Arama

Popüler aramalar

‘’Yemin etse...‘’

Sıradışı çıkışlarıyla ve söylemleriyle klişeleri kıran, söyledikleri üzerine yapılan polemikler devam eden Bernd Schuster, Gaziantepspor maçının ardından çok önemli bir itirafta bulundu. Lig TV’den Ömer Güvenç’in canlı yayınına katılan Alman çalıştırıcı, bir soruya “Eğer Trabzonspor 14 puan farkla ligi kazanamazsa bu bir mucize olur” yanıtını verdi. Ancak tercümanı Tuğkan Keçecioğlu, bu söylemi önce “Şampiyonluğun hiç de kolay olmadığını söyleyebilirim” diye çevirdi. Hemen sonrasında ise “Trabzonspor için kolay değil” ifadesini kullanarak, düzeltme yaptı. Ama orada Schuster şampiyonluğun kendi takımı açısından bir mucize olduğu itirafında bulunmuştu. Bu önemli sözler, FANATİK Gazetesi dışında kamuoyunda hiçbir yayın organında yer almadı. Burada önemli olan Schuster’in bu açıklamayı yapmasına karşın, görevli tercümanın ‘söylemi’ kendi inisiyatifiyle mi yoksa daha önce kendisine verilen bir talimatla mı değiştirdiğidir. İki durumda da sonuç olarak spor kamuoyu yanıltılmış oluyor. Sonuçta Schuster başta Beşiktaş camiası olmak üzere herkese önemli bir mesaj veriyor ve buradan artık “Benim şampiyonluğum mucizeye kaldı” yorumu çıkıyor. Ama Alman teknik adamın sözleri doğruca yansıtılmıyor. Belli ki, Schuster’in sözlerinin sürekli polemik oluşturmasından sıkılan yönetimin tutumu gereği böyle bir yol izleniyor. Ancak doğru yorum yapabilmek için Beşiktaş’ın hocasının tam olarak ne demek istediğinin bilinmesi gerekiyor. Futbol oynadığı dönemlerde de asi tavırlarıyla tanınan Schuster’in birinden bir çekincesi olsa zaten her zaman istediği gibi konuşmaz. Yani Schuster söylemek istemeyeceği şeyi zaten söylemez, onu sansürlemek de ne oluyor. Örneğin 60’ların futbolu tanımlaması şimdiden Türk futbol literatürüne giren ‘Sarı Melek’in Türkiye’deki kariyeri boyunca bu sözler hep karşısına çıkacak ve kendisine karşı bir silah olarak kullanılacak.

Daha önce bir Avrupa Kupası maçı sonrasında yayıncı kuruluşun spikeri Uğur Önver, Schuster ile Almanca olarak yaptığı röportajda Alman teknik adamın Fenerbahçe için yaptığı ‘yaralı hayvan’ benzetmesini aynen yansıtınca ortalık karışmıştı. O günden sonra basın toplantıları dahil Schuster’i bir daha kendi ana dili Almanca’da röportaj yaparken, gören olmadı. Bir Alman’ın her ne kadar uzun yıllar İspanya’da kalmış olsa da Türkiye’de sürekli İspanyolca konuşması size de ilginç gelmiyor mu? Yoksa bu Almanca’nın ülkemizde daha çok bilinirliğinden mi kaynaklanıyor... Şu tercüme bürolarının önündeki ‘yeminli’ kelimesi olmasa ne olur diye düşünürdüm hep... Şimdi ise cevabını buldum: “Çünkü yemin etse başı ağrımaz”.

21 Aralık 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Avrupa'da başka!‘’

Yerel anlamda ligin ilk yarısında başarısız olarak nitelendirebilecek çift kişilikli Beşiktaş, Avrupa’daki kimliğinde ise rakip tanımama özelliğini koruyor, hatta Schuster’in öğrencileri o kadar konsantre oynadılar ki, dünkü formalite maçında canlarını dişine takarak, grubu galibiyetle bitirdiler.
“Aynı motivasyon ve konsantrasyonu asıl ihtiyaçları olan Eskişehir deplasmanında, daha önce İnönü’deki Kasımpaşa, Konyaspor ve İstanbul Belediye gibi şok puan kayıplarının yaşandığı maçlarda niye gösteremediler” diye düşünmeden geçemiyor insan...
Dün gece haliyle gözler Beşiktaş’ın pazar günü Gaziantep karşısında dört elle sarılacağı Quaresma’nın üzerindeydi. Yakında gelecek vatandaşlarıyla takımda yeni bir klan oluşturup, takımdaki yabancı hükümranlığını ele geçirecek olan Portekizli, sakatlıktan bu kez ayakları yere daha sağlam basar dönmüş gözüktü. Görev aldığı bölümlerde etkili olduğu anlar vardı, o soğuk havada tribünlere gelmiş taraftarların gözünün pasını sildi. Attığı goldeki vuruş çok klastı, sezon başındaki performansını anımsattı. Siyah-Beyazlılar sanırım Quaresma’nın bu kez sakatlanmadan saha kenarına gelmesine çok sevinmişlerdir. Yine uzun bir aradan sonra Siyah-Beyazlı formayı giyen, geçen sezonki performansıyla tribünlerin sevgilisi haline ama Schuster’in savunmayı önde kuran anlayışının en zayıf halkası olan Ferrari belki de İnönü’de son kez taraftarının önüne çıktı. O da fena değildi. Burada Cenk Gönen için bir parantez açmadan geçmek olmaz. Genç file bekçisi ‘öylesine’ bir maç oynanmasına rağmen her zaman olduğu gibi işine konsantreydi, hata yapmadı, refleksleriyle geçit vermedi. Beşiktaş, Rapid Wien’li oyuncuların aşırı sert oyununa karşılık sadece Zapotocny’i fire verdiği için şükretmeli. Ernst’in ilk yarının son dakikasındaki golüyle aslında maç iki taraf için de bitti ve Beşiktaş, Gaziantep sınavı öncesi iyi bir prova yaptı.

16 Aralık 2010, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dalga geçercesine...‘’

Beşiktaş’ın zirve yarışına tekrar ortak olabilmesi adına 12 puan toplamayı hesap ettiği 4 maçlık nispeten kolay diye lanse edilen periyodun son ayağıydı Konyaspor karşılaşması.

Bayram etkisi İnönü’de olağanın çok üzerinde bir tribün coşkusu oluşturmuştu. Ancak Siyah-Beyazlılar oyunun başından itibaren fiziksel direnci beklenenin çok çok üzerinde bir rakip buldular, karşılarında...

Belki de bu durum Beşiktaş’ın fiziksel eksikliğinden kaynaklanıyordu. Granjciar’ın kendi kalesinin önünden alıp, 70 metre sürükledikten sonra net bir vuruşla Cenk’i avladığı pozisyon bu fiziksel mukavemetin en önemli göstergesiydi. Beşiktaş Guti gibi bir çilingirin eksikliğini belirgin ölçüde hissederken, Quaresma’nın bireysel çabaları da işe yaramıyordu. İşte tam bu noktada sahneye çıkan Kere’nin ters ve talihsiz kafa vuruşu Kartal adına umut ışığı oldu. Q7’nin teknik, Nobre’nin özveri, Tabata’nın çabukluk ve Holosko’nun bitiricilik unsurlarının ön plana çıktığı ikinci gol Beşiktaş’ın soyunma odasına psikolojik üstünlükle girmesini sağladı. Q7’nin sakatlanıp çıkması Beşiktaş’ın zaten az olan oyun estetiğini iyice sıradanlaştırdı. İkinci yarının ilk 15 dakikası içerisinde önce Holosko, sonra Tabata’nın kullanamadığı mutlak fırsatlar Beşiktaş’ın derbi öncesi erkenden dinlenme moduna geçmesine neden oldu.

Nitekim Granjciar’ın umulmadık golü Kartal’ın bitime yarım saat kala yine strese soktu. Burada yerini kaybedip, sahanın en iyilerinden Hakan Aslantaş’ı arka direkte bomboş bırakan Erhan bir kez daha “Ben bu takımın oyuncusu değilim” dedi.

Schuster’in, Ersan’ın sakatlığı sonrası Aurelio’yu stopere çekmesi, en az bu forvet yokluğunda Fatih’i kadroya almaması kadar şaşırtıcı ve dalga geçercesine bir tavır. Özellikle Fatih konusu kamuoyu nezdinde açıklığa kavuşturulmalı.

Schuster’in takımı üretkenlikten çok çok uzak. Zaten bu dörtlü fikstür paketinden sadece 8 puan çıkarmaları da, şimdiden yarışa havlu atmaları anlamına geliyor.

21 Kasım 2010, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Schuster işine baksın!‘’

Aslında bu sonucun ortaya çıkması kimseyi şaşırtmamalı... Gaziantep Belediyespor karşısında alınan yenilginin gelişi, Kasımpaşa maçından belliydi. Ev sahibi, her ne kadar ilk 11’in yarısını kenarda tutmuş olsa da en azından futbol oynamak için sahaya çıkmıştı.


Orta alanda daha iyi pas yapan, oyunun temposunu istediği zaman yükselten istediği zaman düşüren de,daha bilinçli olan taraf da Mavi-Beyazlı kulüptü. Aldıkları galibiyetten dolayı onları tebrik etmek gerekir. Beşiktaş, takım ruhunu yitirmiş, ikinci sınıf bir ekip gibi futbol oynamaya devam ediyor. Ne yapmaya çalıştıkları belli değil. Sanki sahaya hiç taktik çalışmadan çıkmış gibiler ve olduğundan çok erken bir bitkin görüntü içine girmişler. Belki bunda sezonu temmuz ayında açmış olmanın ve henüz kasım ayının başında 23. resmi maçlarına çıkmalarını da etkisi olabilir.

Ama enerjilerinin bu kadar erken bitmesi, anlaşılır gibi değil. Geçen sezon Galatasaray da aynı dertten muzdarip olmuştu. Ancak Sarı-Kırmızılılar en azından ilk 8 haftada 22 puan toplamışlardı. Beşiktaş adına işin kötü tarafı ise düzeleceklerine dair en ufak bir belirti olmaması.

Bu olağandışı düşüşün sorumlusu doğal olarak teknik adamdır. Schuster, manevra kabiliyeti olmayan bir teknik direktör olduğunu şu ana kadar gösterdi. Ya B Planı yok ya da bildiği başka birşey...

Ligin tepesindekilerin iyi futbol oynamadığından dert yanan Alman hoca, işine baksın. Veya rakiplerini düşüneceğine (!) kendi takımındaki sorunlarıyla ilgilensin. Siyah-Beyazlılar, Mersin İdmanyurdu’nu ancak 120 dakika sonunda Guti’nin ekstra futboluyla geçmişti. Eee, dün gece rakip Mersin’den daha güçlü olup, sahada da vasatı aşan bir Beşiktaşlı olmayınca mağlubiyet kaçınılmaz oldu.

12 Kasım 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şaşırtıcı‘’

Henüz 4 gün önce Porto gibi bir takım karşısında ve deplasmanda tur kapısını aralayan, sonucu alan Beşiktaş’ın, bir sonraki maçta rakip kim olursa olsun ne kadar kötü olabileceği sorusuna verilecek en negatif cevap bile, dün geceki gibi bir görüntüsünü tasfir edemezdi. ‘Guti ve Quaresma’ derken Allen Iverson’ın da gelişi, İnönü’deki olağandışı pazartesi kalabalığını iyice hareketlendirmişti. Daha maçın başından itibaren Beşiktaş’ta bir gariplik olduğu belliydi. Bu görüntü de Schuster’in hiç gereği yokken iki beki birden değiştirmesi, göze çarpan ilk olumsuz durumdu. Alman çalıştırıcı bazı oyuncularını dinlendirmeyi amaçlıyor. Ancak sezon başından beri yapamadığı birşey var; o da takım kurgusunda bir iskelet oluşturamaması.

Avrupa liglerinin en çok gol yiyen takımlarından birine karşı Siyah-Beyazlılar’ın tek pozitif hücum organizasyonuna, maçın sonlarına kadar girememesi akıl alır gibi değil. Schuster yumurta kapıya dayanınca Q7, Hilbert ve Tabata ile tüm kozlarını oynadı. Ancak bu da Beşiktaş’a fayda getirmedi. Mücadele o kadar sıkıcıydı ki, Iverson bile daha fazla dayanamayıp 80’de stadı terketti. Beşiktaş adına gecenin tek olumlu yönü, Ersan’ın performansı. Henüz bir sezon önce Bank Asya’da mücadele eden genç oyuncu, arkadaşlarına nispet yaparcasına oynadı ve ayakta kalan tek isimdi.

Maçın son bölümünde yaşananlar, skor kadar şaşırtıcıydı. Oysa ki, Beşiktaş’ın Porto deplasmanında aldığı sonuçla geri döndüğünü sanmıştık. Gerçekten bu kadar yıldıza sahip bir takımın böylesine ‘bitik’ görüntüsü, hayal edilir gibi bile değil!

09 Kasım 2010, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Oldu bu iş!‘’

Maçın başında Bobo biraz daha kıvrak olabilse umduğundan çok daha önce Beşiktaş’ın öne geçmesi işten bile değildi. Beklenmedik derecede moralli ve olumlu bir başlangıç olacaktı Kara Kartal adına... Rakip, sahaya cezalıları dışında ideal 11’yle çıkmıştı. Hulk da, Falcao da, Belluschi de, Rodriguez de sahadaydı. Ancak akılları hafta sonunda ezeli rakipleri Benfica ile oynayacakları dev maçtaydı. Oyunu rolantide götürüyorlardı. Agresif, çok basan, bunaltan bir mantalite içinde olmadıkları her hallerinden belliydi. İşte tam o sırada sahneye bu sezonun kahramanlarından (!) Hakan Arıkan çıktı ve yaptı yine yapacağını... Hiç gereği yokken, penaltıyı çaldırttı. Ama Rüştü de, Cenk de sakat olunca ve Hakan’a mahkum kalınca bu son kaçınılmaz oluyor.

İkinci devrede ise bambaşka bir Beşiktaş sahadaydı... 45 dakika boyunca, hatta sezon başından bu yana tek müsbet hareketi olmayan Tabata çıkıp, Holosko girince dengeler Beşiktaş lehine değişti. Rodriguez’in atılması Siyah-Beyazlılar’ın ekmeğine yağ sürdü. Geldiği günden bu yana eleştirilerden kurtulamayan Nihat Kahveci yaklaşık 1.5 sezon boyunca en olumlu hareketini yaptı. La Liga’da attığı gollerden birini vizyona yeniden koydu. Holosko ve özellikle Bobo’nun direkten dönen akıl dolu vuruşları Beşiktaş’ı herkesi şaşırtacak bir zaferden etti. 15 resmi maçta yenilgi yüzü görmeyen Porto’dan alınan 1 puan hem moral açıdan hem Kartal’ın Avrupa’daki geleceği açısından çok önemli. Rapid Wien’in de evinde CSKA Sofya’ya kaybetmesiyle Beşiktaş bir önceki karşılaşmada tehlikeye attığı tur şansını yeniden maksimuma yükseltti. Artık Aralık ayı başında Bulgaristan’da alınacak bir beraberlik bile Siyah-Beyazlılar’ın gruptan çıkmasına rahatlıkla yetebilir.

05 Kasım 2010, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ya Guti olmasaydı!‘’

Avrupa Ligi için sezonu herkesten çok erken açması yetmiyormuş gibi bir de kupa ekstrası vardı Kara Kartal’ın... Ancak bu kupa ekstrası öyle bir döneme denk geldi ki, belki de bir çıkış yoluydu Beşiktaş için... Rakip de Mersin İdmanyurdu olunca Siyah-Beyazlılar’ın turu kolayca geçip, Türkiye Kupası’nda gruplara kalmasından daha doğal bir şey düşünülemezdi. Yıllardır Süper Lig özlemi çeken Bank Asya 1. Lig temsilcisi her ne kadar bir alt kategori takımı olsa da kadrosunda Fatih Egedik, Hasan Üçüncü, Erdal Güneş gibi Süper Lig tecrübesi bulunan oyuncular bulunduran bir takımdı. Ayrıca yeni hocası Nurullah Sağlam da aynı derecede deneyimli bir teknik adamdı.

Beşiktaşlılar büyük ihtimalle maç boyunca doğal sonucun bir an önce oluşmasını beklediler. Ama Siyah-Beyazlı futbolcular, karşılaşma boyunca bu yönde bir ışık vermediler. Karşı sahada 90 dakika boyunca baskı kurdular ama rakibi boğan, bunaltan, istediğini alan bir görüntüden çok uzaktılar. Hal böyle olunca maç uzatmaya gitti. Oysaki sahada Guti, Bobo, Zapotocny, Fatih Tekke gibi klas ayaklar da vardı. Mersin’in gardı ise Hasan Üçüncü’nün atılmasından sonra düşmüştü. Uzatmada pek dayanamayacakları her hallerinden belliydi.

Guti’nin dışarı giden vuruşu defansa çarpıp gecenin kahramanı Eser’i yanılttı. Olmayacak bir top gol oldu. Oldu da, bu maçın uzatmaya gitmesi Kartal adına hiç mi hiç iyi olmadı. Çünkü böylesine ağır sahada 120 dakika top oynadıktan iki gün sonra bu kez Süper Lig’de kendileri gibi acil puana ihtiyacı olan Sivas’a karşı çok daha zorlu bir mücadele verecekler. 33 yaşındaki İspanyol yıldız kariyeri dolasıyıyla dünkü maça burun kıvırarak angarya gözüyle bakma lüksüne sahipti. Ancak böylesine ağır bir sahada 120 dakika savaştı, gecenin en klas hareketlerini yapan isimdi. İkinci golde Bobo’ya attığı milimetrik pas, gözlerdeki pası sildi. Dün gece forma giymeseydi, Beşiktaş adına bir kupa şoku yaşanabilirdi. Genç Onur ısındıkça “Ben bu takımın futbolcusuyum” mesajını verirken, Tabata ile Holosko ise ısrarla “Biz Beşiktaş’ın futbolcuları değiliz” diyorlar.

29 Ekim 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tabata atılınca bitti‘’

Eksiklerin çokluğu, Manisa karşısında Schuster’in oyun planını değiştirip 4-3-1-2’ye dönmesini zorunlu kımıştı. Alman teknik adamın genelde pek kullanmadığı çift santrforlu şablonda hücum hattını, özellikleri birbirine benzer olan, koşan, savaşan, dirençli orta saha üçlüsü Ernst-Fink-Necip destekliyordu. Bu üçlüden bu sezon ilk kez forma giyen Fink, sanki hiç maç eksiği yokmuşçasına ve takımdan ayrı kalmamış gibi oynadı.

Oyuna ofansif baskıyla başlayan Beşiktaş rakibini tam afallatmışken genç Necip’in orta sahada kaptırdığı topta, Simpson’ın akıl dolu pasıyla buluşan İsaac çabukluğunu kullanarak golü yaptı. Kartal’ın çok geçmeden Bobo ile eşitliği bulması onlara kaybettikleri psikolojik üstünlüğü geri getirdi. Beşiktaş’ın golünde Nobre’nin inatçılıkla birleşen takipçiliği de önemli bir etkendi. Schuster, Ferrari’yi Makukula ile eşleştirmişti. Ama İtalyan savunmacı Portekizli golcü karşısında yetersiz kaldı.

İkinci yarının başında Dixon’ın golü ve Tabata’nın kırmızısı Beşiktaş’ın kimyasını bozdu. Siyah-Beyazlılar için maç da bu noktada bitti. Manisa’nın Yiğit ile bulduğu üçüncü gol tam bir teknik adam kurnazlığı... Beşiktaş’ın son 5 dakikadaki müthiş baskısı sadece Ernst’in golüne yetti, o da hiç bir şeye yetmedi. Maç bitiminde koşmaktan ve enerjisini sonuna kadar harcamaktan yere yığılıp kalan Hilbert’in de emeğine yazık oldu. Sezona girerken yaptığı transferlerle yere-göğe sığdırılamayan Beşiktaş, son 4 lig maçında 8 puan kaybetti ve zirve yarışında çok ağır yara aldı. Çözüm üretip bu negatif tabloyu bir an önce tersine çevirmesi gereken kişi Schuster’dir! Akılcı oynayıp fırsatları kullanarak Beşiktaş’ı İnönü’de deviren Manisaspor’a da tebrikler...

17 Ekim 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI