Arama

Popüler aramalar

‘’Cinayeti durdurun!‘’

Birileri üç maymunu oynuyordu bugüne kadar. Futbolun sorunlarını konuşmaktan, olumsuzlukları dile getirmekten ısrarla kaçıyorlardı. Çünkü biat ettikleri, iç içe geçtikleri girift düzeni kızdırmaktan, küstürmekten korkuyorlardı. Yokmuş gibi davranıyorlardı.
Ancak bu çuval, bu kadar mızrağı saklayamazdı. Nitekim oradan buradan patlamaya, yırtılmaya başladı. Artık yama da tutmaz hale geldi.
Türkiye’de yan unsurlarıyla birlikte neredeyse milyar dolarlık ekonomi oluşturan futbol, sonunda çamura, betona, çayıra gömüldü. Taraftarlar statlardan kaçtı, peki ya futbol, peki ya futbolcular? Onların kaçabilecek bir yeri var mı?
Bir önceki yazımızda da değindik. Yerlisi yabancısı yok; iyi futbol iyi futbolcuyla oynanır. Ancak iyi futbolcu da futbolunu iyi zeminde gösterebilir. Bugün yeni yeni dillendirilen zemin sorunu bir tesadüf müdür? Sürpriz midir? Ya da yeni bir şey midir?
“Futbolun olmazsa olmazları nedir?” diye sorsanız, orta zeka düzeyindeki bir adam bile sektirmeden kulüpler, futbolcu, stat ve zemin olduğunu söyler. Futbolu sahada ve saha dışında bataklığa sürükleyenler ne düşünüyor acaba? Ya yıllarca ikbali için onların peşinden koşanlar, çanak tutanlar?
Transfer hovardalığı ile milyon dolarları çöpe atan, yılda 4-5 teknik direktör değiştiren, birazcık topa vurabilen her futbolcusu için milyon Euro’lardan kapı açan kulüplerin zemin meselesine zerre kadar eğilmemesi nasıl bir durum peki?
‘Bikini’ kültüründen bir adım öteye geçemeyen yorumcu, taraftar, yönetici ve federasyon mantığı, sonunda iflas etti. Onları yalayıp yutanlar bile güya isyan aşamasında. Neymiş, görüntü kirliliği oluşuyormuş. Sevsinler! Beyler birileri o sahalarda top oynuyor, mücadele ediyor. Milyonlarca Euro karşılığında getirilmiş değerli isimler bunlar. Bubi tuzağına dönen sahalar futbolun ve futbolcunun en büyük rakibidir artık. Bırakın ağır ve saçma sapan sakatlıkları, kariyerlerinin bitmesini; futbolcuların canları bile tehlikede.
Artık bu rezilliğe dur demenin zamanı geldi ve geçiyor. Kulüpler Birliği ve federasyonun, güven ve adalet duygusundan sonra, en öncelikli sorunu budur. Gelecek sezon için şimdiden en radikal kararlar alınıp, en ağır yaptırımlar getirilmeli. Kimsenin de gözünün yaşına bakılmamalı. Zemini uygun olmayanı başka sahada oynamaya zorlayıp, iç saha avantajını sıfırlayın. Transfer yapmasını yasaklayın. Ne yapıyorsanız yapın; yeter ki futbol adına işlenen bu cinayeti bir an önce durdurun!

18 Mart 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Çayır futbolu‘’

Ligin en çok gol atan ve en çok gol yiyen iki takımı, bu istatistiği inkar edercesine başladı oyuna.. Mücadeleye damga vuran yine zemindi. Çimden çok çayıra benzeyen saha, hata yapma korkusu yüzünden oyunu yakan topa döndürmüştü.
Fenerbahçe kanadının maç günü bile kura etkisi altında kalıp Chelsea konuşuyor olması, odaklanma sorununu da beraberinde getirmişti kuşkusuz.
Şartlar ne olursa olsun, bu kadar kritik bir karşılaşmada Sarı-Lacivertliler daha agresif ve daha istekli olmak zorundaydı. Ancak onlar hazırlık maçındaymış gibi rölantide oynamayı tercih edince Konya-spor da rahatladı. Bu anlaşılmaz uyuşukluk Ceyhun’un golüne kadar devam etti. Fenerbahçe ilk yarıda yapması gerekeni bu andan sonra yapmaya başladı. Nöbetçi golcü Semih Wesson, sahadakilerin en iyisi Deivid’in asistleriyle 2 dakikada düğümü çözdü. Alex’in markajsız kalması, Maldonado’nun aklı ve Kejo’nun vuruş becerisi skoru daha da açtı.
İyi futbolun iyi futbolcuyla oynanacağı kesin de, iyi futbolcu da yeteneğini ancak iyi zeminde oynarsa gösterebilir. Bu sezondan geçti artık ama federasyon seneye bu konuda mutlaka en radikal önlemleri almalı. Belli bir standart bütün kulüplere acımasızca dayatılmalı, yerine getirmeyene de transfer izni bile verilmemeli. Fikstürde kendi sahasında görülen maçlar bile başka sahalara kaydırılıp, iç saha avantajı sıfırlanmalı. Çünkü Türk futbolu ve futbolcusu bu pespayeliği hiç hak etmiyor.

17 Mart 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Aşağılık provokasyon‘’

Medyanın kerameti kendinden menkul fularlı şeyhi, işini gücünü bırakmış, yalan ve dolanlarıyla Fenerbahçe’yi hedef göstermenin peşinde yine. Onun devşirdiği mürit kalemşörler de etrafında pervane, el birliğiyle aşağılık senaryolar üretiyorlar. Ulusoy’un gidişinden bu yana, arkasından ağıt üstüne ağıt yakıyorlar.
Bu yeni bir durum değil, şaşırtıcı hiç değil. Bıçakcı döneminde de yaşanmıştı aynı senaryo. Bıçakcı’nın Galatasaraylılığı yetmemişti onlara, çünkü dürüsttü. Bütün korkuları Fenerbahçe’nin başarısı ve bunu engelleyebileceğine bel bağladıkları şer odaklarının tasfiye edilmesiydi. Şimdi bu uğurda dünyanın en efendi adamlarından Kemal Dinçer’i bile ateşe atmaktan, ismini bulandırmaktan çekinmiyorlar.
Aynı kişiler Fenerbahçe’nin yendiği her takım ve hocasını, yine bazı ithamlarla töhmet altında bırakıyorlar. O maçları yöneten her hakemi de yerden vere vuruyorlar. Ancak hakem Fenerbahçe’yi ya da Beşiktaş’ı katletmişse baştacı. Kendi meftunu oldukları takımın lehine yapılan bariz hakem hatalarından, 3-5 metre ofsayttan atılan gollerden bahseden bile yok. Can derdine düşmüş Kasımpaşa’ya bile saha içinde ricada bulunanlar(!) kimin futbolcularıydı? Şu ligde lehte ve aleyhte yapılan hakem hatalarını düşüp ekleyin bakalım, ligin zirvesi nasıl şekilleniyor?
Bu ülkede temiz futbol oynanacaksa, bataklık kurutulacaksa, önce şu 10-15 senenin açtığı yaralar deşilip, irini ortalığa dökülmeli. Herkesin kendi arasında bilgiç bilgiç konuşup, ekranda kelamını bile edemediği karanlık dönem. Ama nerede?
Bu yaptırımsız dünyada ne yaparsan, ne söylersen yanına kâr kalıyor işte. Ancak bizim gibi çıkıntılar, sadece “Milli Takım’ın alt kadroları neden hep Galatasaraylı ve Trabzonsporlu futbolculardan oluşuyor?” diye bile sorunca, anında tazminat davası açmaktan geri kalmıyorlar.
Türk Futbolu’na kin ve öfke pompalamak, bir takımı ve başkanını hedef göstermek dışında yaptıkları hiçbir şey yok bugüne kadar. Buna Genelkurmay Başkanı ile Başbakan’ı da dahil ederek hem de... Neymiş, ikisi de Fenerbahçeli’ymiş. İyi de, o başbakan döneminde tarihin en büyük kıyağı yapılmadı mı Galatasaray’a? Seyrantepe kimin icraatı? İşin bürokratik kısmını çözen, Canaydın’la sürekli Ankara’ya gidip gelip mekik dokuyan Hasan Doğan değil miydi? Peki ya Vakıfbank’ın sildiği onca faiz borcu hangi kulübe aitti? Bir de takım mı değiştirmeleri gerekiyor güzel hatrınız için? Bu şahısların Mehmet Ağar’lara, Mesut Yılmaz’lara bir itirazını duyan oldu mu hiç? Bu utanmazlıktan gına gelmedi mi artık, yeter be!

14 Mart 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zico ve talebelerine‘’

Bugüne kadar hiç takdir görmediniz, emeklerinize, yeteneklerinize ve hedeflerinize kimse saygı göstermedi. Hatta kendi taraftarlarınız bile yuhaladı, ıslıkladı. Ama bütün bu karanlıklar karşısında bile yumruğunuzu hiç çözmediniz. Yılmadınız, inandınız, kenetlendiniz ve başardınız.
Ancak şunu bilin ki, bu kadar ağır saldırı altında olmanızın tek geçerli nedeni Fenerbahçe’de görev yapıyor olmanızdı. Tıpkı sizden öncekilere, onlardan öncekilere yapıldığı gibi. Çünkü bu ülkede bu formayı taşımak, özellikle son 15 yıldır ateşten bir gömlek giymekten farksız.
Kaptan Alex, kendi sitesinde yer alan ‘Saygı’ başlıklı eski bir yazısında, “13 yıllık kariyerimde kupalardan daha çok sevindiğim bir şey varsa o da; formasını giydiğim kulüplerden hep saygı görmek” cümlesini kuruyor. İşte bu Alex, insanüstü istatistiğine rağmen bizim medya ulemalarından zerre kadar saygı görmedi. Yetmedi, kendi taraftarlarına da hedef gösterildi.
Her ağzını açtığında saygıdan söz eden, dünyanın en saygın futbol adamlarının karşısında düğme iliklediği Zico bile sürekli aşağılananlar kervanına katıldı. Basın toplantılarında sorulan pespaye ve sırıtkan sorulara bile derviş gibi cevaplar verdi. Ancak bütün bu fütursuzluklara bugüne kadar verilen en güzel yanıt Şampiyonlar Ligi’ndeki performans oldu. Öyle ki, bazılarının dilleri dolandı, ne yazacaklarını, ne diyeceklerini nasıl kıvıracaklarını şaşırdılar. Bunun rövanşını almak için kalemlerini daha da sivriltip pusuya yatacaklar, en küçük bir başarısızlıkta ya da tökezlemede eskisinden daha acımasız, daha saygısız bir şekilde saldırıya geçecekler.
Türkiye’deki negatif futbol gerçeklerini, sadece pozitif futbol inancıyla dize getirmeye çalışan Zico ve talebelerinin bir görevi daha var; Süper Lig’de kalan tüm maçlarda aynı performansı, aynı ciddiyeti ve aynı karakteri göstermek. Başarının sürekliliği buna bağlı. Çünkü seneye yine Devler Ligi’nde yer alabilmenin vizesi bu maçlardan geçiyor. Hepsi, kayıpsız geçilmesi gereken ön eleme maçından farksız. Her biri ayrı bir final.
Kim ne derse desin, tarih sizlerle ilgili hükmünü notlarına düştü bile çoktan. Size göz göre göre yapılan saygısızlıkları ve bunları reva görenleri de. Kalan son 9 maçta emeğinizi, yeteneğinizi, kapasitenizi, bilginizi, birikimlerinizi aşağılayanlara ders vermek zorundasınız. Bunu başarabilecek bir ruha sahip olduğunuzu fazlasıyla gösterdiniz, inancınızla inanmayanları madara ettiniz. Kimin ne yazdığına hiç aldırmadan yüreğinizle, emeğinizle tarih yazmaya devam edin yeter!

11 Mart 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şiir gibi‘’

Nefesleri kesen Endülüs zaferinden sonra bile, otelde odalarına çekilecek kadar sindirmişlik hakimdi bu çocuklarda.. En küçük bir abartı, densizlik, seviyesizlik ve hazımsızlık yaşamamışlardı. Dönüş uçağında da yine gururlu, vakur ve sessizdiler.
Gerçek kapasitelerini test etmişler ve iyice kenetlenmişlerdi. Zico, zorunlu iki değişiklik dışında aynı kadroyu sahaya sürerek onları alkışlatmak niyetindeydi. Onlar da kaldıkları yerden, aynı hızla, aynı motivasyonla ve aynı takımdaşlık ruhuyla devam ettiler.
Gollerdeki renk, âhenk, asist, vuruş estetiği ve zerafet, doyumsuz bir ziyafetti. Uğur’un öldürücü deparları, Kejo’nun parmak ısırtan gayreti, Alex’in felç eden dehâsı, Deivid’in çaresiz bırakan hızlı pas trafiği... Bunlara bir de saha içindeki makine düzeni ve uyumu eklenince, Vural’ın takımı erken havlu attı.
Bir yanda Zico duruluğu ve sükuneti, diğer yanda Yılmaz Vural’ın replikleri bile ezberlenmiş agresif ama gülünç akrobasisi. Ve bir diğer yanda da, geldiği günden beri Zico’ya, Vural’ı örnek gösteren pişkin kalemşörler.
Bu maç her şeyin ötesinde bir kucaklaşma, helalleşme ve kenetlenme maçıydı. Taraftar Zico’yu ilk kez samimi bir şekilde bağrına bastı. Fenerbahçe bu futbol çıtasını aşağıya düşürmezse, bu moralle çok zor durdurulur.

10 Mart 2008, Pazartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sağır ve kör‘’

Ormanda ilerleyen kurbağa sürüsünden iki tanesi bir çukura düşmüş. Diğer bütün kurbağalar çukurun ağzına toplanıp, çaresiz bir şekilde bakıyorlarmış. Çukur bir hayli derin olduğundan düşen arkadaşlarının zıplayıp dışarı çıkması mümkün gözükmüyormuş. Yukarıdaki kurbağalar, boşuna çabalamamalarını söylemişler arkadaşlarına: “Çukur çok derin. Dışarı çıkmanız imkânsız!” Ancak, çukurdaki kurbağalar onların söylediklerine aldırmayıp var güçleriyle zıplamayı sürdürmüşler. Yukarıdaki koro, ısrarla boşuna çırpınıp durmamalarını, ölümün kendileri için kurtuluş olduğunu söylüyorlarmış. Sonunda; çukurdaki kurbağalardan biri söylenenlerden etkilenip, mücadeleyi bırakmış. Diğeri ise; onlara aldırmadan zıplamaya devam etmiş. Yukarıdaki kötümser koronun ümit kırıcı sözlerine hiç kulak asmadan çabasını sürdürmüş. Sonunda bir olmazı başarıp çukurdan kurtulmuş. Meğer o kurbağa SAĞIRMIŞ!
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ve arkadaşları, olumsuz düşüncelere kulaklarını kapatarak, yüreğindeki umudu kimsenin çalmasına izin vermediği için Fenerbahçe’nin tarihini değiştirdi. 90 yılda yapılamayanı sadece 10 yılda gerçekleştirdi. Bir inanılmazı başardı. Camiadaki ve medyadaki kasıtlı saldırılara, haksız eleştirilere, belaltı oyunlara aldırış etmedi. Bu negatif koronun itirazlarına hiç yüz vermedi, duymazdan geldi. Devrim de zaten böyle gerçekleşti.
‘Stajyer’ sıfatıyla aşağılanan ve taraftarına hedef gösterilip ıslıklatılan futbol efsanesi Zico da, yuhlanan, ıslıklanan futbolcular da bunlara kulaklarını kapatarak sadece işlerine baktılar. Ve sonuç ortada; Devler Ligi’nde çeyrek final.
Ancak şimdi işleri daha da zor. Samimiyetsiz övgü bombardımanı, haksız eleştirilerden çok, ama çok daha fazla tehlikeli. Tarih boyunca liderleri en büyük felaketlere sürükleyen kör edici abartılı övgüler olmuştur. Artık insan sarrafı olmuş ve nice ihanetlerin içinden süzülmüş olan Aziz Başkan, tıpkı kasıtlı saldırılara olduğu gibi, sahte övgülere de sağır kalmayı sürdürecektir. Zico’yu anlatmaya gerek yok; O zaten egosunu yenmiş bir futbol dervişi. Futbolcular da kendi tribünlerden gelen her türlü abuk subuk tepkiye kulaklarını kapayabilecek olgunluğa ulaştı.
Fenerbahçe her başarısını kendine rağmen alıyor. Daha doğrusu devrimin ilerleyebilmesi ve direnç noktalarının oluşması hâlâ bu kulübün kendini yenebilmesine bağlı. En büyük rövanşı ve en önemli maçı hep kendisiyle. Büyük Yürüyüş’ün şifresi, tıpkı saçma sapan tenkitlere olduğu kadar, körlüğe yol açacak abartılı övgülere sağır kalmayı öğrenmekten geçiyor.

07 Mart 2008, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Endülüs'te raks‘’

Fenerbahçe ilk 9 dakikada art arda gelen gollerle geriye düştüğü maçı, penaltılarla da olsa çevirmeyi bilerek, tarihinde çok kritik bir eşiği aştı. Maçın kahramanları; iki inanılmaz golü yiyen ancak 3 penaltı kurtaran Volkan Demirel oldu. Sevilla tribünleri, Barcelona ya da Real Madrid maçına hazırlanmış gibiydi.
Hakem Busacca ilk yarı tribündeki koraya düdüğüyle eşlik edince Fenerbahçe, ciddi anlamda kart problemleriyle karşılaştı. Ne gariptir ki, böyle bir gecede eleştiri olmaz ama son maçların en iyi adamları Gökhan, Selçuk ve Volkan nazara gelirken, en çok eleştirilen isim Deivid, yine her zaman yaptığını yaptı ve maçı çeviren adam oldu.
Fenerbahçe’nin ilk golünün ardından, Sevilla stadına korku çöktü. Tribünlerin tezahüratları mezarlıkta ıslık çalmaktan farksızdı. Sanki başlarına gelecekleri hissetmiş gibiydiler. Nitekim, Şampiyonlar Ligi şampiyonu olmak için çok büyük yatırımlar yapan Sevilla, dünya kulübü olma yolunda basamakları yeni yeni tırmanan Fenerbahçe’ye, teslim oldu ve havlu attı.
‘Sevilla ilk yarıda fark atar, 4 golden sonrasını saymam” gibi perde arkasında yorumlar yapan bazı ukalalar sanırım bu geceden utanç dolu bir ders çıkarmışlardır. Çünkü futbolda şartlar ne olursa olsun umutsuzluğa asla yer yoktur, umudu inkar etmek de futbolu inkar etmektir.
Şimdi sıradaki gelsin!

05 Mart 2008, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Emel Gurbeti‘’

Yahya Kemal’in Mehlika Sultan’a Yolculuk şiiri gibi Fenerbahçe’nin Avrupa serüveni; bitmeyen bir emel gurbeti... Sevilla ve ondan sonraki her maçın açılımı ‘tarihinin en önemli mücadelesi’ olarak kayda geçecek. Menzil hep yenilenecek.
Sarı-Lacivertli kulüp, kendi yenme ve hedeflerine yürüme açısından bir kritik maça çıkıyor 3-2’nin rövanşında. Futbol dervişi Zico’nun da vurguladığı gibi, üç olasılıktan ikisi Fenerbahçe lehine çalışacak Endülüs ellerinde. Yine de çok zor, ancak imkansız değil. Neredeyse takımının Avrupa macerasının tamamı kadar Şampiyonlar Ligi kariyerine sahip Carlos’tan gelen olumsuz haber, herkesi etkiledi. Çünkü o, engin tecrübesi ile sahadaki varlığıyla ve hatta yaptığı tek bir hareketle bile Fenerbahçe’yi sakinleştiren, özgüven pompalayan bir fenomen. Ne yazık ki, moral verebilmek için bile gelemedi Sevilla’ya...
İstanbul’daki yenilginin acısını bir türlü unutamayan İspanyol ekibi, bu maça özel bir motivasyonla çıkacak. Deportivo maçındaki tutuk oyunları ve Jimenez’in oyuncu tercihleri de akıllarının kesinlikle Fenerbahçe maçında olduğunun net bir göstergesi.
Turun geçilmesi, dünyada yaratacağı sükse ve kazandıracağı özgüven kadar, çok önemli bir zihinsel sıçramayı da beraberinde getirecek. Yıllar yıllarca Galatasaray galibiyetleriyle avunan, ona endekslenen camia ve taraftarlar, sevinç ve kazanımları açısından daha üst boyutta maçlar olduğunu da iyice anlamış olacak.
‘Futbolun asla sadece futbol olmadığı’ teorisi gibi, burada geçilecek tur, devrimini tamamlamaya çalışan Fenerbahçe için, turun çok çok ötesinde şeyler ifade ediyor. Futbolcularda ve yönetimde moral ve inanç tam. İspanya’ya gelen taraftarlar da takıma güveniyor. Ancak yine de totemlerini ve uğurlarını yapmayı ihmal etmiyorlar. Zafer olasılığı konuşulurken bile dillerini ısırıp, kulak memelerine asılıp tahtalara vuruyorlar, nazar ederiz korkusuyla.
Madem Yahya Kemal ile başladık yine onunla bitirelim; bakalım “Endülüs’te Sarı-Lacivert Raks” hayali mi gerçek olacak? Yoksa hedefler önümüzdeki baharlara mı ertelenecek?

04 Mart 2008, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI