‘’İsmet ve kısmet‘’
Ligin en diri, takım gibi takımı, takdir edilmesi gereken ekibi Gençlerbirliği OFTAŞ karşısına, enfeksiyon mağduru Selçuk yerine, yeni transfer Maldonado mecburiyetiyle çıktı Fenerbahçe. Tam anlamıyla orta savaşına dönen mücadelede sezonun ilk penaltısını çalmak İsmet Arzuman’a, atmak da Mareşalex’e kısmet oldu.
Maldonado, presi, akıllı pasları ve yer tutuşuyla “bu takımın adamıyım” diye bas bas bağırır ve tribünleri coştururken, Kejo “Batman’ın dönüşü” filminin üst versiyonununda başroldeydi. Kendini klonlamış gibi defansta, orta sahada, forvette, isteğiyle, asistleriyle, oyun zekasıyla her yerde vardı.
Uğur, tribünlerden yükselen homurtulara rağmen, teslim olmayan, direnen ve yüzü gülebilen adamdı. 30’da Gökhan-Kejo işbirliğiyle, 57’de de imece usulüyle Carlos’un sağ ayağından çıkan bazuka, öncesi ve sonrasıyla izlenmesi gereken Oscar Ödüllü kısa filmlerdi.
Üç farklı skora rağmen, oyunu çirkinleştirmeyen, disiplini elden bırakmayan, kora kor mücadele eden, takımdaşlıktan zerre uzaklaşmayan OFTAŞ’ın mücadelesine herkes alkış tutup, şapka çıkarmalı.
Fenerbahçe, 3-0 yenildiği İstanbulspor maçından sonra, belki de ilk kez bu kadar görkemli bir istatistik yakalayabilmiştir. Hızlı ve isabetli pas trafiği, şutları, muazzam gol girişimleri ve topla oynama yüzdesiyle...
‘’Yalan rüzgârları‘’
Türkiye’de futbolun kılcal damarlarına kadar işleyen çarpık, kirli, eyyama ve goygoyculuğa dayalı düzen daha ne kadar devam edecek bilmem. Ancak bildiğim tek şey, bunun böyle gitmeyeceği, gidemeyeceği, en azından gitmemesi gerektiği.
Ortada futbol yok, ama siyaseti ve hamaseti fazlasıyla var. Rahmetli Halit Çapın, “Gırtlağımıza kadar lağımın içindeyiz, imdat diye bağırmaya kalksak, pislik ağzımıza dolacak, o yüzden herkes susuyor” demişti bir tarifinde. Durum aynen bu. Ortalık riyakârlardan, ikbal vurguncularından, yancılardan, yalancılardan, yalakalardan, figüranlardan geçilmiyor. İstenen, özlenen, beklenen ve olması gereken nedir? Çok basit. Her kulübe eşit mesafede duran, lobilere ve kulislere boyun eğmeyen, ona buna mavi boncuk dağıtmayan, kararlarında standart olan, bu özellikleriyle de kaybolan adalet duygusunu yeniden tesis edecek bir federasyon. Sadece futbolun evrensel kurallarını ve değerlerini eğilmeden bükülmeden savunup uygulayacak, kararlılıkla uygulanan bir sistem. Koltuk uğruna tribünlere değil, siyasete, çeşitli güç odaklarına oynayan değil, futbol için bütün bunları karşısına alabilecek, sadece futbolun yanında olabilecek bir federasyon başkanı ve kurulları.
Hep söyledik, hep yazdık. Fikrimiz de hâlâ değişmedi; Türkiye’de futbol sadece konuşulmadığı kadarıyla var. Gerisi yalan dolan. Bildiklerini susup, bilmediklerini konuşanların geveze ikliminde, bir arpa boyu yol almak olanaksız. Herkes eşitsizlikte eşitlik, adaletsizlikte adalet istiyor. Kriter kimin umurunda; yaşasın krater ve kraker düzeni ile düzenbazları.
Milyar dolar seviyesine ulaşan sektördeki acizlik ve zavallılık gırtlak boyuna ulaşmış. En basiti eloğlu gelecek senenin fikstürünü şimdiden bilirken, bizde bunu belirlemek bile hâlâ problem. Kupa statüsünde Afrika’da olmayacak işler oluyor, aynı gruptan çıkanlar eşleşebiliyor. Kupadaki sarı ve kırmızı kartların uygulanış biçimi ayrı bir komedi.
Taraftar ‘kupaları için sevmedik, renklere aşığız’ diyor, tribünler bomboş. Neredeyse berabere kalanı, yenileni dövecekler. Tribünler bomboş, ama demoklesin kılıcı gibi sallanıyorlar yönetimlerin ve futbolcuların başında.
Bu garabet yalan düzeni yıkılmadıkça, medyada bunu alkışlayanlar, buna susanlar, bunları görmezden gelenler prim yaptıkça, bunlar bir de utanmadan ahlâk, dürüstlük ve vatanseverlik dersi verdikçe, bu karanlıklar daha çok prensler, krallar, imparatorlar doğurur. Bu cerahatin bütün iğrenç yüzüyle ortaya döküleceği günü sabırsızlıkla ve umutla bekliyoruz.
Futbolun kahramana da, kahramanlığa da ihtiyacı yok. Mavi boncuk felsefesine yüz vermeyen, kuralları uygulayacak basiretli bir federasyon yeter de artar.
‘’Yüzde yüz‘’
Derbi maçın ardından pespaye bir edebiyat başladı. ‘Brezilya Karması ile Milli Takım Karması’ saçmalıklarıyla kendini kutsayıp, rakibi aşağılama geyikleri.
Adnan Beyler’in bu sık sık kendilerini tekzip, başarısızlıklarını da tescil eden ‘tez konusu’ eylem ve söylemlerine alıştık artık. Deniz ve Önder’i bile, yurt dışında yetiştikleri için ‘yabancı’ ilan eden zihniyet, önce son maçtaki Galatasaray kadrosundan kaç futbolcunun Almanya kökenli olduğuna da dikkat etmeli. Ama...
Yabancı transferindeki fiyaskoları övünç ve erdem, isabet ve başarıyı da milliyetçilik kisvesiyle aşağılanası bir durum gibi sunmak, zavallılıktan öte bir yaklaşım değil. Sanki yabancılarI zıpkın gibiydi, ama onlar ‘bizim çocuklar’dan yana hassas bir tercih koydular.
Galatasaray, UEFA ve Süper Kupa’yı aldığında kimse ‘Rumensaray’ demedi. Ayrıca 3 değil 5 yabancısı vardı. Yoksa Marcio ile Capone bizden miydi?
Bu abuk subuk söylem, Papa’nın suyun üzerinde yürümesinden sonra, ‘papa yüzme bilmiyor’ manşeti atmaktan farksız. Fenerbahçe ne yaparsa yapsın, hangi başarıyı kazanırsa kazansın, takılacak olumsuz bir kulp her zaman vardır.
Ortada ne bir zafer var, ne de hezimet. Bu garabet sözler, olsa olsa akıllara eziyet. Sadece 9 yıl sonra ilk kez Kadıköy’de bu kadar kişilikli futbol oynamış bir Galatasaray var. Yani olması gerekeni yapmış, hatta galibiyete yakın oynamış bir takım. Ortaya koydukları mücadeleye de şapka çıkarılır. Ancak ötesine geçerseniz bunun adı kompleks olur. Peki yıllardır boş yere tribünde ve kulübede unutulan yabancılara neden boş yere milyonlarca dolar bonservis ödediniz, milyonlarca dolar ücreti çeşit olsun diye mi ödüyorsunuz?
Gönderin gitsin o halde!
Ancak bu riyakâr mantık, ‘sahtekâr’ ilan ettiği futbolcuyu, bir günde özel ilişkilerle ‘vatandaş’ yapıp, kaptanlık veren ‘duruş’un ikiz kardeşi. Ya da ona parmak atan futbolcuyu savunup, şortunu indirdiği için bir başkasının transferinden vazgeçmek, sonra da bunun üzerinden ahlâk dersi vermenin. Ayrıca Adnan Beyler’e ‘Dündar Siz’ felsefesini ülkeye mal edenleri de hatırlatır herhalde birileri.
O ‘karma’ dedikleri, kavram kargaşasına ve kafa karmaşıklığına yol açmasın, akıllar kamaşmasın, ama 5 futbolcu verdi A Milli Takım’a...
Dünyanızdan çıkıp dünyaya bakın görecekseniz. İyi futbol iyi futbolcuyla oynanır. Forma tabiiyete göre değil, liyâkata göre verilir. Yani yüzde yüz futbolu, yüzde yüz yerli üzerinden tarif etmek de neyin nesidir. Ferhan Şensoy’un dediği gibi; “Yerli film, ama yersiz cümle!”
‘’Galibiyet gibi‘’
Galatasaray uzun yıllardır böyle cesur bir anlayışla oynamadı/oynayamadı Kadıköy’de. “Korkunun ecele faydası yok” atasözüne uygun bir direnç sergiledi. Sahanın her yerinde çoğalarak ve kanatları da tıkayarak, Fenerbahçe’ye top yapma şansı tanımadı.
Son yılların, gerilimi en düşük ‘tombala’ derbisinde, hava, zemin, yer, gök ne varsa hepsi futbola müsaitlik açısından ‘bingo’ydu. Tribünlerdeki görsel şov muhteşemdi ama Sarı Lacivertli taraftarların, sponsorluğuyla basketbol şubesini ayağa kaldıran Celal Aras’ı unutmaması daha da muhteşemdi.
Dunga dopingi ters tepip, ‘kendini beğendirme’ stresine dönüşünce, oyunu açacak kilit olan Alex ve Deivid’in ayakları dolandı. Maçı izleyen herkes. “Acaba Dunga, mükemmel oyunuyla Maldonado’ya nazire yapan Selçuk’u, Brezilya vatandaşı yapmayı düşünmüş müdür? diye aklından geçirmiştir mutlaka.
Yedi yabancılı, yabancısız Galatasaray’da, ‘hakeme itiraz’ görevi herhalde Ümit Karan’daydı. Taç, korner, faul ya da herhangi bir pozisyon farketmeden... Hatta Servet’in Semih’i sakatladığı pozisyonda bile..
Fenerbahçe, eksik rakibin kalesine ilk şutunu 70’te atabildiği, daha çok pozisyon verdiği maçtan, beraberlikle ayrıldı. Fark geyikleri yapanlar da, herhalde futbolun ders dolu tarihinin anafikrini hafızasına iyice kazımıştır. Özetle Galatasaray, Kadıköy’den galibiyet değerinde bir skor ve moralle ayrılmıştır.
‘’Ezeli rehavet‘’
Fenerbahçe-Galatasaray kupada bir kez daha eşleşti. İki kulüp açısından da, taraftarları açısından da mutluluk verici bir durum. Tabii futbol ve futbolseverler açısından da. Ayrıca iki kulübün kasası da dolacaktır bu karşılaşmalarda, gözümüz ve gönlümüz de. Ancak herkesin sorgulaması gereken garabet; statü saçmalığıydı; aynı gruptan çıkan iki takım, dünyanın neresinde birbiriyle eşleşir ki?
Neyse, Pazar günü ilk ayağı Kadıköy’de kutlanacak olan futbol bayramı öncesi, dönelim konumuza... Fenerbahçe taraftarındaki hava hiç de hoş ve sevimli değil. Maçı ciddiye alan sadece futbolcular ve yönetim, bir de azınlıktaki bilinçli taraftar. Bazıları kura çekildiğinden bu yana mahalle takımı ile gazozuna maç yapılacakmış gibi şımarık ve kibirli bir havadalar.
Bu burnu büyük ve tepeden bakan tavırlara, söylemlere bir dönemler en çok ateş püsküren Fenerbahçeliler’di. Ezeli rakibin yönetim ve taraftarlarının, biraz da aşağılama kokan küçümsemelerine nasıl ifrit olduklarını bilirim. Şimdi onlar aynı kulvara girdiler. Rakibi aşağılamak, kendini aşağılamaktır. Rakibi küçümsemek, kendini küçümsemektir. Rakibi ciddiye almamak, kendini ciddiye almamaktır. O’nun büyüklüğünü inkâr etmek, kendi takımının büyüklüğünü inkâr etmektir. Rekabeti rehavete çevirenlere, rakiplerin kalelerine pota asmaktan bahsedenlere, şımarık skor çığırtkanlarına, futbolun kendisi tarihi tokatlar atmıştır yakın geçmişte... Bunu en iyi bilenlerin, aynı saçmalığa balıklama dalmalarına ne demeli? Bu nasıl bir samimiyetsizlik ve ikiyüzlülük halidir. İşte kendi futbolcusunu yuhalatan ve ıslıklatan mantık da bunun üzerine kurulu. Bundan anlaşılıyor ki; Geçmişteki isyan meğer aslında o role özenmekten kaynaklanıyormuş. Yani aşağılamanın bizzat kendisine ve ahlâksızlığına değil, o tarafında değil de bu tarafında kalmaya itiraz. Taraftardaki bu lakayitlik ve alaycı yaklaşım takıma da yansırsa, şamar inmekte gecikmez. İslam Çupi’nin o meşhur yazısını hatırlatırım, hani 3-0’dan 4-3’e gelen meşhur maç sonrası kaleme aldığı...
Allah’tan Daum ve Zico’nun her fırsatta dile getirdikleri rakibe saygı felsefesi, her maçın ayrı bir maç olduğu gerçeği futbolcuların genlerine işlemeye başladı. Hangi futbolcularla oynarsa oynasın, hangi şartlarda çıkarsa çıksın, kaç eksiği olursa olsun, istatistikler ne derse desin, Galatasaray Galatasaray, Fenerbahçe de Fenerbahçe’dir! Gerisi de aymazlıktan, şımarıklıktan, ciddiyetsizlikten ve kibirden ibaret bir yığın saçmalık!
Ve ürküten soru; Fenerbahçe yenilirse, tribünleri işgal etmeye başlayan bu zihniyet neler yapar?
‘’Ne bu hiddet?‘’
Fenerbahçe, Sivasspor’a yenilsin diye neredeyse türbelere çaput bağlayanlar, mum dikenler bir anda öfke seline kapıldı. Bülent Uygun’a bir hiddet, Sivassporlu futbolculara bir şiddet. Utanç verici çirkinliği görüyorsunuz!
Aslında bu kompleks, genetik ve çok eski bir arıza. Fenerbahçe yendiyse o takım kötüdür ya da teknik direktör teslim olmuştur. Belki de işe ecinniler karışmıştır. Asla Fenerbahçe oynamamıştır, hak etmemiştir. Mutlaka bir şaibe vardır.
Kendi sahanda Fenerbahçe’ye puan vermek de ne demek? Böyle bir utancı(!) insan olan nasıl taşıyabilir? Neredeyse Bülent Uygun’u dövecekler. Allah akıl fikir versin demek hafif kaçacak, o yüzden “Allah kurtarsın” diyelim. Bunlar ‘Tarafsız taraftar Eğri Bodik’ ekolünün gülleri.
Bu ulemâ ve yancı şürekâsının derdi gücü, bütün takımları Fenerbahçe’ye karşı kamikaze futbolu oynamaya zorlamak. Bu dileklerini yerine getirmeyenlerden intikam almak, ekranlardan hesap sormak. Kendi çaplarına ve kalitesizliklerine bakmadan, ligin kalitesini sorguluyorlar bir de.
Türk Futbolu’nun kısıtlı kaynakları ego kliplerine harcanırken neredesiniz? Ulufeler dağıtılırken, kıyak gezileri düzenlenirken nerelerdesiniz? Futbol hangi zeminde oynanıyor, stadyumlarda güvenlik boyutu ne alemde, insanlar tuvaletlere gidebiliyor mu, gibi olmazsa olmaz sorulara verecek bir yanıtınız var mı? Geçen yılki saçma sapan fikstürü sorguladınız mı, gündeme getirdiniz mi? Geçtik amatör ligleri, ikinci ve üçüncü liglerde neler oluyor, neler dönüyor, bir kerecik merak ettiniz mi? Futbolcular paralarını alabiliyor mu, federasyon bu konuda ne yapar, hangi çalışmaları var veya var mı gibi kaygılarınız oldu mu?
Kalpleri mühürlenmiş bu zavallıların tek sıkıntısı Fenerbahçe. Mutluluklarını onun başarısızlığı ve hezimetleri üzerine kurmuşlar. Alex’i inkâr etmek adına ‘küçük maçların büyük oyuncusu’ derken, kendi takımlarını da ‘küçük’ gördüklerinin farkında bile değiller.
Ama olsun...
Onların ağzından Fenerbahçe ile ilgili iyi bir söz çıktığında kuşkulanmak, huylanmak, pirelenmek lazım aslında. Orada bile ince bir hesap vardır çünkü. Kendi taraftarının ıslıklarına rağmen yoluna devam eden bir takımın, sahte övgülere ihtiyacı yoktur zaten. ‘Kör insan için mücevher de birdir, cam da. Sana bakan bir kör ise, sakın kendini camdan sanma’ demiş Mevlânâ.
Seviye tespit sınavı çok yakında!
‘’Hava değişimi‘’
Antalya’dan gelen Fenerbahçe değil, evsahibi Sivasspor çarpıldı hava değişimine... Pırıl pırıl bir güneşin selamladığı hava, ilahi bir mucizeyle bir gecede eksiden artıya dönüvermişti. Sarı- Lacivertli kafile sanki güneşi de yanında getirmişti.Zeminin altındaki buzu eritmek de artık Samba uzmanlarının ve kora kora mücadele edecek gladyatörlerin işiydi.
Yeri yerinden oynatan, günlerdir ana haber bültenlerine bile taşınarak tansiyonu yükseltilen unvan mücadelesi, işte bu güzelliklerle başladı. Kulakları korumak için takılan bantlar, saha içinde ufak bir iletişim sorunu yaratsa bile, hafiften bir NBA havası da katmıştı maça...
Buzlu zemin üzerinde bile pozitif, güler yüzlü bir futbol oynamaya çalışan takım Fenerbahçe’ydi. Lider Sivasspor, şampiyonluk kelimesi telaffuz edilmeye başlanınca strese teslim olmuştu.
Alex’in penaltı noktasından attığı kafa golü, daha öncekileri kaçıranlara ‘böyle atılır’ dersiydi. Anlaşılmaz bir şekilde düşüş yaşayan Semih Wesson, attığı golde yine vuruş becerisini ve zekasını gösterdi.
İkinci yarı başında yine muhteşem bir resital vardı. Eğer biraz fantaziye kaçılmasa ve son vuruşlarda ciddiyet olsa, maç orada kopardı. Sivasspor’u ve taraftarını avuçlar patlayıncaya kadar alkışlamak lazım.
Kejo’nun 15 dakika içinde attığı iki goldeki vuruş tekniğine şapka çıkaralım ve kameralarımızı ‘kalite’ tartışanlara çevirelim. Evet söz şimdi sizde, dinliyoruz!
‘’Rüzgâr gülleri‘’
Bu sezon Fenerbahçe zirveyi hep geriden takip ettiği için medyadaki ‘kalite eksperleri’ ile yamakları mutlu bir suskunluğa büründüler. Ligi de, futbolu da tartışan yok. Yani böyle oldukça her şey yolunda. Gerçi puan farkı kapandığından beri tedirginler, ama fikstür yüreklerine su serpiyor biraz. Adnan Polat ‘katlediliyoruz’ diye garabet ve güldüren bir demeç veriyor. Zeyyat Kafkas da Ulusoy’un kendilerinden ‘giderayak intikam’ aldığını... Bu iddiayı da federasyondan desteklerini çekmiş olmalarına dayandırıyorlar. İtiraz kamuflajlı bir itiraf bu aslında. Hani çok adaletli bir federasyon vardı, Fenerbahçe’nin söylemi paranoyadan ve hırçınlıktan ibaretti?
Geldiği günden bu yana Ulusoy federasyonlarına itiraz eden, uygulamadaki çifte standarttan ve keyfiyetten rahatsızlığını sürekli haykıran Fenerbahçe katledilirken ellerini ovuşturup kıs kıs gülenler kimlerdi beyler? Şimdi şikayetçi oldukları bu zihniyeti, ikinci kez işbaşına getiren destekçiler kimlerdi? Seçildiğinde gözleri dolanlar, havaya atılıp tutulmasını ağlamaklı bir sevinçle izleyenler? Ne oldu bu ittifakçılara?
Duruş takımının yaptırıp, ellerine tutuşturduğu üçüz pankartları açanlar? Bahis tahtasından çıkarılma pahasına, başbaşa yenilen yemeklerde kupa ve şampiyonluğu paylaşanlar? Kupaları hastanelere götürenler? Ulusoy’un evine geceyarısı telefonları edip, şaraplı gaza ziyaretleri yapanlar?
İlahi adalet, ittifakın köşelerini kafa kafaya tokuşturuyor şimdi. Hayretle, ibretle, utanarak ve de gülerek, yani şizofrenik geçişlerle izliyoruz trajikomik oyunu. Türk Futbolu’nu bataklığa çeviren asıl bu rüzgâr gülleridir işte. Belki de ‘değiştim’ diyen Ulusoy’u bile bu hale getiren de...
Genel kurul salonunda eğilip bükülmeyen, baştan beri tavrı hiç değişmemiş iki isim vardı sadece; Aziz Yıldırım ile Haluk Ulusoy... Hiç ödün vermediği kokmaz ve bulaşmaz tavrından ötürü Şenes Erzik de diyelim hadi. Ya diğerleri? Siyasetin ünlü siması ‘Fırıldak Kubi’ bunların hallerini nasıl yorumlardı acaba? Bir de Saddam’ın komik enformasyon bakanı El Sahaf?
Olan biteni görmezden gelip, hatta adaletsizliğin avukatlığını yapan yayıncı kuruluş ve ‘baron’ yorumcuları birdenbire nasıl çark ettiler görüyorsunuz. Bir anda Ulusoy düşmanı kesilip, çifte standartlardan, ulufelerden dem vurmaya başladılar. Çünkü Türkiye’de futbol, sadece konuşulmadığı kadarıyla var. Bir de yarım yamalak deşifre olmuş çirkin yüzüyle...
Ve bir ev ödevi: Galatasaray yazarlarının, Ulusoy’a sırt çevirdi diye Canaydın’a ateş püskürmesi neyin paniğidir?









































