Arama

Popüler aramalar

‘’'Sağlam' kayıp‘’

Tribünler maçtan saatler öncesinde liderlik havasına girmişti. Statta çalan “Bizimkisi Siyah-Beyaz bir aşk hikayesi” şarkısı yüzüncü yılın tatlı anılarını anımsatıyordu ve Beşiktaş taraftarını da havaya sokuyordu. Ancak Siyah-Beyazlı futbolcular, stres kat sayısı yüksek olan bu karşılaşmaya beklendiği gibi başlayamadı. Bursaspor herkesin umduğundan daha dişli çıktı. Son haftaların yükselen değeri Yeşil-Beyazlılar, ilk yarıda daha net fırsatlar bulan taraftı. Kara Kartal Holosko ile bir, Sivok ile de iki kez cılızca rakip kaleyi yokladı. Hakem Deniz Çoban, Toraman’ı attığı pozisyonda, kafaya çıkan savruk bir oyuncunun elle müdahalesine sarı kart gösterirken, ikinci yarının başında Krita’nın topu bilinçli olarak koluyla yumuşatmasında neden aynı standartı tutturamadı, düşündürücü...
Eksilen Beşiktaş ikinci yarıda daha agresif bir kimlik kazandı. Savaşan Kara Kartal Holosko, Yusuf, Ekrem ve Bobo ile maçın sonunda yakaladığı akıl almaz fırsatları kullanamadı. Hakem Çoban’ın oyunu gereksiz yere kesen, çelişki dolu kararları hem tribünleri, hem de futbolcuları gerdi.
Dört eski Beşiktaşlı; Ali Tandoğan, Tuna Üzümcü, Gökhan Güleç ile kenardaki Ertuğrul Sağlam’ın aşırı motivasyonu, dün Bursaspor’un artısı oldu. Gökhan Zan’a ise ayrı bir parantez açmak lazım. Müthiş bir efor sarf etti. Beşiktaş adına sahanın en iyisiydi.
Beşiktaş için zirve yarışı devam ediyor ama kağıt üzerinde favori çıktığı bu maçta çok “Sağlam” iki puan kaybetti.

20 Nisan 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Skandal!‘’

Hem polis hem de Beşiktaş bayramıydı... En azından öyle olması bekleniyordu! Aslında her şey çok güzel de başladı. Barbaros’tan aşağı inanılmaz bir görüntü. Şampiyonluk kutlamalarına taş çıkartacak bir ambians...
100. yıldaki hava yakalanmıştı bile.
Caddede karnaval var, trafik allak bullak. Beşiktaş taraftarı takımını şarkılarla, meşalelerle bağrına basıyor. Kara Kartal 10 bini aşkın taraftarının oluşturduğu kortejle stada doğru yürüyor, şampiyonluk şarkıları Barbaros’tan Dolmabahçe’ye kadarki bölgeyi inletiyor. Ve zar zor, biraz da rötarla takım otobüsü stada varıyor.

‘Bayram’ zehir oldu!
İşte ne oluyorsa o andan sonra oluyor, bayram bitiyor!
Kalabalığı arkadan takip ediyoruz. İnönü’ye yaklaştıkça tablo değişiyor, tam bir keşmekeş ortaya çıkıyor. İnsanların gözleri ve yüzleri kıpkırmızı.
Biri yolumu çeviriyor; Abi ‘Gitme’, biber gazı sıktılar...
Şaşırıyorum, devam ediyorum yola.
Ama giderek tablo ağırlaşıyor. Geri dönen ağlamaklı taraftarlar, yere çökmüş, öksüren vatandaşlar, gözü ‘yaşlı’ teyze, çoluk-çocuk...

Ben de nasibimi aldım
Neyin ne olduğu belli değil. Kaotik bir durum, emniyete isyan, öfke haykırış.
Ben de bir ara tereddüt edip duraksadım. Ama artık maça yarım saat vardı ve bir şekilde stada gitmem gerekiyordu. O sırada bir taraftar bağırdı İnönü’ye ısrarla yol alırken: Biber gazı da sıksanız, atom bombası da atmasınız biz bu stada gireceğiz ulaaann!
Kalabalıktan sonra yol almama rağmen ben de gazdan nasiplendim. Kimyasal genzimi ve gözlerimi ince ince yaktı. Öfke stat içine de taştı haliyle. Taraftar dışarıda yediği biber gazını içerde kustu! Emniyet aleyhine atılan sloganlar polis haftasında yeri göğü inletti. Polisler ellerinde çocuklarla, vataş-emniyet işbirliğini irdemek için sahada belirdiğinde ortalık tozduman oldu. Beşiktaşlı futbolcular teşkilatın kuruluşunu kutlayan pankartla sahaya çıktığında ise protestonun dozajı daha da arttı. Taraftarının kendilerini ıslıkladığını sanan Siyah-Beyazlı oyuncular aval aval biz ne yaptık dercesine sağa sola bakıyordu. Tam bir karamizah yani!

Hesabı kim verecekti!
Eğlencenin dozunu kaçırıp abartanlar olabilir. Ama binlerce taraftarın bulunduğu alana biber gazı sıkmak da neyin nesi? Daha ciddi toplumsal olaylar karşısında emniyetin reaksiyonu ne olacak! İnfialin hesabını kim verecekti? Bir Beşiktaşlının haykırışı dünün özetiydi: Ailemizle maça gelemeyecek miyiz? Rakip yok olanlara bakın! İnsanlar yerlerde yatıyor. Bugün Beşiktaş taraftarının bayramı... Bunu bize zehir ettiler.

05 Nisan 2009, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Denizli için sınav vakti‘’

Açıkça söylemek gerekirse Mustafa Denizli, Beşiktaş’ın başına geçtiğinde insanın aklında bazı şüpheler oluşmuyor değildi. Her ne kadar son 20-25 yılın en önemli Türk teknik adamlarından biri göreve gelmiş olsa da bir tereddüt sözkonusuydu. Çünkü yükleneceği misyon daha önceki tecrübelerinden belki çok daha zordu ve bunu sağlayabilecek enerjiye, dinanizme sahip miydi, içindeki futbol ateşi hala yanıyor muydu, bilinmezdi. Deneyimi en büyük silahtı ama Manisa ve İran macerasını bir kenara koyarsak 7 yıl uzak kaldığı zorlu bir şampiyonada yarışmacı ruhu takımına aşılayabilir miydi? Bu da büyük bir soru işaretiydi... Ancak Denizli bu takımı kendi yapmamıştı. Oyuncuları transfer eden de o değildi. Sadece devre arasındaki takviyelerde söz sahibi oldu.
Mustafa hocanın şu ana kadar sergilediği performans zaman zaman sekteye uğrasa da tatmin edici olmaya başladı. Kafamızdaki soru işaretleri de bir bir silinmeye yüz tuttu. Şampiyonluk mücadelesi veren diğer takımların kulübelerine baktığınızda Mustafa Denizli faktörünün Beşiktaş adına bir avantaj oluşturduğu görülebilir. Sadece Luis Aragones kariyer olarak, Mustafa hocadan daha ileride bir isimdir, ama onun da Fenerbahçe ile kimyasının tutmadığı son yaşananlar ile ortaya çıktı. Tabi bu arada şu günlerde İspanya ile futbolda çok haşır-neşiriz. İnsan ister istemez şöyle geçmişe bakıp, bir düşünüyor. Vicente del Bosque’yi gönderme kararının belki de Beşiktaş’ın bu kadar geri düşmesine önayak olduğunu bir kez daha anımsıyor.
Ligdeki şampiyonluk mücadelesi puanlara bakıldığında çok heyecan veriyor. Ancak futbol kısır ve zevksiz. Ama belli bir noktadan sonra takımlar da haliyle iyi futbol oynayıp, kazanmak yerine sadece 3 puana odaklanıyorlar. Bu da belki kaliteyi iyice düşürüyor. Bu nedenle taraftarlar özellikle zirve için yarışan takımlar düşünüldüğünde bu faktörü de göz önüne almalılar. Milli takım için verilen ara takımlar için mini bir devre arası olarak değerlendirilebilir. Ligdeki her ekip belki de bu tatilden yeni bir kimlikle dönecektir. Kalan fikstüre bakıldığında iki derbiyi sahasında oynayacak Beşiktaş’ın işinin hiç de kolay olmadığını görebiliriz. Zaten ligin ilk yarısının bu periyodu Siyah-Beyazlılar açısından kâbus gibi geçmişti. İşte bu noktada iş Mustafa Denizli’ye düşüyor. Deneyimli çalıştırıcının son 9 maçtaki yapacakları onun farkını gerçek anlamda ortaya çıkaracak.

30 Mart 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’9 numara onu bekliyor‘’

Tam tersine uzun süreli izleme ve gözleme metoduyla birlikte oyuncunun en detaylı şekilde kişilik özelliklerinin de incelenip, sağlam bir fizibilite çalışmasıyla hakkında son kararın verilmesinden yanayım.
Ancak bu durum bir dünya yıldızı sözkonusu olunca farklı bir boyut kazanıyor. Hele ki o yıldız Ronaldo Luis Nazario de Lima adındaki bir fenomen olursa... Anasının karnından futbol topuyla doğan yeteneklerin son örneklerinden olan Ronaldo’nun İnönü Stadı’nın çıkış tünelinden yeşil çimlere çıkışında oluşacak manzarayı hayal bile edemiyorum. Sanırım onun ‘müzelik halini’ görmek için dahi bırakın taraftarları, medya mensupları da stada sığmayacaktır. Zor bir ihtimal ama Ronaldo, Siyah-Beyazlı formayı giyerse dünyanın gözü Beşiktaş’ın üzerinde olacaktır ve bu da kulübün tanıtım açısından görülmemiş bir fırsattır. Öyle ya da böyle ilk 11’de forma giymese de Ronaldo’nun takıma getireceği hava tartışılamaz. Ronaldo’nun maliyeti de iyi bir pazarlama stratejisiyle sadece ürün satışı ve imaj haklarından karşılanabilir.
Genç ve savaşçı bir takım oluşturup, hem Türkiye hem Avrupa’da başarı hedefleyen Mustafa Denizli’nin bu dünya yıldızını istemediğini biliyor ve kendi çerçevesinden bakınca ona mutlak surette hak veriyorum. Ama en iyi döneminde Ronaldo’yu izlemiş ve ona gösterilen ilgiye tanık olmuş biri olarak, bu ihtimalin bir futbolsever mantığıyla düşündüğünde Mustafa hocayı dahi heyecanlandıracağına inanıyorum.
Son olarak Corinthians’ta forma giyen Ronaldo yaptıklarıyla henüz futbol melekelerini yitirmediğini gösterdi. Yaşadığı şampiyonlukları bir kenara bırakın, FIFA’nın onu 3 kez yılın futbolcusu seçmesi, 2 kez Altın Top ödülünü alması, Dünya Kupaları tarihinin en golcü futbolcu apoletini taşıması ve France Football tarafından gelmiş geçmiş en iyi 11’de yer alması bile nasıl bir oyuncunun sözkonusunu olduğunu anlatmaya yeter de artar...
Büyük bir kesimin dünyanın gelmiş geçmiş en iyi santrforu olarak gösterdiği 32 yaşındaki süperstarı, Beşiktaş taraftarı İnönü’de görmeyi hakediyor. Hem belki de kimseye yar olmayan ‘9’ numaralı formanın laneti böyle kariyerli bir yıldız karşısında ortadan kalkar.

28 Mart 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bir ışık belirdi‘’

Beşiktaş maçın hemen başında 2-0 üstünlüğü yakaladıktan sonra anlamsız bir şekilde oyun üstünlüğünü Hacettepe’ye kaptırdı. Siyah-Beyazlı futbolcuların oyun içindeki bu anlaşılmaz düşüşü karşısında farkı iki kez bire indiren Ankara temsilcisi önemli fırsatları kullanamayınca mağlubiyete razı oldu. Aslında Kara Kartal, hafta içinde Başkent’in daha güçlü bir takımına karşı çıktığı Türkiye Kupası maçını zorlanmadan kazanmıştı. Beşiktaşlı futbolcuların tempoyu karşılaşmanın bütününe yayamama sorunu var. Bu biraz da sanırım konsantrasyon problemiyle ilgili.
Defansif hataları göze batan Beşiktaş’ta, son haftaların belki de en etkili ismi Gökhan Zan’ın yokluğu arandı. Kağıt üzerinde en kolay gözüken mücadelede Beşiktaş’ın ecel terleri dökmesi, aslında pek hayra alamet bir durum değil. Skorun kimseyi aldatmaması gerekiyor. Futbolun da kimseyi tatmin etmediğine inanıyorum ancak atılan ilk iki gol organizasyon bakımından birinci sınıftı. Şampiyonluk yarışının sürmesi açısından Ankara’da kazanmak çok önemliydi ve Kartal bunu başardı. Ev sahibi ise dün geceki futbolunu istikrarlı bir şekilde ligin genelinde sergileseymiş, herhalde sıralamanın dibinde olmazmış.
19 Mayıs Stadı’nın yıldızı ise Siyah-Beyazlı taraftarlardı. Tribünler üst üste gelen üçüncü galibiyetle artık iyiden iyiye şampiyonluk havasına girdi. Her ne kadar 100. Yıl’daki hava henüz yakalanmamış olsa bile, bir ışık belirdi. Bu ışığı görmek dahi Beşiktaş camiasını heyecanlandırıyor.

08 Mart 2009, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Puşkaş bile kurtaramaz!‘’

Fenerbahçe, 8 Nisan 2008’de Stamford Bridge’te noktaladığı unutulmaz Şampiyonlar Ligi macerasının bir yenisine dün akşam Saracoğlu’nda başladı. MTK’nın, Şükrü Saracoğlu’na çıkarken en büyük avantajı; modern futbol anlayışının gerisinde kalmış bir ekolün ‘çağ dışı’ temsilcisi olmasıydı. Böyle takımlar kendi yetersizlikleri yüzünden, teknik beceri ve kolektif futbol oynamaya çalışan rakiplerini bozarlar. Nitekim Macarlar, Roberto Carlos’un golüne kadar bu avantajlarını kullandılar. Ondan sonra karşılaşma aradaki klas farkı yüzünden, Fenerbahçe için rakip yarı sahada oynanan bir halı saha maçına dönüştü.
Daha önce Fenerbahçe’yi iki kez Avrupa’da elemiş olmasının, MTK’ya psikolojik bir üstünlük sağladığını sanmıyorum. Ama ilk 7 dakika içerisinde kaleye gönderdikleri 3 saçma sapan şut denemesi, rakibin modern futbol anlayışının, ne kadar gerisinde kaldığını gözler önüne seriyordu. İlk resmi sınavı merakla beklenen Aragones’in Fenerbahçesi, belki de biraz rakibin zaafını düşünerek ofansif ağırlıklı 4-1-3-2 dizilişi ile sahaya yayıldı. Ancak bu taktik anlayış, ciddi rakipler karşısında, risk seviyesi yüksek maçlarda orta alanın göbeğinde sıkıntı yaşatabilir. Ama Emre, istikrarını korursa bu noktada problemi ortadan kaldırır. Yeni transfer Güiza her hareketi ile tam bir takım oyuncusu olduğunu gösterdi. Dün gece eksik olan tek tarafı, gol hünerini sergileyememesiydi. Onu da yakın gelecekte sahneye koyacaktır. Sahanın yıldızı müthiş driplingleri ile buldozer gibi rakibi ezen Kazım’dı.
Rakip her ne kadar acemiler mangası kıvamında olsa da, bu skor tur maçları için idealdir. Futbolda erken konuşmak olmaz. İşimiz falcılıkta değil, ama Fenerbahçe şimdiden yarınki kura çekiminde belli olacak 3.Tur rakibine konsantre olmalı. Biraz iddialı olacak ancak Budapeşte’deki rövanşta Macarlar’ın efsane solağı Puşkaş, mezarından kalkıp gelse MTK’yı kurtaramaz.

31 Temmuz 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Böyle mi olacaktı!‘’

Tarihi bir fırsattı ama Ay-Yıldızlılar zaten yarı finale kadar gelerek, tarih yazmışlardı. Bundan sonrası çok da önemli değildi aslında. Ancak böylesine kaybetmek çok acı verdi. Bu kadar iyi oynayıp, dünya futbolunun devlerinden birine sahayı zindan ettikten sonra elenmek gerçekten insanı üzdü.
Mevlüt’ünden, Kazım Kazım’ına hatta turnuvada hiç forma giymeyen Tolga’sına kadar hepsi gönüllerin şampiyonu olmuşlardı zaten. Sahaya eksik, kolu-kanadı kırık çıkan bizdik. Üstelik rakip de müzesinde 3 Dünya Kupası, 3 Avrupa Şampiyonluğu bulunan bir takımdı. Ancak hakemin başlama düdüğünden itibaren oyun, istatistik, mücadele açısından üstün taraf kesinlikle bizdik. Bir anlık dalgınlığımızın kurbanı olduk.
A Milli Takımımız, Çek Cumhuriyeti ve Hırvatistan karşısında inanılmazı yaparak yarı finale yükselmişti. Ama bu kez mucizeyi Almanlar gerçekleştirdi. Futbol adına hiç birşey yapmadan, böylesine önemli bir karşılaşmayı 3-2 kazanmayı bildiler.
Bu takımla gurur duymak lazım. İsviçre ile Avusturya’ya kendimizi yeniden hatırlatmak için gitmiştik ve bunu başardık. Sanırım EURO 2008’in en unutulmaz maçlarını oynayan ve hafızalara kazınan ekibi biz olduk.
Ancak bu iş burada bitmedi. 2010’da Dünya Kupası var. Bu yürekli Türk Milli Takımı, bu Çılgın Türkler, yarıda bıraktıkları destanı Güney Afrika’da tamamlayacaklardır. Yeter ki, onlara inanalım, güvenelim ve Ay-Yıldızlılar’a sahip çıkalım. 6 yıl aradan sonra Türkiye’ye yaşattığınız coşku, heyecan ve birliktelik duygusu için binlerce kere teşekkürler.

26 Haziran 2008, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beşiktaş kimlik değiştiriyor...‘’

Beşiktaş yabancı transferinde pek alışık olmadık şekilde belli bir plan ve strateji doğrultusunda gidiyor... Siyah-Beyazlılar defans ve orta alanın savunma yönünü güçlendirmek amacıyla üç isimle anlaştı. Anlaşılan futbolcuların ikisinin Çek Cumhuriyeti’nden diğerinin de hem coğrafi hem futbol mantığı açısından bu ekole yakın olan Hırvatistan’dan yapılması akılcı bir hamle. Bu futbolculara bir de Slovak Filip Holosko’yu ekleyin... Türk futbolunu Güney Amerika rüzgarının sardığı şu dönemde Beşiktaş’ın Orta Avrupa’ya yönelmesi bir kimlik değişimi olarak da yorumlanabilir.
Gelecek sezon Siyah-Beyazlı formayı giyecek yeni isimler arasında hakkında en çok sansasyon yapılan oyuncu Antony Seric... Panathinaikos taraftarı, sol kanatta görev alan Hırvat futbolcuya olan tepkisini forumlarda hiciv sınırlarını aşarak gösterdi. Her ne kadar Seric bir maça çıkmasa bile şu bir gerçekki, Türkiye Süper Ligi’nde Roberto Carlos ve Song dışında üç Dünya Kupası gören başka oyuncu bulunmuyor... Seric; İtalya’non Parma, Lazio, Brescia ekiplerinde de top koşturdu. Bir futbolcu gittiği kulübe uyum sağlamayabilir... Bunlar en alt kademedeki oyunculardan süperstar ayarındaki futbolculara kadar görülebilecek durumlardır. Ronaldinho’nun da Paris Saint Germain ile kimyası tutmadı, Barcelona’da patladı. Bekleyip, görmek gerekir... Hele bir Seric, formayı giyip sahaya çıksın da ondan sonra notu verilir.
Kartal’ın ön adları Tomas olan iki yeni Çek transferi de son sezonlarını İtalya’nın şampiyonlukta değil ama her zaman üst sıraları zorlama ve sürpriz takım olma konusunda iddialı kulübü Udinese’de geçirdi. Zapotocny, Avrupa’ya açılan birçok Çek yıldızın aksine Sparta veya Slavia Prag’tan gitmedi. Slovan Liberec’in 2006 yılındaki şampiyonluğunda başrolü oynayan isimdi. 2006-2007 sezonunda ‘yılın futbolcusu’ seçildi. Çok ekstra bir futbolcu olduğu söylenemez ama konsantrasyonunu kaybetmediği zamanlarda maksimum verimle ve hatasız oynuyor. Geçen sezon Serie A’da 20 maça çıktı. Udinese gibi bir takımda azımsanayacak bir istatistik...
EURO 2008’de Çek Cumhuriyeti’nin 23 kişilik kadrosunda bulunan Tomas Sivok ise bir türlü kendinden beklenen patlamayı yapamayan bir futbolcu... Fenerbahçe’nin 4 yıl önce Şampiyonlar Ligi’nde Sparta Prag’ı yendiği iki karşılaşmada da forma giydi. Yani İstanbul’a gelmişliği de var. Udinese’ye büyük umutlarla gelen Sivok sadece iki maça çıktı ve devre arasında Sparta Prag’a kiralık gönderildi. Çok yönlü bir futbolcu olan Sivok sağ ve solbek, stoper ve ön libero dahil her defansın her mevkiisinde oynayabilme yeteneğine sahip. Eğer tutarsa Beşiktaş çok efektif ve her yönlü kullanabileceği bir ismi kadrosuna dahil etti.

03 Haziran 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI