Arama

Popüler aramalar

‘’Mustafa Denizli'nin öteki misyonu‘’

Beşiktaş’a çifte kupa sevinci yaşatan Mustafa Denizli önemli bir başarıya imza attı. Ancak tecrübeli teknik adamın misyonu bununla bitmedi, bitmez de... Sportif anlamda yaşanan zaferler camialar için önemlidir ama genç yetenekleri takıma kazandırmak da bir o derece önemlidir. Şimdi Denizli’den beklenen odur. Siyah-Beyaz renklere gönül verenler o forma altında kendi altyapılarından yetişen bir oyuncuyu alkışlayıp, göklere çıkarmanın hasretini yaşıyorlar. Nihat Kahveci’den sonra Beşiktaş’ta standartları aşan bir yıldız çıkmadı. Özkaynak düzeninin bir dönem tıkır tıkır işlediği Beşiktaş bu alanda müthiş bir durgunluk yaşanıyor. Bu durum, göreve gelen A Takım hocaların günü kurtarma çabası içinde olmalarıyla mı açıklanabilir, bilinmez. Yoksa gerçekten Beşiktaş altyapısında üretim durmuş mudur? Herkes ondan bahsediyor... Necip Uysal... Sıradışı bir yetenek olduğu söyleniyor. Profesyonel arenada neler yapabileceği merakla bekleniyor.

Mustafa Denizli’nin de bu oyuncunun üzerinde özellikle durduğu biliniyor. Ama bu futbolcunun da harcanıp, gitmesi işten değil. Çünkü Beşiktaş kulübesi, günü kurtarma politikasını devam ettirirse belki önemli bir yetenek daha parlamadan sönecek. Mustafa Denizli, Beşiktaş’ı ne kadar daha çalıştıracak, bilmiyorum. Ama görevini tamamladığında müzeye koyduğu kupaları Beşiktaş altyapısından Türk futboluna kazandırdığı bir genç yetenekle süslemesi onu herkesin gözünde daha da yüceltecektir. Galli Toshack zamanında Nihat Kahveci’yi önce A Takım’a oradan da İspanya’ya götürüp, Türk futbolunun son dönemdeki en önemli yıldızlarından biri haline getirebildiyse içimizden biri Mustafa Denizli de bunu pekala bunu becerebilir.

Tello 10.5 numara olamaz
Rodrigo Tello, her ne kadar Antalya karşılaşmasının yıldızı olsa ve kendine verilen 10.5 numara görevini layıkıyla yerine getirse de Şilili’nin bu bölgede aynı başarı istikrarını yakalaması çok zor. Tello ofansif anlamda takıma beklenenin üzerinde katkı sağlıyor. Bu doğru ama Tello ağır olması ve yavaş düşünmesi nedeniyle ataklar bir olgunluğa kavuşmadan bitiyor. Şilili, 10.5 numaraya en fazla çok iyi bir asistan olabilir ancak bu görev için ideal bir tercih değildir. Kimbilir, belki de Denizli maçına göre çeşitli alternatifler deneyerek, 10.5 numara ihtiyacını Delgado’nun dönüşüne kadar bu şekilde giderecek.

İbrahim Kaş doğru bir hamle
Savunmadaki sıkıntıyı çözmek için kontenjandaki sıkışıklık nedeniyle yabancı transfer edilmesi mümkün değildi. Yurtiçine baktığınız zaman da Şampiyonlar Ligi’nde sırıtmadan forma giyebilecek standartta bir isim olmadığını görüyorsunuz. Hem olsa bile Anadolu kulüpleri istedikleri astronomik bonservis bedelleriyle transferi başlamadan bitiriyorlar zaten. İbrahim Kaş’ın Beşiktaş’tan gidişi doğru değildi. Getafe’de istediğini bulamadı. Sürekli forma giymediği için maç eksiği önemli bir handikap. Ama bu futbolcu kulübü tanıyor, ayrıca iyi bir alternatif. Tekrar takıma kazandırılması çok yerinde bir karar, mantıklı bir hamle.

Taraftarın sınavı...
Beşiktaş, seyircisiyle bir türlü bulaşamadı. Olimpiyat Stadı’ndaki Fenerbahçe ve Belediye maçlarına Siyah-Beyazlılar’ın ilgisi beklenen düzeyde değildi. Şimdi Antep karşılaşmasıyla hasret bitiyor. Mazaret çok, hem Ramazan hem de maç cuma günü. Ancak taraftar, şampiyon takımını ne kadar özlemiş, göreceğiz.

Gençler çetin cevizKartal’ın Ankara karnesi muazzam. Başkent’te son yenilgiyi 2005’te tattılar. Son üç sezonda 10 galibiyet, 2 beraberlik var. Ancak bugünkü Gençlerbirliği sınavı çok önemli. Rakibin başında önemli bir teknik adam bulunuyor. Beşiktaş belki de sezonun ilk kırılma noktasıyla karşı karşıya. Daha çok erken ama kazanamazsa,
yıpranır.

22 Ağustos 2009, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ciddi ihtar hayırlı yenilgi‘’

Lige ışık tutması bakımından sezon öncesi en ciddi sınav konumundaki Süper Kupa’yı almak moral kazanmak açısından çok önemliydi. Sahaya dört yeni oyuncusuyla çıkan çifte kupalı Beşiktaş’ın üçüncüsünü de müzesine götürme amacındaydı. Daum ile yeni bir hava yakalayan, ‘Brezilya orjinli’ Fenerbahçe ise Aragones’in tüm camiaya yaydığı negatif elektrikten kurtulmuş gibiydi. Maçın ilk 20 dakika içerisinde daha oturmuş bir takım görüntüsü veren Siyah-Beyazlılar ağırlıklı olarak sol taraftan yüklendi. Bu denemelerden birinde Yusuf’un arka direkte patlayan kafa vuruşu, Kartal adına ilk önemli pozisyondu. Beşiktaş’ı gördüğü zaman bir başka oynayan Daniel Güiza, Siyah-Beyazlılar’ı ilk kez boş geçmesine rağmen çok başarılı bir sezon geçireceğinin sinyallerini oynadığı futbolla verdi.Geçen sezonun en flaş ismi Bilica, Sarı-Lacivertli formaya tam oturmamış gibi. Fener gol yemedi ama savunmada takviyeye ihtiyaçları olduğu aşikar.
Ancak Beşiktaş’ın sorunu daha acil ve daha büyük... Siyah-Beyazlı takım, dün üretkenlikten çok uzaktı. Oyunu organize edecek bir maestro ihtiyacı açıkça ve yüksek oranda hissedildi. Gerçi Delgado varken de Beşiktaş, Arjantinli’nin neredeyse hiç hayrını görmedi. Elde bu bölgede oynayabilecek isimler var ama bunlar sadece alternatif olur. Deco gibi bir yıldızı Türkiye’ye getirmek elbette çok zor ancak imitasyonu bile Beşiktaş’ta iş yapar! Kara Kartal’ın en önemli transferi Nihat Kahveci hiç hazır değil. Belli ki daha çok zamana gereksinimi var.
‘Penaltısavar’ hakem Yunus Yıldırım, Nihat’ın serbest vuruşunda barajdaki Bilica’nın elle oynamasını ‘es’ geçti. Aynı pozisyonu Fenerbahçe lehine penaltı olarak değerlendirdi. Tabi burada Sivok’un acemiliğini sorgulamak gerekir. Çek futbolcu, Sarı-Lacivertliler’in ikinci golünde de zamanlama hatasıyla yine başroldeydi. Genel anlamda iyi bir defans oyuncusu diyebileceğiniz Sivok bu zamanlı zamansız hatalarıyla ‘saatli bomba’ kıvamındaki futbolunu devam ettirirse, Ferrari’nin partneri iyileştiğinde büyük ihtimalle İbrahim Toraman olacaktır.
Penaltıdan sonra Kartal bütün konsantrasyonunu yitirdi. Beşiktaş’ın olumlu tarafı ise etkili presiyle rakibini maçın büyük bölümünde bunaltmasıydı. Fenerbahçe şimdi Honved ve Beşiktaş karşısında aldığı net galibiyetlerin getirdiği rüzgarla lige girecek. Beşiktaş sezon öncesi ilk kez kaybetti. Dünkü mağlubiyet Kara Kartal açısından ciddi bir ihtar, belki de hayırlı bir yenilgi oldu.

03 Ağustos 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kupa kupadır!‘’

Eskiden sezon öncesi TSYD Kupaları oynanan, futbola susayan taraftarların buluşma noktası olurdu. Ne yazıkki artık bu gelenek yok. Ama bu kez iki devin kozlarını paylaşacağı Süper Kupa finali var. Hem de İstanbul’da... Mücadele iki taraf açısından da lig öncesi takımların son durumlarını görme açısından ciddi bir test niteliği taşıyor. Bir yanda hazırlık döneminin ne galip, ne mağlup takımı Beşiktaş, diğer tarafta Honved zaferiyle taraftarını mest eden, Daum ile yeniden pozitif kimliğine kavuşma sinyali veren Fenerbahçe...
Futbolseverleri gerçek bir şölen bekliyor. Futbol adına müthiş bir gece olabilir. Tek dezavantaj kupa finalinin, insanlara ‘zul’ gelen Olimpiyat Stadı’nda oynanacak olması. Taraftarların haklı bir şekilde bu statın ismini duyunca bile tüyleri diken diken oluyor. Ancak biz biliyoruz ki, Türkiye’de takım sevgisi engel tanımaz.
Hazırlık sürecinde daha ciddi takımlar karşısında ter döken Beşiktaş, geçen sezona göre daha zorlu bir lig maratonu ile karşı karşıya kalacağını bu akşam görecek. Çünkü iki ezeli rakip, Fenerbahçe de Galatasaray da eskiye oranla kağıt üzerinden çok daha güçlendiler. Hatta bu kategoriye yurtdışı kampından yenilgisiz dönen ve Standart Liege, Bochum gibi takımları deviren Trabzonspor’u da ekleyebiliriz. Her ne kadar insanların kafasına ‘önemsiz’ imajı yerleşmiş olsa da bu kupayı almak moral motivasyon açısından lige olumlu bir başlangıç yapmak için aslında çok önemli. Gerçi bu kupa kazananlara pek yaramıyor. Beşiktaş da, Fenerbahçe de, Galatasaray da kupayı kazandıkları sezon ligde başarılı olamadılar ama yine de kupa kupadır...

02 Ağustos 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Avrupalı Brezilyalı!‘’

Brezilya Milli Takımı mutlak favori olarak gittiği 2006 Dünya Kupası’na çeyrek finalde veda edip, büyük hayal kırıklığı yaşatınca Carlos Dunga teknik direktörlük görevini Carlos Alberto Parreira’dan devralmıştı. Genç teknik adam, işe başlar başlamaz köklü bir değişikliğe gitme kararı aldı ve Sambacılar’ı yeni bir kimliğe kavuşturmak için harekete geçti. O zaman Ukrayna’nın Lucescu’nun çalıştırdığı Shakthar Donetsk takımında forma giyen Elano Blumer, Dunga tarafından Norveç ile oynanan maçın kadrosuna alındığında bu durum büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştı. Dunga ise kısa zaman sonra Elano’yu “Brezilya futbolunun yeni yüzü” olarak tanımladı.

Lincoln’den daha efektif
Diego, Alex (Chelsea) ve Robinho’lu Santos’tan Avrupa’ya açılan Elano, Ukrayna’dan Seleçao’ya seçilen ilk Brezilyalı oldu. Galatasaray oyunun, iki yönünü de oynayabilen bir orta saha oyuncusu arıyordu. Belki de bu kategoride dünyada ilk 5’e girebilecek nitelikte bir futbolcu transfer etti. Mark Hughes’un teknik direktörlüğünü yaptığı Manchester City’deki son sezonu hariç çalıştığı hocalarla hiç sorun yaşamadı, takımın problem çocuğu olmadı. Sahadaki duruşu, çalışkanlığı ve konsantrasyonu arkadaşlarına örnek olacak tipte. Tam bir karakter oyuncusu... Lincoln ile teknik açıdan karşılaştırdığınızda Elano’nun onun kadar gösterişli oynamadığını ama daha efektif ve takım için yararlı olduğu açık şekilde görebilirsiniz. Ayrıca defansif vasıfları da Lincoln ile kıyaslanmaz bile...

Gerçek milli takım oyuncusu!
Elano sadece Avrupa’ya pazarlanmak için belli bir dönem milli takıma alınıp, sonra bir kenara atılan Brezilyalılar’dan değil... Aksine son dönemde ilk 11’de çok şans bulamasa bile teknik direktör Dunga’nın en güvendiği oyunculardan biri, Seleçao’nun temel taşlarından... 2010 Dünya Kupası kadrosunda yer almasına kesin gözüyle bakılıyor.
Saha içi performansıyla ve oyun stiliyle bir Brezilyalı’dan çok bireysel yetenekleri gelişmiş bir Orta Avrupalı’yı andıran Elano uzaktan etkili şutlarıyla sürpriz goller buluyor. Bu anlamda da Galatasaray’ın önemli bir açığını kapatacaktır.

Manchester City bıraktı, çünkü...
Herkesin aklını muhtemelen, “Peki Elano bu kadar iyiyse Manchester City gibi Premier Lig’de şampiyonluğu amaçlayan bir kulüp neden onu bıraktı?” sorusu kurcalıyordur. Elano saha içi meziyetleri çok gelişmiş, iyi bir futbolcu olmasına rağmen imajıyla tanınan bir isim değil. Arap sermayesinin girişiyle popüler transfer politikasına yönelen ve Tevez, Adebayor, Santa Cruz, Barry gibi yıldızları alan, Terry gibi süperstarların peşinde koşan City kimlik değiştiriyor. Dolayısıyla bu transfer rotasyonunda Elano’yu da kimsenin gözü görmüyor. Eriksson döneminde 38 maçta 10 gol, 9 asistle Premier Lig’de altın bir sezon geçiren Elano, teknik direktörlüğe Mark Hughes’un gelişiyle zaman zaman yedek kalınca bir huzursuzluğu olduğu biliniyordu. Brezilya Milli Takımı formasını giyen bir futbolcunun da sürekli forma giyebileceği ve lider olacağı bir kulübe gitmek istemesi de doğal karşılanabilir. Şu anda sezon öncesi en ses getiren transferi Galatasaray yaptı. Beşiktaş ve Fenerbahçe’nin ezeli rakiplerini bu kulvarda geride bırakmaları için sürekli yalanladıkları Deco, Dos Santos, Shevchenko, Luca Toni, Robben gibi süperstarları Türkiye’ye getirmeleri gerekiyor.

31 Temmuz 2009, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Total futbol, total karmaşaya karşı!‘’

Frank Rijkaard kariyeri boyunca ikisi kulüp olmak üzere üç takım çalıştırdı. Çaylaklık dönemine denk gelen Hollanda tecrübesi ve kötü biten Sparta Rotterdam deneyimini bir kenara koyarsak, dünyanın gözünün üzerinde olduğu yakın tarihteki Barcelona macerası, Cim Bom’un yeni hocası hakkında bize en sağlam verileri sunacaktır.

Lucescu değil, ama...

Barcelona’nın hocaları içinde en uzun solukluları her zaman Hollandalılar olmuştur. Rinus Michel, Johan Cruyff ve Luis Van Gaal, Katalan ekibinin başında en az üç sezon geçirdiler. Rijkaard da 2003 yılında bir kriz ortamında devraldığı Barça’da 5 yıl kalma başarısını gösterdi. Cruyff’un icazetiyle geldiği ve ‘Sarı Fare’nin kulüpteki gölgesi olduğu her zaman söylendi. Ama zaten ‘Total Futbol’u benimseyen Hollandalılar’ı teknik adam özellikleriyle birbirinden ayırmak zordu. Aynı ekolün temsilcileri her zaman hücum futbolunun benimseyicileri olmuşlardır.

Bir kere her şeyden önce şunu belirtmek gerekir ki, Rijkaard bir toparlayıcı, bir denge unsuru... Ama hiçbir zaman Mircea Lucescu değil... Yani birinci sınıf malzemeye sahip bir evi çok iyi dekore edebilir ve insanları bu yapıya hayran bırakabilir. Ama bir arsayı alıp, kısıtlı imkanlarla ve sabır içinde ondan size bir villa yapamayabilir. Daha doğrusu daha önce sadece Rotterdam’da böyle bir işe girişti ve başarısız oldu. Ama o Rijkaard ile şimdiki Rijkaard arasında gelişim açısından muhakkak artı yönde bir fark vardır.
Bir yıl futboldan uzak kalıp, kafasını dinlemesi Galatasaray için büyük avantaj. Bu süreçte kendini şarj eden Rijkaard’ı Galatasaray’a gelmek için ikna etmek yöneticilik açısından da önemli bir başarı. Çünkü futbol dünyası için bu denli büyük bir ismi, tabii ki para da bağlayıcı bir etken ama sadece önemli bir projeyle kendinize inandırabilirsiniz.

Düşünen adam imajı var

İspanya’da ‘düşünen adam’ imajına sahip olan Hollandalı teknik adamın, duygu yoğunluğunu fazlasıyla üzerinde taşıyan bir kişi olması kendisine zaman zaman handikaplar yarattı. Medya da, aşırı kibar olan ve kimseyi kıramayan Rijkaard’ın bu tavırları nedeniyle futbolcular üzerinde tam anlamıyla otorite kuramamasını sürekli malzeme yaptı. Özellikle Ronaldinho’ya takım içinde sağlanan ayrıcalıklar hep sorgulandı. Ama Paris Saint Germain’den bir enkaz olarak gelen Brezilyalı süperstara kariyerinin en güzel günlerini yaşatan ve futbolun doruğuna çıkaran kişinin de Rijkaard olduğunu gözardı etmemek gerekir. Galatasaray noktasında ‘problem adam’ Lincoln için Hollandalı yeni bir şans olabilir. Bu arada Ronaldinho’nun düşüşüyle Barça’nın gerileme dönemin girmesinin paralellik göstermesi hiç de şaşırtıcı değil.

Eleştirileri umursamaz

Sarı-Kırmızılılar’ın son yıllarda çalıştığı teknik adamlar düşünüldüğünde farklı tarzı ve kişiliğiyle değişik bir anlayışın takıma hakim olacağı gerçek. Gerets, yanlış oyuncu seçimi ve kadroya uymayan taktik anlayışını uygulattığı için hep eleştirildi. Kalli, ağır disiplin anlayışı ve artık çağdışı kaldığı gerekçesiyle, Skibbe de hem takımı iyi çalıştırmadığı hem de çok yumuşak olduğu söylenerek, topa tutuldu. Bülent Korkmaz için de henüz çok erken olduğu görüldü. Belki Rijkaard da eleştirilecek. Bu, dünyanın her yerinde olduğu gibi Türkiye’de de doğanın kanunu gibi işliyor. Ama Rijkaard bu eleştirilere çok kulak asan biri değil. Medyayla ilişkilerinin de çok sıcak olduğu söylenemez. Kariyer açısından Türkiye’ye gelen en önemli teknik adamlardan biri olan Rijkaard’ı belki Barcelona kadar değil, ama çok zor bir misyonun beklediğini söylemek abartı olmayacaktır. Galatasaray’daki ‘Total Karmaşayı’ çözmek için Rijkaard’ın ‘Total Futbol’ anlayışı yeterli olacak mı, onu da zaman gösterecek.

07 Haziran 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Lucescu mührü!‘’

Türkiye’den kaçarcasına ayrıldıktan sonra 2004’te devraldığı Shakhtar Donetsk’in o zamanlar bir Avrupa Kupası kaldıracağını söyleseler, herhalde insanlar bu tahminde bulunan kişiye gülüp geçerlerdi. Ve Mircea Lucescu kendi yarattığı takım ile tarihi bir başarıya imza attı. Rumen hoca, bir sarraf gibi maden diyarında bulduğu cevheri ustalığıyla süsledi ve bu günlere getirdi. 1992’de kazandığı Kupa Galipleri Kupası’ndan sonra hayal kırıklıklarıyla yitirdiği bu sezonda ikinci Avrupa zaferini yaşamak isteyen Werder Bremen amacını gerçekleştiremedi.
İlk 11’inde 5 Brezilyalı bulunduran Shakhtar bir Ukrayna takımından daha çok Güney Amerika esintilerini üzerinde taşıyordu. Werder Bremen’de sarı kart cezalısı Diego’nun eksikliği büyük oranda hissedildi. Brezilyalı oyuncu, belki sahada olsaydı, Almanlar, rakip kaleye dün daha organize gidebileceklerdi. Bremen tribünlerinde abartısız neredeyse herkesin sırtında Diego forması vardı, ama o sahada yoktu.

Sadece Türkiye’de yaşanır!
Fatih Tekke’den sonra kupayı kaldırma fırsatı yakalayan Türk oyuncu Mesut Özil, çok çalışıp didinmesine rağmen sonucu değiştirmeyi başaramadı. İlk gole kadar topa daha çok sahip olup, baskılı gibi gözüken taraf Werder Bremen’di. Fakat sadece Lucescu’nun takımlarında görülebilecek bir özellikle rakibini uyutan Ukrayna ekibi, Luis Adriano ile öne geçti. Naldo’nun frikik golünde kaleci Pyatov’un hatası vardı. Zaten Almanlar’ın başka da gol atabilecek mecali yoktu. İzlenebilecek futbol kalitesinden oldukça uzak geçen maçın ikinci yarısında takımlar finale yakışan bir oyun ortaya koymadılar. Uzatmalarda son sözü söyleyen Jadson, zaten Shakhtar’ın bu noktaya kadar gelmesindeki en büyük etkendi. Kendi tecrübesini 23 yaş ortalamasına sahip takımının dinamizmiyle birleştiren Lucescu, Ukrayna adına yeni bir “Turuncu Devrime” imza attı. Aslında Rumen hoca, imzadan çok Avrupa futboluna kendi mührünü vurdu.
Bu arada “Dağ başını duman almış” marşı, “Her zaman her yerde en büyük Fener” nidaları ve Ukraynalılar’ın arasındaki Türkler’in, onları bir maç zamanı kadar kısa bir sürede örgütleyip, “Shakhtar gol gol gol” diye bağırtmaları, sadece Türkiye’deki bir Avrupa Kupası Finali’nde görülebilecek, ender manzaralar olarak hafızamıza kazındı.

Kadıköy’de karnaval!
İstanbul dört yıl aradan sonra ikinci büyük futbol organizasyonuna ev sahipliği yapmanın gururunu yaşadı. Tabii kupa UEFA, finali oynayan takımlar da Werder Bremen ile Shakhtar olunca 2005’teki unutulmaz İstanbul masalını tekrar görmeyi ummak, hayalcilik olurdu. Ancak Kadıköy, bir anlamda bir İngiliz bir İtalyan takımının burada olmamasının sıkıntısını yaşadı. Yoksa organizasyon konusunda en ufak bir sıkıntı yaşanmadı. Bunun da özellikle görüştüğümüz yabancı yetkililer tarafından 2016 Avrupa Şampiyonası adaylığı öncesi Türkiye’ye artı puan getireceği belirtildi. Maç öncesi Kalamış tarafında turuncu, Kadıköy bölgesinde ise yeşil renkler hakimdi.



Taraftarların büyük çoğunluğu İstanbul’a günü birlik geldiği için, şölen havası şehrin geneline yayılmamıştı. Saracoğlu Stadı çevresinde daha bölgesel bir karnaval havası hakimdi. Her iki takım taraftarları özellikle de Almanlar, kendilerini ulusal içecekleri biraya vurmuşlardı, ancak iki taraf arasında bir gerginlik yaşanmaması sevindiriciydi. Sadece yolunu şaşıran bir Shakhtar otobüsü yanlışlıkla Almanlar’ın olduğu bölgeye girince orta parmaklar havaya kalktı, o kadar! Ukrayna ekibini taraftarları tarihlerinde ilk kez bir Avrupa kupası finali oynamanın coşkusuna ve heyecanına sahip değillerdi. “Türkiye Türkiye” diye tempo tutan Yeşil-Beyazlılar ise Türk-Alman dostluğunuda düşünerek belli ki evsahibinin desteğini de yanlarına çekmek istiyorlardı. Bir yanda bunlar yaşanırken, diğer tarafta ise tam bir “İsyanbul” manzarası vardı. Yolların kapatılması üzerine evlerine gidemeyen İstanbul’lular “Bize ne finalden! Başlarım finaline kardeşim” naralarını savurdu karnaval gecesine. 2005’teki gibi esnaf kazanç beklerken bırakın İstanbul’u Kadıköy’deki esnafın hevesi kursağında kalmıştı. Ağırlıklı olarak Fenerbahçe formalılar Saracoğlu’nun yolunu tutarken, tek-tük görünen Galatasaray formalılar ise hayalini kurdukları UEFA Finali’ni, takımları yeşil sahada olamasa da izlemeye gelmişlerdi...

21 Mayıs 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sonuna kadar gidecek...‘’

Lider, haftanın maçında takipçisini ezerek yenince Beşiktaş için Eskişehir’de kazanmaktan başka çare kalmamıştı. Demek ki, Siyah-Beyazlılar böylesini seviyor. Galibiyet mecburiyeti herhalde Kara Kartal’a ayrı bir motivasyon veriyor.
Sakatlar, cezalılar ve özel sözleşme gereği birçok eksiği bulunan ev sahibi sahaya dezavantajla çıkmıştı. Ligde Beşiktaş dışında diğer iki İstanbul büyüğünden puan çalan Es-Es bu kez başarmak istiyordu. Ama bunu gerçekleştirecek performansın yanından bile geçmediler.
Mustafa Denizli yine alışılmadık bir 11 sahaya sürmüştü. Ekrem solda görev aldığı sürece başarılıydı. İlk devre tek santrfor olarak görev yapan Holosko’nun kaleye sırtı dönük oynayamayacağı artık sabitlendi. İlk yarıda futbol adına sahada çok birşey yoktu. Mehter Marşı’ndan İspanyol ezgilerine kadar çeşitlemeler yapan bando takımı da iki takımı ateşleyemiyordu. İkinci yarının başından itibaren İbrahim Üzülmez ve Bobo’nun oyuna girişiyle Kara Kartal ideala düzenine döndü.
Bobo’nun attığı golde Beşiktaş adına sahanın en kötüsü Tello akıl dolu pasıyla rakip savunmayı çaresiz bıraktı. İstekli Delgado son dönemdeki en iyi futbolunu sergiledi dün. Ama sahanın en iyisi tartışmasız sakatlıktan döndükten sonra performansıyla parmak ısırtan Gökhan Zan’dı. Ernst-Holosko-Delgado’nun kurdukları üçgenlerle yaptıkları pas resitalleri sanırım rakip seyirciyi de futbolun güzelliği adına mestetmiştir. Yusuf’un attırdığı golde yeteneğini lafımız yok. Ama Eskişehir’in en dinamik ve güçlü isimlerinden Doğa’nın 20 metrede 34’lük Yusuf’tan iki kez çalım yemesi şaşırtıcıydı. Altı zor maçın (2 derbi, 4 deplasman) ilkini Beşiktaş kayıpsız geçti. Dikkat çekici nokta Siyah-Beyazlılar’ın bir kez daha 90 dakikanın son çeyreğinde rakibini alt etmesiydi. Beşiktaş şampiyon olur mu bilinmez ama sonuna kadar gidecek gibi gözüküyor.

27 Nisan 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ernst niye koşuyor?‘’

3 gün önce Bursa karşısında enerjisinin limitlerini zorlayan Beşiktaş’ta dün gece dinlenmeyi en çok hak eden isim Fabien Ernst yine sahadaydı... Mustafa Denizli; Tello ve Sivok’u kenara alırken, Alman oyuncuya bu fırsatı tanımadı. O da sanki hocasına nispet yaparcasına 90 dakika boyunca koştu. Sağa, sola, ileri, geri hiç yılmadan koştu. Peki Ernst niye hiç durmuyordu? Ayaklarında takometre yoktu. Kilometre hesabıyla yevmiye de almıyordu ki... Sorunun cevabı açık... Çünkü Alman geleneğinden gelen, belli bir futbol terbiyesiyle yetişmiş, haliyle disiplinli ve iş ahlakı tavan yapmış bir oyuncu. Belli ki yeşil sahalara veda edene kadar koşacak.
Çalışan Ekrem de, Ernst kadar olmasa da koştu, mücadele etti, bindirdi... Dün gece bir kere daha görüldü ki Bobo, geriden gelip, top alacak ve ileri sürükleyecek santrfor tipi değil. Hele yalnız oynuyorken hiç değil. Yabancısı olduğu stoper mevkiinde görev alan Serdar Kurtuluş, bu bölgede çok sırıtmadı. Tigana döneminde önlibero oynamış olmanın verdiği avantajla ilk müdahalelerde başarılıydı. Cisse ve Holosko istekliydiler, ancak oyuna sonradan giren Uğur İnceman’ın performansı pek iç açıcı değildi. Beşiktaş’ın 2009 yılındaki yenilmezliğini böylesine motivasyonu düşük bir maçta kaybetmesi normal karşılanabilir.
İlk 11’de Yusuf ve Delgado ile başlamak gecenin fantazisiydi... 13 Mayıs’ta iki güzide kulübümüzü karşı karşıya getirecek kupa finali şimdiden Türk futboluna hayırlı olsun...

23 Nisan 2009, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI