‘’Savunmanın refleksiyle‘’
Beşiktaş savunması Antalya maçı refleksiyle alarmdaydı. Oyunun kritik belirleyicisi bu...
Erkan, Erman, Bienvenu ve Kamara’nın kağıt üzerindeki etkinliği bu alarmın seviyesini daha da artırmıştı.
Bunun sonucu Beşiktaş’ın kanat savunmacılarının oyuna pek katılamayışı oldu. Escude, Bienvenu’ye yakın oynayıp, orta saha ile mesafe de artamayınca, iki güzel uzak şut dışında 85’e kadar Eskişehir’e pozisyon vermediler. Hücum hattında olan ise stoperlere sürekli baskıydı. Diego-Akaminko ikilisinin bu kadar çok pas hatası yapıp çıkarken top kaybettiği başka bir maç yoktur.
Beşiktaş açısından işlemeyen Olcay ve Gökhan’ın rolleri ve Eneramo-Fernandes bağlantısıydı. Birbirlerine alışmaları ve Eneramo’nun biraz daha hazır olması gerekiyor.
Bu çerçevede Beşiktaş aslında önce savunma güvenliğini sağladığı için övülmeli. İyi bir refleksle iki haftalık kötü gidişe dur dediler. Ancak uzun vadede savunma beklerini bu kadar oyuna sokmadan oynarsa, pozisyon bulmada sorun yaşayabilirler.
Adam adama defans
Karşınızda Fernandes gibi serbest vuruş kullanan bir takım varsa olgunlaşmamış bir alan savunması sorun yaratır. Bu sebeple Sağlam, adam adama savunmayı da içeren bir sistem denedi. Duran toplarda başarılı da oldu. Ancak bu durum, akan oyunda kafa karıştırıyor. Ömer’in Diego-Akaminko-Boffin üçlüsünün ortasında bu kadar rahat ve markajsız kafa vuruşu şansı ve golü bulmasını buna bağlamak mümkün. Ömer gole yakın bir yedek olmasıyla ünlü. Bu kadar serbest kalabilir mi? Bunda adam adama savunma tedbirlerinin yarattığı kafa karışıklığı yok mu?
Ertuğrul Sağlam’ın hücum tercihleri
1- Öncelikle Erkan bu sene yarar sağlamıyor, her topu eziyor. Sandığı kadar büyük bir yetenek değil, onu basit oynamak kurtarır.
2- Sağlam’ın Servet hamlesi doğru ama çok geç. Uzun topa zorlanan rakip savunmasına bir pivot santrfor hediye etmek için eskiden bu kadar çok beklemezdi.
3- Necati formsuz ama kadrodaysa belki de Bienvenu’yü sonraya saklamak daha mantıklı olabilirdi.
Erman kırmızı görmeliydi
Erman ilk yarıda Necip’e yaptığı harekette kırmızıya yakın, sarı gördü. Ardından yine tabanla 49’da Necip’i engelledi. Bu da kesin sarı kart. Ama hakem öylece duruyor. Son dakikadaki Veli’yle ilgili penaltı tartışmaları, Olcay’ın çekildiği pozisyon, bunlar hep yorum, hakeme bir şey denemez. Ama o kartlarda yorum olmaz. Hakem büyük hata yaptı.
‘’Lucescu gelişmiş!‘’
Juventus’un üçlü savunması o eski dönem 3’lü savunmalar gibi değil. Dünkü gibi kendi evlerinde hücum öncelikli olarak oynuyorlarsa aslında tek stoperi geride bırakıyolar. Pirlo hemen önünde diğer 2 stoperle bir çizgi oluyor. Önlerindeki Vidal ve Pogba ise çift santrfor arkası gibi. Bu hücumda yoğun ama hızlı dönen takımlara karşı çıplak kalabilen, savunma hatalarını gidermenin zor olduğu bir oyun.
Dün 36’da basit bir savunma hatasında Drogba’nın Buffon’dan harika sıyırıp hemen yaptığı gol işte böyle bir savunma zaafının sonucu. Galatasaray, Real Madrid karşılaşmasına benzer iki savunma hatasıyla maçı vermişti. Dün de böyle bir pozisyonla golü buldu. Juventus’u hataya zorlayan bu direkt oyun eksik kalsa da Mancini’nin akıllı bir tercihi. Savunmadan mümkün olduğunca çabuk Drogba’yı görüp Sneijder, Riera, Bruma üçlüsünü ona yaklaştırıp baskın yapma fikri böyle tek stoperle kalabilen bir savunma için ideal çözüm.
Mancini’nin genel oyun anlayışı belki yaşı yetenler için Lucescu dönemini hatırlatmış olabilir. 8’li bir blok olarak hep topun arkasına kalmayı düstur edinmiş bir oyun. Kanatlarda ikili ve kalabalık bir oyunla sürekli rakibi göbekten gelemeye zorlayan bir oyun.
Juve de Pirlo’nun uzun top becersine güvenince bu zorlamada bir sakınca görmediler. Ama ‘usta’ çok az savunmanın arkasına arkadaşlarının önüne top atabildi. Terse kanada attığı toplarda ise işe yarayan tek oyuncu Lichsteiner’di. Eğer sakat değilse devre arasında çıkması da enteresan bir tercihti.
Bruma çıkmalıydı
Mancini’nin kurduğu savunma oyununun eksik kalan yönü ikinci yarıda Galatasaray’ı zorladı. Bu savunma bloğunun hızlı alan boşaltıp kontraya çıkması şarttı. Gol bulmasanız bile rakibin baskısı dağıtıp akın sürekliliğini kesmek için. Bruma’nın hamlığı, Sneijder’in kaçan oyuncu bulmayışı sebebiyle ikinci yarıda Galatasaray’ın rakip ceza alanına ulaşan bir kontrası olmadı. Belki Sneijder’i sahada tutup Umut’u kanat oyuncularında birinin, hatta isim verelim Bruma’ın yerine oyuna almak bu konuda Galatasaray’ın işini kolaylaştırabilirdi. Ama Mancini bir şablon teknik direktörü. Bu tip esneklik beklemek mantıklı değil. Bunun nasıl bir katkı sağlayacağı Umut’un 2-2’yi getiren golünde şahane örneklendi. Drogba’nın indirdiklerine doğru tepki işte böyle verilir. Bruma ise çok yetenekli ve fakat daha çok yolu var.
Viktor Kassai kastı
Viktor Kassai’nin penaltı pozisyonu dışında çok iyi, deplasman takımının güvenli oyun oynayabileceği bir yönetim gösterdiğini söylemek mümkün. Ancak verdiği penaltı bu yönetim tarzının dışında. Penaltı verilir mi verilir... Ama böyle yönetim sergileyen bir hakem vermez.
‘’Kurumsallaşma mı? Sanmam!‘’
Bir sportif kurumun, kurumsallaşması nasıl olur?
Öncelikle sportif planın sürdürülebilir olmasıyla...
Galatasaray yönetimi futbol şubesinin sportif planından memnun mu?
Öncelikle bu plan 2 şampiyonluk, 2 süper kupa ve Şampiyonlar Ligi çeyrek finaliyle taçlanmış...
Bu tip bir tabloya rağmen yönetim plandan memnun olmayabilir mi? Evet. Ama öyle olmamış. Bu planla devam edilmek istendiği her seferinde vurgulanmış. Yani Canaydın’ın Lucescu üstü Terim hamlesi gibi değil... Yola Terim planıyla devam etme konusunda karar verilmiş.
O zaman yollar çeşitli sebeplerle ayrılmış olsa bile Juventus maçından 2 gün önce planı değiştirmek ‘kurumsallaşma’ başlığı altında kabul edilemez değil mi?
Peki Mancini’yle bu sportif plan üzerinde konuşuldu mu? Konuşulduysa kim konuştu? Ne zamandan bu yana konuşuluyor? Sportif planın sürdürülebilirliği üzerine kim kendisini yetkin hissedip böyle sıkışık bir zamanda Mancini’nin doğru bir aday olduğuna karar verdi?
Mancini’yi kim plana ikna etti?
Açık konuşalım. Bu yetkinlikte kimse yok ortada. Aysal’ın çevresindeki ekip bu konuda yeterli değil.
Ve bu kurumsallık değil.
Bu neden önemli?
Orta ve uzun vadede bir çok sebeple. Bin başlıkla bunu tartışabiliriz. Ancak benim altını çizmek istediğim daha çok kısa vade planı...
Kadro kırılgan
Rizespor maçında ilk göze çarpan kaçan onca gol kuşkusuz. Ama detayda kadronun kırılganlığı var. 10’da 6 yabancı yabancı kurulu zaten başbelası. Ancak asıl önemli olan Sneijder’in varlığında orta saha ve hücumu dizayn etmek. Terim sağ iç sol iç, ön libero, orta saha tandemi bir şekilde Selçuk’a yer açtı ve onu bu oyuna ikna etti. Burak’ı zaman zaman yedeğe çekti ama ona yer buldu. Ve Galatasaray geçen sene şampiyonluğu ve çeyrek finali bu planla kotardı.
Her maça 4-3-1-2’yle başladı, sıkıntı olduğunda kanat oyununa döndü. Riera’dan sol bek çıkardı, Engin’i idare etti vs.
Galatasaray’ın kadrosu kuşkusuz değer olarak üst düzeyde ama yapılan transfer hamleleri kırılganlığını gideremiyor.
Bu kadroyu sezon ortasında devralıp sportif planı değiştirmeden sürdürmek konusunda en az Terim kadar yüksek egolu teknik adamları ikna etmek kolay değildir.
Mancini akıllı ve politik bir adamdır. Buna kuşku yok.
Ancak Galatasaray’ın kadrosu ve ideal 11’i konusunda ikan olacağını hiç sanmıyorum.
Planı değiştircektir. Ve plan değişikliği bu kadroda sancı yaratır.
Bu sezon ortasında yapılacak bir iş değildir. Hem maddi hem manevi maliyeti yüksektir.
Sonuç olarak eğer kabul ettiğiniz bir sportif plan varsa teknik adama değişse de sizin yapmanız gereken bu planı devam ettirecek doğru kişiyi göreve getirmek olmalıdır.
Çünkü bir spor kulübünde kurumsallık her şeyden önce sportif planın sürdürülebilirliğidir.
En ideal aday kim?
Eğer Fatih Terim Galatasaray’dan sezonun içinde ayrılıyorsa sportif planının sürdürülebirliği açısından bu planın bir parçasının işi götürmesi idealidir.
O zaman seçenekler nasıldır?
1- Bu hocanın yardımcılarından biri olabilir. Şaş gibi...
2- Genç takım hocası olabilir.
3- Altyapı koordinatörü olabilir
4- Kulübü ve ligi iyi tanıyan bir usta olabilir. Denizli ya da Güneş gibi.
Büyük kulüpler ve büyük yatırımlar için seçenekler böyle sıralanır. Hele de sorun sonuçlar değil, sadece kişisel meselelerse. Yani plan hala kafaya yatıyorsa.
Peki bunlara gidilmiyor uluslararası bir markaya gidiliyorsa durum nedir?
Durumu kurtarmak, hava atmak, parıltı peşinde koşmak.
Yani Terim sonrası Hiddink gibi.
Terim sonrası Mancini...
Bu bir plan değil, durumu kurtarma operasyonu kimse kusura bakmasın.
Yine de hakkını verelim. Durumu kurtarma operasyonu çerçevesinde olabileceklerin en iyisi...
‘’İsteyen alır‘’
Fenerbahçe hücumunda olmazsa olmazı Caner ve Gökhan Gönül. O kadar santrfor büyük transferler vs. Ama onlardan en az biri rakip yarı alana yerleşmezse olmuyor. Metin Diyadin de bu gerçek üzerine kurmuş planını. Mervan ve Jimmy’nin öncelikli amaçları iki kanadı bu oyunculara kapatmaktı. Gençler’in geleneği topla oynamak evinde hücum oynamaktır ama dün bunu yapamadılar. Fakat planları ilk yarıda tuttu. Caner ve Gökhan’ı pozisyonlarında tuttular. Dün en çok çalışan en sert ve hep oyunda olan Alper’i övmek lazım. Sonuna kadar uğraşan, isteyen ve nihayetinde golü bulan Kuyt’ı da... Ama Caner ve Gökhan oyuna giremeyince bu oyuncular hücum kurma konusunda eksik kalıyor. Orada o teknik kalite yok. Meireles sakatlanana kadar burada başroldeydi yeterli olmasa da.
Jimmy bariyerini yıktı
İkinci yarıda işi değiştiren Caner’in, Jimmy bariyerini yıkması oldu. Salih’in Raul’un yerine oyuna girmesi sonrası yumuşama riski taşıyan orta sahası bunu yaşamadı. Bunda hem Caner’in ekstra çabası var. Hem de Salih’in Konya maçı sonrası sertleşmesi. Bu Fenerbahçe’yi değiştirdi. Organizasyon olarak yüksek kaliteye çıkamadılar ama çok istediler. Caner çıktı ama riski sonuna kadar almadılar, Gökhan daha ılımlı Gençler kontralarına karşı tedbirli olunca, rakibe fazla şans da vermediler.
Bazı sorunlar duruyor
Egemen’in yarattığı Kuyt’ın yaptığı golden sonra ritimlerini düşürmeden yüklenmeye devam ettiler. Çünkü açık söylemek gerekirse eldeki tek geçerli planları bu... İstemek... Fenerbahçe istediğini belli ediyor. Çok yetenekli çok cafcaflı değil belki ama işte gerçekten istiyorlar.. Ve şu ana kadar da hep alıyorlar. Yanal’ın takımı yol alıyor. Ancak bazı sorunlar da duruyor. Başlıcası Egemen-Alves ikilisinin fazla geride kalması. Bunu özellikle büyük maçlarda çözmek zorunda...
‘’Mümkün değildi‘’
Antalya maçındaki gibi... Burak ve Bruma’nın 4’er net gol pozisyonu değil, net golü kaçırdığı bir maçı kazanmak mümkün değildir. Üzerine bir kez de Drogba katıldı onlara. Durum buyken belki beraberliğe sevinmek bile gerekebilir. Seyretmeyenler şunu bilsinler: Serkan Kırıntılı 2 kurtarış yaptı bu 9 net golde poziyonda. Yani aslında Rizespor 10 gol yedi ama Galatasaray sadece 1 tane atabildi. Engin’le harika bir gol... Galatasaray teknik ekibi, tartışılabilecek bir tercihle sahaya çıktı. Selçuk’un yanına Melo’nun yerine Engin’i yerleştirdi. Hem de Bruma sahadayken. Ancak izledikleri hücum stratejisi Rize makinesinin çalışmasını engelledi. Önde oynadılar. Savunmanın önünde oluşması muhtemel ‘Melo’suzluk dirençsizliğini Cernat’la değerlendirilmesi engellendi. Galatasaray belki akın sürekliliği sağlayamadı ama orta sahada hep ceza sahası çevresine top atmayı başardılar. Net pozisyonlar bulundu. Dedik ya atamadılar. İlk yarı sonunda durum şuydu: Maç 6 farklı Galatasaray’ın olabilirdi ama Rize de, ufak değişikliklerle oyunu alabildi.
Sneijder ve Selçuk
34’te Senijder’in yerine Amrabat’ın oyuna girişi bir hata. 4-4-2/4-2-4 hücum yönünde çok iyi çalıştı. Ama defansif olarak Galatasaray’ın savunma önü aksiyonları Selçuk’ta kaldı. Cernat Cenk Ahmet değişikliği Tevfik’in santrfor arkasına geçişi Selçuk’un hamle sertliğiyle sorunu büyüttü. Yani kırmızı kart sürpriz değil. Halbuki öne geçmişken Yekta merkezi kuvvetlendirebilirdi. Şaş-Davala ikilisinin bu riski almasına hiç gerek yoktu. Ama ne olursa olsun o kaçanların biri gol olsa bunun fazla önemi olmayacaktı diye düşünebilirsiniz. Kabul ama Büyük Takımın da ne zaman risk alıp almayacağını planlamak esastır. Rize’nin doğru bir santrfor performansı olsaydı, bu zaaflardan başka türlü yararlanabilirdi. Ve o zaman da kimse kaçanlara bakmazdı.
Burak’ın golcülüğü
Burak geçen yıl Şampiyonlar Ligi ve Lig’de mucize goller atmıştı. Nereden vursa atıyordu. Nasıl vursa atıyordu. Güvenliydi. Kariyerini zedeleyen çekingenliğini yendiği için başarılıydı. Bugün bu kaçanlardan yeni bir çekingenlik yaratmaması gerekiyor. Asıl risk bu kaçanlara değil, doğacak çekingenlik.
Sabri’ye hakkını verin
Kağıt üzerinde Rize’nin en etkili olduğu alan solu. Sabri savunma yönünde harika bir oyunla buraya set çekti. İkinci yarıda hücum yönünde de devreye girdi. Maçın Drogba’yla birlikte yıldızı O. Ancak Selçuk’un kırmızı kartında başka herhangi bir hakem onu da atardı. Burada şanslı. Bunu yapmamalı. Eğer O da atılsaydı, takımı bunun altından kalkamazdı.
‘’Dışarıda Emenike, Kadıköy'de Sow‘’
Sezona yenilgiyle başlayan Fenerbahçe, ardından 4’te 4 yaptı ve şu anda ligin gizli lideri konumunda. Bu yükseliş, futbol olarak da kendisini gösteriyor mu?
“Ersun Yanal, Konyaspor maçında yumuşak bir orta sahayla isminin vaad ettiğinin dışında düşük presli bir oyun oynatarak, şok bir sonuç aldı. Arsenal maçlarında da geçen sene Aykut Kocaman’ın oynatmak istediği ve Avrupa Ligi’nde başarılı olan oyunu bir başka kadroyla sahaya sürmeyi amaçladı. Fakat Arsenal standardı, bu oyun için ağır geldi. Dolayısıyla geç de olsa Yanal, onu Fenerbahçe’ye getiren önde yıpratıcı pres oyununu oynatmaya karar verdi. Bu karardan sonra da takım gittikçe bu mantaletiye yaklaşıyor. Ancak kadro yapısının bu oyun için tam yeterli olmayışının sıkıntıları da yaşanıyor. Örnekse Holmen ve Alper, bu oyunun en uygun seçenekleri. Fakat ikisi de çeşitli sebeplerle sürekli yer bulamıyor.”
Önce lisansı çıkarılamayan Holmen, sonra Sow, şimdi de 13 milyon Euro’ya alınan Emenike kadronun dışında kaldı. Emenike, Webo, Sow, Kuyt’tan hangileri oynamalı? Hepsinin birden forma giyme şansı var mı?
“Eğer Meireles’in yedeği onu kesebilirse, o zaman dördü birden sahaya çıkabilirler. Ya da birisi yedekte oturabilir. Ancak şu anda akla en yatkın olanı Emenike ile Sow’un dönüşümlü olarak oynaması. Çünkü Webo, pivot özellikle santrfor olarak vazgeçilmez. Holmen de Fenerbahçe’nin iki yönlü en iyi oyuncusu. Kuyt da ısrarcılığıyla, Aykut Kocaman’ın olduğu gibi Ersun Yanal’ın da sevgilisi. Geriye birbirine nispeten benzeyen iki oyuncu Emenike ve Sow’un dönüşümlü olarak oynaması kalıyor. Ersun Yanal, dış saha maçlarında kontratağa daha yatkın olan Emenike’yi, iç sahada da dar alan işlerini iyi yapan Sow’u oynatabilir.”
İki sezondur büyük sıkıntılar yaşayan Fenerbahçe, şu anda bir hayli rahat. Buna karşın Beşiktaş’ın başı sahaya giren taraftarları yüzünden dertte. Galatasaray’da da bildiğiniz gibi Terim şoku yaşanıyor. Bu durum, Fenerbahçe’ye nasıl bir etki yapabilir?
“Fenerbahçe 3 senedir ilk defa ligin en az problemli büyüğü. Bursa ve Trabzonspor da dahil olmak üzere herkesin bir değişim yaşadığı gerçek. Fenerbahçe ise Yargıtay sürecini ve seçimi bekliyor. Şu anki moralin devam etmesi, Ersun Yanal ve oyuncularına bağlı. Burada kritik olan nokta, Ersun Yanal’ın özellikle büyük maçları nasıl çözeceği. Çünkü Yanal’ın pres oyunu, tam anlamıyla olgunlaşmış değil. Gençlerbirliği’ndeki seviyeye çıkana kadar büyük maçlarda daha dengeli bir oyun oynatması gerekebilir. Bu dengeyi iyi sağlaması şart. Eğer yapabilirse, şu an ligin en önemli favorisidir diyebiliriz.”
Fenerbahçe, gol yollarında problem yaşamıyor ama savunması için aynı şey söylenemez.
5 maçta 7 gol fazla değil mi?
“Fenerbahçe, Sow-Emenike rekabetine kilitlendi ama asıl problem, savunmadaki tercihler. Yanal’ın sisteminde Gökhan Gönül ve Caner, savunmanın değil, orta sahanın birer parçası. Oyun onların sürekli forse etmelerini gerektiriyor. Oyun kurulurken, Alves ile Egemen de sağ bek-sol bek pozisyonlarını alıyorlar. Topal veya Selçuk da ikisinin ortasına girip, stoper gibi top alıyor. Buraya kadar sorun yok. Ancak top kaptırıldığında bölgelerine dönen Alves ve Egemen, bu oyun felsefesine alışık olmadıkları için zaman zaman kendilerini garantiye almak amacıyla orta sahadan uzak kalıyor ve o arada büyük bir mesafe doğuyor. Yanal’ın öncelikle tamir etmesi gereken, burada açılan pencere. Egemen ve Alves gibi tecrübeli oyuncular söz konusuysa, iki ihtimal vardır. Birincisi onları daha önde oynamaya ikna edebilmek. Ama biliyoruz ki, yaşlılık sadece tecrübe değil, kötü alışkanlıklar da getirebilir. Eğer bu iki oyuncuyu orta sahaya yakın oynamaya ikna edemezse, Yanal’ın elinde onların yerine oynatacak oyuncu yok. Bu da sistemin uzun vadede problem çıkarmasına yol açar ve transfer gerekebilir. Fenerbahçe’nin asıl sorunu Sow ya da Emenike değil, bu.”
‘’Kapıları da Melo mu kırmış?‘’
Tokyo ne yapmış ki
Bir stada olimpiyat adı vermekle olmuyor. Hatta adını olimpiyat koymak olamıyor aslında. Bir stada olimpiyat ismini vermek için o statta olimpiyat yapmak geleneklere uygun değil. Ama biz inşaat yaparak her şeyi halledebildiğimiz düşündüğümüz için sorun yok. Ver Olimpiyat ismini olsun bitsin. Dolmabahçe’ye de Dünya Kupası Stadyumu diyelim. Kasımpaşa’ya da Şampiyonlar Ligi Kupası verelim. Olur mu? Stadın önüne de bir heykelini dikeriz...
Stadın adı olimpiyat ama kapıları kırık. Dopingli atletlerimiz gibi dalıyoruz sahaya. Dopingli haltercilerimiz gibi kaldırıp atıyoruz turnikeleri. Güreşçilerimiz gibi kırıyoruz kapıları. Şampiyonuz biz. En büyüğüz. Tokyo ne yapmış ki!
Fırat Aydınus tiyatrosu
Hoca kötüydü. Türkiye’nin en iyisi olma potansiyeline rağmen. Dünya çapında olmasına rağmen fazla düşünmekten yapıyor bütün büyük hatalarını. Burak’ın pozisyonundan bahsetmiyorum. Görmedi hataydı. Kartlar ise aynı şeyi söylemiyor tabi. Hep yanlış hesap yapıyor. Hep hesap yapıyor...
Ama en önemli hatası maçın daha başında sanırım 13. dakikada Bilic’i tribüne göndermeyişi. Geçen yıl kendi oyuncusuna kızdığı için tribüne yollandı Rıza Çalımbay bu ülkede. Daha
5 ay geçmeden uzun süre itiraz eden, alanını terk eden hakeme gözlük işareti yapan Bilic’e sinema filmi çeviren tiyatro oyuncusu tavrıyla, abartılı hareketlerle ‘bir daha yaparsan atarım’ diye uyarmak var mı?
Olmuyor... Bilic’i hepimiz çok seviyoruz, tamam. Harika bir figür ok...
Peki Rıza Çalımay iyi bir figür değil mi? Ne kötülüğünü gördük can yakan ortaları dışında.
Fırat Aydınus Birmingham doğumlu gibi davranmak istiyorsa, İngiliz hakem taklidinden çok o standartta maç yönetmeye başlamalı. Yoksa olmuyor. Yeteneklerine ihanet ediyor.
Beşiktaş yönetimi bütün hafta boyunca 75 bin kişilik stada 80 bin kişi gelsin rekor kırsın diye uğraştı mı? Uğraştı...
Maçtan sonra İç İşleri Bakanı Muammer Güler sportif organizasyondan men edilmiş 4580 kişiden 2100’ünün karakola gidip imza vermediğini söyledi mi? Söyledi...
Gençlik Spor Genel Müdürü Mehmet Baykan 8 kapının kırıldığını 10 turnikenin etkisiz hale geldiğini söyledi mi? Söyledi...
Ayrıca sadece 66 bin bilet satılmasına rağmen maçtan yarım saat önce statta 80 bine yakın seyircinin olduğunu açıkladılar mı? Açıkladılar.
Maça giden birçok taraftar biletlerinin kontrol edilemediğini üst araması yapılacak fiziki durum olmadığını duyurdu mu? Duyurdu?
TFF’nin profesyonel başkanı diyebileceğimiz Ufuk Özerten tv’ye çıkıp ‘Nasıl oluyor? neden oluyor!’ diye isyan edip ‘futbolun bir oyun olduğunu anlamamız lazım’ diye sızlanıp aslında bir şey söylememeyi başardı mı? Her zamanki gibi evet...
Peki ne yapalım yani? Ben mi ilgileneyim kapılarla?
Turnikeye Bilic mi baksın?
Melo mu çift dalıp kopardı telleri?
Yahu kime soracağız hesabı?
Bu maç nasıl başladı? diye kime soracağız.
Değil elektronik bilete geçmek, seyicinin kulağına çip yerleştirsen fiziki kontrol şartları olmadıktan sonra bir şey farkeder mi?
Açık söyleyeyim Beşiktaş taraftarına değil kızıp ceza vermek, teşekkür etmek gerekir. Bu kadar saçma sapan bir durumda bu kadar çabuk olayları kestikleri için.
Hepsi birden sahaya girmediği için...
Lutfi Arıboğan da sağ olsun, ‘iyi ki deplasman yasağı var, daha kötü olabilirdi.’ diyor.
E ev sahibi yasağı da olsun o zaman. Onlar da olmazsa hiç olay çıkmaz. Değil mi?
Bu mudur?
Maalesef çapımız da yarı çapımız da budur...
Burada pi sayısı bile farklı...
‘’Bu nasıl iş‘’
Beşiktaş derbi kaybedebilir. Şampiyonlar Ligi standardına göre dizayn edilmiş, hem de Real Madrid’e kaybetmiş, kazanmaya mecbur bir Galatasaray’a karşı bu çok normal.
Genç, her kesimden sempati toplamış, umut vaad eden bir takım, hocasıyla, direktörüyle sevilen bir Beşiktaş. Seyirci rekoru kırmış, kaybetme kredisi olan bir ekip.
Seyircisi neden bu takımı sabote etsin ki...
Kusura bakmayın ama hiç ama hiç aklıma yatmadı. Çok Beşiktaşlı tanırım, çok taraftar tanırım... Ama daha ligin başında bu kadar umut vaat eden bir takımı 3-0 hükmen yenik duruma getirecek, sahasını 5 maç kapatacak bir taraftar tanımam.
Kimse kusura bakmasın ama hiç aklıma yatmadı...
Bu normal değil hem de hiç...
Maçı yazmak gerek yine de. Gerçekten bu gerginliği anlamasam da bu kadar yoğun ve tüm gemileri yakan tepkiyi anlamak mümkün değil.
Bilmiyorum. Ama anlamak olanak dışı.
Tribünde şaşkın şaşkın bakan büyük çoğunluk kadar şaşkınım.
Çünkü benim bildiğim hiçbir taraftar bu kadar umut vaat eden bir takımı sabote etmez. Muhtmelen onlar için de durum bu olduğu için şaşkınlar.
Veli’nin sarı kartı
Maçın başında Beşiktaş’ın 8’li bloğu Galatasaray her topu ayağına aldığında birbirlerine yakın bir şekilde geri çekildi. Terim kanat oyuncusu kullanmadığı için Selçuk, Melo ve Sneijder dara alanda pas yapıp uzun top atmak zorunda kaldı çünkü bekleri oyuna katılmıyordu. Galatasaray enine dar boyuna uzun, Beşiktaş boyuna kısa enine geniş bir oyunla sahada olunca oyuna ev sahibi hükmetti. Orta sahada da üstünlük sağladılar. Veli’nin erken sarı kartı bu dizaynı bozdu. Biraz yumuşadılar.
Bruma’nın girişi
Bu yumuşaklığı Terim Bruma’yı oyuna alarak iyice zorladı. Genç oyuncu hem Galatasaray’ın hücumunu genişiletti ve Beşiktaş orta sahasını açtı, hem de savunmasına iyi dönerek Beşiktaş’ın sağ kanadı iyi kullanmasını engeleldi. En az 3 pozisyonu savunmada keserek Beşiktaş’ın sağ kanadını tıkadı.
Üstüne bir de asist yaparak oyuna damgasını vurdu.
..Ve Fernandes durdu
Beşiktaş’ı bu oyunda Fernandes’in yaratıclığı kıuratabilirdi ama o da 2. gole kadar hiç yoktu. İkinci yarıda oyunun yaratımına katkı vermedi. Onun organizasyondan uzaklaşması, Bruma etkisiyle birlikte takımın sadece işleyişini değil, şeklini de bozdu. Böylece Beşiktaş bir takım olmaktan çıktı ve kalite konuştu. Galatasaray’ın cv’si ve değeri böyle bir maçı kolay kolay kaybetmezdi öylede oldu.
Fırat Aydınus
En büyük hatası maçın başında yoğun itirazlar yapan, gözlük işareti yapan Bilic’i tribüne göndermeyişi. Saha kenarında oluşu maçın sonundaki patlamanın da sebeplerinden biri olmasına yol açtı. İlk golde Bruma’nın Serdar’a faulü yok. Devam kararı doğru. Ama ikinci golde Burak’ın kolla topu kontrol edişini ıskaladı. Fırat Aydınus fazla düşünmediği zaman çok iyi hakem. Çok düşündüğü zaman olmuyor.









































