‘’Ernst'i yedek bırakan kafa!‘’
Şike, teşvik, emniyet, operasyon, savcı, kanun, hakim, mahkeme, Metris, Mehmet Berk, Aziz Yıldırım, Bülent Uygun, Tayfur Havutçu derken futbol başladı. Gündeme bomba gibi düşen bu süreç insanları herhalde olumsuz etkilemiş ki, tam bir futbol kenti olan Eskişehir’de İstanbul’un üç büyük takımından biriyle sezonun ilk maçı oynuyormuşçasına bir hava yok. Tribünlerde beklentinin çok altında bir taraftar topluluğu var. Taraftarların birbirlerine şike ve teşvikli göndermeleri yaşandı maç öncesi.
Saha dışı sorunlarla da boğuşan Beşiktaş’ta yaptığı o kadar takviyeye rağmen geçen sezona göre en ufak bir olumlu değişim yok. Hatta gerileme göze çarpıyor. Bunun sinyalleri aslında Alania ile oynanan rövanş maçında gelmişti. Havutçu’nun yokluğunda göreve gelen Carvalhal’ın Schuster’in aksine insan ilişkileri çok iyi olan bir teknik direktör olduğu söyleniyor. Ancak teknik ve taktik açıdan zaafları olduğu daha kafadan ortaya çıktı. Geçen sezonun ortasından itibaren İspanyol görünümlü Alman teknik adamın düştüğü en büyük yanlışa Portekizli çalıştırıcı da düşmüşe benziyor. Ernst’i yedek bırakan bir kafanın çıkardığı takımdan daha iyisi beklenemezdi zaten. Onun yerine görev alanların özellikle de Fernandes’in gereksiz top kayıplarıyla süslü performansına baktığımız zaman bu gerçek tüm çıplaklığıyla ortaya çıktı dünkü maçta.
Beşiktaş bir futbol takımı olma adına en ufak bir emare göstermiyor. Herkes kendine oynuyor. Bir sirk gibi. Birkaç oyuncu özveriyle çabalıyor. Ama nafile... Her kafa topunu indiren Almeida tek başına çırpınıyor ama orta sahadan bir top bile alamıyor. Quaresma’nın tek olumlu hareketi yok. Sivok-Egemen uyumsuz, Cenk güvensiz. Toraman yerini yadırgıyor. Kartal’ın her yeri aksıyor. Sezon yeni başlamış ve en ufak bir coşku yok. Sanki iddialarını yitirdikleri bir sezonun son maçını oynuyor gibiler. Beşiktaş’tan gönderilen Batuhan, Tello, Erkan ile Alper ve Veli, Es-Es’in en iyileriydi. Sezona galibiyetle giren Skibbe ve öğrencilerine tebrikler.
‘’Artık misyonu daha büyük‘’
Nihat Kahveci yıllar önce geldiği İspanya’da beklentilerin çok üzerine çıkıp, La Liga’ya Sociedad forması altında damgasını vurmuştu. Beşiktaş ile özdeşleşmiş milli yıldızdan sonra kalbi Sarı-Kırmızı olan Arda Turan da La Liga’nın yolunu tuttu. İki oyuncu arasındaki fark; Arda’dan daha formayı giyer giymez çok şey beklenmesi. Bayrampaşa’dan başlayan serüveninde Avrupa’nın futbol başkentlerinden Madrid’e demir atan yıldız futbolcunun Atletico’da omuzlarındaki yük büyük olacak. Arda’ya büyük önem veren Kırmızı-Beyazlılar ilk defa bir futbolcu için bu sezon Vicente Calderon’da tanıtım töreni düzenledi. Geldiği günden bu yana Arda’nın üzerine titreyen yönetim ve teknik direktör Manzano, yıldız oyuncuya bel bağlamış durumda. Polemikten hoşlanan İspanyol basını, Arda’ya hemen Real Madrid ve Barcelona ile ilgili tuzak sorular sorup, ağzından laf almaya çalışıyor. Ancak her iki takıma da büyük saygı duyduğunu söyleyen milli oyuncu bu sorulara esprili, akıl dolu ve oldukça olgun cevaplar veriyor. La Liga, Arda’ya uygun bir lig futbol tekniği ve oyun görüşü açısından onu çok zorlamayacaktır.
Geldiği günden bu yana Arda’nın hep neşeli olduğundan bahsediyoruz. Ancak belli ki, Galatasaray’dan kimsenin kendisini uğurlamamasına bir gönül kırgınlığı var. Tesis çalışanlarına kendilerine hediye ettiği plaketi evinin en önemli yerine asacağını söylemesi bu duygularının açığa vurulmuş şekli oluyor. Her fırsatta bir Galatasaray taraftarı olduğunu vurgulayan Arda’nın Sarı-Kırmızılı renklerle bağını hiç koparmayacağı aşikar.
Deniz etkisinden uzak Madrid’in 40 derecelik cehennem sıcağına rağmen Arda için tribünlere gelen 500 kadar taraftar, yönetimden Kun Agüero’dan gelen parayla yeni yıldızlar alınması yönünde istekte bulundu. Arda’nın kendilerine yetmeyeceğini düşünüyorlar. Bu noktadan sonra basın toplantısında “Atletico Madridliler’in daha göreceği çok şey var” esprisini yapan Arda’ya taraftarın yanlış düşündüğünü göstermek düşüyor. İspanyollar’ın “Türk Messi” benzetmesinde bulunduğu yıldız oyuncu da Atletico’nun yeni starı olma kapasitesi var.
‘’Daha yeni başlıyor...‘’
Her Türk futbolcusunun olduğu gibi Arda Turan da Avrupa’da forma giyme hedefine sahipti ve sonunda bunu gerçekleştirdi. Mesut’un ardından Hamit ve Nuri’nin Real Madrid’e transferleri sonrası Milli yıldızın, Atletico’ya gidişine biraz burun kıvıranlar olabilir. Hatta Atletico Madrid’in Galatasaray’dan daha büyük olmadığı yorumları bile yapılabilir. Ancak şu bir gerçek ki, Arda Turan Türkiye’de yetişip (Bayrampaşa Altıntepsi) en yüksek bonservis ücretiyle yurtdışına giden Türk futbolcu unvanına sahip. 108 yıllık geçmişi bulunan Atletico Madrid, Barça ve Real kadar olmasa da tüm dünyada tanınan ve İspanya’nın 3. büyük kulübü. Ayrıca Atletico’nun her zaman devlere yıldız ihraç eden bir özelliği var. Yakın zamandaki Torres, Agüero ve De Gea örneklerine bakıldığında Arda buradan M.United, Bayern Münih, Liverpool, R.Madrid, Barcelona gibi 1. sınıf kulüplere gitme fırsatını elinde bulunduruyor.
Fabregas’ın Barcelona’ya gidişi, Neymar’ın Real Madrid’le olan hikayesi yüzünden Arda’nın Atletico Madrid’e imzası biraz gölgede kalmış gibi gözükse de İspanyol spor basınının yıldız oyuncuyu gündemde tutma yoğunluğu azımsanmayacak derecede. Gazeteler, Arda’nın top toplayıcılık süperstarlığa giden öyküsünü, tüm detaylarıyla sayfalarında veriyorlar.
Madrid’e ayak basar basmaz yüzündeki gülümseme bitmek bilmeyen Arda belli ki çok mutlu ve her zaman olduğu gibi kendine çok güveniyor. Atletico Madrid’in yeni yıldızı ve İspanya’nın en etkili taraftarının sevgilisi olmayı istiyor. İşi kolay değil ama Premier Lig gibi yüksek fizik mücadele gerektiren bir lig yerine mücadele yoğunluğu düşük, teknik özelliklerin ve kişisel becerilerin daha ön plana çıktığı La Liga’da oynamak onun şansını artıracaktır. Ancak Arda’nın bir an önce dil problemini çözmesi gerekiyor. İspanyolca’yı en kısa sürede öğrenmesi onun işini kolaylaştıracaktır. Bayrampaşa’dan başlayan ve Madrid ’e uzanan film, Avrupa’da henüz vizyona yeni girdi. Gerçek bir profesyonel gibi yaşaması durumunda yeteneği tartışılmayan Arda Turan’ı daha parlak ve uzun
bir kariyer bekliyor.
‘’Hangisi gerçek Messi?‘’
Kimsenin çok büyük bir futbolcu olduğundan ve olağanüstü yeteneğinden şüphesi yok. Ancak Lionel Messi’nin milli takım performansı, Barcelona’da yaptıklarının yanına bile yaklaşamıyor. 2006 Dünya Kupası’nda henüz çocuk olarak görüldüğü için kendisinden çok büyük bir beklenti yoktu. Sonrasında Barça’da yaşadığı başarılar onun Maradona ile kıyaslanmasına yol açtı. Ancak Messi’nin efsanevi yıldız karşısında rüştünü ispat etmesi için ülkesine bir Dünya şampiyonluğu kazandırması gerekiyordu. Fakat 2010 Güney Afrika da Arjantin ile hayal kırıklığıyla sona erdi.
16 resmi maçı boş geçti
2011 Copa America, Tangocular için çok önemliydi. Çünkü ev sahipliği yaptıkları turnuvada 1993’ten sonra A Milli Takım bazında uluslararası bir kupa kaldırmak istiyorlardı. Burada şüphesiz beklentinin en yüksek olduğu isim yine 24 yaşındaki forvetti. Ama bir turnuva daha hem Arjantin hem Messi için hüsranla bitti. Penaltılarla elendikleri Uruguay karşılaşmasıyla birlikte Barcelona’lı yıldız 16. resmi maçını da boş geçti. Lionel Messi’nin milli takımda resmi gol atamadığı süreç 28 ay gibi bir dönemi kapsıyor. Messi bu periyotta hazırlık karşılaşmalarında 5 kez ağları havalandırdı ama bu Arjantin adına istatistik dışında çok da bir anlam ifade etmiyor.
Xavi-İniesta onsuz da var...
Copa America fiyaskosunun ardından Messi’nin sadece Xavi ve İniesta ile varolduğu gerçeği bir kez daha gündeme gelmeye başladı. Öyle ki, ünlü yıldızın bırakın 16 maçı boş geçmesi, Barça forması altında üst üste 3-4 karşılaşmada gol atamadığı gibi bir durum sözkonusu olmadı. Barcelona’da ulusal ve uluslararası 15 kupa kazanan Messi, geçen sezonu da toplam 55 maçta 53 gollük inanılması güç bir rekora imza atarak kapattı. 2009 ve 2010 yıllarında hem FİFA tarafından yılın futbolcusu seçilen hem de Altın Top ödülüne layık görülen Lionel Messi’nin Maradona olabilmesi için hep bir tarafı eksik kaldı. Onun Barcelona’daki performansının iki büyük mimarı olarak gösterilen Xavi ve İniesta ise milli takımlarında kulüplerinde olduğu kadar etkililer. İki ‘süper bücür’, Messi’siz İspanya ile önce Avrupa sonra Dünya Şampiyonluğu kazandı. Ancak Messi, onlarsız hiçbir şey yapamıyor...
‘’Kupanın hatrına‘’
İstanbul’un yazı aniden hissettiği sıcak bir mayıs akşamı... Kayseri’den kupayla dönüp, seyircisini zaferle selamlayan Beşiktaş son iç saha maçını sezonun flaş ekiplerinden olan ama son haftalardaki düşüşüyle dikkat çeken Eskişehirspor ile oynuyor. Beklenenin çok üzerinde bir seyirci topluluğu, takımlarının kupa şampiyonluğunu kutlamak için tribünlerdeki yerini almış, Avrupa Ligi’nin garantilenmesi belli ki Siyah-Beyazlı futbolcuların üzerindeki stres dalgasını yok etmiş. Güzel bir futbol akşamı için Dolmabahçe’de her şey mevcut...
Eskişehirspor’un Beşiktaş’ın eski futbolcusu Erkan Zengin ile bulduğu gole kadar karşılaşmada her iki takım adına da kaydadeğer bir pozisyon yoktu. Sadece Quaresma’nın sağ tarafta Sezgin, sol tarafta ise Koray’a attığı bacakarası çalım izleyenlere futbol adına zevk verdi. Seyircisine bir mağlubiyet ile veda etmek istemeyen Kara Kartal sonrasında maça yüklendi. Kalitesini Beşiktaş’ta bir türlü tam anlamıyla gösteremeyen Fernandes, seri çalımlarını klas bir vuruşla sonlandırıp, kısa ama etkili bir yetenek gösterisi sundu. Aynı şekilde takımla kimyası tutmayan ve satılması düşünülen Almeida’nın şık kafası Kara Kartal’ı rahatlattı. Son kez İnönü’ye çıkan Bobo’nun kenarda kalması biraz ayıp oldu. Henüz çocuk yaşta gelip, deyim yerindeyse gözünü Beşiktaş’ta açan Brezilyalı’nın en azından tüm tribünler tarafından alkışlanmasına birkaç dakika olsa da fırsat tanınmalıydı. Geçen sezon İnönü’deki son maçta ayağı kırılan ve sezonun büyük bölümünde Schuster tarafından aforoz edilen genç Rıdvan’ın henüz eksikleri olmasına karşın Q7 ile olan uyumu sevindiriciydi. Schuster’in gidişinden sonra iddiasız Beşiktaş’ın sadece 3 maçta puan kaybetmesi düşündürücüydü. Maçın adamı Portekizli’nin penaltıyla son bulan resitalini Simao’nun net vuruşla ağlarla buluşturması geceye noktayı koydu. Beşiktaş, kupayı huzuruna getirdiği taraftarına keyifli bir galibiyetle ‘güle güle’ dedi, tribünler de takımlarını ‘şampiyon’ tezahüratıyla uğurladı.
‘’Teselli kupası‘’
Devre arasında yaptığı transferlerle müthiş bir rüzgar yakalayan ve 5-1’lik Bucaspor zaferiyle herkesin “17’de 17 yapar” dediği Beşiktaş’ın hevesini Olimpiyat Stadı’nda kursağında bırakmıştı İstanbul Belediye... Aslında Turuncu-Lacivertliler’in Kara Kartal’a bu ilk ‘güzelliği’ değildi. Tabi ki sezonun ilk yarısında devirdiği Siyah-Beyazlılar’a tarihlerinde ilk kez yükseldikleri kupa finalinde de kolay kolay teslim olmayacaktı Abdullah Avcı’nın öğrencileri...
Beşiktaş’ın kötü oynadığı bölümde Quaresma’nın ‘klas’ golüyle üstünlüğü yakalaması futbolun cilvesiydi. İlk yarının son anlarında Simao’nun vuruşu ağlarla buluşsaydı kupa sahibini erkenden bulacaktı. Yokluktan mecburen stoper oynayan Aurelio, elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Ancak bir savunma oyuncusu olmadığı için fundamental eksikliğinin getirdiği zamanlama hatasıyla penaltıya sebebiyet verdi.
Eşitlik sonrasında moral olarak oyundan düşen Beşiktaş’ın bocaladığı anlarda Gökhan Ünal belki de İstanbul Belediye’ye geldiğinden bu yana en önemli golünü attı. Çok iyi bir futbolcu olan ama gereksiz hareketleri ve zorlamalarıyla kritik top kayıpları yapan Fernandes, ikinci asistini duran toptan Sivok’a yaptı. Fiziksel olarak rakibinden eksik gözüken Beşiktaş, istekli tavrıyla uzatmalarda üstün taraftı. Siyah-Beyazlılar bu sezon toplam 300 dakika içerisinde geçemediği Belediye’yi penaltılarla devirip, ‘teselli kupası’na kavuştu.
Oysa ki, bol yıldızlı ve bu kadar harcama yapmış bir kadronun en azından son ana kadar ligde şampiyonluk yarışı içerisinde olması gerekirdi. Kara Kartal’a Avrupa yolu Türkiye Kupası ile kestirmeden açıldı. Kupadan ziyade, Beşiktaş’ın Avrupa Ligi’ne sadece Play-Off turu oynayarak gidecek olması daha önemli. Zira geçen sezon Temmuz’da başlayan Avrupa serüveninin Siyah-Beyazlılar’ın başına neler açtığı açıkça görüldü.
Üzerine hiç vazife olmayan bir şekilde profesyonel futbol takımı kurma misyonunu yüklenen ‘hepimizin takımı’ İ.B.B.’yi de verdiği mücadeleden dolayı kutlamak gerek.
‘’El Capitan!‘’
Onun gibi bir futbolcuyu, fiziksel açıdan hazır durumdayken izlemek büyük zevk... Ancak Guti’ye Beşiktaş formasını giymesinin üzerinden 1 sezon bile geçmeden kaptanlık gibi çok önemli bir misyonu yüklemek ne kadar doğrudur, işte bu tartışılır. İspanyol yıldız, kariyeriyle takımın lideri olabilecek konumdaydı. Ama lider olmak, aynı zamanda önder olmak anlamındadır. Ve bunu yaparken de eylemleriniz ve söylemlerinizle herkese örnek bir nitelik taşımanız gerekiyor.
Her ne kadar endüstriyel futbolda dengeler değişse de kaptanlık önemli ve ciddiyet gerektiren bir görevdir. Bir takımın kaptanı öyle ‘oyuncak’ gibi sürekli değişmez. Değişmesi de zaten orada hem idari hem arkadaşlık anlamında ciddi sorunlar olduğunu gösterir.
Guti, Galatasaray maçında oyundan alındıktan sonra yaptığı davranışla Beşiktaş kaptanına yakışmayan bir tavır sergiledi. Kendisini kulübenin önünde ayakta bekleyen hocasının suratına bile bakmadan soyunma odasına gitti. Bir yıldızın, genç bir futbolcunun yada herhangi biri böyle tepki gösterebilir. Ancak toparlayıcı olması gereken takım kaptanın bu lüksü yok. Beşiktaş’ın saha içinde bir lidere, bir kaptana ihtiyacı var. Ama bunun Guti olmadığı kesinlikle ortaya çıktı. Real Madrid’de Guti hep ikinci kaptandı, hiçbir zaman Raul’un önünde ‘El Capitan’ olamadı.
Gerçekten bir kaptanın nasıl olması gerektiğini merak edenler Fransız futbolunun efsanevi ismi Marcel Desailly’nin ‘İl Capitano’ (Kaptan) adındaki kitabını okusunlar. Gana asıllı yıldızın, Nantes’da başlayan kariyeri, Marsilya derken, Milan’daki olgunlaşma dönemi ve Chelsea ile Fransa Milli Takımı’ndaki kaptanlık öyküsüne ortak olsunlar.
‘’Doğal sonuç‘’
Her şeyden önce Beşiktaş altyapısından yetişmiş genç bir futbolcunun acı kaybı maçı daha başlamadan anlamsız kılıyordu. Balıkesirspor’da forma giyen Emre İncemollaoğlu’ndan gelen kara haber daha sabah saatlerinde moralleri alt-üst etti... Henüz 23 yaşındaki bir genci daha trafik canavarına kurban vermenin üzüntüsünü yaşadık... Allah’tan rahmet diliyoruz, mekanı cennet olsun.
Keçiboynuzu kıvamında geçen karşılaşmaya gelince...
Ligin ilk yarısında İnönü’deki maçta Konyaspor, Beşiktaş’a epey bir sorun çıkarmıştı. 2-2 sona eren mücadelede Grajciar’ın tüm savunmayı peşine katarak, attığı gol hala hafızalarda. O karşılaşmanın üzerinden çok zaman geçti, iki takımda da benzer gelişmeler yaşandı ancak çok bir şey değişmedi. Beşiktaş’ta Schuster gitti, Tayfur Havutçu geldi. Konya’da ise Ziya Doğan’dan boşalan koltuğa Yılmaz Vural oturdu. Siyah-Beyazlılar için ligde hayal kırıklığı devam etti. Konyaspor da geçen sezon geldiği Bank Asya 1. Ligi’ne dönmek için artık haftaları sayıyor.
Geçen hafta Kayseri deplasmanında aldığı galibiyetle sahaya moralli çıkan ev sahibi savaştı ve aradığı golü ilk yarı bitmeden Robak ile buldu. Polonyalı, kafa vuruşunu yaparken, Beşiktaş savunmasının yerleşim bozukluğu ve duruma kayıtsız kalışı bu sezon çokça tekrarlanan bir görüntüydü.
Kupadaki Antep maçında Serdar Kurtuluş’un Siyah-Beyazlılar adına oluşturduğu penaltının bir benzerini Zayatte tekrarlayınca Beşiktaş sezonun 11. yenilgisini almaktan kurtuldu. Süper Lig’deki tüm motivasyonunu yitirmiş ve sahada ne oynadığı belli olmayan Kara Kartal için dün geceki sonuç çok doğaldı. İlginç olan ise kiralık forma giyen, umursamaz davranması halinde kimsenin çok da kızamayacağı Fernandes’in Q7 ile birlikte en özverili ve bir şeyler yapmaya çalışan Beşiktaşlı oluşuydu.