‘’Areola ayakta tuttu‘’
Pogba ve Kondogbia’nın önemli oyuncular olduğunu. Rakibin ortaya koyduğu tehdidi sıfırlayacak bir oyun oynamalarını gerektiğini söyledi. Aslında Nijerya ve İspanya maçlarında da rakibin güçlü yönlerine karşı takımı nasıl dizayn ettiğini görmüştük. Anlattıklarını büyük oranda yaptı. Özellikle Digne’nin sol kanatta oyuna neredeyse hiç girmemesini sağladılar.
Pais-Cristoforo ikilisi doğru savunma yardımıyla Pogba- Sanogo ikilisini asla tekte bırakmadılar. Ve Fransa ceza sahasına girmeden ilk 75 dakikayı tamamladı. U20 yarışmacılığın artık tam olarak başladığı yaş grubu. U18’de yüzde 75 yarışmacılık varsa yüzde 25 eğitimcilik hala geçerlidir. Ama U20’de artık teknik direktörlük konuşur. Şu bir gerçek ki, Verzeri rakip analizi ve uygulama açısından tam puanlıktı. De Arrascaeta’nın yedekte kalmasına rağmen bunu söylüyorum. Ama eğer planını onun da dahil olabileceği bir sistemle kurabilseydi, Uruguay maçı oyun içinde koparabilirdi. Bu tip bir oyunun doğal beklentisi kalabalık ve hızlı çıkışlardır. Bunu da 2 kez yaptılar.
Eğer Lopez özellikle 66’da soğukkanlı olup Avenatti’yi görebilse hocasının bu şahane startejisini taçlandıracaktı. Bu planın da sonucu olarak, Fransa’nın İspanya maçında oyuna bir türlü tam konsantre olamayışına benzer bu duruma direnenlerin başındaki isim kaleci Areola oldu. PSG’li’nin iki olağanüstü kurtarışı da Fransa’nın ayakta kalışında oldukça önemliydi. 80’den sonra Uruguay’ın fizik olarak düşüşü ve maçı uzatmaya bırakmamaya yönelik değişiklikler Fransa’yı ön plana çıkardı bu kez. Ve üç renkliler ilk kez ceza sahası aksiyonlarına girdiler. Bu kez de 18’lik De Amores’in kalecilik şovlarını izleme şansı bulduk. Özellikle Veretout’nun harika şutunu çıkarışı özeldi. Tabii penaltılarla damgayı vuran Areola oldu.
‘’Sorun Demirören değil...‘’
Bir makinenin üzerine çıkartır Hakan’ı... Adale yapısını test etmek için!
Beğenin beğenmeyin, Hakan Şükür’ün bu ülkenin kendisine en iyi bakan sporcularının başında geldiğini bilirsiniz. Hâlâ da özel fizyoterapisti eşliğinde çalışıyor. Profesyonel bir futbolcu gibi... Yediğine içtiğine dikkat ediyor vs. Neyse! Bühllmann şöyle bir bakar ve “Siz Türk sporcuları sadece gördüğünüz adaleyi çalıştırıyorsunuz. Halbuki vücudu sadece bunlar taşımıyor” deyiverir. Çünkü bildiğimiz mükemmel atlet Hakan’ın bile vücudunun arka tarafındaki adaleler bu seviye için en ideal durumda değildir. Hakan çalışmadığından değil. Bunun yeterli ve doğru olmamasından, altyapıdan itibaren önemsenmemesinden.
Geçelim... 2008 Avrupa Şampiyonası öncesi ABD’li Scott Piri ve ekibi Fatih Terim’in isteğiyle göreve başlar. Fizik olarak en üst seviyeye çıkmak için. Beslenme uzmanı da vardır ekibin içinde. Bir süre çalışmanın sonunda bir dolu sonuca varırlar. Size ikisini aktarayım:
1-Futbolcuların çoğu yeterli seviyede su içmiyor ve bu, performansı çok ciddi şekilde etkiliyor.
2-Kalçası kariyeri boyunca hiç çalışmamış büyük yıldızlarınız var.
Toplayarak geçelim. Galatasaray’ın, Şampiyonlar Ligi’ndeki ilk golünü atan Cihat Arslan, iki yıl kadar önce four-four-two’ya verdiği röportajda mealen şöyle diyordu: Bunca yıl üst düzey stoper oynadım. Her gelen hoca kafa topu çalıştırdı. Bir Allah’ın kulu da gelip bir sol ayak çalıştırması yapmadı.”
Walcott da bekledi
Çarparak geçelim. Bu köşede yazmıştım. Arsenal’in yetiştirici hocası Arsene Wenger, Theo Walcott’u 16 yaşındayken Southampton’dan 7.5 milyon Pound’a aldıktan sonra Barbados asıllı İngiliz yeteneği 2 yıla yakın süre çok az oynatarak hazırladı. Geçen yıl Fenerbahçe maçından önce Walcott’u sordular Alsas hocaya. Şöyle cevap verdi mealen: “Üst gövdesi zayıftı. Geliştirdik, şimdi hazır”.
Şimdi kafamızı çarparak geçelim. Geçen hafta Arsenal Futbol Akademisi’nden takıma bir oyuncu katıldı. Az Alkmaar altyapısından yetişen, 2008 Nisan ayında Londra’ya transfer olan Oğuzhan Özyakup... Hollanda U-17 takımının kaptanı. Yüzde yüz bir Türk ailenin çocuğu (Akademi kadrosunda bir de kaleci var. Yılmaz Aksoy, 15 yaşında).
Daha iyi işliyorlar
Arsenal, genç Türk yeteneği 70 milyonluk Türkiye’den değil, 370 binlik Hollanda-Türk cemaatinden alıyor. Çünkü bizim ürünü bizden daha iyi işleyen onlar. Aynı fındık gibi, aynı zeytin gibi, aynı bor gibi... Çünkü Bühllman’ın dediği gibi biz sadece gördüğümüzle ilgileniyoruz. Sırt ya da kalça kasları geliştirilmiyor, sol ayak çalıştırılmıyor, su içilmiyor. Ama buna rağmen yarım yamalak da olsa Süreyya Ayhanlar, Ardalar, Nihatlar yani üretim hataları çıkıyor. Ne kaynakmış!!! Mesele Oğuzhan’ı, Mesut’u kaçırmak değil, Mesut ve Oğuzhan’ı, bizim hammaddemizi onların işliyor olmaları. Bizim de onları heder etmemiz! Ki, en büyük utanç budur!
Eylül 2009’da bunu yazmıştım. Bugün yine aynı yazıyı yazabilirim. Çünkü U-20’deki başarısızlığımızın sebebi budur. Üst üste gelen doping skandallarının da... Ve bunların hiçbirinin yabancı kısıtlamasıyla ilgisi yok. Bütün bunların sebebi üretimi teşvik etmemek. Almanya’da yabancı kısıtlaması yok ve en iyi Alman pasaportlu Türkleri onlar yetiştiriyor. Bu, tek başına her şeyi anlamak için yeterli değil mi?
1.5 yıldır ‘yabancı kısıtlaması 10’da 6 şeklinde olacak’ denerek ilan edilmişken, bir tek yöneticinin çıkıp ‘olmaz’ demeyişi bu ülkenin yöneticilerinin planlama yapmadığını göstermiyor mu? Bu, bir Yıldırım Demirören sorunu değil. Bu, bir spor yöneticisi sorunu. Demirören onlardan sadece biri.Bugün dahi, gelecek yıl 10’da 5 kuralının olacağı belliyken bu duruma karşı bir çalışma yapılmaması da hâlâ mevzunun ne olduğunu bize göstermiyor mu? Çok basit, çözümü çok belli işleri bu kadar içinden çıkılmaz hale getirmektir sorun. Sorun Demirören değil, genel bir yönetici zaafiyetidir.Sorun yönetememektir.
‘’İşte 6 garanti‘’
Muslera: Muslera’nın performansının yarısının Taffarel kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Galatasaray’da iyi bir kaleci mentörü var. Eğer hak ettiği yüksek bonservisi teklif eden çıkarsa (20 milyon Euro üstü) Galatasaray onun yerine Onur’a gider. Bu transfer olmuyorsa 10 milyon Euro civarında az da olsa yabancı alternatif bulunabilir. Bu senaryonun dışında yokluğu düşünülemez.
Albert Riera: Performanstan ziyade bir imaj sorunu var. Geçen yılın ligdeki en iyi sol beklerinden biriydi ancak daha iyisi aranıyor. Yerli alternatifi yok. Yabancı bulunabilirse gönderilir. Onun dışında imaja kanılırsa, büyük sorun yaşanılabilir.
Chedjou: Savunmanın liderliğini üstlenecek. Başlangıç noktasından hiçbir risk taşımıyor. Terim’in öncelikli olarak ilk 11’e yazacağı oyuncular arasında en başlarda.
Dany Nounkeu: Tribünde olmayı dert etmeyecektir. 6 ilk 11 yabancısı arasında yeri yok. Savunmada sağlam alternatiflerden biri o. Bomba bir transfer olması durumunda dahi gitme adayı olmayabilir. Çünkü zaten yerini kaybetmiş ve tribünde bekler. En kötü ihtimalle kiralık olarak gider. Ama sanmıyorum.
Eboue: Galatasaray’ın iki yıllık başarılı perfromanslarında sürekli olmasa da anahtar bir rol üstlendi. Uluslararası tecrübesi en büyük artısı. Yerli alternatifi yok. Yabancıda ise çok para harcamak gerekir. Gitmek istemiyorsa yollanmaz.
Felipe Melo: Taraftar onu çok seviyor. Yokluğu duygusal olarak sorun yaratır. Ancak Gökhan İnler transferi ile dışarıda kalabilir. Ancak yeni kuralla Gökhan’ın Türkiye fiyatı, artık 2 katına çıkabilir.
Nordin Amrabat: Terim ona çok şans verdi. Aslında kötü değil ama beklentiler o kadar yüksekti ki bunu karşılaması çok zor. Bundan sonrası için de. Teknik heyetin yavaş yavaş Faslı oyuncuyla ilgili umutsuzluğa kapılmaya başladığını söylemek mümkün. 9 milyonluk bonservisini çıkarması zor ama misal Rusya piyasasından yakın teklifler gelebilir. Gitme adaylarının en başında.
Sneijder: En zor soru onunla ilgili olanı. Riera’nın tam tersi durumda. Yüksek imajı var. Ancak karşılığını ne kadar verebileceği soru işareti. Tribüne yollamak da hiç kolay değil. Terim’in kafasındaki en büyük soru işareti onunla ilgili olmalı. Kalırsa 11’i garanti olur. İyi bir teklif durumunda Terim ‘satın’ der.
Emmanuel Culio: Kalma ihtimali çok düşük. Değerlendirmeye girebileceğini sanmıyorum. Ancak ‘Biz tribüne gitmeyi sorun etmeyecek 4 oyuncu tutacağız’ fikri çok ufak olsa gerçekleşirse, takımda yer bulabilir.
Johan Elmander: İsveçli futbolcunun ilk sezonuyla geride bıraktığımız sezon arasında fark var. Tribünde ve hazır kalabilir mi bilmiyorum. Orada yerli ya da yabancı alternatif bir isim bulunması durumunda gitmeye aday.
Didier Drogba: 11’de yazılacak ilk oyuncu. Kesinlikle ‘Gidiyorum’ demediği sürece Burak’ın yanında O olacaktır.
Aslında 10’da
66+0+4’den ziyade bu yeni düzene 10’da 6 demek daha doğru ve az zahmetli olur. Bu kararın düşünülmeye başlandığından bu yana geçen 1.5 yılda itiraz etmeyen tüm futbol kulüp yöneticileri ve Kulüpler Birliği bu zırva karardan en az Yıldırım Demirören kadar sorumludur. Kimse sorumluluktan kaçıp TFF’ye kızmasın. Nasıl TFF’den hesap soruluyorsa taraftar ve kongre üyelerinin yönetim ve başkanlarına soru sormaları şarttır. Bugün kavga etmek yerine 2 yıl içinde yabancı sınırlamasının kalkması yönünde çalışmalara başlanmalı. Çünkü bu uygulamaların Türkiye’ye hiçbir faydası yok. Eğer U20 milli takımına çağrılan 21 oyuncudan 8’i Avrupa kökenli ise sorun altyapıdır, yabancı düzenlemesi değil. Bu sorunun çözümüne dair önerimi 28 Mayıs tarihli Fanatik’te yazmıştım.
O YAZIYI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN
‘’Yöntem değişmeli‘’
Türkiye’de sürdürdüğünüz mücadelenin şeklini UEFA nezdinde aynı şekilde uygulamak mümkün değildir. Ülkemizde, sokaklarda toplanan on binler ya da ‘sert çıkışlar’ karşılığını hukuki alanda da bulabilir ama UEFA’da öyle olmuyor
Aziz Yıldırım yönetimi bir komploya kurban verildiklerini düşünüyor. Pazar akşamı yapılan büyük yürüyüş de bu fikrin camiada gerçekten çok büyük destek bulduğunun kanıtı. 2 yıldır olduğu gibi... Belki bugün daha fazla.
Benim, bizim işimizi yapanların bu konudaki fikirlerinin önemi yok. Hem de hiç. Söylediklerinizin sokaktan geçen herhangi birinin söylediklerinden fazla önemi olmaz. Ve aslında söyledikleriniz ancak temenni olur. Halbuki işimiz temenni etmek değil, tespit yapmak.
Öyleyse bakalım:
Bu tip büyük davaların iki sonucu vardır. Günlük yani popüler, bir de tarihsel.. İnsanın en büyük hatası da yaşadığı günü tarihin sonu sanmasıdır. İş böyle karışır. Biz öyle bakamayız. Tarihsel ya da kimince ‘ilahi’ olan karar, bugünün işi değildir. Çünkü çözmek mümkün değildir. Bizim bakmamız gereken bugün var olan krizin nasıl yönetildiği. Gerçekten elle tutulabilir olan ne?
Bu açıdan bakıldığında görülen, Fenerbahçe Yönetimi’nin işleri birbirine karıştırdığıdır. Bu, belki de doğal tavır ama doğrusu değil. Bu ruh hali doğru ve sağlıklı savunma yapılmasını engelliyor. Türkiye’de - haklı ya da haksız önemli değil - sürdürdüğünüz mücadelenin şeklini UEFA nezdinde aynı şekilde uygulamak mümkün değildir.
Türkiye herkesin birbirine posta koyduğu bir yer. Bu bizim doğalımız. Ancak Nyon öyle değil. Yanlış anlaşılmasın “UEFA dünyanın en ahlaklı örgütüdür” demiyorum. Kendine ait bir iletişim yöntemi olduğunu söylüyorum. Türkiye’de sokaklarda toplanan onbinler ya da ‘sert çıkışlar’ karşılığını hukuki alanda da bulabilir. Ama UEFA’da öyle olmuyor. Misal UEFA çevrelerinden gelen, tabii ki resmi olmayan açıklamalar Fikret Orman yönetiminin savunma tarzının büyük sempati topladığını söylüyor. Hatta çok yüksek ihtimal olmasa da cezanın ertelenebileceğini. Sarı -Lacivertliler için durum bunun tam tersi.
Bu bir doğruluk, haklılık, haksızlık meselesi değil. Bir tavır meselesi. Bu tavır uluslararası alanda işe yaramıyor. UEFA’nın verdiği kararda sorunlar var. Söylendiği gibi kişileri ayırmasa da vereceği kararı sonraya bırakması gibi. Ancak mevzunun salt hukuki gözlükle değerlendirilmediği de tartışmalı olsa da bir gerçek.Bugün net olarak söyleyebileceğimiz tek şey şu: İçerikte inat etseniz de Fenerbahçe, jargonunu, yöntemini değiştirmeli. Tarihsel olanla bugünü ayırmalı.
Yıldırım istifa etmeli mi?
Bu zor bir soru. Buna Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe Kongresi dışında cevap verecek kimse yok. Zaman zaman gerçekten bırakması gerektiğini düşündüm. Ama itiraf edeyim bugün bilmiyorum. Yıldırım haklı olarak ‘nerede rakip?’ diye soruyor. Bu kadar kenetlenmiş bir camianın önüne rahmetli Lefter’i aday diye çıkarsanız, ‘sen de mi onlardansın?’ diyecek onbinler varken kim çıkabilir ki? Fenerbahçe’nin çıkmazı bu aslında. Bu ve sonrası. Azizm’den sonra ne olacağı? Yıldırım bıraksa dahi, aday olarak çıkacak insanın üzerine de bulaşmayacak mı ‘komplocu’ yaftası. Bu zor bir ruh hali. Çözülmesi iyice zorlaşan asıl sorun bu. Dolayısıyla bugün ideal olanın Yıldırım’ın değil, jargonunun değişmesi olduğu görülebilir.
Yoksa bu daha mı zor?
Ya Bate sorarsa?
Yargıtay kararı esas olacak. Bunu bizzat Aziz Yıldırım yönetimi ve savunması da söylüyor. Benim için ‘nokta’ budur. UEFA ise sezon ortasında gelecek bir onama kararının Şampiyonlar Ligi’ni tehlikeye düşüreceği gerçeğiyle hareket ediyor. Bu da o açıdan bakıldığında anlaşılabilir. Doğal olarak bu konuda sorulacak soru şu: Ya Marsilya, Bate, Moenchengladbach vs. çıkıp “Sevgili UEFA Siz geçen sene bu kulübe ‘ok’ verdiniz. Mahkeme kararını anında uygulamadınız, onlar da geldi bizi eledi. Bizim günahımız neydi? 1 yıl katılmadılar, biz cezaları bitti sanıyorduk” diye sorarsa ne olur?
Yola devam etmek mümkün mü?
İtalya’yı takip edenler bilir. Orada olup şike operasyonun (Calciopoli) sportif kararı hızlı bir şekilde verilse de tarihsel olarak etkileri devam ediyor. Orada da birçok Juventus’lu büyük haksızlığa uğradığını düşünüyor. Ama orada tarihsel etkiyle, popüler adımların birbirine karışmaması büyük ölçüde yöneticiler tarafından sağlandı. Daha profesyonel, şirket mantığı ve şekliyle yönetilmenin sonucu bu tabii ki.İnsanlar hem kendilerince ‘ilahi adalet’in peşinde oldular ama yol da devam etti. Türkiye’de sorun bu iki yolun sürekli birbirine karışıyor olması. Bu yöntemle yola devam etmek mümkün değil. Ve bu işi ancak Fenerbahçe’nin kendi dinamikleri çözecek. Bu kadar büyük ve kenetlenmiş bir güçten bahsediyoruz. Ama bu gücün artık soğukkanlı olup, günlük adımlarla tarihsel olanı birbirinden ayırması olası. Bunu yapamadıkça tüm ülke futbolu olduğu yerde debelenecek. İşte sistemi asıl bu çökertir.
‘’Hayal gerçek oldu‘’
Ersun Yanal’ın Fenerbahçe, Aziz Yıldırım’ın da bir Ersun Yanal hayali olduğunu senelerdir biliyoruz. Ancak şartlar, rakiplerin durumu, bugüne kadar Yıldırım’ı ismen hep daha garanti teknik adamlara yöneltti. Aykut Kocaman’la birlikte Fenerbahçe kendisine yeni bir kapı açtı. Üstüne UEFA ve davalarla birlikte Yanal neredeyse tek seçenek haline geldi. Çünkü güçlü yabancı teknik adamları ikna etmek için el biraz zayıf. Ersun Yanal devrimci, yüksek potansiyelli, algısı açık bir hocadır. Ancak Milli Takım’da yaşadıkları ve ayrılış şeklinin yarattığı travmayı henüz atlatabilmiş değil. Fenerbahçe’yle bu travmayı atlatmak zorunda. Aksi halde bu iş yürümez. Atlatırsa da son dönemlerin en önemli geri dönüşü olur. Bir başka dezavantajı Gençlerbirliği’nin başındayken onu bu noktaya getiren yardımcı ekibinin çoğunun bugün dağılmış olması. Görev tanımı iyi yapılmış çok iyi bir teknik ekibi vardır. Milli Takım’dan sonra ekip dağıldı. Ben ondan sonra aynı kimyayı bir daha yakalayabildiğini düşünmüyorum.
Takımın elektriği yüksek olur
Yanal zaman zaman kavgacı bir yapıya bürünür. Yönetimle de oyuncularla da zaman zaman çatışır. Pek geri adım atmaz. Direkttir. Eğer yönetim bunu olumlu yönüyle ele alabilirse sorun olmaz. Oyuncu iyi çalışıldığını hissederse hiç sorun olmaz. Denizli, Ankaragücü ve Gençler döneminde de bunlar oldu ama oyuncular iyi durumda olduklarını bildikleri, iyi antrene olduklarını ve sistemin iyi yürüdüğünü gördükleri için hocanın peşinden gittiler. Yani takımın elektiriği Kocaman’ın döneminden daha yüksek olabilir. Yeter ki özellikle ‘eskiler’ hocaya inansın. Hakan Şükürvari, altından kalkılamayacak bir çatışma yaşanmasın.
Sözleşme süresi önemsiz
1 yıllık sözleşmenin sorun olduğunu düşünmüyorum. Türkiye’de sözleşme süreleri önemsizdir. Fenerbahçe gibi kulüplerin başına 5 sene için geçilmez. Her şey sezonlarla değerlendirilir. Bunu Ersun Yanal da bilir. Öte yandan Ersun Yanal’la sportif direktör olarak yola devam edileceği önümüzdeki sezon takımın başına Löw’ün geçeceği dedikoduları da yok değil. Ben sürenin önemsiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü çok uzun süredir büyük takımlarda sözleşmesini tamamlayıp ayrılan hoca sayısı bir elin parmaklarını geçmez.
11’i tahmin etmek zor...
Hangi oyuncularla oynayacağını tahmin etmek kolay değil. Çünkü hangi oyuncuların kalacağını tahmin etmek kolay değil. Ama Fenerbahçe’nin daha önde oynamak isteyen bir takım olacaktır. Kalabalık bir orta sahayla oynayacaktır. Basketboldan fazlasıyla etkilenmiştir. Dolayısıyla topu hemen rakip ceza sahasına götürüp orada kalabalık ve ribaundları toplayarak akın yenilemek isteyen bir ekip muhtemeldir. En büyük zaafı sistem krize girdiğinde geçici çözümleri
pek üretememesi. Sistemde ısrar ederek kendisini bulmasını beklemesi. Bunu yapar da. Ama bu büyük takımlarda sorun olabilir. 4 hafta galibiyetsiz geçirmek zordur. Bu durumda daha açık fikirli olması gerekecek.
Sınırlamanın katkısı olmaz
Yabancı sınırlaması manasız ve faydasızdır. Altyapıya da hiçbir katkısı yoktur. Dolayısıyla kaldırılmalıdır. AB oyuncularının serbest olması da yetmez. 8 yerel liglerde, 4 de kulüpte yetişmiş oyuncuyu uzun listede istihdam etmek yeterlidir. Milli Takım’da oynama kriteri de olmaz. Çünkü Batalla, Alex gibi oyuncuları almak imkansız olabilir. Dolayısıyla kısıtlama kalkmalı. Ancak bu sene olmaz. Daha bir sene önce 6+0+4 açıklanmış bütün takımlar hazırlıklarını buna göre yapmış, yerli oyuncuların fiyatları uçup gitmişken olmaz. Olursa buna piyasa manipülasyonu denir. Suçtur. Yabancı oyuncular gitmiş, yerli oyunculara milyonlar ödenmişken bu karadan vazgeçmenin dolandırıcılıktan farkı yoktur. Sezonun resmen başlamasına 2 gün kala bu karar verilemez. Böyle köklü bir değişiklik ancak 2015 Temmuz’undan itibaren geçerli olabilir.
‘’Kavga değil akıl zamanı‘’
Bunlar peşinde olmamız gereken gerçekler.
Ama tabii bir de buraya nasıl geldiğimiz gerçeği var.
Mehmet Ali Aydınlar Federasyonu’nun UEFA baskısıyla Fenerbahçe’yi Şampiyonlar Ligi’ne yollamama kararı ilk dönüm noktası. Ağustos 2011’de bu karara en net tepki Ali Koç’tan gelmişti: “Futbolcular, teknik heyet ve taraftarın isteği doğrultusunda Fenerbahçe’nin Süper Lig’de mücadele etmek istemediğini yarın Futbol Federasyonu’na ileteceğiz. Futbolcularımız, Bank Asya 1.Lig’de devam etmememizi bizden istediler. Bu talebi federasyon yetkilileriyle konuşacağız, istişare edeceğiz. Bank Asya’da devam etmeyi, bütün bu yaşananların son bulmasını istiyoruz; bunun daha doğru olacağını düşünüyoruz”
Bu aslında şu demekti:
Ortada 2 ihtimal var.
1- Ya burada bir şike var. Ceza neyse çekilmeli.
2- Ya da birçoğunun söylediği gibi büyük bir komplo var. Ve bu kurtulunması mümkün olmayan büyük bir komplo. Ki ancak tarih bunun cevaplarını bulur.
Dolayısıyla biz suçsusuz, ama madem ceza var. Bir cezadan değil, kayrılmış gözükmekten hicap duyarız.
Madem Avrupa’ya yollanmıyoruz. Alın diyetinizi, düşürün...
Benim analitik düzlemde bir gazeteci ve duygusal anlamda bir Fenerbahçeli olarak anladığım bu.
Ama bu yapılmadı. Bu hataydı.
Peş peşe hatalar yapıldı
CAS davasına girmiyorum. Herkes ne olduğunu hatırlıyor.
İkinci dönüm noktası ise Ocak 2012. Aydınlar Federasyonu, UEFA’yla pazarlık sonucu 58. maddenin değişirilmesi ve bir seferliğine puan silinmesi karşılığı küme düşmenin kalkması için Platini’yle anlaştı. Gerçek bu.
Ancak Genel Kurul ve Aziz Yıldırım bunu reddetti. Doğru bir duruştu ama kısayol, bir tür kurtuluş formülü de reddedilmiş oldu.
Yani UEFA’yla yalvar yakar yapılan anlaşma bizzat bundan yararlanacaklar tarafından reddedildi.
UEFA şoke oldu.
Üstüne Aydınlar istifa etti ve şike yapmakla suçlanan kulüplerden birinin başkanı TFF başkanı oldu.
Ve asla UEFA tarafından kabul edilmeyecek bir formülle kişiler ve kurumlar birbirinden ayrıldı.
Fotoğraf iyi değil
Çok açık söyleyeyim UEFA’dan bir kesime net posta kondu.
Suçsuzluğuna kesin olarak inanlar hiçbir anlaşmayı kabul etmez. Bu doğrudur.
İki kulüp de tüm savunmalarında yüzde 100 suçsuz olduklarını inanarak söylediler.
Ancak İsviçre’den gözüken fotoğraf gerçek öyle de böyle de olsa farklı.
1-Mahkemelerden ceza almış yöneticiler görevde
2-Onların yöneticileri ise TFF’de başkan ve yönetici oldu
3-İki kulüpten biri ekonomik kriterler ve doğru olmayan beyandan UEFA’dan men edildi. Diğeri seyircisiz maçta seyircisiz cezası aldı. Ve bir sonraki cezada 2 yıl men alacak.
4-Yasa 2 günde mecliste değişti.
5-İlk etik kurul raporu TFF ile birlikte apar topar değiştirildi.
6-Güçlü bir iç ve dış lobi bu arada hep çalıştı. Bizzat içeriden burada ciddi suçlar olduğu ve üzerinin kapatıldığı hep söylendi.
Suçluyu suçsuzu, komployu filan bir kenara bırakın.
Bu fotoğraf doğunuzda, misal Katar’da olsa siz sağlıklı bir durum olduğuna inanır mısınız?
Biliyorum, daha bir çok başka detay var.
Beklenmedik şekilde dosyanın yeniden açılması, zamanlama vs...
Verilen kararlarda kişilerle ilgili cezanın verilmesi için zamana ve ek raporlara ihtiyaç varken kulüplere ceza verilmesi. Bunlar garip hallerdir.
Ama kabul edersiniz ki fotoğraf da hiç güzel durmuyor.
Ve sıfır tolerans diyen bir örgüt için Doğu’daki bir ülkeye örnek cezalar vermek kolay ve rahatlatıcıdır.
UEFA’nın yaptığı da budur.
Şimdi bu iki kuklüp ve TFF için yapılması gereken akılla, kimseye posta koymadan savunmaya devam etmektir. Hepsi bu.
Artık kavgayı bırakmalı... Mücadele etmeli. Herkes müşteki de davalı da hakkını akılla aramalı.
‘’Hepsinin bir sebebi var!‘’
Joseph Yobo: Nijeryalı’nın halen hazırdaki savunma ekibi içinde lider görevini üstlenebilecek, 1 numaralı tercih. Fenerbahçe’nin ona ihtiyacı var. Bruno Alves daha birebir birci, ayrıca skora katkı yapabilen bir oyuncu. Sınıra takılmazlarsa, bir arada oynamaları en mantıklı çözüm.
Bruno Alves: Fenerbahçe’nin, birebir sert savunmacıya ihtiyacı var. Bunu karşılayacaktır. Ayrıca Luciano ve Lugano’dan sonra, kolay gole giden bir savunmacı açığını kapar. Yeter ki Fenerbahçe, eski duran top kullanım kalitesine ulaşabilsin.
Michal Kadlec: Ben stoper oyununu, sol bek performansından daha iyi buluyorum. Fenerbahçe’nin, hücuma çok fazla katkı yapan bir sol beke ihtiyacı var. Kadlec’in bunu ne seviyede yapabileceğinden ise kuşkuluyum.
Raul Meireles: Meireles, yanında bir tam hücumcu orta saha ile oynarsa, pozisyonunun en iyilerinden biri. Fakat Fenerbahçe, bu oyuncu için ideal tartışmasız bir çözümü, bunca transfere rağmen bulamadı. Holmen ya da Alper’in sınıf atlaması, Meireles’in performansını artırabilir.
Cristian Baroni: Ben Baroni’nin takımdan ayrılacağını düşünüyorum. Avrupa ve Brezilya’da pazarı var. Onu anlatmaya gerek yok. Kendisini tam anlamıyla ispat edemedi. İki maç Alex, 2 maç Maldonado performansı, Fenerbahçe’de 11’de olmak için yeterli değil.
Miroslav Stoch: Stoch da garanti bir oyuncu değil. Fenerbahçe sürekli önde oynayabilecek olsa, rakip ceza sahasına yığılabilse ve beklerin de sürekli hücum performansını alabilse, dar alanda çok sorun çıkartır. Geniş alanda ise kayboluyor. Yeni gelecek hoca, onun yeteneklerinden etkilenirse kalır. Ben gitmesi gerektiğini düşünüyorum.
Milos Krasiç: Mustafa Denizli ya da Mircea Lucescu tarzı, ölüyü dirilten tarz özel hocalar dışında, Krasiç’in kendine getirilmesi mümkün gözükmüyor. Bu halde olmasının altında mutlak, olağanüstü bir sebep var! Ben Krasiç’in üstünü bir hamlede çizemem. Ancak O kendi üstünü çizmiş gibi duruyor.
Holmen: Türkiye’de en beğendiğim yabancılardan biri. İki yönlü orta saha tanımının tam karşılığı. Fenerbahçe’nin ondan, Beşiktaş’ın zamanında Giunti’den yararlandığı gibi faydalanabileceğini düşünüyorum. Bunun dışında çok pozisyonlu olması, hocanın elini çok rahatlatacaktır. Santrfor ve kaleci hariç, her yerde oynayabilecek bir altyapı eğitimine sahip.
Pierre Webo: Kesinlikle kalmalı. Her zaman hazır olur. Birçok özelliğe sahip. Hem pivot, hem araya oynayabiliyor. Tribünde kalmak konusunda sıkıntı yaratmaz, ben 11’i de kolay kolay bırakabileceğini sanmıyorum.
Dirk Kuyt: Konuşmaya dahi gerek yok. Fenerbahçe’nin bu sene, geldiği noktanın büyük bölümü ona ait. Yüksek bir yeteneği olmadığını hepimiz biliyoruz, ancak asıl önemlisi bunu en iyi O biliyor. Bu kadar çalışkan oluşu, yenilgiyi kabullenmemesi, kriz anlarında soğukkkanlı kalabilmesi takım için şans. Burada emekli olur.
Moussa Sow: Onun için de çok fazla bir şey söylemeye gerek yok. Sadece takımda mutlu edilmeli. Kalbi kırılmamalı. O, zaten takıma ne vereceğini zaten çok iyi biliyor. Eğer aradığı partner ve bek desteğini bulursa, gol ve asist sayısını 15’in üzerinde tutar.
Orta sahadaki bolluk?
Takımın orta alanının merkezinde şu an Emre, Sezer, Baroni, Mehmet Topuz, Selçuk Şahin, Salih Uçan, Mehmet Topal, Alper Potuk, Meireles, Recep Niyaz ve Holmen’le birlikte 11 kişi var. Orta sahaya bu kadar yüklenilmesinin sebebi; bir Selçuk İnan’ın bulunamayışı. Bunun sıkıntısını da hala yaşıyor. Önce Emre’nin geri getirilmesi ve yapılan onca transfer, sırf bu sebepten. Üstüne bir de Alex’in yaratıcılığı kaybedildi. Fenerbahçe sayısal olarak orta sahada zenginleşmeye devam etse de, kalite açısından bir türlü istediği seviyeye çıkamıyor. Burada belli bir diziliş söyleyip, eldeki oyuncuları da buna göre yerleştirmek, Fenerbahçe’yi geçen sezondan çok da farklı yapmayacak. Takımın ihtiyacı olan, eldeki hiç de fena olmayan bu malzemeyi, en iyi şekilde kullanabilecek bir teknik adam!
‘’Ah bir dinleseniz‘’
Annemi kaybettiğimizde 50 yaşındaydı. 6 yıldır, fakirlik içinde yaşanmış, kötü bakımla geçmiş alzeimer felaketini yaşıyorduk hepimiz. Travmatikti. Bitmeyen bir işkence gibi. Ama Saynur hanımı, Sultanımı kaybettiğimizde, kardeşimi teskin edecek bir şeyler bulabilmiştim. İzi hiç gitmeyecekti biliyordum... Yanılmadım... Ama yaramız kapanmasa da bugün hâlâ teskin edici bir şeyler söyleyebiliyorum... Hem kendime, hem kardeşime... Hiç unutmadım, ama başa çıkabiliyorum. 99 depreminde askerdim. Gölcük Donanma’da. O korkunç depremin merkez üssü neredeyse kaldığım yatakhanenin altıydı. 2 dakika boyunca yaşadığımın deprem olduğunu hiç düşünmedim. Kıyametti, emindim. Dünyanın sonu gelmişti. Şans eseri sağ çıktım. Deprem olduğu, depremin nasıl bir şey olduğunu sonra gördüm. Çünkü asıl trajedi aslında sonra başladı. Şişmiş bedenleri tabutlara sığmayan kuzuları, silah arkadaşlarımı, analarına kendi ellerimle teslim etme görevini verdiler bana. O gözü yaşlı analar karşımıza geldiklerinde listede çocuklarının adını bulamamak için dua edişimi hatırlıyorum. Sanki orada yatanların anaları daha sonra gelmeyecekmiş gibi...
İsimleri orada olanları kendi ellerimizle teslim ederken, inanılmaz ama tevekkül içindeki o analara teskin edici bir kaç kelime söyleyebiliyordum.
Peki nasıl oluyordu bu? Sonra anladım. Çünkü dayanışma vardı. Birbirini anlayabilme. Acıyı hissedebilme. Empati... İnanılır gibi değil ama onlar da bizi teskin ediyordu. ‘Geçmiş olsun evladım’ diyorlardı. ‘Allah sizi analarınıza bağışlasın.’ Her seferinde ağlıyordum doğal olarak. Ama acımız azalıyordu. Yazarken dahi bunları anlatmalı mıyım, bilmiyorum... Çünkü biliyorum ki herkesin kendi trajedileri var. Benim olduğu gibi. Herkesin endişeleri, gelecekle, çocuklarıyla ilgili korkuları var. Benim de... Babalar anlar! Çocuğunun burnu aksa ‘onun hastalığını bana ver’ diye içinden haykırmanın ne demek olduğunu bilirler. ‘Allah sıralı ölüm versin’ ne demek, analar, babalar anlar... Ve herkesin kendi felaketleri var... Dayanabildiğin sürece atlatabildiğin yoluna devam edebildiğin küçük kıyametlerin... Kelimelerin tek tedavi olduğu haller. Dinlemenin, anlamanın ilaç olduğu...
15 gündür doğru kelimeleri bulamadığımdan anlatıyorum bunları. 2 yıl sonra Twitter’a girişim, bu anlatma, duyma ve duyurma ihtiyacı içindi. Trajedimizi paylaşmak. Anlatmak. Siyaset benim yapabileceğim bir şey değil, güncel siyasetten hoşlanmam. Hiçbir büyük partiye oy vermem, vermeyeceğim de bundan sonra. Üst düzey eğitimini aldığım bu dalla güncel anlamda ilgilenmeyi sevmem. Ama cumhurbaşkanına, valiye ulaşmaya, içişleri bakanına anlatmaya çalışmaktan başka bir yol bulamıyordum. Çünkü biliyorum ki bu korkunç durumun ilacı da, tedavisi de dayanışma, anlama, anlatma.. Ve asıl önemlisi dinleme ve empati. Olayların başladığı Cuma günü de sadece bu yüzden gittim Gezi Parkı’na. 12 yaşından bu yana maçlar yaptığımız, önündeki PTT’de arkadaşlarla buluştuğumuz Park’a... İnanamadım...
Faizde param yok, faiz ödüyorum ama kazanmıyorum. Yurtdışından hiçbir emir almadım, hayatımda değil illegal kuruluş, okulumun derneği dışında hiçbir yere üye olmadım. Mesleki ve kulüp olarak doğal haklarım olmasına rağmen. Peki neden? Sadece konuşmak için. Daha önce yaşadığım travmaları nasıl atlattığımı bildiğim için. Bu toplum bunu çok kolay atlatabilirdi. Çünkü mesele 3-5 ağaç değildi gerçekten. Daha önemliydi. İletişimin, karşılıklı anlayışının, empatinin kopması, bitmesiydi. Biliyordum, anlatmalıydım. Polislerle de konuştum, otel çalışanlarıyla da, halkla da, taraftarla da. Karmaşasının içinde de kaldım. Otele çıkıp yukarıdan da izledim. Park şenliğe dönünce çocuklarımı da götürdüm. Sadece anlamak ve anlatmak için.
Güleryüzle konuştum. ‘İstifa’ diye bağıranlar da oldu bana. Su ve gaz atan polisler de. Ama denedim kendi çapımda. Çünkü biliyordum ki, dayanışma olmazsa, insanlar birbirlerini, siyasiler tüm halkı dinlemezse olmaz. Ortam şiddete kalır. Maalesef kaldı. Ama sorumlusu o parktaki halk değil. Asla değil! Maalesef dinlemediler. Başta taraftar ve sonra halk bundan sokağa döküldü. İlk elden şahidiyim. Ucunda ölüm de olsa söylerim. İnsanlar terörize edildi. Oradaki herkes... Dinlemediler insanları. Eğer bir oyun, bir mihrak varsa bizzat onları terörüze edenler, yok sayanlar, dinlemeyenlerdir. Hakaret edenlerdir onlara...
Halbuki daha 3. gün ‘mesaj alınmıştı’r demişti Cumhur’un başı. Sadece bu bile yeterdi. Araya şiddet girdi sonra. Normal olarak. Vandalizm de. Çünkü empati artık yoktu. Ben de sinirlendim, bazıları eline kendisine atılanları alıp geri fırlattı. İş kontrolden çıktı. 4 can gitti, binlerce insan yaralandı. Gözaltılar başladı. Biliyorum ki devam edecek. Ama bu işi çözmeyecek.. Ve ne acı ki, bugün, 15 gün sonra şimdi ağaç dikiyorlar parka. Olmuyor. Ayıp oluyor. Dalga geçmeyin insanlarla.
Toplumu ortasından bıcak gibi kesmeye siyaset denmez. Benimkiler 1 milyon, seninkiler 100 binle yapılmaz bu iş. Duygunun, hissiyatın sayısı olmaz. Dayanışmanın, dinlemenin, bir olmaya çalışmanın da santimi, metresi, değeri ölçülmez. Geriye, karşı fikirde 1 kişi bile kalsa ona da halk denir, marjinal değil. Ve aslında marjinal olmak suç değildir. Farklı, uçta olmaktır, illegal olmak değil...
Demokrasi çoğunluk için icat edilmemiştir. Çoğunluk hep galiptir zaten. Demokrasi, geriye bir kişi bile kalsa onun konuşma, siyaset yapma, propaganda yapma hakkının garanti altına alınması demektir. Özetle, aslında demokrasi marjinaller içindir çoğunluk için değil. Bunu 15 gün boyunca anlamak istemediler. Halbuki ‘mesaj alındı’ bile yeterdi. Umudum çok az olsa da inşallah bundan sonra anlarlar... Bu yazı yazılırken içeride tutulan taraftarların ve diğerlerinin de ne suç işledikleri hemen açıklanır umarım. Neymiş onları organize suç örgütünden içeri alan suç, bilmeliyiz. Bize söylemelisiniz. Ben çoğunun masum olduklarını, sözü dinlenmediği için sokağa dökülmüş, terörize edilmiş insanlar olduklarını biliyorum. Umarım siz de onları dinleyip ikna olabilirsiniz. Umarım empati gelir artık bu ülkeye.. Ve her şey düzelir. Dinlemeye başladığınızda hayat sizin için de kolay olacak biliyorum. Yaşadım, eminim.









































