‘’Seyirci değil koltuk sayıyoruz‘’
Bizde öyle değil...
Mesleğe başladığım dönemde basın tribününde bir TSYD görevlisi dolaşır ve maçı kaç kişinin izlediğini muhabirlere bildirdi (Bugün de bazı statlarda bu uygulama az da olsa devam ediyor). Maçın yıldız tablosunun tepesinde bu sayı yer alırdı. Skor kadar önemliydi maça gelen insan sayısı. Bizim jenerasyon oraya bakar takımıyla seyircisiyle gururlanırdı.
Artık öyle değil...
Gazetelerde, TV’lerde haber değil seyirci sayısı. TFF duyurmuyor. Kulüpler de...
Yıl sonunda nasıl oluyorsa bir toplam seyirci sayısı çıkıyor bazı yerlerde. Bazı maçların 21.000, 11.000 gibi üç sıfırlı sayılarda seyirciye oynandığı bilgileriyse raporların güvenilirliği konusunda ciddi soru işareti doğuruyor doğal olarak.
Aynı şekilde bir başka kaynağı meçhul sayıya göre Süper Lig geçen yıl %60,6 doluluk oranıyla bitmiş. 13 bin ortalamayla maçlar oynanmış. Bundesliga, Eredivisie ve Premier Lig gibi %90’ın üzerine çıkan oranlara Avrupa’da yaklaşan yok tamam...
Ama bizim şişirilmiş rakamlar dahi İngiltere Championship’i yakalayamıyor.
Sorun var.
Çok katmanlı bir sorun hatta.
-Seyirci olmaması sorun. Ama orada değiliz.
-Buna çözüm bulunamaması noktasında da değiliz.
-Hatta bunun bir sorun olarak görülmemesi noktasında da değiliz.
-Seyirci rakamlarına bakmıyor olmamız da değil sorun...
-Sorun neredeyse seyirci istenmiyor oluşu...
Maalesef...
Sadece İddaa ve TV gelirlerine angaje olmuş, statlarını Fenerbahçe ve şimdi de Beşiktaş gibi istisnalar dışında devlete yaptıran kulüplerin çoğunluğu seyirci gelmemesi durumunu önemsemiyor demiyorum. Çoğu neredeyse gelmesinler istiyor.
Ve bu sıkıntı sektörü balon haline getirmişken bir de üzerine elektronik bilet uygulaması dayatılıyor.
Sorun o değil ki!
Sorun seyircinin statları istisnalar dışında terk etmiş olması. Maça gitmenin bir keyif değil, bir eziyet, bir fedakarlık olarak görülüyor oluşu. Cefa çekmek maça gitmek... Sefa sürmek keyif almak değil...
Spor artık bir TV şovudur kuşkusuz.
Ama ülkede maçların özetlerinin de satışı olmuyor.
Futbol sadece evinde Lig TV olanlar için var. Devlet sübvansiyonuyla şişirilmiş bir ekonomi.
Ve yerinde seyredilmiyor.
Ve bu kimsenin umurunda değil.
Ve durumu daha da zorlaştırmak için her şey yapılıyor.
Çünkü gerçek değil...
Çünkü balon...
Ve bundan herkes mutlu.
Peki buna gerçek bir sektör denilebilir mi?
Erciyes-Fenerbahçe maçını kaç kişinin izlediğine dair bir sayı arayın basında, TFF sitesinde vs. Bulmak kolay değil.
Bir kaç yerde 32.846 sayısı var.
Bu tabii ki stadın kapasitesi, seyirci sayısı değil.
Ama işte memlekette umursanan sadece bu olunca, o sayıyı oraya yazmak da mantıklı oluyor.
Tamamen inşaat üzerine inşa edilmiş bir toplumda koltuk sayısı sayılır doğal olarak...
Oturanlar değil...
Doldurmayanı almayın
Bir spor kulübü yönetiminin başarısı nasıl anlaşılır?
-Sürdürülebilir bir başarı performansıyla.
-Ve bunu pazarlamakla.
İlki zaten hikaye. Ülkenin en çok övülen başkanı İlhan Cavcav’ın kasası dolu ama santrfor almıyor. Anlı şanlı Gençler altyapısından oraya oyuncu da çıkmıyor.
Ardından 10 yıl görevde kalacak dediği Diyadin’i yolluyor 2 hafta sonra...
Ya pazarlama...
Ülkede sürekli stadını dolurabilen ve bunun karşılığında para kazanabilen 3 takım var.
Ama bu korkunç başarısızlıklar yıllık 30 trilyon ortalama gelirle ödüllendiriliyor. Ziraat Bankası, Spor Toto, TRT ve Digitürk’le, yani devlet kaynaklarıyla.
Yani başarısız oldukları için devlet sübvansiyonu veriliyor. O paralar 5 büyük ligde 300 bin TL etmeyecek oyunculara milyonlar verilerek çarçur ediliyor.
Hep ödül, hiç ceza yok. Bunun adı yasal yağma.
Ama bakarsan herkes namuslu...
Peki statta %20 doluluk ortalaması ile oynayan kulübün maçı neden naklen yayınlanıyor? Neden İddaa’dan para alıyorlar?
Müşteri yaratamayana, ürün ve hizmet üretemeyene destek verilir mi?
Hem de devlet eliyle.
Bu hangi ekonomik doktrinle açıklanabilir.
Açıklanabilir mi?
Naçizane bir öneri:
Maçı %60 oranında doldurmayanların maçlarını TV’de yayınlamayın. Devamı halinde İddaa bülteninden de çıkarın. Bakalım o zaman pazarlayabiliyorlar mı?
Yapamıyorlarsa zaten güle güle...
Yapıyorlarsa ne ala...
‘’Yanal'dan hamleler‘’
20 dakika oyunu enine iyi kulanabilen bir Fenerbahçe vardı. Gökhan’ın yokluğunda Topuz’un iyi oyunu bunu sağladı. İlk golde soldan Sow’un en sağa attığı uzun pası, Topuz’un aynı güzellikte en arkaya ortayla tamamlayışı güzeldi. 30 metrelik bir verkaç yapıp golü buldular neredeyse. Sow ve Topuz alkışı hak etti... Yanal’ın ekibi bunu yapabildi ve Erciyes’i çıkartmamayı başardı. Azofeifa’nın golü sonrası Topuz’un geri basması ve Caner’in biraz kendi standardından eksik kalması orta sahadaki üstünlüğün kaybolmasına yol açtı. Fenerbahçe’yi sezon başından bu yana var eden iki savunma kanadının iki yönlü iyi oyunu. Caner de oyundan çıkınca iş bozuluyor. Hele de dünkü gibi nispeten yumuşak bir orta sahası varsa. Selçuk önstoper, Baroni santrfor arkası... Geriye sadece Emre kalıyor ve o da yüzde yüz değil. İki kanat orta sahaya destek vermeyince olmuyor. Hem de hiç.
Yanal bunu sürekli hücum kadrosunu artırarak çözmeye çalıştı. Önce Alper sonra Emenike, Selçuk ve Emre’nin yerine girdi. Baroni en önden en arkaya gitti. Halbuki bazen orta sahada pas duraklarını artırarak gol şansını yükseltirsiniz. Çünkü sorununuz topu hücum hattına getirmektir dün olduğu gibi. Fenerbahçe dün golü buldu ama o kadar hücumcuyla hak ettiği kadar pozisyon bulamadı. Peki Yanal bunu neden yaptı. Belki de rakip hocanın tavrından...
Çapa’nın yapmadıkları
Çok açık söyleyeyim. Fuat Çapa’nın söylediği ile yaptığı arasında ciddi fark var. Hep pozitif futboldan bahsediyor ama hiç oynattığını görmedim. Bu kadar savunma güvenliğini terk etmiş bir rakibe karşı bir tek kontratak bile yapamadı takımı. Yanal’ın dünkü oyunda maçı kazanması bundan. Sürekli hamlelerine hiçbir cevap vermedi. Fuat Çapa sindi neredeyse. Dolayısıyla sadece sanrtforlarının sayısını artırarak son saniyede olsa da aldı maçı Yanal. Eğer düne özgüyse rakip hocanın zayıflığından yararlandı. Ama sürekli böyle yapacaksa, olmaz...
Volkan formsuz
Azofeifa’yı kutlamak lazım tabii. Attığı gol güzel. Ama Volkan yediği değil. Barajı kurdurdu ve en sola gitti. Top her ne kadar barajın arsından geçtiyse de Azo’nun oraya deneyeceği aşikar. Çünkü mesafe uzak ve topu indirmek mümkün. Volkan hiç beklemiyor gibi. Başkası olsa sorun değil ama salı günü yediği golden sonra yine bir duran topu daha kalesinde görmesi bu standarda yakışmıyor. Volkan toparlamazsa Mert kaleyi alır.
‘’Sneijder kurtardı‘’
Mancini’nin Galatasaray’ını anlamak için tek bir sahne tek bir hamle yeterli. Durum 1-1
rakip 1 kişi eksik Karabük’te stoper sağ bekten bildiğimiz Uğur Uçar var ve Hakan Balta sakatlanıyor. Dakika da 78, bu sırada Mancini oyuna bir stoperi alıyordu santrfor değil. İyi ya da kötü demiyorum. Mancini’nin oyun anlayışını buradan anlayabilirsiniz diyorum. Sistemden taviz yok. Ne olursa olsun...
Zayıf tarafı gördü
Mancini dün maçın başından itibaren dengeli orta saha, savunma mesafesi sabit bir takım peşindeydi. Yurt dışından gelip ülkeyi bilmeyen teknik direktörlerde genelde şöyle bir durum oluyor; kafalarındaki oyun planını eldeki kadroyla eşleştiriyorlar ve eksikleri görüyorlar. Bunları
giderecek işlere girişiyorlar. Terim, Denizli gibi bu dünyayı bilenler ise (buna Daum, Lucescu gibi yabancıları da dahil edebiliriz) öncelikli olarak güçlü yönleri ön plana çıkarmak istiyorlar. Galatasaray’ın güçlü yönü Drogba, Sneijder, Umut, Burak, Selçuk’lu hücum hattı ama o güçlü tarafı değil zayıf tarafı görüyor ve hücumcularını savunmaya yardıma gönderiyor. Bundan taviz vermiyor. Dolayısıyla rakip 10 kişi, stoperde Uğur varken Umut’u ya da Drogba’yı Uğur’un üstüne yollayıp uzun top oynayacağına Dany’yi oyuna alıp defans güvenliğini sabit tutmaya çalışıyor. Yani Mancini güçlü tarafı değil zayıf tarafı görüyor. Lualua bencil olunca... Dün şanslı olduğu nokta; kendisini bu sistem içinde iyi hisseden Sneijder’in geldiğinden bu yana en parlak performansını sergilemeseydi. Attığı 2 gol dışında hep 360 dereceyi gören hep akıllı işler yapan adamdı. Mesela LuaLua bunu yapamadı. Karabük takımı
orta sahayı kolay geçmesine rağmen, Lualua hep kendine oynamayı tercih etti. Plansız doğaçlama oyunuyla Karabük akınlarını ezdi ve belki kendisi oyunundan çok memnundur ama her şeyi bozan adamdı. Sneijder ise tam tersi... Melo’nun ve Ceyhun’un hücuma
neredeyse hiç katılmadığı bir oyunda ayağına gelen her topu iyi kullanıp Mancini’yi kurtardı. Galatasaraylılar bu sene, belli ki futbolcular reaksiyon gösterdiğinde mutlu olacaklar. Yoksa
Terim’den alışık oldukları kulübe reaksiyonları pek gelmeyecek.
‘’Volkan'ın maçı değildi!‘’
Bu karşılaşma öncesi yazdığım yazıda, Hollanda mücadelesinin Volkan Demirel’in maçı olduğunu söyleyip yazmıştım. Macaristan ve Romanya maçlarında çok ciddi iki hata yapıp yenilgilerde başrol oynayan Volkan, dün de Robben’in serbest vuruşuna tepkisiz kaldı. Bu tip bir maçta böyle bariz bir hatanın altından kalkmak kolay değil. Sağlam reaksiyon vermeniz gerekiyor. Volkan ve Arda gibi uluslararası tecrübeye sahip oyuncular, Burak ve Umut gibi iki soğukkanlı golcüler, maalesef çok acemiydi. Oyuna ağırlık koyamadılar, bir karakter gösterisi sergileyemediler. İlk yarının son 20 dakikasında nispeten tecrübesiz Hollanda savunmasına uzun toplar atıp orada bir kaos yaratmayı başarsak da, Olcan, Umut ve Burak’la yakaladığımız şansları çok kötü kullandık.
Güvenilir standart yok
Estonya maçının ilk dakikasında Burak, bomboş pozisyonda kısa bir dürtmeyle topu önüne aldığında rakibine yakalanmıştı, bu pozisyonun etkisinde kalmış olacak ki, bu kez çok uzun açıp kaleciye yakalandı. Yani standart güvenilir bir performans ortaya koyan çok az oyuncumuz vardı. Ömer Toprak ve Semih Kaya ise savunmada ellerinden geleni yapmaya çalışan bir performans sergiledi.
Selçuk’un belki en kötü maçı
2.yarıya ön alan oyunuyla başlamamızı beklerken, Hollanda topa geniş alanda sahip olup oyuna hakim oldu. İleride top yapamaz olduk. Selçuk belki de kariyerinin en kötü maçlarından birini oynayarak bu hakimiyeti kırmamızı engelledi. Burak’ın ve Selçuk’un oyundan çıkması kağıt üzerinde doğru hamleler. Gökhan Töre’nin oyuna girmesi de...
Terim saha içi liderini bulamadı
Ne olursa olsun Terim, bir saha içi lideri bulamadı. Buna aday oyuncular oyunu ele alacak soğukkanlılığı gösteremedi. Başta da söylemeye çalıştığım aslında buydu. Sadece Volkan değil, tecrübeli her oyuncunun ekstra oynaması gereken maçta maalesef kimse kendi yarı performansına dahi erişemedi. Van Persie kenara gidip Kuyt santrfora geçmişken durumun bu olması üzücü olan. Kuyt’ın asistine Sneijder’den golü yemek ise çok daha acı... Böyle kaybetmek, bir karakter koyamamak. Böyle olamazdı. Olmadı da...
‘’Volkan'ın maçı‘’
2012 Avrupa Şampiyonası elemelerinde Hollanda İsveç’le aynı grupta yer alıyordu. Aralarında oynanan ilk maçı Hollanda evinde 4-1 kazanmıştı. Van Maarvijk’in defansif oyunu 2010’a göre biraz daha ofansifti ve ondan sonra da maçlarını kazanıp 9’da 9’la gittiler İsveç deplasmanına. İsveç 14. dakikada 1-0 öne geçti. Ama sonra Hollanda oyunu 1-2’ye getiremeyi başardı. Ancak İsveç’in yapacakları bitmemişti. 9’da 9’la gelen Hollanda İsveç’ten 3-2 yenilgiye döndü. Kaybettiler. Yani bugüne benzer bir durumda Hollanda deplasmanda yenildi. Bugünün farkı var kuşkusuz. Seri başı olma isteği bir yana tabelayı önemsemeyen, oyuncularına önemsetmeyen Van Gaal var. Hiç gevşemeyen bir bakış var. 8-1’lik Macaristan maçı Van Persie’nin rekor çabası dışında bu durumu anlatıyor. 2 yıl önce İsveç’e kaybetmeleri bir realite ve umuttur kuşkusuz ama durum bugün tam da aynı değildi.Bu yadsınamaz bir gerçek...
Macar savunması derstir
Macaristan maçını seyrettiyseniz gollerin bulunan pozisyonların genel fiili halini tespit etmişsinizdir. Her türlü akın yaptılar. Sağdan ve soldan ortayla, göbekten arkaya atılan topla, savunmadan döneni vuruşla tamamlayarak, savunmanın çıkardığını alıp akın yenilyerek, Kafayla, plaseyle, serbest vuruşla, kontratakla... Her şeyi gördük maçta... Her yolu zorladılar. Bunu yaparken minimum altı kişiyle hücuma çıkarak yaptılar. Bu korkutucu. Ama bunu yapmalarına izin veren Macaristan’ın hamlığı oldu. 1-Van Persie ve Strootman’a vücut teması yapmadan kafa vurdurdular. 2-Orta yapan oyunuya yakın durmadılar. 3-Topu savunmadan çıkarırken hücum bölgesine indirdiler. 4-Rakibe akın yenileme imkanı tanıdılar. 5-Tehlikeli bölgede üst üst faul yaptılar.
Aynı hataları yapmamalıyız
Bunları yapmazsanız dahi Hollanda pozisyon bulur. Çünkü hücumu çok geniş bir alanda yapabiliyorlar. Kompakt savunmanızı açmak zorunda bırakıyorlar. Ama Macaristan’ın savunmada yaptığı hataları yapmayız.
-Öncelikle savunmada sadece iyi bir alan savunması yapmak yetmeyecektir. Bu kesin. Macaristan Ssavunmasının Robben paniği göbekteki oyunculara birebir fiziksel kontaklı oyunu unutmalrına yol açtı. Gollerin tamamında golü atan oyuncu fiziksel bir zorlamaya hiç maruz kalamdan kolayca vuruş yapıyor. Semih, Topal ve Toprak’ın sadece poziyon alma becerisiyle yetinmeyip fiziksel kontakla rakiplerini zorlaması bir mecburiyet.
-Topu oyuna sokarken Estonya maçında dahi en gğvenilir oyuncu olan Selçuk’a öncelikle top atma amacıyla baskı altında dahi bunu denemek sorun yarattı. Çıkarken top kaybettik. Ama iyi döndük ve onların pas tercihleri kötü olunca pozisyon verilmedi. Ama Hollanda karşısında bu böyle olmaz. Onlar tek pas ve 4 saniyede kaleye iner. Buna kesinlikle izin vermemek lazım. Biz bunları yapabiliriz. Macaristan’ın farklı yenilgisi öncelikle Robben korkusuyla kendi oyunlarından vazgeçmeleriyle oldu. Bunu yapmadan dikkatli olmalı.
İş artık ona kalıyor
Bundan sonrası ise Volkan’a kalıyor. Bu kez gol bulacağımızdan eminim. Caner’inn yokluğu büyük handikap olsa da Arda’nın ön plana çıkmasıyla oyun değişir. Bu kez Gökhan’ın kanadı öncelikli hücum bölgesi olur pozisyon bulunur. Topa sahip olmak garanti pas yapmak, sıkıştığında topu dışarı ya da ileri vurmaktan imtina etmeyip Hollanda’ya akın sğrekliliği ve baskın imkanı tanımamak yapılabilecek işler. 9 golü kafayla bulmuş bir takıma savunmamızın yakın ve temaslı oynaması işi büyük ölçüdr çözer. Ancak tedbirleiniz ne olursa olsun Hollanda şansa bulacak. Bundan kaçış yok.. Ve o işte o zaman bu Volkan’ın maçı olur. Romanya ve Macaristan maçlarında yediği hatalı goller bizi buraya getirdi. Ve Volkan bizi buradan çıkarabilir.
‘’Yarı final tamam‘’
Maçın ilk yarısının belki de dikkat çeken en kötü performansları Gökhan Töre ve Burak’tan gelmişti. Burak daha ilk dakikada savunmanın yaptığı büyük hatada topla bomboş kalmıştı. Normalde kopup gidip rahatlıkla kaleciyle karşı karşıya kalması iş değildi. Son zamanlarda olduğu gibi kötü vursa kabul edilirdi ama bu kez 3 metre gerisinden gelen rakibine yakalandı. Şut dahi çekemedi. Sonra ofsaytta kaldığı 3 pozisyon... Ve Gökhan Töre... Topu neredeyse hiç olumlu kullanamadı. Gökhan Gönül’ün sağdan bindirmelerinde bir kez dahi ona dönmedi. Hep solu düşündü. O taraf yok gibiydi onun için. Devre arasında kim çıkabilir diye düşünseniz bu iki oyuncu akla gelirdi. Ama işte futbol. Ve iki oyuncunun kaliteleri. 46. dakikada tek pasla Töre, Burak’ı gördü ve o da düşünmeden, düşündürmeden vurdu. Maçın 2-0’a gelişi psikolojik bir eşikti. Hem rakip, hem bizim için... Terim’in planı da, oyuncu seçimleri de tartışmaya kapalı. Galatasaray’da başarılı olduğu 4-1-3-2’ye ligde bölgelerinde en iyileri yerleştirdi. Topal’ın önünde Selçuk, Avcı döneminde birbirlerinin alternatifi olarak görülenlerin bir arada oynayabilmeleri formülü. Bu 4-3-3’te mümkün değil ama bu dizilişte olası. Arda’yı Caner ve Burak, Umut’u Töre ve Gönül’le iki kenarda üçgen olarak kullanma düşüncesi de zenginlik sağladı. İlk golde Caner’in çalım becerisi ve harika ortası bir yana Burak ve Arda’nın orada açtığı boşluk, yani savunma bloğunun gevşetilmesi işi çok olumlu. Tabii arkadan gelen Umut’un darbeli vuruşunu da ayrıca övmek lazım. Aynı şeyleri aynı seviyede sağ kanatta yapabilsek hiç bir sorunumuz kalmayacaktı. Bu eksik kalsa da yetti.
Panik anlamsızdı
Anlayamadığım, anlaşılmaz olan ilk golden sonra girilen panik. Terim bir gün önce basın toplantısında bu riskten bahsediyordu. Ama kastettiği bu olmasa gerek. İstediğimiz golü hemen bulamazsak ya da geri düşersek panik başlamasıydı risk. Ne gariptir ki, golü attıktan sonra ‘basit’ tanımının dahi karşılayamayacağı saçmalıkta top kayıplarıyla Estonya’yı oyuna soktuk. Selçuk, Topal, Semih ve Ömer Toprak beklenmedik şekilde basit oynamaktan uzaklaştı. Vassiljev’in solunun sağı kadar iyi olmayışı bizi biraz kurtardı diyebilirim. Tabii topu oyuna sokarken yaptığımız hataları geri dönerken yapmayışımız da sevindiriciydi. Topu kaybettik ama pozisyon kaybetmedik.
Hollanda’ya fazlası lazım
Bu ilk gol sonrası panik hali Hollanda karşısında akın sürekliliğiyle gelen bir baskı olur. Bunun altından kalkılmaz. Mutlak soğukkanlı, mutlak hızlı çıkabilen, mutlak top tutabilen, sıkıştığında mutlak uzun toplarla ileride pivot bulabilen olmalı. Panik finalin kaybı demektir. Biz mecburuz ama onlar da değil gibi istiyor. Bkz. Macaristan maçı...
‘’Burası başka bir yer‘’
Türkiye’de geçmeyen, geçerli olması mümkün gözükmeyen bir idealizm bu. Çünkü Türkiye batılı dünyanın asla anlayamayacağı bir kaos düzeniyle yaşıyor.
İstanbul’da yaşıyorsanız bakın etrafınıza 8 bin yıllık şehir Dubai gibi. Sanki 40 sene önce bir kasabaydı da bitmek bilmeyen bir imar içinde. Bu hunharca yapılan topyekun inşaatı hiçbir batılıya anlatamazsınız. kafası almaz...
Bir geçtiğiniz yoldan 10 yıl sonra bir daha geçmeniz neredeyse mümkün değildir burada. Her şey sürekli kendi kaosu içinde değişir. Ve burada yaşamak için farklı bir esneklik ve uyanıklığınızın olması gerekir. Bu kaosun içinde esnek bir yaşam sistemi kurmanız şarttır.
Yoksa olmaz.
Bir ülkede düzen neyse her sektöründe aynıdır.
Futbolu da bundan ayırmak mümkün değil.
Sonunda bunun da ahlakı gelişir.
Bakın trafiğe emniyet şeridini kullanıp 1000 şöförün hakkını çalmak kadar büyük ahlaksızlık olur mu? Ama bu kaosta bunun adı uyanıklıktır.
Bu kaos düzeni esneklik gerektirir. Olmazsa olmazı budur işin Avcı belki Kasımpaşa’da değil, Almanya’da, ya da İtalya’da doğmalıydı. Mancini’nin doğduğu yerde.
Manisa’da ne oldu?
Akhisar maçında eksik olan Terim’in esnek zihniyle üretebildiği çözümler, duruma uygun görevlendirmelerdi.
Mancini Sabri’yi çıkarıp Bruma’yı aldı. Terim muhtemelen Eboue’yi çıkarıp Sabri’yi arkaya atar, Bruma’yı oyuna sürerdi. Sneijder dışarı çıkar Aydın ya da Umut dahil olurdu. Yekta ve Ceyhun’un birlikte göbekte oynama olasılığı ise hiç olmazdı.
Çünkü Terim ya da herhangi bir burayı iyi bilen antrenör bilirdi ki Akhisar deplasmanına gidiyorsanız önce sahada ‘büyük olan benim’ demeniz gerekir. Yoksa zamanla vitesi hep ev sahibi Anadolu takımı yükseltir.
Mancini ise nasıl düşünüyor? Sağ açığım mı yok? O zaman Juventus maçında Aydın’ı 11’e koymayı düşünebilirim. Orta sahanın göbeği mi yok? O zaman listede sırada kim varsa onları oynatırım.
Takım yenilen gole tepki vermiyor mu? O zaman Bruma’yı alırım.
Terim ne yapardı peki? Önce bir sayunma odası fırtınası eserdi. Sonra oyunu kanatlara indirecek değişiklik yapılırdı. Saha içinde gerekirse kavga çıkaracak, isyan edecek oyunculara yer verilirdi. Ve maçın elektriğiyle oynanırdı. İster hakemle uğraşarak, ister Sneijder’le.
Mancini cv’ye bakıyor. Normal olarak bilmediğiniz bir ülkede bildiğiniz insanlarla çalışmak istersiniz. Eboue bu durumda tıpkı Sneijder gibi hep sahada durur, ama Umut ve Sabri gibi maçın elektriğiyle oynayacak oyuncular bekler.
Bu durumda ne oldu? Galatasaray ilk gole kadar 2. viteste oynadı. Golden sonra bunu değiştirecek bir isyankar çıkmadı Drogba dışında. 2. golden sonra top yekun el frenini çekip yenilgiyi kabul ettiler. Drogba dışında. Mancini seyretti.
Bu düzeni bir İtalyan’a, ya da Belçikalı için dahi fazla batılı olan bir başkana anlatmak kolay değildir.
Buna uygun davranmayana burada ekmek çıkmaz. Rijkaard’a Del Bosque’ye çıkmadı yahu...
Türkiye’de Denizli ve Terim neden farklı noktalardadır diye soracak olursanız, esnekliklerindendir. Oyunun kimyasıyla oynayabildikleri için. Burada buna yatkın yabancılar iş yapabilir. Lucescu ya da Daum gibi.
Burada sistem kaos içinde esnek zihinlere uygundur.
Herkesten önce benim adayım Avcı bu yüzden olmadı. Mancini’nin olması bu yüzden çok zor.
Bu yüzden Milli Takım için hâlâ umut var diyebiliyoruz.
Beğenelim ya da beğenmeyelim düzen bu. Ve işte böyle işliyor.
Çünkü burası başka bir yer.
‘’Bunun adı derbi değil‘’
İki teknik direktör ortak bir basın toplantısı düzenleyip, ‘kusura bakmayın biz bu işin altından kalkamadık. Özür diliyoruz’ deseler, ‘Yok canım ne gerek’ var demem. Oyun içi hamleleri açısından dayanılmaz, anlaşılmaz bir oyundu. Baştan söylemeli: Bu lig sezonu bugüne kadar seyrettiklerimin en yetersizlerinden biri. Dün de bunun en iyi örneğiydi. İlk yarı bittiğinde Holmen 6500 metre civarında koşmuştu. Bu mesafe bir başarısızlığın gösterisidir. Bir derbi daha 5. dakikada 80 metrede oynanmaya başlıyorsa, bu başarı değildir. Bu kadar bir o kaleye bir bu kaleye oynanan maçta Fenerbahçe sadece 3 uzak şut ve 2 röveşata çıkarıyorsa, Trabzonspor’un tek bir pozisyonu dahi yoksa bu derbi iyi değildir. Tempo iyidir kuşkusuz ama organize olmadığı zaman değil.
Fenerbahçe açısından bakalım:
-Yanal’ın mücadeleci orta sahası ilk 3 dakika dışında savunmasından destek alamadı. Uzak kaldılar. Sürekli koşmak zorunda kaldılar. Yaratıcı olamadılar.
-Caner ve Gökhan tüm iyi niyetli çabalarına rağmen kayboldu. Ama Trabzonspor’a da şans vermediler. İşlerini defansif olarak iyi yaptılar.
-Zokora’nın da iyi oyunuyla istedikleri baskı oyunu tutmayınca erken ortalarla Webo’yu görmeye çalıştılar ama uzun Trabzonspor savunmasına takıldılar.
-Sonra Yanal hem Alper’i hem Holmen’i oyuna alarak orta sahayı sadece Emre’ye bıraktı. 4 santrforlar oynadılar. Ama göbekten yerden gelindiğinde sorun yaşadığı bilinen Trabzonspor savunmasını Emre zorlayamadı. Santrforlara top taşınamadı.
Trabzonspor açısından bakalım:
-Fenerbahçe’nin ortalarını engelleme hedefi tuttu. Bütün topları topladılar.
-Ancak Yanal riskleri alıp orta sahayı tamamen terl ettiğinde Adrian ve Yusuf’un çıkması bu alanı hızlı geçebilecek oyunculardan vazgeçmek demekti.
-Rakibe ilk yarıda yapmak istedikleri kontrataklarda hücum organizasyonu açısından ham kaldılar. Alper ve Holmen’in çabaları Topal’ın 3. bir stoper gibi oynayışı nedeniyle şans bulamadılar.
-İkinci yarıda özellikle 63’ten sonra bu alan boşalınca hızlı akın yapabilecek adamlardan vazgeçmek ise tamamen tedbirdi.
Henrique, Yusuf ve Adriansız bundan yararlanmak imkansızdı.
Yani aslında Mustafa hoca 1 puana fit oldu.
Çok koştular ama...
Oyuncular tüm çabalarını sergilediler kuşkusuz. Mücadelede sorun yok. hatta koşmaları gerekenden fazlasını koştular diyebiliriz. Ancak kurgular bu maçın hakkını hiç ama hiç vermedi. Hiç olmadı. Ben bu tempoya kanmıyorum.









































