Arama

Popüler aramalar

‘’Neden alamadık‘’

Sebep salt demokrasi zaafları olamaz. Çünkü Çin’den Pekin’den daha antidemokratik olduğumuzu söyleyemezsiniz.

Sebep salt güvenlik olamaz. Çünkü Rio’dan özellikle de aldıkları dönemki Brezilya’dan daha büyük güvenlik zaafları yaşıyor değiliz.

Sebep sadece insan hakları, otokrasi vs. de olamaz. Çünkü Rusya’dan Soçi’den daha geride değiliz.
Sebep çoğunluk olarak hristiyan kültürden olmayışımız da olamaz. Çünkü Japonya da değil.
Bir istihbaratçının söylediği gibi, uluslarası bir suikastin tek bir sebebi olmaz. 7 sebep, bundan kar sağlayacak 7 taraf idealdir.

Bir nedenler bütünü gerekir. Üstüne bu kez Olimpiyat Komitesi’nin artık daha güvenli bir limana yanaşma isteği olabilir. Ayrıca Japonya’nın çok uzun yıllardır içinde olduğu deflasyondan yavaş yavaş kurtulmaya başladığına yönelik veriler sonrası bu dev ekonomiyi yüreklendirme isteği de vardır.

Suriye konusunda en önde gelen savaş isteklisi olmamız da...

Çok sebep olabilir. Ama bir tek sebep olmaz. Şimdi bunları dikkatlice analiz etmek gerekir. Halk bu karmaşık ve kavgalı konjonktürde dibine kadar tartışacak cepheleşecektir normal olarak. Burada böyle çünkü...

Ama idare edenlerin analitik düşünmeleri gerekir. Modern dünyanın bir parçası olmak istiyorsak bu analizi iyi yapmak gerekir. Yapabilirsek zaten şampiyon oluruz. Olimpiyatta olmasa da...

Garip ama gerçek


Olimpiyatı almak Olimpiyat’ı İstanbul’a getirmek demek. İstanbul’u fethetmek demek değil. İstanbul’u yeniden ait olduğu yere dünya medeniyetinin en yukarılarına yerleştirmek demek. Bu yüzden önemliydi Olimpiyat. Alamayınca savaş kaybetmedik. Olimpiyatları alınca ‘nasıl dize getirdik!’ Alamayınca ‘bunlar hep komplo’ mantığı yanlıştır. Ömürden yer. Kapılmayın.

Müslüman olduğumuz için mi?

Ülkede Müslüman-yoğun nüfüs yapısı nedeniyle Olimpiyat Oyunları’nı siyaseten alabilirdik. Ya da güçlü sebeplerden biri bu olabilirdi diyelim. Ancak tersi asla geçerli olamaz. Yani Müslüman olduğumuz için vermediler fikrinin geçerli bir dayanağı yoktur. Şu doğru olabilir tabii: Dünyada fiili olarak İslamın merkezi olan coğrafya 2 sene önce Arap baharı başlarken bir eşikteymiş gibi duruyordu. Ama tökezleyip düştü. Libya’dan İran’a kadar 5 yıl sonrasının tahmin edilebildiği bir ülke yok. Verilen karar, ‘burayı yüreklendirelim’ yönünde olabilirdi. Ama ‘henüz hazır değilsiniz’ yönünde oldu. Bunun dinle alakası yok.

Olimpiyat’ı istememek

Olimpiyat oyunlarını her ne sebeple olursa olsun istememek bir haktır. Bu rejimden ya da yönetim tarzından memnnun olmamak nedeniyle de olabilir. İktidarın yüreklenmesini istemeyebilirsiniz. Ya da salt ekonomik sebeplerden de olabilir. Vergilerinizin buna harcanmasını istemiyorsunuzdur. Çevreci sebeplerle olabilir. Yeni inşaatlar istemiyorsunuzdur. Bunların hepsine saygım var. Çünkü bunların hepsi bundan önceki aday ülkelerde de yaşandı.

Çin’de, Avustralya’da, İspanya’da... Ama alamayınca sevinmeyi ben anlamıyorum. Çünkü bir dolu avantajı da vardır bu işin. Olimpiyat, olduğumuzu söylediğimiz gibi olmamıza yardım edebilirdi.

Alamayınca ‘tamam doğrusu buydu’ demek başka... Zafer turu yapmak başka... Çünkü zafer turları sadece düşmanlığı derinleştiriyor. Faydasız...

10 Eylül 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Biliç yanılıyor‘’

Bunların çoğuna ön libero dedik. Libero eski 3-5-2’de en arkada sarkanları toplayan sıradan özel yeteneği olmayan oyunculardı yine bize göre. Halbuki libero Kaiser Franz’dı... Son dönem Alman kuşağına kadar belki de en yetenekli olan Bavyeralı. Biz onun başına ‘ön’ getirip küçülttük, değersizleştirdik. Manasını kaybettirdik. Ve
10 numaralar aradık sürekli.

Futbol şablonlarla oynanır

Defansif katkıyı öncelikli olarak düşünmeyen virtüözlerin peşine düştük. Daha kötüsü bazı oyunculara defansif olarak tembellik etme hakkını verdik.
Kazanma odaklı oyun felsefesini anlatan ‘hücum futbolunu’ bir taktik sandığımız için oldu bu. Büyük takım 2 santrforla oynar saçmalığı da aynı akımın sonucu. Halbuki büyük takım santrforsuz dahi oynardı.
4-6-0 bundan Kızıl Elma’ydı. Bundan ‘false nine’ diye bir kavram vardı...
Futbol şablonlarla oynanır. Anlık, her saniye değişen planlarla...
Oyunda hücum ya da savunma birliktedir, ayrılamaz... Çünkü
2 pasla gole gidilebilir. Dolayısıyla mevzu her oyuncunun iki yönlü olabilmesidir...
Topu kaptığı anda hücumcu, kaptırdığı anda savunmacı. Tenisten farkı yok oyunun. Peki tenisçinin hücumcusu savunmacısı olur mu bireysel olarak?

Destek olmadan olmaz...

Holmen’in, iki sezon önceki Melo’nun, bu yılki Veli’nin ve tabii ki Atiba’nın numarası budur işte. Hemen basmaları, aldıkları anda oyunu açabilmeleri, top başkasındaysa pas opsiyonuna dönüşmeleri. Ama bunu takımın desteği olmadan yapamazlar. İşte teknik direktörün işi bu şablonları çizmek ve öğretmektir. Teknik direktör
her şeydir...
Bir takımın değeri, top bir oyuncudayken kaç pas opsiyonu yaratabildiğiyle ölçülür. Ve top rakipteyken kaç pas opsiyonuna izin verdiğiyle. Bu basit iş yüksek fizik, dayanıklılık ve teknik gerektirir. Teknik top sektirmek, bacak arası yapmak, frikik atmak değildir. Teknik topu kaç saniye içinde kullanılabilir şekilde rakip zorlayacakken uygun arkadaşına aktarabildiğinle ölçülür... Hızlı karar verme ve uygulamayla. Ve bunu 90 dakika boyunca yapabilmeyle.

Barça neden büyük?

Bu iş yürekten oynama, sahada basmadık yer bırakmamak vs. gibi genel kahramanlık yaklaşımlarıyla anlatılamaz. Herkes fizik ve teknik olarak hazır olacak... Top rakipteyken mümkün olduğunca alan daraltılıp pas opsiyonu azaltılacak. Top sendeyken mümkün olduğunca enine genişleyip boyuna dar durarak pas opsiyonu artırılacak. Bu ancak belli çalışılmış şablonlarla yapılır. Barça, Messi’ye sahip olduğundan çok
4 pas opsiyonuyla oynayabildiği, bu şablonları ezberlediği için büyüktür.
Bayern de... Bizim sorunumuz bu duruma bir türlü ikna olamayışımız...

Kuşkusuz doğru yapıyor
Biz isim ve pahalı transferle iş çözülür sanıyoruz. Ama her seferinde işi bizim sıradan gördüğümüz futbolun temeline sadık oyuncular değiştiriyor. Veli, Atiba, Holmen... Neyse ki bunu Biliç de, Önder Özen de çok iyi biliyor.
Genel ise santrfor, 10 numara peşinde koşuyor. Maalesef Türkiye futbolunu yöneten birçok futbol insanı da. Biliç kuşkusuz doğrusunu yapıyor...
Ama yanılıyor. Çünkü futbol bugün saha içi dinamikleri gereği sosyalist değil, düpedüz komünisttir.
Not: Bu konuyla ilgili 9 Şubat 2009’da Milliyet’te yazdığım ‘Bugün futbol komünisttir’ başlıklı yazıya arşivden ulaşabilirsiniz.

Futbolu oyun sanıyorlar
Tolga, Onur, Volkan, Mert... fazlası da var. Peki nasıl oluyor da ortalama orta saha oyuncusu yetiştirmek konusunda dahi sıfır olan bir ülke bu kadar iyi kaleci yetiştirebiliyor? Trabzonspor’da Alper Hoca’nın Fenrbahçe’de Yavuz Hoca’dan sonra kendisini gösteren Murat Hoca’nın yaptıklarıyla tabii ki...
Sistemle, metotlarla ve şablonlarla çalıştıkları ve sahip olduğumuz harika kaynağı değerlendirebildikleri için. Fakat heyhat! Orada bireysel çalışma var. Her zaman olduğu gibi bu zirve eğitimi takım olma yoluna geçiremiyoruz.
Açık söylüyorum.. Bunu yaptığımız anda Avrupa’nın Brezilyası olmak işten değil. Ancak futbol dünyası direniyor. Sadece yöneticiler değil, futboldan gelen simge isimler de anlayamıyor durumu. İkna olmuyorlar. Futbolu oyun sanıyorlar. Futbol bir disiplin, sistem ve bilimler yumağıdır. Buna ikna olmak zorundalar. U20 Milli Takımı’na kaleci dahil 8 Avrupa kökenli oyuncu çağırdık. 15 yıldır yazıyorum. Mevzu eldeki kaynağı değerlendirememek, eğitememek. Bu iş kısıtlamayla çözülmez. Kısıtlama sana Veli, Atiba, Holmen yetiştirtmez.

03 Eylül 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Holmen'le Yanal takımı‘’

Açık söyleyeyim Fenerbahçe’nin işinin hiç kolay olmayacağını düşünüyordum. Ama nihayet bir Ersun Yanal takımı vardı. Holmen merkezli, Webo ve Kuyt’tan Selçuk’a kadar ön alan presi yapan, dublaj ve ribaunt arayan, geriye koşmak değil orada akını kesme peşinde olan bir Yanal takımı... İlk yarıda 2003’te Fenrbahçe’ye aday olan Yanal’ın Gençlerbirliği’ne oynatmayı başardığı oyun işte.

Bu oyun için uygun orta sahalar ve kovalayan hücumculara ihtiyacı var. Sow bunlardan biri olur mu? İsterse yer bulur. Ancak haftalardır söylediğim gibi bu oyun Holmen’siz olmaz. 55’inci dakikaya kadar bu harika hücum presinin tek sorunu Alves ve Egemen’in kendilerini çok geriye atıp Selçuk’tan uzak kalması sebebiyle oluşan pencere, savunma orta saha arasındaki mesafeydi. Yanal bunu daraltabilirse geriye koşular daha da azalır. Ve bu orta sahada, orta vadede Meireles’in yanında Alper’i de görürsek hiç şaşırmayalım. Ve tabii Volkan’ın yerine Mert’i de... Volkan’ın üstüne gelen bunca topu bir yıldır yiyor oluşunun üzerinde durmak lazım. Budapeşte’den düne...

Yanal’la ilgili eleştirilecek tek nokta oyuncu değişiklikleri...

Emenike değil Webo hem de çok önce oyundan alınabilirdi. Her ne kadar Alper’in golünde pivot özelliğini gösterdiyse de, çok yoruldu.

Yanal arayışlarına bildiği yöntemle bir çözüm buldu. Holmen sayesinde. Kocaman’a bu transfer için bir teşekkür borçlu...

01 Eylül 2013, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Selçuk ve Burak'a mahkum‘’

Herhalde maçın hemen başında Burak’ın 90 dakikayı tamamlamayacağı belliydi. Top kayıpları ve orta sahaya uzak kalmasının da etkisiyle Galatasaray önde yumuşak bir ekibe dönüştü zira. Bunun sorumlusu o değil kuşkusuz. Sneijder, Drogba, Engin ve Burak’la oynarken Galatasaray’ın Selçuk ve Melo’yu oyuna sokması kolay olmuyor.

Hele de karşısında Kamara, Erkan ve Necati’yle oyunu enine genişletmeyi ve bu şekilde hücum etmeyi bilen bir rakip varsa.
Eskişehirspor orta sahada kalabalık olmaya ekstra özen gösterince Sarı-Kırmızılılar bu bölgede oyunun kaynağı olabilecek oyuncuları hiç oyuna sokamadı. Kötü ve kaygan zemin de işin içine girince neredeyse hiçbir şey yapamadılar.

İkinci yarıya Fatih Terim Sabri ve Amrabat’ı oyun alarak ve hücum işini kanat beklerinden öne taşıyarak başladı. Kalabalık orta sahada boğuşmak yerine iki kanada oyunu akratmak mantıklıydı. Ancak böyle bir oyunda Drogba iki stoperle kaldığında arakadan destek alması da şarttı. 65’ten sonra Eskişehir orta sahası fizik olarak hafiften düştü, ayrıca oyunun boyu da uzadı. Böyle olunca Sneijder devreye girdi ve Galatasaray poziyonlara girmeye başladı. Tabii zaman zaman Es Es de... Necati’nin kaçırdığı iki net gol ve Boffin’in kurtarışları bu bölümün dikkat çekici anları oldu.

Şu bir gerçek, Galatasaray bu standarttaki deplasmanlarda belli ki bu sene de sorun yaşayacak.

Hücumda iki alternatif planı var Terim’in ama iki plan da Selçuk ve Burak’ın yüksek formuna ihtiyaç duyuyor. Dünkü gibi olursa sorun devam eder.

Zemin ve kramponlar

Olmazsa olmazlar var. Her bir oyun için. Zemin en olmazsa olmazı. Dünkü zemin ve krampon seçimleri ‘köy yolunda bisiklet lasitiğiyle Formula 1 yarışı’na benzedi. Böyle bir durum işi en başından saçma kılıyor. Bu zeminde Süper Lig oynanmaz. Ayıp.

Biri Drogba’ya söylesin

Drogba’nın herkes üzerinde bir ağırlığı ve sonsuz kredisi var. Ancak birisi çıkıp ona, “Frikikleri kullanma” demeli. Yaptığı iki vuruş da çok kötü değil, ‘hiç’ seviyesindeydi. Bu takımın 1 numaralı tartışmasız frikikçi Selçuk’tur. Hatta 2 numara da odur. Bu oyun yapısında hücuma özellikle deplasmanda bu kadar uzak kalması zaten Galatasaray’ı etkiliyor, bir de frikiklerde olmaması kabul edilemez. Bunu birinin Drogba’ya söylemesi lazım.

31 Ağustos 2013, Cumartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Yanal arıyor, bulamıyor‘’

Yanal da, “Bana 9 tane daha Kuyt lazım!” diyorsa fark yaratacak yetenekler iyi durumda değil demektir. Çünkü, ancak o zaman en çok çaba sarf eden, ‘en çok dikkat çeken’ olabilir.

Yanal direnç arıyor. Dün de bunu gösteren tercihler vardı. Sadece oyuncu tercihlerinden bahsetmiyorum. Misal Cristian’ın sürekli Wilshere’le birebir oynayışına bakın. Oyunun merkezinde belki de defansif olarak en yumuşak oyuncusunun, hücum arkasının bu temel defansif görevle donanışı. Ne kadar yaptığını tartışmıyorum. Görevi bu şekilde alışından bahsim. Neredeyse adam adama bir kovalama. Yanal’ın orta sahada bir türlü yaratamadığı direnci, her seferinde başka isimlerle ya da dizilişlerle değil, farklı savunma anlayışlarıyla aradığının bundan güzel göstergesi olamaz.

İlk maçtan farklı ve olumlu olarak savunmanın daha önde olduğu, orta sahanın önde direnç yaratmaya çalıştığı bir oyunla başlaması iyiydi kuşkusuz. İlk maçta belki de ikinci devreye sakladığı bu planla Wilshere-Ramsey ikilisi kaleye biraz uzak kaldı. Orta saha deliciliği konusunda Cazorla ve Podolski’ye kaldı iş. Çoğunlukla Egemen ve Alves doğru kademeyle onları dizginleyebildi. Ancak yine orta saha ile savunma arasındaki pencereye topu aktardıklarında kalabalık olarak Fenerbahçe ceza sahasına girdiler. Bir anlık hata ve Caner’in asiste dönen hamlesiyle Ramsey’in boşta golü buluşu da bu kalabalıklaşmanın meyvesi oldu.

Ne kadar pas seçeneği o kadar köfte


Fenerbahçe’de pozisyon olarak Selçuk Şahin’in karşılığı Arsenal’de Ramsey. Dün ceza sahası içinde altı pasa yakın noktadan 2 gol attı.

Bu nasıl oluyor?


Çok pas seçeneğiyle. Arsenal’de Sagna ve Mertesacker dışında herkes hücumun parçası oluyor çünkü. Bir oyuncu topu aldığında herkes boşa ve kaleye hareketleniyor. Siz Cristian’a Wilshere’ı gözetleme görevi verin. Hücum hattı savunmanız tarafında takip edilsin, yetmiyor. Çünkü her zaman fazladan bir pas opsiyonu var. Her top ayağında olan oyuncu için çoklu seçenekler. Ramsey böyle boşta kalıyor. Böyle golü buluyor. Hücum santrfaor sayısıyla orantılı bir güç değil.

Bir santrforun onda olsa

Giroud’nun yerine Emenike, Sow hatta Webo’nun olduğunu düşünün. Bu orta sahanın bu oyunculardan birini desteklediğini. Santrfor almakla olmuyor. Orta saha inşa etmeden hiç olmuyor. En arkadaki orta sahan dahi gole yakın olmadan olmuyor.

Genç ama olgun

Düşünün tüm kadroda 30 yaşın üzerinde sadece 3 oyuncunuz var. Taraftar transfer istiyor, takımı yeteneksiz görüyor. Sagna, Rosicky ve Arteta olmadığında takımın kadrosu 23 yaş ortalamsı civarında oluyor.
Bu tabloda ilk maçı 3-0 kazanmış, rahatlamış olmalılar. Ama oyun otomatiği aynı şekilde devam ediyor. Daha tedbirli ama istediği zaman akına yönelebilen, istediğini alabilen bir ekip oluveriyor. Bu olgunluk yaşla alakalı değil. Rolleri sindirmiş olmakla ilintili. Buna metotla çalışmak deniyor işte.

28 Ağustos 2013, Çarşamba 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Oğuzhan farkına varmalı‘’

Erciyes’te ise durum farklı. Fuat Çapa’nın kamuoyuna anlattığı oyunla üzerinde durduğu oyun birbirinin tam tersi. Hücum oyunundan total futboldan bahsediyor ancak ortada hiçbir hücum şablonu görünmüyor. Vleminckx’in attığı olağanüstü kale içine düşer taçları dahi değerlendirecek bir şablon görünmüyor. Her şey Azofeifa’nın yaratıcılığına kalmış.

İşte 4-2’yi yaratan bu..

Beşiktaş ise şablonu şekli belli bir takım.

Dün ilk yarıda Beşiktaş adına yürümeyen Almeida’ydı diyebiliriz. Ya da sadece yürüyen mi demeli? Sebep kendisi ya da oyunun yaratıclığı fark etmez daha fazla aramalı hareket etmeli. Burada yapmıyor.
Fernandes ve Atiba gibi iki yönlü orta saha lüksünün yanına Veli gibi bir savaşçı da varsa, insan doğal olarak Almeida’nın biraz kıpırdamasını bekliyor.

Bu ikiliden etkilenmesi gereken bir diğer oyuncu ise Oğuzhan olmalı. Çünkü bu iki oyuncu sürekli akın, ya da daha doğrusu akın sürekliliği garantisi demektir. Sonsuz bir deneme şansı, akıllı bir hücum şablonu... Serdar ve Ersan her ne kadar defansif zaaflar doğursa da bu kadar hücuma destek vermeye çalışırken Oğuzhan’ın yedek kalmayı kabullenmesi inanılır iş değil. Onun yeteneğinde ve durumunda olan bir oyuncunun çimleri yemesi lazım hırstan. Bu konuda Samet Aybaba’dan sonra Biliç’in de aynı kararı vermesi sonrası sorunu onda görüyorum.

Oyuna girdikten sonra yarattığı farkın farkında olmalı Oğuzhan. Yeteneğine uyanıp hakkını vermeli.

27 Ağustos 2013, Salı 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Burak'ı yok ki!‘’

Pablo Batalla’nın bir Burak’ı olsaydı Daum ve Bursa tarihi bir başarıyla taçlanabilirdi herhalde. Ama onun sadece Pinto’su vardı. İlk yarıda Daum’un planı belirgin şekilde oyunu iyi olduğu yerde oynamaktı.
Savunmada sorunları vardı. Orta saha ile savunma uzaklığını kısa tutarak oraya sızmayı iyi bilen Selçuk ve Sneijder’e alan bırakmamak istediler önce. Sonra savunmalarını öne çektiler. Ve asıl önemlisi Tuncay ve Murat’la Eboue-Hakan ikilisinin üzerine gittiler. Böylece iki savunma kanadı, hücuma sistemin istediği kadar sık gidemedi.

Ancak o kapadıkları pencereyi pas değilse de vücut mücadelesiyle geçen Hamit’in pasıyla Burak golü buldu. Burak daha önce de Civelli’nin üzerine hareketlenerek pozisyon bulmaya çalışmıştı. Bir kez Frey’e takıldı, ikincisinde attı. Sanırım bu ilk yarının son dakika golü Terim’i etkiledi. Bursa’nın oyun disiplinini kaybedeceğini düşünmesi normal. Bunun olmaması enteresan. Daum çok küçük hamlelerle takımının şeklini değiştirdi ve Batalla komutasında hiç oyundan kopmamayı başardılar.

Ve Terim’in değişiklikleri geldi.

Önce Drogba... Buna itiraz etmem. Ama yerine giren oyuncu Çolak olunca orta sahaya katkı yapmak bir yana, oradaki disiplin darmadağın oldu. Umut olsa Selçuk’un varlığı manalı olacaktı, arkaya koşu yapan iki adamla. Ama Umut girdiğinde Selçuk çıktı bu sefer. Yani bu seviye düşürdü sadece. Daum’unkiler ise maçı değiştirdi. Fazlasını alamayışı Batalla’nın bir Burak bulamayışından.

En iyisi Batalla

Batalla kadar istikrarlı bir zirve oyuncuyu bu ülke az gördü. Türk olsa Milli Takım’ın en değişmez adamı olur mu? Olur... Arjantinli olmasa sadece Brezilyalı olsa milli takımda oynayamaz. Doğru mu? Doğru. Fernandes ve Sneijder dahil olmak üzere gole sürekli bu kadar yakın olan başka bir 10 numara var mı? Yok. O zaman ona Pinto’dan iyisini bulacaksınız ki gol kralı yapsın. Enes’e attırdığı gol zaten onunla ilgili çok şey anlatıyor. Kim olsa vurur, yüzde 90 gol olurdu. O yüzde 100’ü yaptı. En iyisi o, hem de uzun zamandır.

Burak’ı satmak mı!

Bu takımda akla satmayı dahi getiremeyeceğiniz 2 oyuncu var. Selçuk ve Burak. Burak’ın bu kadar dedikoduların göbeğinde oluşunu anlamak mümkün değil. Kabul, Burak Yılmaz her maç kendisini ispat etmek zorunda. Böyle bir durumu var. Bunun için de biraz tedirgin olmalı ama bu kadar odakta olamaz.

Herkes %40’ında

Peki Galatasaray neden kaybetmedi? Çünkü takım şekli değişikliklere kadar bozulmadı. Terim’in yaptığı iyi işlerin en başında bu geliyor. Takım şekli olarak ayakta kalışları onların garantileri oldu. Ancak performans olarak A’dan Z’ye kimse yüzde 70’lere çıkamadı. Yüzde 40’larda kaldılar. Dün Daum da Bursa’ya bunu kazandırabildiği için bu kadar fark yarattı. Oyunun boyu hiç uzamadı. Bunun dizilişle alakası yok. Bu mesafelerle alakalı. Terim 3 senedir takımını belli mesafede oynatıyor. Daum da bunu yaptığı için fark yarattı.

26 Ağustos 2013, Pazartesi 12:00
YAZININ DEVAMI

‘’Sorun orta alan‘’

Fenerbahçe maçlaraında her hafta üç aşağı beş yukarı aynı yazıyı yazmak mümkün. Ciddi orta saha zaafları olan bir takım çünkü. Sorun bu. Ersun Yanal bunun farkında olmasına, tüm tedbirlerini buna göre almasına rağmen durum bu üstelik. 4-4-2’ye dönecek kadar... Gökhan ve Caner iki kenarda aslında orta saha oynayacak, orta sahada merkez özellikli 4 oyuncuyla orada kalabalık olacak. Sorun belli, teşhis doğru ama tedavi edecek malzeme kıtlığı var. Şu açık, Ersun Yanal elindeki özellikle orta saha kadrosunun iyi planlanmadığını biliyor. Yaptığı hamlelerden bunu görmek kolay. Bu kadar değişikliğin verdiği mesaj bu.
Bu değişikliklerle ilk 45 dakikanın ilk yarısında direnç sağlandı. Fakat sonrasında maçın adamı Mert. Sahanın en iyisi. Ve bu çok da iyi olmayan Erkan Zengin’in şov yapma peşinde olduğu, sonradan giren Necati’nin vuruş becerisini sergileyemediği bir takıma karşı oluyor. Bu Eskişehir dahi ikinci yarının büyük bölümünde akın sürekliliği ile Fenerbahçe’yi kalesinin etrafına sıkıştırdı. Yine kontratak yok. Fenerbahçe ilk gol pozisyonunu
89. dakikada kaçırdı. Sahanın belki en kötülerinden Emenike’nin ortasında diğer kötüsü Kuyt’la gol bulabiliyor. Bu her zaman olmaz.

Kahraman Mert

Mert arkadaşlarını, hocasını, yanlış penaltı kararı veren hakem İlker Meral’i, hemen herkesi kurtardı dün. Necati’in penaltısını kurtarmak iştir. Ama daha önemlisi, sonrasında Tarık’ın attığı şutu çıkarışıydı. Kalabalık arasından gelen, yerden köşeye vuruştaki uzanışı olağanüstüydü. Yanal kaleyi temelli ona verse kimse bir şey diyemez.

Kuyt burada oynarsa...


Gol dışında yok. Korkunç pasa hataları, top ve alan kayıplarıyla takımının akın yapamayışında başrol onun. Ama zaten ondan oyunu kurması, topu ileri taşıması beklenmez ki... O ileride karambol kovalayan yılmaz bir savaşçıdır. Ondan bu kadar geniş alanda bir şey alamazsınız. Kaleye yakın olmalı. Takımca kaleye yakın oynarken, o da orayı karıştırmalı. Yoksa olmaz.

Kontrasız Emenike


Kontaratak bir oyuncunun topla koşmasıyla değil, organizasyonla olur. Eğer orta sahada pas istasyonları bulmazsanız, kontra yapamazsınız. Emenike de öyleydi işte. Eğer Emenike kontra yapamıyorsa bunu ona soracağınız kadar takımın orta sahasına da soracaksınız. Sorunu onunla anlamak daha kolay.

En iyi sol bek


En iyi sol bek performansı şu ana kadar Caner’den geldi dün. Hem defansif olarak hareketliydi, hem de takımını ileri taşımak için çaba sarf etti. Maçın sonunda dahi ileride basan, orta yapan adam oldu.

25 Ağustos 2013, Pazar 12:00
YAZININ DEVAMI