‘’Transferde oyuncu değil ekol seçin‘’
Sezon bitmeden Beşiktaş bir kez daha transfere sarıldı. Şimdiden menacerler kulübün kapısını aşındırmaya başladı. Boşa giden her sezonun sonunda olduğu gibi yapılacak transferlerle, taraftarın ağzına bir kaşık bal çalınmaya çalışılacak. Ancak ne yazıkki zaman zaman takıma kaydadeğer isimler kazandırılsa da Beşiktaş’ın bir transfer sistematiğinin olduğunu söylemek imkânsız. Bunun en güzel örneğini Gordon Schildenfeld’in transferinde gördük. Beşiktaş ne hikmetse Zago ve Ronaldo’nun gidişinin ardından savunmanın göbeğindeki sorunu bir türlü çözemedi. Geçen sezon başında ve devre arasında gündeme gelen 30 kadar yabancı stoper adayından sonra Hırvat oyuncunun transferi, gariplikler içinde gerçekleşti. Şu anda kadroda beş stoper bulunuyor. Şimdi de biri yerli olmak üzere üç savunmacıyla daha kadronun takviye edileceği konuşuluyor. Kimseyi işbilmezlikle nitelemiyoruz. Ancak Higuain, Diatta ve Gordon’da olduğu gibi her yanlış transfer kulübün bütçesinde maddi delikler açıyor. Beşiktaş’ın artık bu konuda hata yapma lüksü kalmamıştır.
Siyah-Beyazlılar, savunmadaki problemi çözmek için ani reflekslerle hareket etme huyundan vazgeçip, bir fizibilite çalışması yaparak transferi bir sonuca bağlamalı. Bunu yaparken de belli futbol ekolleri üzerinde yoğunlaşılmalı. İtalyanlar’ın spagetti ve pizzadan sonra yaptıkları en iyi iş savunmadır... Tabii ki Juventus, Milan, İnter ve Roma gibi takımlardan oyuncu almak zordur, ama Serie A’da forma giyen iki ortalama defans oyuncusu bile Beşiktaş’ın işini görebilir. Bu arada gündeme gelen onca isme rağmen göz önündekilerin değerlendirilmemesi düşündürücü... Geçen sezon Antalyaspor’a gelen ve hâlâ 1. Lig’de forma giyen iki Polonyalı Bieniuk ve Dziewicki örneğinden hareket edilerek, Beşiktaş’ta savunma için benzer bir yapılanma içine gelebilir. Şimdi “Küme düşen takımın göbeğindeki iki adam iyi örnek olarak gösterilir mi?” diyenler olacaktır. Ama unutmadan Antalyaspor geçen sezon düşerken, Beşiktaş ve Fenerbahçe’den sonra ligin en az gol yiyen takımıydı...
‘’Revizyon kesmez devrim lazım...‘’
Siyah-Beyazlılar için bir sezon daha geride kalıyor, ahlar-vahlar içinde... Tıpkı 2000-2001, 2001-2002, 2003-2004, 2004-2005, 2005-2006, 2006-2007’de olduğu gibi... Lig henüz bitmese de şu anki görüntü itibariyle bu sezonu geçen yıla göre rahatlıkla ‘başarısız’ diye nitelendirebiliriz. Ligde mucizeler olmazsa, Avrupa’ya açılma yolunda tek kapı İntertoto Kupası olarak gözüküyor. Camia içten içe kaynıyor. Herkes bir suçlu arıyor. Oysaki yakın geçmişe kısa bir yolculuk yapıldığı zaman esas sorunun Beşiktaş’ın, karakterine uymayan bir yapıyı benimseme çabaları olduğu görülebilir. Süleyman Seba devrinin kapanmasının ardından Beşiktaş kabuğundan sıyrılıp, hem idari hem de medyadaki imajı açısından yeni bir kimlik oluşturma parolasıyla yola koyuldu. Bu değişim her alanda camiaya heyecan getirdi. 90’lı yılların başında SSCB’nin, ‘Glasnost ve Prestroyka’ ile girdiği yeniden yapılanmanın bir benzeri milenyumun başında Beşiktaş için sözkonusu oluyordu adeta... Ancak kulübün kimliğini tamamen değiştirmeye yönelik bu hareketin SSCB’de olduğu gibi çok sağlam temeller üzerine inşa edilmediği zaman içinde farkedilmeye başlandı. Sadece 100. yılın verdiği rüzgarla kazanılan şampiyonluk Beşiktaş’ta herkesi memnun eden bir sezonun yaşanmasına neden oldu. Zaten Serdar Bilgili ile başlayan dönem günümüze kadar dikkatle incelendiğinde Beşiktaş’ın 100. yıldaki zaferi ve geçen sezon gelen ikincilik dışında şampiyonluk için hiçbir zaman ciddi bir aday olmadığı görülebilir.
Gelelim günümüze... Şimdi herkes “Yok o gitsin, bu devam etsin” diye düşünceler üretiyor. Başkan Yıldırım Demirören’in Beşiktaşlılığı’nı sorgulamak gibi bir niyetimiz yok. Ancak göreve geldiği günden bu yana kulübün ulaştığı noktada ortadadır. Çok iyi niyetli çalışmış olabilir ama başarılı olamadığı da kaçınılmaz bir gerçektir. Bu saatten sonra Beşiktaş’ın kurtuluşu için yapılacak revizyonlar, makyaj kıvamında olur. Yıllardır revizyon yapılıyor, o gidiyor, bu geliyor ama kulüp hem kurumsal hem idari açıdan bir türlü kendini kimliğini bulamıyor. Artık popülist düşüncelerden vazgeçip, gerçeklerle yüzleşme zamanıdır. Gerekirse belli bir süre küçülme politikası izlenip, yapılacak köklü bir devrim kulübü düzlüğe çıkarabilir. Yoksa...
‘’Böyle olacağı belliydi...‘’
Beşiktaş kalesinde golü gördüğü 11. dakikaya kadar bırakın üst üste 3 pas yapmayı, topa bile dokunamamıştı adeta! Bir derbi maçına iki taraftan biri ancak bu kadar kötü başlayabilirdi. Aklı hafta içindeki maçta olan taraf sanki Siyah-Beyazlılar’dı. Beşiktaşlı oyuncular sahada anlaşılmaz bir koordinasyon bozukluğu içindeydiler. Fenerbahçe ise oyunun bu bölümlerinde sağlı sollu ataklarla Kartal’ı bunalttı. Hatta farkı da açabilirdi. Ancak bu etkin oyun ve skor üstünlüğü onlara bir gevşeme getirdi. Sarı-Lacivertliler, dakikalar daha 14’ü gösterirken üçüncü kornerini kullanıyordu.
Beşiktaş, özellikle 25. dakikadan sonra oyunda dengeyi kurdu. İlk yarı sonuna kadar cılız ataklarla da olsa rakibe dişini göstermeye başladı. İkinci yarının başlamasıyla birlikte tribünün de desteğini arkasına alan Beşiktaş, oyunu rakip kaleye yığdı. Zico’nun Uğur Boral’ı çıkarıp Semih ile çift forvete dönmesi, ev sahibinin hücumda daha da etkinlik kazanmasına yol açtı.
Serdar Özkan’ın golü sonrası Fenerbahçe bu baskı sonucu maçın gidebileceğini düşünüp silkindi. Maçın adamı Alex, yine sahneye çıktı. Aslında 3-0 kazandığı Trabzonspor maçında bile S.O.S. veren Beşiktaş’ın ‘şampiyon olma’ hikayesi zaten hiç inandırıcı değildi.
Öyle ki, yediği ikinci gol sonrası sendeleyen Beşiktaşlı oyuncuları, hakemin 8 dakikalık uzatma jesti bile motive etmeye yetmedi. Gerçek bir derbi kıvamında olmasa da kalite ve klas farkı kazanan tarafı ilan etti.
‘’Tarihi stadın hatırına...‘’
Beşiktaş futbol açısından tatmin etmese de Süper Lig’de bu sezon yaklaşık 3.5 yıl aradan sonra liderlik koltuğuna oturdu. Geçen hafta kaybettiği İstanbul Belediye karşılaşması sonrasında ise bir anda kendini dördüncü sırada buldu. Bu tablo bile ligde bir anda dengelerin nasıl değişebileceğini göstermeye yetiyor aslında. Üç hafta ligin zirvesinde kalan Siyah-Beyazlılar da şampiyonluğun ne kadar zor bir yoldan geçtiğini biliyordu. Her ne kadar teknik direktör Ertuğrul Sağlam, “Bundan sonra ipler bizim elimizde, tüm maçları kazanıp zafere ulaşabiliriz” dese de aslında kazın ayağının öyle olmadığı gözüktü. Çünkü zaten oyun açısından bir türlü istikrar tutturamayan Kara Kartal, üç takım tarafından kovalanmanın verdiği stresi kaldıracak psikolojik olgunlukta değildi.
Ancak henüz ortada bitmiş birşey yok. Cumartesi günkü rakip Fenerbahçe... Avrupa’nın yanı sıra ligde motive olduğu büyük maçların hepsinde istediğini alan bir takım. Bu tabloya kupada kaybettiği Galatasaray karşılaşması da dahil. Ancak Sarı-Lacivertliler, motivasyon sorunu çektikleri karşılaşmalarda beklenmedik kayıplar yaşadılar. Bir derbi mücadelesi olması dolayısıyla Beşiktaş’ı tabii ki önemseyeceklerdir. Ama akıllarında Chelsea karşılaşması olacaktır. Bu kağıt üzerinde saha ve seyirci avantajıyla birlikte Kara Kartal’ın lehine gibi duran bir unsur.
Dikkatle düşünüldüğünde Beşiktaş bu sezon İnönü’de çıktığı karşılaşmalarda önemli zaferler elde etti. Moldova takımını ciddi bir rakip saymazsak, İsviçre’nin Zürih, İngiliz devi Liverpool, Fransızlar’ın futbol ekolü Marsilya, şampiyonluk mücadelesi veren Galatasaray ile her zaman her şart altında Üç Büyükler’i zorlayan Trabzonspor karşısında galibiyet alındı. Son saniyede yenilen golle kaybedilen Porto mücadelesinde dahi Beşiktaş baskın ve kesinlikle mağlubiyeti hak etmeyen taraftı. Siyah-Beyazlılar, İnönü’de özellikle önemli maçlarda rakip kim olursa olsun kolay lokma olmayacağını gösterdi. Eğer yönetim, sözünü tutup mayıs ayında kazmayı vurursa sadece Beşiktaş değil Türkiye için acı-tatlı anılarıyla bir değer olan ve içinde nice zaferleri, hüznü, mutluluğu barındıran futbol mabedinin bu halinde iki dev son kez kozlarını paylaşacak. Vedaya hazırlanan bu yaşlı stadın onuruna problemsiz, kavgasız, temiz bir derbi olması dileğiyle...
‘’Derin darbe‘’
Böylesine stresli bir şampiyonluk yarışında, rakip bu sezon üç büyüklere kaybetmeyen Belediye olunca, maça çıkarken bir tedirginlik vardı haliyle, Beşiktaşlı oyuncuların kafasında... Ve bu endişenin boyutlarının hiç de boş olmadığı 6. dakikada, eski dost İbrahim Akın’ın ayağından gelen golle ortaya çıktı. İstanbul Belediye, Siyah-Beyazlı savunmanın arasına atılan toplarda o kadar etkili oldu ki, henüz 14. dakika dolarken skor ev sahibi ekibin lehine 3-0’a dönüşebilirdi. Holosko’nun, Ekrem’in hediyesiyle bulduğu eşitlik golünden sonra Beşiktaş, skorun yanı sıra oyuna da dengeyi getirdi. Kartal tam iyi oynamaya başlayıp, öne geçebileceğinin sinyallerini verirken, hakemin Bobo’ya çıkardığı kırmızı kart geldi. Kimilerine göre ‘sorumsuzluk’, kimilerine göre ‘haksızlık’ olarak söylenecek bu karar, oyunda dengeleri tekrar değiştirdi. Bu kırmızı kart Beşiktaş’ın maçta baskın taraf olma şansını da ortadan kaldırdı. Ama Kara Kartal, yine de Bobo gibi önemli bir hücum silahından yoksun kalmasına rağmen kazanacak fırsatları da buldu. Ancak Nobre, gücünü dörtlü savunma arasında didişip, mücadele amacıyla kullandığı için, son hamlelerde eksik kaldı. Beşiktaş dünkü yenilgiyle 3 maçlık zorlu serinin nispeten kolay geçmesi beklenen ilk ayağında, derin bir darbe aldı. Bu olumsuzluğu tekrar avantaja çevirmek, kalan maçları kazananmak zorunda olan Beşiktaş’ın elinde...
‘’Delikanlı Delgado!‘’
Beşiktaşlı basketbolcuların çağrısına, futbolcular da uydu. Ancak biri vardı ki, yerinde duramadı. Tribünün coşkusuna ortak olan Arjantinli sanki açık tribünde yetişip, kapalıya terfi etmiş gibiydi!
Beşiktaş-Kızılyıldız maçına Kaan Bora’dan farklı bir bakış...
Kızılyıldız maçı öncesi, Beşiktaş Basketbol takımının kaptanı Onur Aydın “Delikanlı taraftar, salona gelsin” diye bir çağrıda bulunmuştu. Sezon başından bu yana başarılı performanslarıyla alkışı hakeden basketbolcuları, Siyah-Beyazlı taraftarlar da yalnız bırakmamıştı. Akatlar hınca hınç dolmuş, yine tarihi günlerinden birini yaşıyordu. Beşiktaş seyircisi, Avrupa’nın önemli basketbol ekollerinden birine, ‘tribün baskısının’ nasıl olacağını en gözalıcı biçimde gösteriyordu. Tabi salondaki hakim rengin Siyah-Beyaz olması da, ezeli rakibi Partizan’ı aklına getirip, şüphesiz moralinin bozulmasına yol açıyordu konuk ekibin...
Ne de olsa Arjantinli...
Salonun sıradışı misafirleri de vardı. Beşiktaşlı futbolcular, ULEB Cup’taki kritik sınavda basketbol takımına destek vermek için tribündeki yerlerini almışlardı. Cisse, Tello, Üzülmez, Toraman, Zan, Baki, Mehmet Sedef hepsi oradaydı. Ama içlerinden biri vardı ki, yaşadığı coşkuyu anlatmak gerek: Matias Delgado... Arjantinli yıldız, taraftarların tezahüratlarına bire bir katılmaya çalışıyor, tempo tutuyordu. Heyecandan karşılaşmayı ayakta izleyen Tangocu sanki yeni açıkta yetişip, kapalıya terfi etmiş bir taraftar gibiydi. Coşkusu görülmeye değerdi. Öyle ki, kendi ülkesinden esintiler taşıyan “Dale Boca” çalındığında yerinde duramıyordu. Taraftarın ‘üçlü çekmek’ için davet ettiği Baki’den daha tribüne yatkın bir tavrı olduğu aşikardı. Eee “Ne de olsa Arjantinli” diyorduk içimizden... Belki de Delgado’nun taraftar kültürünün en üst düzey ülkelerinden biri olan Arjantin’den gelmesi başarılı orta saha oyuncusunun içi içine sığmayan bir çocuk kimliğine bürünmesine yol açtı, kimbilir... Teknik direktör Ertuğrul Sağlam’ın “İçi dışı bir. Çok karakterli, disiplinli, takım içinde sorumluluk almaktan kaçmayan bir oyuncu” diye tanımladığı Tangocu ne kadar halkın içinden ve kasıntıdan uzak bir kişilik olduğunu gözler önüne seriyordu... Futboldaki müthiş yeteneğini özellikle bu sezon yeni yeni vizyona çıkarmaya başlayan Delgado, sahada bulunmadığı zamanlarda da kalben Beşiktaş’ın yanında olacağını gösteriyordu aslında...
Darısı bu sezon...
Bu arada her ne kadar sponsorları adlarının sonuna ekleseler de iki kulüp takımı Beşiktaş ve Galatasaray’ın ULEB Cup’ta ilk sekiz takım arasına kalması ülke basketbolunun yol haritasında olumlu bir gelişmedir. İki Türk Coach Ergin Ataman ile Murat Özyer’in ekiplerinin Torino’daki mücadelesi kazanan veya kaybeden kim olursa olsun ülke basketbolu adına umut veriyor insana... Bir de dip not: 1996’te Efes, basketbolda ilk Avrupa zaferimiz olan Koraç’ı aldığında ilk sekizde Fenerbahçe ile karşılaşmıştı. Darısı bu sezona...
‘’Büyük sınav‘’
Seyirci ve taraftar arasındaki farkı en iyi şekilde sanıyorum Beşiktaş tribünleri ortaya koyuyor. Bir dönem takım üzerinde gerilim ve baskı yarattığı söylenen Siyah-Beyazlı taraftarlara şimdi her kesimden övgü yağıyor. Bu da günümüz Türkiyesi’nde yargı ve değerlerin bir anda nasıl değiştiğinin göstergesidir. Özellikle oyuncuları arkadan iten performanslarıyla bu sezon kazanılan önemli maçlarda büyük pay sahibi oldukları yadsınamaz. Liverpool, Marsilya, Galatasaray ve son olarak Trabzonspor karşılaşmalarında takdire şayan bir güç oldular takımları için... Trabzonspor mücadelesinde kendi oyuncusu tartışılan bir kararla atıldıktan sonra rakip takımdan Barış Memiş’in hakemin tamamen yanlış bir tespitiyle kırmızı kart görmesi üzerine ortaya koydukları tavır, ne kadar ‘analitik ve haksızlığa tepkili’ bir tribün topluluğu olduklarını gözler önüne serdi. ‘Eyyamcı Bülent Yıldırım’ tezahüratı ve saçma sapan bir gerekçeyle oyundan atılan genç Barış Memiş’in ev sahibi ekibin tribünlerinin alkışları arasında oyun alanını terketmesi sahalarda ender görülen bir tabloydu.
Ama Beşiktaş’ın itici gücü, bu hafta İstanbul Belediye ile oynanacak kritik mücadelede rüştünü ispat edecek. Olimpiyat Stadı belki de Türkiye’nin en itici ve sevilmeyen stadyumu. Yol problemi var, gitmek de dönmek de zor. Bir futbol stadının özelliklerini taşımıyor, tribünler sahadan çok uzak. Ancak Siyah-Beyazlı taraftarlar bu hafta sonu büyük bir sınav verecek. Takımları 4 yıl aradan sonra oturduğu liderlik koltuğunu bırakmıyor ve şampiyonluğun üç favorisinden biri konumunda. Uzun süredir böylesine çekişmeli bir sezon Türkiye Süper Ligi’nde yaşanmadı. Taraftarlar ‘Beşiktaşk’ terimini kullanıyorlar, kulüplerine duydukları sevgiyi göstermek maksadıyla. Ama sevgi emek ister... Cumartesi günü Olimpiyat Stadı’nın tribünlerine koşup, orayı bir karnaval yerine çevirecek Siyah-Beyazlılar takımlarına tarihi bir destek verebilirler. Bir İstanbul takımı olmayan Trabzonspor 2004-2005 sezonunda oynadığı İstanbulspor karşılaşmasında 50 bini aşkın seyirciyi Olimpiyat’a yığabiliyorsa bunu pekala Beşiktaş da gerçekleştirebilir.
‘’Her şey olabilir!‘’
137 hafta sonra gelen liderliğin keyfini beş gündür süren Beşiktaş, derbi galibiyetinin motivasyonu ve camiada ‘şampiyonluk’ kelimesinin daha inançlı bir şekilde telaffuz edilmesiyle Gençlerbirliği deplasmanına çıktı. Rakip, teknik direktör değişiminin ardından yükselişe geçmişti ve performansı tedirginlik veriyordu. Bu sezon özellikle kış aylarında 19 Mayıs Stadı’na gelen her takım için tam bir baş belası olan zemin ise hiç fena sayılmazdı.
Karşılaşmanın iki takımın birbirini tartarak geçen ilk yarısında futbol adına anlatılacak pek birşey yoktu. İkinci devreye daha istekli ve arzulu başlayan Siyah-Beyazlılar’da Delgado’nun direkten dönen topu, adeta gelecek golün habercisiydi. Burada Gençler’in oyunu kendi sahasında kabul etmesi de etkili oldu. Alışkın olmadığı bir bölgede görev alan İbrahim Toraman duran top organizasyonlarında ne kadar etkili bir silah olduğunu gösterdi.
Ancak bu andan sonra Beşiktaş anlamsız bir şekilde geri çekildi. Böyle olunca Gençler de daha bir cesaretlendi. Buna bir de Beşiktaş savunmasındaki koordinasyon bozukluğu, uyum eksikliği eklenince skora denge geldi. Uzun zamandır ortalıkta gözükmeyen Bobo’nun vuruşu Siyah-Beyazlılar’ın lig sonuna kadar zirve yarışını kolay kolay bırakmayacağının kanıtı gibiydi. Ancak bu sezon dördüncü kez neredeyse son saniye golüyle galibiyete ulaşan Beşiktaş’ın futbolu, şampiyonluğa oynayan bir takıma yakışır ayarda değildi. Oyuncuların özverili olduklarından kimsenin şüphesi yok. Ancak başta Baki olmak üzere defans hattında akla mantığa sığmayan bir sakarlık durumu söz konusu...
Özellikle savunmadaki sorunlar çözülmezse, ilerki maçlarda Beşiktaş’ın başına daha ciddi rakipler karşısında iş açabilir. Beşiktaş düşe-kalka yürüyor. Tam gitti derken, 3 puana ulaşıyor... Kartal’ın futboluna bakıp, ‘şampiyon olur ya da olamaz’ diye bir fikir yürütüp, tahminde bulunmak çok zor. Çünkü her şey olabilir...