‘’Cardozo doğru tercih‘’
Cardozo anlatmaya gerek olmayan oyunculardan. Serbest vuruşlarda da var, kafa toplarında da. Ancak onu özel kılan cüssesine rağmen dar alandaki kıvraklığı... Tek kontrol dokunuşuyla şut pozisyonunu alabilmesi... Fenerbahçe eğer Cardozo ile anlaşabilirse yeni sezonda daha ofansif bir oyuna angaje olduğunu da ilan etmiş olacak. Çünkü onunla oynarken ceza sahasına kalabalık olduğunuzda çok özel ve kontrol edilmesi zor bir oyuncuya dönüşüyor. Hali hazırda sahada kullanılan Kuyt ve Sow’la oluşturulmuş sistem için çok uygun bir isim. Ancak orta sahadaki hücuma dönük oyuncu kalite ve sayısında artış gerekiyor. Paraguaylı sırtı dönük oyunla bu futbola çok büyük katkı yapabilir. Sarı-Lacivertiler Nobre’den bu yana bu tip bir ilk 11 santrforu istihdam etmiyor ki Cardozo Nobre’den çok daha özellikli bir adam ve bunun sıkıntısını da hemen her sezon çekti. Artık bu ihtiyacı karşılamak, bu alternatifi kazanmak doğru bir hamle.
Bruno Alves lider mi olacak?
Fenerbahçe’nin bire birde vücut vücuda savunma yapacak sert bir oyuncuya ihtiyacı var. Alves bu tanıma uyuyor. Ancak daha çok ihtiyaç duyulan bir savunma lideri. Geçtiğimiz 2 yılda bunu Yobo yaptı ama bu seviye için yüzde 100 bir oyuncu değil. Aslına bakarsanız Türkiye’de hemen her takımın böyle bir ihtiyacı var. Ne yazık ki bu tip lider savunmacılar yetiştirmekte zorluk çekiyoruz. Bruno Alves üst düzey bir savunmacı olsa da şu ana kadar bu tip bir performansı yok. Olabilir mi? Evet. Çünkü bu kariyerdeki mücadeleci oyuncuların Türkiye’ye geldiklerinde patron oluşlarına defalarca şahit olduk. Son örnek de Ujfalusi’ydi. Sert, karta yakın bir oyuncuyken birden başka bir oyuncu olarak karşımıza çıktı. Yine karta yakın bir oyuncu olan Alves’in de böyle bir dönüşüm göstermesi beklenebilir. Alves bilindiği gibi skora da yakın. Luciano’dan bu yana bu tip oyuncu sıkıntısı da var. Ancak Fenerbahçe’nin önce Alex’le alıştığı duran top kalitesine yeniden ulaşması şart.
Capello olur mu?
Ben milli takım teknik direktörlüğünün hocaları paslandırdığını düşünüyorum. 4 ay maç yapmadan durmak bir oyuncu kadar olmasa da teknik direktörleri de etkiliyor. Hocalık da bir form işi. Yani şu anda dünyada uygulanan sistem yanlış. Ancak milli takımı çalıştıracak hocanın aynı ligde bir takımı çalıştırması lazım. Hem kendi oyuncularını hem de rakip oyuncuları bizatihi saha içinden tüm detaylarıyla da görmek büyük avantajdır her zaman. Capello’da ise durum farklı. Rusya’da milli takımı Türkiye’de şampiyonluk adayını çalıştırmak şizofren bir durum yaratır. Capello elinde sağlam metotlar bulunan 80’lerin sonu 90’ların başından Sacchi devrimini tamamlamış ve başka bir boyuta çıkarmış bir adam. Elindeki metotları güncelleme konuşunda 2008’e kadar hiç bir sorun yaşamadı. Ancak o günden buyana kulüplerden uzak. Tüm bunlar büyük bir ismin getirdiği büyük riskler.
Orta saha kalabalık ama eksik
Fenerbahçe’nin Alper Potuk’un katılımıyla orta sahada oyuncu sayısının iyice arttığı bir gerçek. Ancak hâlâ potansiyelli Salih ve Alper dışında oyunu garanti bir şekilde ileri itecek orada tutacak oyuncu kalite ve nicelik sorunu var. Eğer bir santrfor arkası (10 numara) alınmayacaksa bağlantıyı kuracak dripling becerisi olan 2 yönlü bir asil, bir yedek 2 oyuncuya ihtiyaç devam ediyor. Ancak gelen haberler bu tip bir oyuncu aranmadığı yönünde. Fenerbahçe’de özellikle deplasmanlar için bu ihtiyaç bariz şekilde öylece duruyor. Tabii ki sol bek konusu da bariz. Hasan Ali sezon sonuna doğru oynadığı maçlarda çok iyiydi. Ancak bu Fenerbahçe’ye yetmiyor. Gökhan Gönül’ün sol bek versiyonuna ihtiyaç var.
‘’Taraftara sahip çıkın‘’
Geziparkı’nda her kesimden insan vardı.
Aklınıza kim geliyorsa. Kadınlar, yaşlılar, öğretmenler, emekliler...
Her inançtan, her yaşam biçiminden...
yüzde 50’den değil, yüzde 100’ün her kesiminden.
Hayatta hiçbir şeyin yan yana getiremeyeceği her sınıf, her yaşam biçimi, her meslek, her din, her mezhepten insan.
Gaz bombaları bitip polis çekilince daha da enteresan oldu durum Taksim’de.
1 hafta önce kalp ameliyatı geçiren 30 yıllık bir arkadaşımla, eşlerimizle ve çocuklarımızla gittik parkı temizlemeye. Öğle vakti elimizde çöp torbalarıyla. Yerde bir kibrit çöpü dahi kalmamıştı.
En çöpe benzer şey elimizdeki torbalar oldu...
Öylece bakakaldık...
Gezi belki tarihinde hiç olmadığı kadar bir şehir parkıydı o gün...
Bunu İstanbullu sağladı. Ama şu bir gerçek ki, anahtar olan taraftar gruplarıydı.
Şiddete yüz vermeden, sadece yürüyerek herkesten alkış alarak organize olmanın avantajıyla, yaratıcılıkla değiştirdiler her şeyi.
Bununla kalmadı vandalları durdurdular.
Gözümüzün önünde polis barakasını yakan küçük bir grubun hatasını halkla birlikte söndürdüler.
Hepsine şahidim!
Az biraz küfür vardı. Olmasa fevkalade olurdu.
Bu yüzden bugüne kadar haklarını yediysem helal etmelerini rica ediyorum.
Bundan sonra tahrikler olacaktır. Kendilerinden ricam asla vandallara izin vermemeleri, Başbakanlık konutuna saldırmak isteyenlere engel olmalarıdır.
Mücadelenizin temizliğini kirletmek isteyenlere müsaade etmeyin.
Gaz bombalarının yarattığı pus kurtlara davetiyedir. Buna izin vermeyin.
Ve futbolun diğer aktörleri. Futbolcular, yöneticiler, biz medya mensupları...
Taraftarınıza sahip çıkınız. Onlar velinimetimizdir.
Ben kendi adıma bundan sonra bu konuda çok daha dikkatli olacağıma söz veriyorum.
Umarım söyledikleri gibi önümüzdeki sene renk rekabetini korumak şartıyla bu dayanışmalarına devam ederler.
2 hafta önce medyadan bir grup arkadaşımla ‘Biz kazanacağız’ derken aslında bundan bahsediyorduk.
Temiz, saf ve gerçek duygularla şehirlerine sahip çıkan bu taraftarlar, liglerine, rekabetlerine de sahip çıkacaklardır.
Buna eminim...
‘’Kimseyi ikna edemedi‘’
Bir dönemki başarısızlık bir sonraki dönemin başarı habercisi de olabilir. Fakat Abdullah Avcı bunun sinyallerini vermiyor. Analizlerinde sorun var. Sadece oyunla ilgili analizlerden bahsetmiyorum. İçine hapsolduğu gençleştirme saplantısı bir yana yani. Ürettiği fikirlerde soğukkanlılık yok.
Misal ‘sokaktaki çocuklar bile bana Selçuk’u soruyor’ diyor medyayı eleştirirken. Ne soracaklar peki?
Ya da sokaktaki çocuklar için bile inanılmaz olan ortak bir soru varsa ortada buna bir cevap verebilmek gerkemez mi?
Abdullah Avcı’da eksik kalan bu oldu sanırım halkı, çocukları dahi ikna edemedi. Çocukları ikna edemezseniz olmaz. Hep söylüyorum. Teknik adamlık 24 oyuncuyu idare etmek değil, 75 milyonu idare etme işidir. Avcı’nın başaramadığı bu oldu.
‘’Bir hocadan fazlası gerek‘’
Fenerbahçe’ye nasıl bir teknik direktör lazım?
Fenerbahçe’nin ihtiyaç duyduğu Krasiç’i yeniden, ‘Avrupa Starı’ seviyesinde oynatabilecek bir lider. Söylemeye gerek yok; bu simgesel bir yorum. Yani eldeki tüm oyuncuları optimum seviyede kullanabilecek bir beyin. Aykut Kocaman, iyi bir teknik direktör ancak çok katı. Fenerbahçe gibi kulüplerin esnek ama güçlü isimlere ihtiyacı var. Dünyada bu kritere uyan birçok hoca var. Ancelotti gibi. İbrahimoviç’i bile idare eden, hatta arkasından gözyaşı dökmesine yol açan bir teknik direktör olması onu farklı kılıyordu.
Peki Ancelotti gelir mi?
Muhtemelen gelmez. Ancak bu kıstaslara uyacak ulaşılabilir hocalar da var.
Kim bunlar?
Bizim işimiz isim önermek değil. Ancak doğru analizi yapınca ortaya as sayıda isim çıkıyor. Bunları söylemekte de sakınca yok. Mircea Lucescu ve Mustafa Denizli. Luxemburgo da bunların arasında olabilir ama Avrupa onun da deneyimi çok başarılı olmadı. Lucescu’nun Shakhtar Donetsk ile 2 yıllık yeni sözleşme imzaladığını biliyoruz. Dolayısıyla doğru isim Mustafa Denizli. Fenerbahçe’nin elinde bir-iki takviye ile tamamlanacak, potansiyeli yüksek bir ekip var. Stoch’tan, Krasiç’ten maksimumunu çıkarabilen bir teknik adam bulunduğu anda bu potansiyel performansa çevrilebilir. Aksi taktirde ne kadar transfer yaparsanız yapın, Galatasaray ile arada oluşan 10 puanlık farkı kapatmak imkansız.
Peki Denizli nasıl bir fark yaratır?
Yusuf Şimşek örneğine bakın. Fenerbahçe’de az dakika almasına rağmen Denizli’nin şampiyonluk yolundaki en önemli oyuncularından biriydi. Daha da önemlisi, kariyeri bitme noktasına gelmişken yine Denizli ile Beşiktaş’ta iki kupa kaldırdı. Mustafa Denizli müthiş bir pragmatisttir. Eldeki malzemeyi kısa vadede mükemmel kullanır. 3 büyükte de şampiyon olmasının sırrı budur. Fenerbahçe şu anda geleceği kuracak, uzun vadeli yatırımlar yapacak durumda değil. Bunun sebebi öncelikle Aziz Yıldırım’ın durumu. Ancak asıl önemlisi ise Galatasaray ile aradaki farkın 2000 yılındakine çok benzemesi.
Gelecek teknik direktörün ne yapması gerek?
Normal şartlarda, büyük takımların büyümek isteyen hocalar ile başarılı olacağını düşünürüm. Ancak bugün Fenerbahçe’nin durumu farklı. Bir ‘muzaffer komutana’ ihtiyacı var.
3 Temmuz sonrası doğal olarak içine kapanan, pırıltısı azalan Fenerbahçe’nin yeniden parlaması lazım. Bu sadece 24 oyuncuyu idare eden bir teknik adamla sağlanamaz. Sadece Fenerbahçe’nin değil tüm futbolseverlerin dikkatini çekecek bir lider lazım. Beşiktaş’taki ‘dubleyi’ hatırlayın. En vahim yenilgiden sonra bile, “27. haftayı bekleyin” diyerek, hatta gülümseyerek neredeyse herkesi hipnotize etmişti. Dalga geçtiğimiz çok oldu ama o adeta bir ‘Toplum mühendisliği’ örneğiyle tüm şartları lehine çevirmeyi bildi. Basını da tribünleri de oyuncularını da yönetti.
Peki ya Ersun Yanal?
Ersun Yanal çok iyi bir teknik direktördür ama bunları yapamaz. Çünkü ne o kadar esnek, ne de sosyal tarafı Denizli kadar güçlü. Bunu Jupp Heynckes de yapamaz. Çünkü sadece teknik direktörlüğün yeterli olduğu bir sistemden geliyor. Bunu Ancelotti ile Mourinho ile yaparsınız. Ama gelmeleri imkansız. Noktayı koyalım; adres Mustafa Denizli.
‘’Bu işi Denizli çözer‘’
Bizzat iki taraf da açık yüreklilikle bunun bilinmesini isitiyor. Yani toplantı sırasında anlık bir kararla, Aykut Kocaman ayağa kalkıyor ve “Ben kendimi çok sıkışmış hissediyorum. (Cenderede hissediyorum) diyor” Ve görevinden ayrıldığını söyleyip toplantıyı terk ediyor. Tartışmanın nedeni hakkında ise içeriden iki ayrı bilgi geldi. 1’incisi yönetim tarafından, onların söylediği şu; Aykut Kocaman’ın transfer listesinde olan ve kesinlikle istediği bir oyuncu için Aziz Yıldırım “Bonservisi ve fiyatı çok yüksek alınması imkansız unutalım” diyor. 2’inci bilgiyse Aykut hocaya daha yakın kaynaklardan, onlar da tartışma konusu oyuncunun İBB forması giyen Holmen olduğunu söylüyorlar. Aykut Kocaman, Holmen’i istiyor, ancak Aziz Yıldırım Alper’i aldık, o pozisyonda bu seviyede yabancı bir oyuncuya ihtiyacımız yok diyor. İçeriden gelen net bilgiler bunlar. Yani iki tarafın da öncesinde ayrılmak (istifa ya da kovma) gibi bir niyeti asla yok. Ancak bir oyuncu yüzünden, 4 yıldır süre gelen genel hal ve yaşananlar, birikenler bir anda bir patlamaya yol açabiliyor. Bunun dışındaki Ali Yıldırım ile ilgili bir sürtüşme olduğuna dair söylentileri kesinlikle reddiyorlar. Zaten Ali Yıldırım ile abisinin arası çok iyi değil. İngiltere’de Şampiyonlar Ligi finalini de beraber izlemedikleri, yine bu kaynaklarca net olarak söyleniyor. Bu dakikadan sonra ne olur diye sorarsanız, geri dönüş yok. Aykut hoca bütün kapıları tamamen kapatmış durumda. Yönetim de yeni hoca çalışmalarına hemen başlamış. Ancak ortada hocanın kim ya da nasıl olacağına dair net bir kriter bulunmuyor. Mustafa Denizli’nin de adı geçiyor. Ersun Yanal’ın da, yabancı opsiyonlar da konuşuluyor. Bilgiler bunlar. Şimdi analize geçelim;
Fenerbahçe’nin içinde bulunduğu durum; kadro, başkan ve hakkında çıkacak kararla ilgili belirsizlikler, Fenerbahçe’yi bir noktaya doğru itiyor. Bu noktada, Fenerbahçe salt bir teknik admaa ihtiyaç duymuyor. Daha fazlası gerekli. Fenerbahçe’nin ülkeyi bilen, şartlarına göre politika üretebilen, hem kadroyu hem de kamuoyunu yönetibilecek gür bir sese ihtiyacı var. Normal şartlarda, büyük takımların büyük hocalara değil, büyümek isteyen aç iştahlı ihtiraslı, yeteneklere şans vermesi gerektiğini düşünürüm. Fakat bugünkü karmaşık yapı bunun ötesinde bir lider, tartışmasız bir komutan zaruretini ortaya koyar. Tıpkı, ligi 8. bitiren Galatasaray’ın tanıdık bildik ve garanti bir isme, Terim’e gitmesi gibi. Fenerbahçe de bu şartlarda, buna uygun bir seçim yapmak durumunda. Biz spor yazarlarının işi, isim önermek birilerinin işine son verilmesini istemek değil kuşkusuz, fakat bugün durum farklı. Bu işi Mustafa Denizli çözer. Bu bir temenni değil, tespit.
‘’Yabancı krizi nasıl çözülür‘’
Yabancı sınırı Türkiye’deki sorunu çözmez. Sıradan futbolcular büyük futbolcu parası kazanır. Daha önemlisi Türk futbolcu yetiştirme makinesi Alman kulüpleri zengin olur... Halbuki ödüllendirmemiz ve teşvik etmemiz gereken bizim çocukları yetiştiren Alman kulüpleri değil, Türkiye’de iyi futbolcu yetiştiren kulüpler olmalı. Önce şunu bilmek gerekir: Gelişmiş doğal kaynağa sahip olan ülkeler koruma tedbirleri uygulamazlar. Onu işlemeye çalışırlar ve diğerleri koruma uygulamasın isterler. Türkiye, Avrupa’nın potansiyel oyuncu zenginidir. Avrupa’nın Brezilyası olabilir. Sorunu, bunu performansa çevirememektir.
Türkiye’deki altyapı sorununu, bununla birlikte yabancı krizini kısıtlamalarla çözmek mümkün değildir. İngilterevari kriterlerle de bu mümkün değildir. Milli olma oaranı gibi bir kriterler kaliteli yabancı oyuncu alabilmek olası değildir. Bu sorunu ancak ekonomik tedbirlerle çözebilirsiniz...
Şöyle ki:
1- Bir altyapı havuzu kurulur.
2- Yabancı kısıtlaması kaldırılır.
3- Ülkede yetişmiş 10 oyuncuyu 24 kişilik kadroda bulundurma şartına uyulur. Pasaporta bakılmaz. Böylece Alman üretimi Türkler tembellik yaratmaz.
4- Altı yabancı standart doğal hak olur.
5- Beşinciden sonraki her yabancı için kulüp belli bir miktarı kurulan altyapı havuzuna aktarmak zorundadır.
6- Yedinci yabancı için yıllık maaşının yüzde 15’i, sekizinci yabancı için yüzde 20’si, dokuzuncu yabancı için yüzde 30’u, onuncu için yüzde 40’ı, onuncudan sonraki her futbolcu için yüzde 50’si.
7- Havuzda biriken para en az yabancı kullanan kulüplerden başlamak üzere belirli oranlarla kulüplere dağıtılır.
8- Sekiz yabancıdan fazla oyuncu istihdan edenlere ödeme yapılmaz.
9- Dağıtılan paranın öncelikle altyapı faaliyetlerinde kullanılma şartı aranır.
10- Geri kalan bölüm ise doğal olarak sadece yerli transferde kullanılacağı için alt lig takımları da bu havuzdan dolaylı olarak yararlanır.
Sonuç ne olur?
Bunun doğal sonucu Galatasaray ve Fenerbahçe’nin parasına bakmadan transfer yapmaya devam etmesi olacaktır. Beşiktaş ve Trabzonspor arada gidip gelir ama 8 yabancıyı çok sıkışmadıkça geçmez. Anadolu’dan arada sırada bir müsrif çıkar. Ancak ekeonomi geneli doğru yola sürükler. Misal Gençler bu işin peşini bırakmaz. Çözüm kısıtlama, baraj, yasak değil teşviktir. Türkiye’de kulüpleri ekonomik olarak iyi denetlemek ve heveslendirmek, yüreklendirmek teşvik etmek gerekir. Ortaya bir para koyar hızlı ve güvenilir bir şekilde dağıtırsanız sorun çözülür. Çözüm kısıtlama değil teşviktedir.
Peki nasıl olacak
Bildiğiniz gibi Fenerbahçe yabancı kısıtlaması takviminin yumuşatılmasına karşı çıktı. Bunun sebebi şu: “Alper’e takasla verdiklerimizi de sayarsak 13 milyon Euro ödedik. Halbuki Türk futbolu konvertibl olsa ederi maksimum 3’dür. Üstüne 3 yerli oyuncuyla kontrat yeniledik. Şimdi kısıtlamayı kaldırırsanız biz gereksiz bir 20 milyon Euroluk yükün altına girmiş oluruz. Böyle şey olmaz”dır. Alper’i Galatasaray alsa, bu kez onlar karşı çıkardı. Dolayısıyla bu tip bir değişiklik hemen yapılamaz. Ancak 2015-2016 sezonuyla birlikte bu işe girilebilir. Bakın görün ülke futbolu nasıl değişiyor.
Aysal ya bu işi bilmiyor ya da...
-Liseci işi yalandır. “Liseciler yok” demiyorum. Tüm liseliler lisecidir. Ama baktıkları lise değildir. Futbol takımıdır. Kim iyi götürüyorsa o seçilir. Kötü götüren liseli olsa da gider. Gerisi hikayedir. Bugün tartışmanın tarafı olan bir çok kişi liseli ayrı taraflardadır. Ama Ünal Aysal seçilir. Çünkü takım iyi gidiyor.
-Ünal Aysal bir kulüp yönetimi değil, bir şirket yönetimi istiyor. Sorun karşıt fikirlere sahip kişiler olması değil, toplantılar dışında icraya yansıyan çatışmalar.
-Bu hedef birliğinde sorun yaratıyor.
-Hedef ise bu hedef birliğine ve kalite kıstaslarına uygun yöneticilerle işi yürütmek. Yöneticiler sadece genel politika kararlarında oy kullananlar olacak. Bu zor bir yol ama asıl zoru takım bu adar iyi giderken buna karar vermek. Ünal Aysal ya bu işi bilmiyor ya da bu işi hepimize öğretecek.
Hacıosmanoğlu
Serhat Demirtaş’a sormuştum 1 ay kadar önce kim kazanır diye... Cevabı netti: Salonda olursa Usta, statta olursa Hacıosmanoğlu kazanır. Yani Trabzon’da tribün kazandı... Bu seçimi Trabzonsporlular dışındakiler şöyle tartmaya çalışsın: İnsanlar adaleti damarlarında hissetmezlerse aşırı söylemlere itibar ederler. Politika değil savaş ve zafer isterler. Hacıosmanoğlu Trabzonspor tribünlerine bunu verdi işte. Hepsi bu! Şimdi düşünmeye başlamak vaktidir. Trabzonsporlular’ın tezlerini kabul eder ya da karşı çıkarsınız. Mevzu bu değildir. Mevzu olup bitendir. Sadece resmi okuyun. 2 yıl önce aşırı bulunan söylemler bugün neden normale döndü. Sadece bunu düşünün. Trabzonsporlular da biraz böyle: Sadece 2010/2011 sezonuyla ilgili bir seçim bu... Trabzonspor’un sadece o sezonla ilgili bir ideolojiyle yönetilmesi kulübe ne kazandırır? Hâlâ soğukkanlı olabilmek mümkün mü? Çünkü bu en çok lazım olan...
‘’'Fenerbahçe mecburdu'‘’
Aslında işin özeti şu: Fenerbahçe bu transfere mecburdu. Her ne kadar sayısal bir fark olmasa da, Fenerbahçe’nin Galatasaray’a oranla oyuna hükmeden, skora yakın oynayabilen yerli oyuncu havuzu dar. Yabancı sınırlaması çerçevesinde Fenerbahçe’nin Alper’i alması bir zorunluluktu. Ve açık söylemek gerekirse iki hafta önce transferden vazgeçildiği açıklandığında Yıldırım-Kocaman ikilisinin geçen seneki transfer planlama yanlışlarına devam ettiklerini düşünmüştüm. Yanılmışım...
‘Yüksek potansiyeli var’
Önce şunu söylemek lazım. Alper, Galatasaray’ın Melo yerine oynatabileceği ya da Fenerbahçe’de Topal’ın yerine oynayacak bir oyuncu değil. Savunmanın önündeki tek oyuncu olarak oynaması şu anda ve bu seviyede doğru olmaz. Ancak 2 iki yönlü orta sahanın bir parçası olarak görev alabilir. Hücuma dönük dikine oynayacak bir futbolcu olarak da kullanılabilir. Sağ iç olarak da... Ancak her ne olursa olsun yüksek potansiyelini performansa çevirmek zorunda. Gideceği yol çok değilse de hala uzun. Zaman zaman yedek kalmayı kabullenmek zorunda. Çünkü Fenerbahçe o bölgeye yabancı transferi de yapacaktır. O bölgeyi Emre’den daha fazla sürekliliği olan, Topal’dan biraz daha hücumcu ve Baroni’den daha savunmacı bir asil, bir yedek 2 oyuncuyla kuvvetlendirmesini bekliyorum.
‘Gelişime devam etmeli’
Alper’e dönersek... Ülkenin en umut vaat eden oyuncularının başında gelse de hala eğitimini tamamlamış değil. Aykut Kocaman’ın onu genelde sağ iç olarak kullanmasını bekliyorum. Hem defansif hem de ofansif gelişimine devam etmek zorunda. Çünkü ceza sahasına yakın oynamasına rağmen ligdeki son golüne 10. haftada, asistine ise 16. haftada imza atabilmişti. Bu konuda özel çalışma yapması şart. Dikine oyunda harika ama topa basıp kalabalık savunmaya karşı yapılacak organizasyonların kaynağı olmak konusunda da çevre kontrolü çalışmalarına ihtiyacı var. Onun yüksek potansiyelini ne kadar performansa çevireceği Salih’le birlikte Fenerbahçe’nin kaderini belirleyebilir. Yeter ki yedek kaldığında küsmesin...
Alper’e tam destek
Gelecek sezon Fenerbahçe forması giyecek olan Alper Potuk’a yeni takım arkadaşlarından tam destek... Sarı-Lacivertliler’in yıldız isimlerinden Emre Belözoğlu, çok iyi bir transfer olduğunu belirterek, “Çok genç ve uzun yıllar Fenerbahçe’ye hizmet edecek bir futbolcu. Özellikle bu sezon gösterdiği performansla tüm dikkatleri üstüne çekti. Başarılı olacağından şüphem yok” dedi. Türkiye’nin en iyi orta sahalarından birinin aralarına katıldığını söyleyen Gökhan Gönül, “Fenerbahçe’ye büyük katkı sağlayacaktır. Futbolunun dışında düzgün kişiliğiyle de öne çıkan bir arkadaşımız” diye konuştu. Hasan Ali Kaldırım ise Ümit Milli Takım’dan da arkadaşı olan Alper için şunları söyledi: “Aramıza çok iyi bir oyuncu daha katıldı. Gücümüze güç katacaktır. İnşallah hep beraber önemli başarılara imza atarız.”
‘’Kupa evet, lig hayır‘’
Öte yandan kornerleri ‘istop’ gibi kullandı. Hiçbir tehlike yaratması mümkün olmayan cılız şandeller. Böyle bir korner metodu (?) gollerinin önemli bölümünü duran toptan atmaya alışmış Fenerbahçe’yi fukara kılıyor.
Baroni çok kolay top kaybediyor, boştaki oyuncuyu göremiyor. Kaybettiği toptan sonra değil yeniden basmak, poziyonunu dahi almıyor. Kopuyor o anda maçtan.
İlk yarıda Fenrbahçe’de Emre’nin iyi perfromansı olumsuz taraflarını hiç sırıtmadı. Topal’ın harika pasında Sow da şahane vurunca Fenerbahçe oyunu ele aldı ve sorun kalmadı. Ancak ikinci yarıda Emre oyundan tamamen düşünce Baroni de şutları dışında sıfırlandı. Trabzonspor maçın ilk 5 dakikasındaki ‘direkt’ oyunu sahaya koyabilse Fenerbahçe’nin çok erken işi zorlaşabilirdi.
Ancak onlar da direkt oyunlarını besleyecek organizasyonu istedikleri süreklilikte kuramadılar. Soner Aydoğdu’nun beklenen seviyede oyuna hükmedemeyişi, Adrian kafasındaki Polonya kökenli hızlı pas otomatiğine uyum sağlayacak bir çevre bulamayışı Fenerbahçe’nin ortadaki sıkıntısından yararlanmalarını engelledi. Kabul etmek lazım Adrian ülke futboluna uyum sağlayamıyor. Sonuç olarak direkt gittiler ama kaptırdıklarında orada basamadılar. Baskı da kuramadılar. Akın sürekliliği yaratamadılar.
Kocaman’ın orta saha düşüşüne müdahale edişi doğruydu. Ancak böyle bir oyunda Fenerbahçe’nin direnç ve oyunu tutmak için oyuna aldığı iki oyuncu ancak Caner ve Topuz klasında olabiliyorsa bu kadroda bir problem var demektir. Topa hiç basamadılar oyunu hiç kontrol edemediler. Fenerbahçe 2 senedir kupa şampiyonu. Lig şampiyonu olmak için fazlası lazım.









































