‘’Başbakan'a sorular!‘’
Soruyoruz soruyoruz konunun taraflarından ses gelmiyor. Bir şeyler ısrarla ve inatla kamuoyunun gündeminden kaçırılıyor. Sessizliğin içinde sinsice rant cinayetleri işleniyor.
Galatasaray cephesinden zaten bir yanıt beklemiyoruz, onlar ancak işlerine yarayacak konularda ve konumlarda ortaya çıkarlar. Nasıl olsa her yazıdan sonra vekâleten klavye başına üşüşen küfürbazlar gece gündüz mesaide...
Artık biz de mecburen bu kıytırık sorularımızı olayın diğer tarafına, yani ‘Kasımpaşalı Başbakan’a yöneltip, en bıçkın cevaplar bekliyoruz. Hatta mümkünse ‘açıklamanın daniskası’yla ağzımızın payını almak derdindeyiz. Benimle birlikte ‘biat’ etmeyen, ‘hikmet’ aramayan, yalnızca sorgulayan cılız sesli ‘densizler’ de aydınlansın böylece... Sindirim sistemi gelişkin camialara yapılan ‘kıyak’ları sindiremeyen bizim gibi azınlıktaki hazımsızları sessizlikle mi boğacaksınız?
Cevaplara şüpheyle yaklaşıp sadece sorulara iman eden, aklını ve vicdanını kimseye emanet etmeyen ‘arızalı’ ve ‘çıkıntı’ tipleri aydınlatın da, hep birlikte ‘feyz’ alalım.
Aslında ‘Fenerium’un helâl gelirini bile içine sinderemeyen Sayın Polat, Seyrantepe’deki 100 milyonlarca dolarlık haram peşkeşi nasıl içine sindirdi?’ sorusuyla başlamak isterdim. Ama onun bu söylemi, 3 kuruşluk rant peşindeki gecekonducuyu fırçalayıp, milyonlarca dolarlık ranta icazet veren ‘Kasımpaşalı’ anlayışıyla birebir örtüşüyor.
Evet, soruların muhatabı hükümetiniz mi, size bağlı olan TOKİ mi, yoksa siz misiniz Sayın Başbakan? Bu girift ilişkiler ve çelişkiler yumağını bir türlü çözemiyoruz.
İşte cevap bekleyen sorularımız:
1- Galatasaraylı olmadığınıza göre, ‘Seyrantepe kıyağı’nın nedeni ‘seni seveni seviyoruz’ mantığına mı dayanmaktadır?
2- Galatasaray’ın kaç milyon dolarlık vergi, faiz ve kira borcu silindi? Kalan banka borçları hangi şartlarda yeniden yapılandırıldı?
3- Galatasaray’ın Ali Sami Yen’de ‘üst kullanım hakkı’ var mıdır? Yoksa kira borcunu ödemediğinden mahkemece sonlandırılmış mıdır?
4- Peki bütün bunlar yetmedi mi ki; şimdi bir de 10 bin kişilik spor salonu yapıyorsunuz?
5- Türk Telekom’un bu stada sponsor oldu(rul)ktan 12 gün sonra, sabit telefon ücretlerine yüzde 5 zam yapması da mı ‘tesadüf’tür? Sponsorlukta bakanlığınızın etkisi ya da sizin bakanlığa etkiniz var mıdır?
6- Devletin, vatanın, milletin, futbolun, sporun bu garabetten çıkarı nedir?
7- Aynı kulüp için Olimpiyat Stadı’na harcanan ek paranın tutarı kaç milyon dolardır?
8- Mal varlıkları, (kendi başkanlarının ifadeleriyle) ligdeki 17 kulübün 2 katından bile fazla olan bir kulübe rant aktarmanızın sebebi nedir?
9- Fenerbahçe dışında, bırakın tesisi ve stadı, futbolcusuna ödeyecek parayı bile zor denkleştiren diğer kulüplerin dahi bu görkemli peşkeşe sessiz kalmalarının nedeni sizce nedir?
‘’Duruş‘’
Şu, ‘örtbas’ skandala şaşıranlara daha doğrusu şaşırmış gibi ucuz ayaklara yatanlara, en çok da bir şey olmamış gibi davrananlara gülüyorum.
Bu sözde hatayı yapan Fenerbahçe ya da federasyondaki bir Fenerbahçeli olsaydı neler olurdu; Lütfi Arıboğan’ın yerinde Şekip Mosturoğlu otursaydı mesela... Ya da Ulusoy’un koltuğunda Şenes Erzik?
Beşiktaş-Fenerbahçe maçının hakeminin açıklanacağı gün, Ulusoy’un makam odasında mâaile saf tutanlar ve diyafon dinlemekle onurlandırılan kişiler Beşiktaşlı yöneticiler değil miydi? Serdar Bilgili yönetimi 2. kez seçilir seçilmez, Anıtkabir ziyaretine gidermiş rahatlığında kongre salonundan Perili Köşk’ün yolunu tutmamış mıydı gece vakti? O zaman da ne tesadüftür ki, Beşiktaş’ın cezası görüşülüyordu Tahkim Kurulu’nda...
Pekii, Ulusoy ikinci kez seçildiğinde ağlamaklı gözlerle O’nu havaya atıp tutanları izleyen Yıldırım Demirören değil miydi? Pekii, Beşiktaş küfür nedeniyle puan silinme sınırına dayanınca apar topar talimatname değiştiren kimdi?
Beşiktaş yazarları bir kaç kalem dışında, tarihi sümenaltı skandalı sümenaltı etmekle meşgul. Demirören yönetiminden ne ‘çıt’ çıkıyor ne de ‘gık’. ‘Sus bombası’ atılmış ortalığa sanki. Değişken duruş stratejisi gereği galiba...
Emre’nin parmağını oyun kuralları içerisinde görüp 3 maçlık cezasına itiraz eden yönetimden, aynı çirkinliği Nobre’yi gelin, Emre’yi damat olarak gösterdikleri pankartla kutsayan taraftarından ne bekliyordunuz? O cezayı sıfırlayan ‘fenerasyon’ adını verdikleri federasyondu. Hani Akaretler’deki kulüp binasında alenen Murat Aksu önderliğinde dizayn edilen Bıçakcı Federasyonu.
Önce sahtekâr sonra ‘gelin’ ilan ettikleri Nobre’ye ‘Mert’ adını layık görüp, ‘özel’ kontenjandan Türk vatandaşı yapan, yetinmeyip kaptanlık pazubandı takanlar bunu mu sorgulayacaklar? Bu skandalı, sus payı şampiyonluklar ve ulufe yıldız kadar içlerine mi sindiremeyecekler? Üçüz pankartlar, ittifak sofraları kadar da mı benimsemeyecekler? Kasten ‘zamanaşımına’ terk edilen ‘şike’ konuşmalarını mı umursayacaklar? Çok beklersiniz!
Dillerinden düşürmedikleri ‘duruş’un koordinatlarını ve hızını bir kestirebilsek, skandalın ne yanına düştüklerini anlayacağız ama başımız dönüyor açıkçası...
Belki de meşguliyetleri çok. Yeni yayın gelirleri paylaşımından, sanal 2 şampiyonluk için hak iddia etme ve pay kapmanın derdindelerdir belki duruş gereği.
Akrabalık kontenjanından bu kadar kıyak yapan federasyon başkanı, sempatizanı olduğu renkler için neleri göze almıştır acaba?
Nasıl sevmesinler, nasıl aramasınlar, nasıl biat etmesinler?
‘’Ayaktaki taş!‘’
Başbakan önceki gün kürsüden gecekonduculara esip gürlüyor. Kentsel dönüşüm projeleri, onların mahkemeye gitmeleri ve yıkımı durdurmaları yüzünden yarım kalıyormuş da onları kamuoyuna şikayet ediyor. “Ayağımıza taş bağlıyorlar” diye feryat edip, “Onlara verdiğimiz evleri beğenmeyip, daha iyisini, daha fazlasını istiyorlar. Yahu orası zaten senin değil ki; milletin, devletin arazisi üzerine kondurmuşsun bir gecede... O zaman, ev almak için karısının bileziğini satan insanlara ne diyelim?”
Sonuna kadar haklı bu konuşmasında... Siteminde de, tespitlerinde... Kendi kendisiyle nasıl da çelişiyor bu sözlerle... Anlatalım!
Partisinin grup toplantısında Galatasaray’ın şampiyonluğunu kutlamasını isteyen milletvekillerine, Seyrantepe’yi kast edip, “Onlar da yaptığımız kıyağı unutmasın!” diye gülerek karşılık veren de kendisi değil miydi?
Galatasaray’ın Ali Sami Yen’deki kira borçlarını faizleriyle birlikte sil. Feshedilen kira sözleşmesini yok say. Milletin arazisini bir gecede bedava ver. Oraya devletin olanaklarıyla stat yaptır. Üstelik bu yeni stada ‘kira ödemeyecek’ maddesi de koydur. Müteahhit sarpa sarınca Ulaştırma Bakanlığı sponsor olsun, telefon ücretlerine haftasında zam yapsın ve bunu da millete ödetsin. Maliye Bakanlığı vergi borçlarını silerek sponsorluğa soyunsun! Devlet bankaları da borç faizlerini temizlesin, yetmesin vadesini uzatarak talimatla sponsor yapılsın...
Bir diğeri de öğrenciye, boyacı çocuğa forma, memur ve işçiye bilet, asgari ücretliye kombine satıp, parsel parsel yıktığı stadını 3 senede 120 milyon dolara yenilesin. Üzerinde devletin çakılı tek çivisi kalmadığı halde, yine de kira ödemeye devam etsin. Çelişki uçurumu bir yana, bir de bu çarpıklığı ‘kıyak’ diye (m)izah etmek!
Gecekonducunun 10-20 bin dolarlık rant hesabına öfke, 200-300 milyon dolarlık ranta emir-imza ve sempatik gülücük. Fenerbahçe devreye girmese oradaki rant 3 milyar dolardı, bunu okuyanlara bir kez daha hatırlatalım! (Kaynak: GS Yüksek Divan Kurulu)
Kol kanat gerilen ‘ayrıcalıklı’ ve ‘elit’ kulübümüze gelince... Lincoln kendi ağzıyla 7 milyon Euro brüt ücret aldığını açıklamıştı, bonservis ücreti hariç. (bkz. Alman gazeteleri) Oliveira ile yıllığı 5 milyon Euro’ya anlaştı, bonservisine 8 milyon Euro önerildi, son anda yattı. Baptista’nın sadece bonservisine 20 milyon Euro teklif edildi, kendisini Allah bilir. Gelenlerin bonservisleri ve yıllık ücretleri de sır değil... Baskette, voleybolda (bayan-erkek) ses getiren transferleri de cabası... Mal varlığı da, tüm takımların mal varlığının iki katından daha fazla. (Kaynak: Adnan Polat)
Peki siz kimin ayağına taş bağlıyorsunuz Sayın Başbakan? Taşlar ayak olursa, ayaklar da taş olmaz mı?
Ya bu rant karşısında taş kesilenlerin, susanların, haksızlığı hak görenlerin dili, aklı, zekâ yaşı, beyni, kalemi, kelâmı cilâlı taş devrinden ileri mi?
Vicdanlar taş değil, granit olsa çatlar be!
‘’Psikolojik harekât!‘’
Fenerbahçe, sabırla helvayı koruk yaptı. Biriktire biriktire sonunda Devler Ligi’nde 3. torbaya girdi. UEFA sıralamasında 4 yılda 100 basamaktan fazla sıçradı. Bu sene en azından çeyrek final başarısını tekrarlarsa, seneye Avrupa’nın ilk 20 takımı arasına katılıp, 2. torbanın müdavimi olabilir.
Herkesin hedefindeki Fenerbahçe’nin de tek hedefi budur; Devler Ligi’nde sürekliliğin yolunu mutlaka açık tutmak, çok zor da olsa 1. torbaya terfiyi zorlayacak güce ulaşmak ve o ligin kriterlerini anayasa haline getirmek.
Aslında normal koşulların hüküm sürdüğü bir ülkenin takımı olsaydı, Lyon gibi 7 yıldır ligi silip süpürmüştü. Camia her şeye ve herkese rağmen bu tökezlemenin cevaplarını ısrarla kendi içinde aramaya devam etmeli. Yönetim, taraftarlar, futbolcular ve kongre üyeleri olarak. Çünkü sıkıntıları, sancıları ve acıları göze alamazsanız, hedefleriniz sizden, siz de hedeflerinden uzak düşersiniz.
Fenerbahçe iseniz, kuvvetli olmak kendi ülkenizde size yetmez, ihanet hep bir adım ötenizde bekliyorsa, kudretli olmak zorundasınız... Zırhlarla donanmaya mecbursunuz.
Şimdi, medyada iki haftadır sistematik olarak sürdürülen psikolojik hârekâta bir bakın. Gaziantepspor yenilgisi ile İstanbul Büyükşehir Belediye maçındaki görüntü de bunlara çanak tutuyor.
Gerçeklere ne kadar yakın durursan, yalanlardan da o kadar uzaklaşırsın. Ya da tam tersi. Ama herkes kendi yalanını gerçeğinden daha çok seviyor. Dahası birbirlerinin yalanlarını çoğaltıp, bunlara iman ettikleri gibi Fenerbahçeliler de iman etsin istiyorlar. Sağlı sollu ince salvolarla, düşmeyen kaleyi kendi halkına kuşattırmaya çalışıyorlar. Ama yemiyor. Bazen yönetim, bazen taraftar, bazen futbolcular, bazen şanssızlıklar, bazen de yanılgılar bunların ekmeğine yağ sürüyor. Fırsat yaratıyor, palazlandırıyor.
Baksanıza Kezman’ın 2 yıl boyunca olumlu tek sözüne kulak vermeyenler, Aziz Yıldırım aleyhinde konuşmuşsa hâşâ Allah kelâmı gibi sarılıyorlar... Ezeli rekabetler, devlet sponsorluğunda ebedi rezalete dönüşmüş, yazan çizen yok. Anlaşıldı ki, bu, hiç de değişmeyecek.
Bu sanal, tasarlanmış yalan ve sinsi iftira bataklığına cevap yetiştirmeye çalışmak, zaten onların tuzağına düşmek demek! Hatta belki de daha zarar verici, daha yaralayıcı bir durum.
Fenerbahçe ile büyük hedefinin arasına engeller koymayın; yalanlarla oyalanma değil, gerçekleri, yanlışları ve eksikleri çok iyi analiz etme zamanıdır çünkü!
‘’Coşku ve kuşku!‘’
Telsim tribününde dünü ve günü anlatan bir pankart her şeyin özetiydi aslında: “Zafer, zafer benimdir diyebilenlerindir!”
Sorun belli; rakibine oyun kabul ettiremiyor Fenerbahçe... Kendi evinde bile ağırlık koyamıyor, ürkütemiyor, yıldıramıyor, boğamıyor. Karşısındaki ekip kart görüp eksildiğinde bile durum değişmiyor. Sarı-Lacivertli futbolcuların beyinlerindeki sancı ve tereddüt, yüzlerinden ve ayaklarından o kadar belli oluyor ki; bu, rakip futbolculara cesaret aşısı gibi geliyor. Hal böyle olunca; imrendiren bir coşkunun, yerini keskin ve tehditkâr bir kuşkuya terk etmesi anlaşılmayacak şey değil.
Defans, orta saha ve forvet arasında iletişimsizliği giderebilmek için GSM şebekesi kurmak gerek, ya da arazi telsizi... Edu olmayınca, savunma gidiyor, ‘savurma’ geliyor. Seken toplarda ‘0’ çekme ve ileri gereksiz top şişirme sendromu sürüyor. Bir kaç usta ayak dışında, çoğu zaman birbirlerine attıkları paslar, şiddet, zamanlama ve tercih açısından ‘iftira’dan farksız... Aurelio’dan daha çok, Deivid’i arıyor Fenerbahçe... Öldürücü, sakin ve hızlı pas trafiğinin, sürpriz gollerin, asistlerin, bindirmelerin çok yönlü ve neşeli adamı...
Taraftarlar Güiza’yı, O da kendini arıyor. Abdullah Avcı’nın takımındaki aşırı agresifliğin nedeni hangi tuhaf dolduruştan kaynaklanıyor, çözebilene aşk olsun!
Fenerbahçeliler, Alex ve Semih’in sakatlanmaması için Ramazan boyunca her fırsatta dua etsin!
‘’Üst kimlik korundu!‘’
Şanssızlıklar ve hatalar silsilesiyle oluşan alacakaranlık kuşağı, korku filmine döndürmüştü maçı.. Herkesin yüreği ve kafası; ürküten, titreten sorularla doluydu... Gruplara kalamamak değildi asıl kaygı, ondan sonra nelerin yaşanabileceğine ilişkin haklı öngörülerdi.
Takım, fena halde özgüven kaybına uğramıştı... Sezon başı göstergelerini negatiften, durağana çevirme derdindeydi en azından. Ancak ibreleri ters yüz etmek o kadar da kolay değil işte. Hele Fenerbahçe’ysen... Hâlâ değişmeyen değişemeyen duygusal ve kırılgan yapının, olanca tehditkârlığı altındaysan!
İsmine, hedeflerine, büyüklüğüne yakıştığı gibi ısırgan, buyurgan ve etken olmak yerine, aralarına cıvata sıkışmış gibi takır tukur işleyen edilgen pas çarkına sığınarak... Çoğu zaman kendi ayaklarına dolanarak, anlamsızca kendinle boğuşarak, zorlama paslara sarılarak, pozisyonları zora sokarak, olmaz yerlerde de topu kaderine terk ederek. Topa gitmek yerine, topun gelmesini bekleyerek. Maçın gerilimini rakibin becerisiyle değil kendi gereksizlikleriyle, hep en üst düzeyde tutarak.
Neyse ki çubukluyu giyenleri, birbirinin dilinden anlamaz hale getiren ‘Bâbil Lâneti’ni kırıp, kem gözlere şiş çeken, puslu kasveti dağıtan nazar boncuğu Semih Wesson oldu. Gökhan bile kötülerin içindeyse, yutkunmadan neyi nasıl anlatmalı ki zaten?
Fenerbahçe, ait olduğu ve yakıştığı üst kimliğini korumayı başardı.
Ancak takviyeler ve tedbirler gerçekleşmezse, gerilim filmi, gerilim dizisine dönüşebilir.
...Ve kim ne derse desin; Rolex de Souza’nın ölüsü bile ‘vazgeçilmez’ olmak için yeter de artar!
‘’Patates Ligi‘’
Dünya takımlarının kamp yaptığı Antalya’nın, süper(!) stadını gördünüz mü? Bırakın futbolcuları, orada maç oynatmak insan haklarına aykırı? Tam bir rezalet, tam bir utanç, tam bir futbol cinayeti! Otellerin idman sahaları bile 10 gömlek daha üstün. Şehrin iklimi ile otellerin iklimi birbirinden farklı mı?
Bunu kim denetleyecek peki? Kulüplerin keyfiyetine mi terk edilecek? Belediye başkanı maçı izlerken hiç yüzü kızardı mı? Peki ya İl Müdürlüğü yetkililerinin, ya asıl işi bunu denetlemek olan federasyon yetkililerinin? Ligde olmanın bir kriteri yok mu? Bunları yerine getirmeyene bir yaptırım yok mu?
Kuzey Avrupa ülkelerindeki soğuk iklim, Akdeniz’e kıyısı olan ülkelerde bizimkinden de sıcak ve nemli iklim var. Tedbirleri alınmış, ona göre yapılmış her şey. Herhangi bir sorun yok. Ne saha buz tutuyor, ne göle dönüyor, ne de çimleri kavrulup kelleşiyor.
Peki ya taraftar kavgaları; bıçaklananlar, yaralananlar, kafası gözü yarılanlar. Paylaşılamayan nedir? Bir taraftar niye bıçak taşır? Bir taraftar niye kendi taraftarına bile saldırma ve bıçaklama gereği duyar. Saldıran tarafta da, saldıran tarafta da bıçakların olması tesadüf müdür? Hangisi masum, hangisi mazlum? Adam bıçaklayanlar, haftaya tribünlerde mi olacaklar, yoksa nezarette ya da yargıç karşısında mı?
Antalya’da şeref tribününe yapılan iğrenç ve aşağılık saldırının sorumluları kimler? Önlem alınması için daha kaç kez tekrarlanması gerekiyor? Bu çirkin adamlar, bu organize işlerin sorumsuz sorumluları yine yaptırımsız mı kalacak?
Hiç kuşkunuz olmasın; yönlendirilmiş küfürlerin, yalan dolanların, kurgulanmış iftiraların, rezil ittifakların sorumluları gibi yine elini kolunu sallayarak racon kesmeye devam edecekler.
Yıllar önce bir karar daha alınmıştı ve güya şaşmaz bir kesinlikle uygulanacaktı. Futbol kamuoyuna bu konuda söz verilmişti. Hani evsahibi takım, deplasman taraftarına kendi taraftarına sattığı fiyatın üstünde bilet satamayacaktı. Bu iğrenç fırsatçılığa, bu açgözlü soyguna göz yumuluyor yıllardır. Kendi taraftarlarına verdikleri sezonluk kombine fiyatına, deplasman taraftarına tek maçın biletini dayatanlar, kimlere güveniyor? Federasyonun ve yetkili kurullarının neden gıkı çıkmıyor?
Önce Oftaş skandalına, sıkışınca da Hacettepe hüllesine göz yumanlardır bunların hamileri! Açıkçası hülle, hile, halüsinasyon, illüzyon üzerine kurulu bir sirk izliyoruz. Futbol değil bizdeki; olsa olsa karikatürü.
Patates tarlası filan diyoruz da, karın doyuracak bir tabak patates kızartmasını, karın doyurmayan futbol saçmalıklarına tercih etmeyecek bir tek insan var mıdır şu ülkede?
‘’Böyle gitmez!‘’
Sezonun ilk maçı; kabul. Bu maçlar hep sıkıntılıdır; bu da kabul. Ancak bu, Fenerbahçe’ya yakışan bir görüntü değil. Hele ligin ikinci yarısındaki fikstür tamamen aleyhindeyse ve yarım puan kaybına bile tahammülün yoksa... Hele hele şampiyonluğu mücadelesizlik yüzünden elinden kaçırıp, bütün opsiyonlarını tüketmişsen...
İlk yarıda biri direkten dönen 4 pozisyon veriyorsan rakibe ve tek pozisyon bulabiliyorsan... Etkili ayakların bir türlü kelepçeleri çözemiyorsa... Baskı kurman gerekirken, baskı altında oynuyorsan, pas trafiğini yönlendiremiyorsan... Tempo bırakın rölantiyi, negatifte seyrediyorsa durum zor!
Taraftarlarına 45 dakika boyunca sıkıntı yaşatıp, tırnak yedirtti yine Fenerbahçe. Anlaşılan geçen sezondan gereken ders çıkarılmamış. Şampiyonluğun kaçmasında ya da gelmesinde etkili olan asıl bu maçlardır; sezon sonundaki bir kaç maç değil!
Şurası çok net: Fenerbahçe’nin yaratıcı ayaklar kadar, yırtıcı ayaklara da ihtiyacı var. Gaziantep kadar mücadele etmemek, zaman zaman aciz ve naçar kalmak anlaşılır, anlatılır ve affedilebilir bir şey değil.
Futbolcuların kafaları ve dolayısıyla ayakları karma karışık. Bu Arap saçı ve harala gürele görüntü, öncelikli hedefi Devler Ligi’ndeki çıtasını yükseltmek olan bir takıma hiç yakışmadı.
Orta saha saltanatından, orta saha fakirliğine doğru tepetaklak geçiş şablonu, şarbona çevirmiş durumda... Rakiplerini mücadelesiyle, yardımlaşmasıyla, isteğiyle, hırsıyla ve pas kalitesiyle yıldıracak bir Fenerbahçe’ye ihtiyaç var; bazen skor tabelası tam tersini gösterse bile, acil ihtiyaç tam da bu!