Arama

Popüler aramalar

‘’Bir santrfor şart!‘’

Bobo, Nobre, Holosko, Nihat, Fatih Tekke, Quaresma, Tabata ve hatta Guti... Tam dokuz hücuma dönük oyuncu... Bunlardan beşi santrfor olarak tanımlayabileceğimiz cinsten...

Ama bu zengin hücumculu kadronun, şu ana kadar ofansif anlamda ne kadar verimli olduğu sorusunun cevabı pek olumlu olmayacaktır. 4 gollü galibiyetlerle biten Ankaragücü ve Karabükspor maçlarını bir kenara koyarsanız, diğer karşılaşmaların hepsinde Beşiktaş’ın ofansif anlamda beklenen verimde olamadığını ve zorlandığını görürsünüz. Bu eksiklik özellikle Fenerbahçe ve Trabzonspor karşısında bir kez daha tüm çıplaklığıyla gözler önündeydi.

Schuster’in öğrencilerinin sorunu, son vuruşu yapamamakta. Yoksa topun rakip ceza sahasına kadar gelişi konusunda bir sorun bulunmuyor. Zaten meşin yuvarlağı o noktaya kadar taşıyacak birçok yetenekli ayak var artık kadroda. Ama bu bölgede son vuruş ustası bir isim hala elde avuçta yok. Hakkını yememek lazım. Bobo, Siyah-Beyazlı formayı giydiği günden bu yana şüphesiz en verimli sezonunu geçiriyor. Kilo vermesiyle fiziki dezavantajı ortadan kalkmış durumda. Bu, atletik özelliklerinin de ortaya çıkmasına neden olunca haliyle daha iyi bir Bobo seyrediyoruz. Ancak, Brezilyalı bu yükü tek başına kaldırabilecek bir santrfor değil. Gerçi Beşiktaş genelde 4-2-3-1 oynuyor ama en azından iç saha maçları için yanında kendi kadar iyi bir alternatif eksiği sözkonusu.

Topu ileri taşıyan ama son vuruş eksiği bulunan Holosko, inisiyatif almaktan hep kaçan ve tipik santrfor özellikleri taşımayan Nihat, bir var-bir yok Nobre ile transferin son gününde alınan ancak sakatlık problemleri yüzünden henüz kadroya dahi giremeyen Fatih Tekke bu boşluğu şu ana kadar dolduramadı. Quaresma ve Guti gibi hücum gücünü tamamlama açısından dünya çapında bir santrfora ihtiyaç olduğu aşikar. Ara transfer için Luis Fabiano’nun ismi geçiyor. Bu isim Fabiano olur, Robbie Keane olur ama olmak zorunda. Fenerbahçe’nin Mamadou Niang örneğinde yaptığı gibi Kartal’ın da, takımı da sırtlayacak, işi direkt gol atmak olan bir nokta santrfora ihtiyacı var.

16 Ekim 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’What do you think Hiddink?‘’

Almanya’nın Türkiye’yi yenmesi ‘normal sonuç’ dedi maçtan sonra Hiddink... Katılmamak elde değil, kesinlikle olağan bir durum. Ama böyle bir takımla karşılarına çıkarsanız kaçınılmaz bir son halini alır sizin için aynı zamanda, hatta hezimete uğramadığınıza bile şükredersiniz. Ayrıca olağandışı işler yapmayacaksa Hiddink niye anormal şartlarla geldi Türkiye’nin başına?

“O niye yok, bu niye var?” başlığı altında milli takıma oyuncu seçme kriterlerini eleştiren kısır tartışmaların içinde olmak kime ne kazandırır, bilemem. Ancak Türk Milli Takımı’nın teknik heyetinin göstere göstere, adalet ve mantık sınırlarını zorlarcasına yaptığı tercihleri görmezden gelmek de olmaz.

Her şeyden önce Volkan Şen’i kadroya almamak, Türk Futbolu’na ihanettir. Bursa’nın tarihi başarısında önemli pay sahibi olan, form düzeyi hala üst seviyede seyreden, Yeşil-Beyazlılar’ın Şampiyonlar Ligi’nde kaybettiği iki maçta da en çok göze batan ismini dışarıda tutup, ligde bu sezon sadece 90 dakika forma giyen Özer’den kahraman yaratmaya çalışmak da neyin nesi? Hiddink, Özer’i nerede seyretti de, maden bulmuşcasına grubun en kritik maçında sahaya sürdü. Yoksa Süper Lig maçlarını genelde izlemeyen Hollandalı, Fenerbahçe antrenmanlarının mı müdavimi? Tuncay’ın torpili ne? Fransa’da PSG’de sürekli şans bulan Mevlüt’ün suçu ne? İlk aşamada Türkiye’yi Belçika’ya tercih eden Sinan Bolat neden “Oğuz varsa biz yokuz” diyor. Niye İspanya Ligi’nin lideri Valencia’da daha ilk sezonu olmasına rağmen değişmezler arasına giren Mehmet Topal yok? Yoksa bu yokların önünde ‘çetin’ bir engel mi var!

Bir diğer mesele Bundesliga’nın en formda 3 oyuncusu arasında gösterilen Nuri Şahin oynadı da ne oldu? Burada Nuri’nin suçu yok, onun yerine iki ülkeyi birbirine düşüren Mesut olsaydı da aynısı olurdu. Çünkü Nuri sistemin içinde var, Türkiye gibi sistemsizliği benimsemiş ve başarılara doğaçlama yollarla giden bir ekolün içinde zaten olamaz.
Not: Herkes eleştiriyor ama Sabri’yi savunmanın solunda görevlendirip, rakibin sağ kanatta sürekli içeri katederek oynayan ismi Müller’i, ters ayaklı bir bekle durdurmak fikri bu kadar yanlışın içersindeki tek doğru olarak görülebilir... Ama orada adama sormazlar mı “İbrahim Üzülmez daha ne yapmalı?” diye...

10 Ekim 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Büyüdükçe küçülmüş!‘’

Sade, mütevazı ve yaşının çok üzerinde bir olgunluk taşıyor. Tavırlarıyla adeta “Ben uzaylı değil, sizin gibi bir insanım” der gibi... Karakteri de futbolu gibi tartışılmaz bir süperstar.

Barcelona’nın kalbinde yer alan ünlü bira markası Estrella Damm’ın fabrikasındayız. Ancak tarihi mekan bu kez farklı bir etkinliğe ev sahipliği yapıyor. Dünyanın en iyi futbolcusu olduğu artık tescillenen Lionel Messi burada Altın Ayakkabı (La Bota de Oro) ödülünü alacaktı. Binaya doğru ilerlemekte bir hayli güçlük çekerken, çığlık ve bağırış sesleri kulağımı tırmalıyordu. Polis trafiği kestiği için 300 metre geride taksiden inip, ödül töreninin yapılacağı yere yaklaştığımda içeri girmekte bir hayli zorlandım. Dışarıdaki insan kalabalığını yarıp, geçmek hiç de kolay olmadı. İlgi, geçen yıl Madrid’de gerçekleşen ve Diego Forlan’ın ödül aldığı törenle karşılaştırılmayacak derecede fazlaydı. Bir de söz konusu Messi olunca onu uzaktan görebilmek için bile binlerce insan kapının önüne yığılmıştı. Yani tam anlamıyla bir ‘Messimania’ durumu söz konusuydu.

Ve beklenen an geliyor
Birbirine karışan çığlık sesleri ve çılgın hareketlilik, Messi’nin geldiğinin habercisiydi... Arjantinli süperstar, halkını selamlayan krallar gibi hayranlarına gülücükler dağıtıp, el sallayınca gürültünün dozajı biraz daha arttı. Sahnede Stoichkov’dan, Puyol’a birçok ünlü ismin övgülerİ sonrasında müthiş gollerini bir kez daha izledik ve içimizden “Ne müthiş yetenek” demeden geçemedik. O, mütevazı adımlarla Altın Ayakkabısı’nı almak için sahneye ilerlerken, anılar zihnimde tazelendi. Ödülü daha önce kazanan futbolcular arasında bir Türk’ün bulunması da gurur vericiydi. Çocukluğumuzda Tanju Çolak, Altın Ayakkabı’yı alınca ne sevinmiştik...

Yüksek karakterli bir yıldız
Röportaj zamanı yaklaştıkça heyecanımız bir kat daha arttı. İspanyol televizyonuna canlı yayına çıktıktan sonra görüşme imkanı bulduğumuz Messi olağan tavrıyla sizi de rahatlıyor ve adeta “Ben de sizin gibi bir insanım, uzaylı değilim!” diyordu. Soruları içtenlikle cevaplayan Arjantinli yıldız önemli açıklamalar yaptı. İlgi yağmuru altında resim çektirip, imza dağıtmaktan bunalan Messi röportajın ardından törenden ayrıldı. Siyah Maserati’si ile kalabalığın çılgın bağrışlarını yararak, giderken Messi ile görüşen ilk Türk gazeteci olmanın heyecanını yaşıyordum. Gerçekten içten, samimi, mütevazı biri... Zaten sahadaki tavırlarından da anlaşılabileceği gibi yüksek karaktere sahip bir yıldız... ‘Büyüdükçe küçülmüş’ deyimi herhalde sözün özü olur.

Kaan Bora/FANATİK Çok Özel

05 Ekim 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bu üç puan Ernst'in eseri‘’

Fenerbahçe derbisinde teorik olarak 2 puan kaybedilmiş gibi gözükse de, Bobo’nun son dakikalarda attığı golün takıma sağladığı moral motivasyon büyüktü. İşte derbide kaybetmemenin verdiği psikolojik üstünlükle Antalyaspor karşısına çıktı Siyah-Beyazlılar. Schuster, takımını üç ön liberoyla sahaya sürdü. Bu saha dizilişi, Guti’nin yokluğunun gerekli kıldığı bir zorunluluk muydu, tartışılır. Antalyaspor gibi İnönü’ye bir puan almaya geldiği her halinden belli olan bir rakip karşısında, 3 defansif orta saha oyuncusundan biri kenarda tutulup, pekala Nobre ile başlanabilirdi.

Beşiktaş özellikle ilk yarıda o kısır orta sahanın pozisyon üretiminde güçlük çekmesini büyük ölçüde hissetti. Ancak bu üç isimden, hatta diğer 10 arkadaşından ayrı bir kenara koymak gerek Ernst’i... Tam bir Alman Panzeri’ydi. Maçın en iyi işlerini; rakibe baskı, pas alışverişlerini, herşeyi yaptı. Tabii burada Bobo için de ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Brezilyalı, Beşiktaş’a geldiğinden bu yana en diri sezonunu geçiriyor. Özellikle ikinci golde yaptığı doğru koşu sonucundaki klas gol vuruşu, Türkiye’de pek az forvette bulunan bir özellik.

Schuster’in kaleci konusundaki ısrarı anlamsız. Belki Hakan’ı kazanmak adına öğrencisini sahaya sürdü. Ama bu tercih Beşiktaş’ın neredeyse 2 puanına mal oluyordu. Villarreal maçında ilk kez eldivenleri giydikten sonra Cenk, rüştünü ve Beşiktaş’ın birinci kalecisi olduğunu ispatlamıştı. Hilbert de gol pozisyonunda Hakan’ın kurbanı oldu. Yoksa Alman, sağ bekte iyi bir alternatif olduğunu gösterdi. Beşiktaş ligin diri takımlarından birini zor da olsa yendi. Ama Fenerbahçe karşısında olduğu gibi genelde oyunun hakimi olması, Kartal’ın ayrıcalıklı tarafıydı.

26 Eylül 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş yıpranmadı‘’

CSKA Sofya küçümsenecek bir rakip değildi. Uzun yıllar önce olsa da Avrupa Kupaları’nda üç kez yarı final oynama başarısına ulaşmış bir takımdı, Bulgar temsilcisi. Hepsinden önemlisi de kendi ülkesinin en başarılı ve en popüler kulübü...

Fenerbahçe derbisini daha çok önemsediği Schuster’in sahaya sürdüğü takımdan belliydi. Bobo, İbrahim Toraman ve Quaresma’yı kenarda oturttu, Alman teknik adam... Prag’daki Plzen maçı hatırlandığında tek ön libero olarak Ernst’i sahaya sürmesi bazı riskler taşıyordu. Ancak tecrübeli Alman’ın dün gece çift kişilik oynadığını söylemek hiç de abartı olmaz. Zaten son dakikada attığı golle performansını taçlandırdı.

Beşiktaş’ın CSKA önünde aldığı galibiyet Avrupa Ligi’ne galibiyetle başlamak açısından çok önemli. Ama oynadığı futbol için aynı oranda iyi şeyler söylemek pek mümkün değil. Siyah-Beyazlılar özellikle ofansif anlamda hiç üretken değillerdi. Hücumda bir türlü çoğalamadılar. Quaresma ve Bobo’nun oyuna girdiği bölümden sonra biraz hareketlendiler, hepsi o kadar... Ankaragücü karşısında farkın oluşmasını sağlayan Tabata, CSKA karşısında adeta yokları oynadı. Ne doğru dürüst bir pası vardı, ne de hücuma dönük olumlu bir hareketi. Guti ile anlaşılmaz bir uyumsuzluk içerisindeydi. Ernst’in dışında bir parantez de Nobre için açmak gerek. Brezilyalı belki de Beşiktaş’ta ilk defa performans açısından bu kadar ileri noktaya gelmiş durumda. Gol atamadı ama çalıştı, didindi, her yere ayağını, kafasını soktu. Sonuna kadar mücadele etti.

Beşiktaş açısından CSKA Sofya maçının en büyük kazanımı, rakibinin de oyunu kendi sahasında kabul etmesi nedeniyle derbi öncesi fazla yıpranmaması oldu. Fenerbahçe maçına çok güç kaybı yaşamamış ve moralli bir şekilde çıkacaklar. Stoch, Dia ve Niang gibi hızlı forvetler düşünüldüğünde Ferrari’nin oynamayacak olması derbide Beşiktaş’ın hayrına olacaktır. Son olarak Schuster avazı çıktığı kadar bağırmakta çok haklı. Bu kadar kötü bir zeminde bu futbolcuların top oynaması zor.

17 Eylül 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bursa'nın avantajı‘’

Villa ve Silva gibi iki büyük yıldızını kaybeden Valencia oyuncu profiline bakıldığında geçmiş yıllardaki kadar ürkütücü bir rakip izlenimi vermiyor. Ancak İspanyol ekibi, Şampiyonlar Ligi geçmişi gözönüne alındığında bu kupanın en deneyimlilerinden... Ayrıca hem kulüp hem milli takımlar bazında dünyanın zirvesinde yer alan bir futbol ekolünün 4 önemli temsilcisinden biri olduğu unutulmamalı. Bursaspor’un rakibine oranla avantajı, ilk defa böylesine büyük bir turnuvada mücadele edecek olmanın getireceği heyecan ile coşkunun hem şehirde hem statta oluşturacağı sinerji, ambians ve kazanma arzusu olacak.

14 Eylül 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Berlin'de erken final‘’

EURO 2012 Elemeleri başlarken, grubumuzda Almanya favori olarak görülüyordu. İkincilik mücadelesinin ise Türkiye ile Belçika arasında geçip, Avusturya’nın bu ikiliyi zorlayabileceği düşünülüyordu. Ancak ilk iki maçlar sonunda oluşan tablo, Belçika’nın neredeyse şimdiden devre dışı kalmasına yol açtı. Panzerler’den sonra Kadıköy’de kaybeden Leekens’in öğrencileri, hem Almanya hem Türkiye’ye karşı (-) 6 puanlık bir handikapla daha başlarken geri düştüler. Henüz 1 maç oynayan Avusturya üzerine yorum yapmak doğru değil. Ama Kazakistan gibi bir rakiple kendi evlerinde karşı karşıya gelmelerine rağmen 90 dakika boyunca keçiboynuzu ayarında futbol oynamaları ve galibiyete ancak uzatma dakikalarında buldukları 2 golle ulaşmaları çok da iddialı olamayacakları yönünde bir gösterge.

Beraberlik bile bize yeter!
Milliler şimdi 8 Ekim’de Berlin’de Almanlar ile çok kritik bir maça çıkacak. Bu karşılaşma grubun kaderini büyük oranda etkileyici, ‘erken’ belki de ‘çok erken’ bir final olacak. Her şeyden önce karşımızda çok dinamik, hücum organizasyonlarını mükemmelliyet derecesinde uygulayan bir rakip olacak. Dünya Kupası’nın en iyi takımları arasında olduklarını ilk dörde kalarak göstermişlerdi. 2006, 2008, 2010 olmak üzere üst üste son 3 büyük turnuvaya katılan ve en kötü yarı final oynayan Panzerler, Türkiye’yi yenmek için sahaya çıkacak. Ama Ay-Yıldızlı ekibimiz, Berlin’den bir puan çıkarırsa Avrupa Şampiyonası yolunda büyük avantaj yakalayacaktır.

Değişen ve gelişen bir takım
Berlin’de kaybetmemek belki de Türkiye’nin grupta liderlik için de iddialı bir konuma gelmesini sağlayacak. Ancak tüm bunları yaparken de, Avusturya, Azerbaycan gibi rakiplere karşı kesinlikle kayıp yaşamamamız gerekiyor. Milliler’in ilk iki maçta ortaya koyduğu futbol tatmin edici değil. Ama Hiddink’in yeni bir sistem oturtmaya çalıştığı göz önüne alındığında, bu süreçte kayıp yaşamamak çok önemli. Ayrıca milli takımın, Belçika karşısında 0-1 ve 2-2’den sonra ortaya koyduğu hem fiziksel hem mental direnç değişen ve gelişen bazı şeyler olduğunun ifadesi...

09 Eylül 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gruptan çıkmak büyük iş değil...‘’

Her şeyden önce Beşiktaş Avrupa Ligi’ne girerken, Fenerbahçe, Trabzon ve Galatasaray’ın elenmesiyle çok önemli bir misyon yüklendi. Artık herkesin gözü Bursa ile birlikte Kara Kartal’ın üzerine dikilecek. Ancak ilk defa Şampiyonlar Ligi’ne katılacak olan Yeşil-Beyazlılar’ın başarısızlığı birçok nedenden ötürü mazur görülebilecek, kadrosunda dünya yıldızları bulunduran Beşiktaş’tan beklentiler ise çok daha yüksek düzeyde olacak...
Siyah-Beyazlılar, kağıt üzerinde ilk iki için Porto’nun ardından doğal favori olarak gözüktüğü bir gruba düştü. Ancak şunu göz önünde bulundurmakta fayda var. Kartal’ın grubundaki üç takım da geldikleri ülke futbolunun en önemli temsilcileri konumunda. Her ne kadar Porto geçen sezon bir arıza yapıp, gediklisi olduğu Şampiyonlar Ligi’nde boy gösterme hakkını yitirse de Portekiz’in her zaman en ciddiye alınması gereken ekibi özelliğini koruyor. Hocaları, kadroları, oyun anlayışları üç sezon önce Beşiktaş’ı alt ettikleri günden bu yana büyük değişime uğramış durumda. En azından Quaresma artık Porto değil Beşiktaş için oynuyor! Sıradışı fiziği nedeniyle Hulk lakabını alan golcüsü ve kaptan Falcao ile yeni transfer Moutinho en dikkat edilmesi gereken oyuncuları.

Rapid Wien, Avusturya’nın CSKA Sofya da Bulgaristan’ın müzesinde en çok kupa bulunduran takımları. Özellikle Rapid, Aston Villa’yı alt edip, tüm dikkatleri üzerine çekti. Yeşil-Beyazlılar’ın rakibini İngiltere’de yenerek, elemesi büyük iş. Bulgarlar, 4 yıl önce kaybetmelerinin verdiği ayrı bir motivasyonla çıkacaklardır Kara Kartal’ın karşısına... Yani Beşiktaş’ın işi hiç kolay değil. Ama bir de forvet takviyesi yapacağını da hesaba katarsak bu kadrosuyla gruptan çıkması da büyük iş değil. Geçen sezon Fulham, ondan önce de Zenit ve Shakhtar örneklerine bakarak, çıtayı yükseğe koymak lazım. Avrupa’da Kartal’ın artık çeyrek final barajını aşması gerekiyor.

28 Ağustos 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI