaşlanacak olmasına rağmen seneye etkisi daha yüksek olur. Bu sezon ise sadece rakip savunmaları korkutarak oyuna girmelerini engelleyerek büyük katkı yaptı. Tabii Burak’la birlikte...

4- Drogba-Burak ikilisi bir çok farklı yönle farklı tedbirlerle savunulması gereken bir ikili. Bütün olarak zorlayıcı, 3-4 oyuncuyu savunmaya kilitleyen bir ekip. Bu çok yönlü hücum gücünü savunmak hep çok zordu.

5- Ve tabii Muslera... Yenmeyecek golleri yemedi. Orduspor maçında Selçuk’a çarptırdığı top dışında neredeyse hiç hata yapmadı. Kazandırdı, kaybetmedi. Gerçek şu ki Taffarel onu çok geliştirdi.
Devamı yarın...

06 Mayıs 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Teşekkürler Fenerbahçe‘’

Ancak öndeki dörtlü ile arkadaki dörtlü birbirinden kopuk olduğu için genelde akıl sürekliliği sağlayamıyorlar. Çünkü rakip topu kaptığında arkadaki dörtlü yaklaşmadığı için rakip kolaylıkla ileri çıkabiliyor. Dün böyle olmadı. Fenerbahçe orta sahası ideal alan paylaşımından uzak olduğu için Benfica bu sezon hiç yaşamadığı kadar iyi bir akın sürekliliğine kavuştu. İlk 20 dakika böylece büyük bir baskı yedik. Neredeyse ilk çıkışımızda penaltıdan golü bulunca Benfica oyundan soğudu. Ancak maalesef iyi kontra yapamayışımız ve orta sahada kötü alan paylaşımı onları yeniden oyuna ortak etti. 40’ta Sow’un altı pastan vuramadığı, Kuyt’ın yan filelere attığı net pozisyon golle sonuçlansa iş başka türlü olurdu. Ama olmayınca Benfica’nın baskısı iyice arttı.

Şablon goller


Fenerbahçe’nin önde top tutamayışı, Meireles ve Topal’ın yaptığı alan paylaşımını Fenerbahçe’nin dün sağlayamayışı oraya sıkça adam sokup Benfica’nın bu sezon attığı şablon gollerden ikisini bulmasını sağladı. Bu oyunun üstesinden maalesef gelemedik. Son 10 dakikada Egemen’in santrforda top indirdiği bir uzun top oyununa döndü Kocaman. Kötü oyuna rağmen olabilirdi. Ancak olmadı. Yine de teşekkürler diyorum ama olabileceğini bilmenin de acısını yaşıyorum.

Hakem ikilemi!

Fransız Lannoy, Galatasaray-Real Madrid maçından ve Beşiktaş-Manchester galibiyetinden bildiğiniz gibi deplasman takımlarını ezdirmeyen bir hakem. Dün korkunç seyirci baskısına rağmen olağanüstü dirayetli bir yönetim gösterdi. Bunun sebebi Portekizliler’in onu baskı altına alma çabalarıydı. Hakemi iyi tanımadıkları belli. Üstüne gittiğinizde inatlaşan bir hakem Lannoy. Salih’e ikinci yarıda yapılan korkunç faulü süzemeyişi ise hiç yakışmadı. İkinci yarıda açık söylemek gerikirse bambaşka bir hakem vardı sahada. Bunun neden olduğunu da bilmek imkansız. Lannoy gerçekten rezaletti.

Topuz girince


Selçuk’un sakatlığı sonrası Aykut Kocaman’ı, Mehmet Topuz değişikliğiyle çok eliştirmemek lazım tabii ki. Ama Mehmet Topuz’u eleştirmeli. Fizik olarak hazır değil. Fazla kiloları var gibi. Zaten teknik olarak çok önde bir oyuncu değil. Ancak şunu düşünmeliyiz, eğer o oyuna girdi diye fizik yetersizliğini kapatmak için Salih geri çekiliyorsa, 19 yaşındaki oyuncu daha hazır görünüyorsa, Topuz’un kendisine dönüp bir bakması lazım. Ancak Aykut Kocaman için de şöyle bir ihtimal vardı. Daha sonra Gökhan’ın yerine oyuna giren Bekir kariyerinde daha önce orta saha oynamıştı. O tercih belki Fenerbahçe’yi biraz daha top yapabilen bir takım haline getirebilirdi. Tabii Gökhan’ın korkunç sakatlığı bu eleştiriyi zayıflatıyor.

03 Mayıs 2013, Cuma 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Bu iş olur‘’

Perşembe akşamı ideal 11’le sahaya çıkabilecek olsa Kocaman’ın turu yüzde 75 oranında geçebileceğini rahatlıkla söylerdim. Şimdi bu oran yüzde 55. Bu, küçümsenemez bir orandır. Bu seviyeye alışmış, genlerinde var olan bir ekip Benfica.

1-0’ın psikolojisi

1-0’ın da psikolojik olarak son derece olumlu bir skor olduğunu düşünüyorum. 2-0 aritmetik olarak büyük bir rahatlıktır ama psikolojik olarak öyle değil. Fenerbahçe, Roma deplasmanında kolaylıkla oyunu tutabilecek bir dengeye rağmen skor nedeniyle çok yaslanmıştı. Benfica’ya karşı yaslanamazsınız. Çünkü hem kapalı savunmalara karşı Cardozo büyük bir silahtır hem de Benfica’nın top dolaştırma hızı Lazio’nun çok ötesinde.

Kanat başarısı

Fenerbahçe ilk maçta müthiş bir strateji gösterisi ortaya koydu. Kocaman’ın rakibi okuma başarısı yüzde 100’dü. Bunu yine yapacaktır. En çok ilgi çeken performans kanat 4’lüsününkü idi. Gökhan ile Ziegler önlerindeki Sow ve Kuyt’la mesafalerini hiç açmadan çıktılar. Sow ve Kuyt da Gökhan ile Ziegler’den uzaklaşmadan geri döndü. Fenerbahçe oyun mesafesini hiç bozmayan bir dış kare kurdu. Harika gidip geldiler. Rakibin hızlı çıkışlarına hiç müsaade etmediler böylece. Bunu Caner’le de yapabilirler. Yeter ki sinirlerine hakim olup top kayıplarını minimize etsin.

Tempoyu ayarlamak

Atılacak bir gol rakibin üç gole ihtiyaç duyması demek. Benfica bu sezon evinde oynadığı 6 iç saha
maçında 2 kez Fenerbahçe’yi eleyebilecek skoru aldı. Newcastle ve Spartak Moskova maçlarında. İki takımın da gün itibariyle ‘Fenerbahçe’nin Avrupa seviyesi’nde olmadığını söyleyebiliriz. Fenerbahçe çıktığı her maçta tempoyu ayarlayan taraf olmayı bildi. Öte yandan iki maçı da seyredenler, iki ekibin de yeterince gol şansı buldukları biliyor.

Selçuk’tan endişem yok

Fenerbahçe orta sahasında eksik... Benim ön libero/stoper’de Selçuk’tan bir endişem yok. Ne kadar eleştirilirse eleştirilsin ülkede o pozisyonun en iyilerindendir. Burada Baroni ve Salih’in, Caner ile Kuyt’dan alacakları yardım Fenerbahçe’yi ayakta tutar. Yani defansif olarak sorun yok. Yeter ki açılırken top kaybı olmasın ve sürat korunsun. Ve bu yapılırsa Sow’un ağır ve problemli savunma göbeğini zorlama konusunda da fazlasıyla iş yapabileceği açık. Fenerbahçe her zamankinden daha fazla kendi sağından çıkmak isteyecektir. Burada Salih ve Caner’in ceza alanına topsuz koşuları mutlaka gol getirir. Yani Kuyt ve Gökhan ilk maçtaki formlarında olurlarsa Fenerbahçe gol bulur. Her zaman söylediğim gibi, yeter ki Baroni ‘top’ noktasında olsun, Volkan da bildiğimiz Volkan... Gaitan’ı etkisiz bırakacak orta saha kurgusu Fenerbahçe’de hâlâ var. Rakibi durdurmak için bu yeterlidir. Fenerbahçe’yi buraya yüksek pozisyon sadakatine dayalı denge oyunu getirdi. Sadece bu, onları kupaya kadar götürür. Yolumuz açık olsun.

Çocuğun statta ne işi var?


Fuat Akdağ böyle söyledi programa girmeden önce toplantıda: “Ya çocuğun statta ne işi var?” Samet Aybaba’nın kızına, gözünün içine baka baka küfür. Bununla bağlantılı mı bilinmez mafyanın, bir taraftarı, eşinin, çocuğunun gözü önünde burnunu kıracak kadar feci dövmesi. Hem de demir copla. Bir gün sonra biber gazı yediği için sahanın içine girmek zorunda kalan çoluk çocuk... Geçen sene Saracoğlu’nda gaz yiyip terörize edilen başka çocuklar. Arena’da rakı şişesiyle kafatası kırılan bir başka çocuk. Ve bütün bunlar oluyor ama kimseye bir şey olmuyor çocuklardan başka... Fuat çok haklı. “Çocuğun statta ne işi var?"

Zorlamayın! Ne alkışı!


Bu ülkede tüm sporseverler Abdullah Kiğılı gibi olsa zaten ‘alkışlansın kampanyası’na gerek olmaz. Doğal olarak kazanan tebrik edilir alkışlanır. Ama durum o değil. Durum şiddeti, nefreti önlemeyi gerektiriyor. Bunu yapay bir sevgi yaratarak yapamazsınız. Önce şiddeti önlemeli, sonra nefreti tedavi etmelisiniz. Sonra sevgiye gelir sıra. Arsenal’in Manchester’ı alkışlaması bizim için örnek değildir. O sahte centilmenlik bize gelmez. Bizim bedende o elbise durmaz. İngiliz’in cenazesindeki zorlama metanetle bizim cenazedeki gözyaşları bir mi? Onun düğünündeki eğlenceyle bizimki bir mi? Onun şampiyonluğu da bizimkine benzemez. Zorlamaya gerek yok. Zorla sevgi yaratılmaz. Bizim yapmamız gereken şiddeti önlemektir. Bu ülkede kimse şampiyonu alkışlamaz. Alkışlaması da gerekmez. Ama bu ülkede bir zamanlar hiç sorun olmadan şampiyonluk kutlanabilirdi, yenilen de sessizce zamanın geçmesini beklerdi. O günlere dönelim yeter.

Rotasyon değil 2 takım


Aykut Kocaman ligdeki Eskişehir maçında oynattığı 11’den sadece 1’ine yer verdi deplasmandaki kupa maçında. Muhtemelen perşembe akşamı Lizbon’da, pazar akşamı sahaya çıkan oyunculardan sadece Cristian 11’de olacak. Bu rotasyon değil. 3 kulvarda 2 ayrı takım kullanmaktır. Rotasyon özetle her bir kombinasyonun üç aşağı beş yukarı benzer işlerlikte olduğu yapıda olur. Kocaman takımı ikiye ayırdı oysa ki! Ama başarılı oldu. Çünkü diziliş veya sistemi değiştirmeden başka kalitede de olsa benzer sonuçlar alıyor. Eğer illa rotasyon demek istiyorsanız, buna oyuncu değil, takım rotasyonu diyebiliriz. Çünkü değişen oyuncular değil, neredeyse takımlar.

30 Nisan 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI