Arama

Popüler aramalar

‘’Buldozer‘’

Fenerbahçe taraftarının ve yönetiminin aklındaki, gönlündeki ideal takım, rakibini mücadelesiyle, kondisyonuyla ezen, yıldıran ve taraflı tarafsız herkese ‘helal olsun’ dedirtebilen, her yönüyle takım olabilen bir takım.
Bu özelliklere yetenek, hız, klas ve tecrübe de eklendiğinde ortaya seyrine ve heyecanına doyum olmayan bir futbol çıkacağı kesin. Bugüne kadar eldeki yağ, un ve şeker bir türlü dengeli, disiplinli bir formüle oturtulamadı. İyi futbolun skoru getirmediği, iyi mücadelenin yetenek eksikliğinden sonuca ulaşamadığı yıllar ve yıllar. Bazen de tam tersi keyifsiz ve mücadelesiz futbolla hedefe ulaşıldığı oldu. Görüntü ve ses senkronu birbirine yaklaştı ama senkron hiçbir zaman tam olarak örtüşmedi.
Yönetimin bu seneki tercihleri ve yaptığı bütün hamleler bu arayışı yakalamaya yönelik. Ancak malzemesi ‘insan’ olan her alanda olduğu gibi, futbolda da beklenmedik olaylar ve negatif etkiler hedefleri saptırabilir, şaşırtabilir, takımı ve hatta kulübü yörüngesinden çıkarabilir. Sakatlıklar, uyumsuzluklar, futbol dışı ve hesaplanamayan faktörler bir takımı doğrudan ya da dolaylı olarak sabote edebilir.
Aragones’in tavizsiz ama babacan disiplini, La Liga antrenmanları ve yeni oyun anlayışına alışmak, Fenerbahçeli futbolcuları fiziksel yönden olduğu kadar beyinsel olarak da bir hayli yoracak. Bu da değişime adaptasyon sürecinde, kaçınılmaz bir sonuç.
Ancak, çağdaş futbolun odağında basan, koşan, yardımlaşan, hızlı ve uyumlu bir orta sahaya sahip olmak gerektiği gerçeğini bugün kimse inkâr edemez. Bu açıdan bakıldığında Aurelio’nun bıraktığı boşluğun doldurulması mutlak şart. Sadece Selçuk Şahin yetmez. Kaldı ki, bu oyuncunun çok ciddi bir istikrar sorunu olduğu muamma değil. Bir maçta olağanüstü iyiyken, bir sonraki maçta tanınamayacak halde olabiliyor. Deivid bence Aurelio’dan daha büyük bir kayıp.
Başkan Aziz Yıldırım Divan Kurulu’nda “1-2 transfer daha yapabiliriz” diyerek taraftarların yüreğine su serpti. Artık ne olacaksa olmalı. Hangi hamle gerekiyorsa bir an evvel yapılmalı; riskse risk, fedakârlıksa fedakârlık! Çünkü Fenerbahçe Süper Lig’de bu yılı bırakın heba etmeyi, riske edecek lüksü bile yok. Devler Ligi’ndeki çeyrek finalin altına düşmek, zaten kendini inkâr etmekle eşdeğer.
O halde iki üst düzey transfer mutlak şart. Kulübün hedeflerini, futbol takımının hedeflerinden her zaman daha öncelikli gören ve daha heyecan verici bulan ve savunan biri olarak diyorum ki; gözü karartmanın tam da zamanıdır!

29 Temmuz 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yıldırım istifa!‘’

O, tarihi değiştiren seçim sırasında ben de bir çok kişi gibi Vefa Küçük’ün seçilmesini istiyordum. Çünkü Aziz Yıldırım’ın ‘uçuk-kaçık’ ve ayağı yere basmayan vaatleri, politik arenada çok alışkın olduğumuz ve asla gerçekleşmeyen popülist söylemler gibi geliyordu bana da... İktidar için, Fenerbahçe gerçeklerini görmezden gelen, inkâr eden biri gibi geliyordu. Alışıktık.
Sonra arı kovanlarını tek tek çomaklamaya başladı. Başkan, futbolcu, teknik direktör getirip götüren, kulübün kaderini elinde tutan çıkar odaklarını tek tek imha etmeye başladı.
İşgalcilere savaş açtı.
Çok canı sıkıldı. Çok ihanetler gördü. En ummadığı, en adam zannettiği isimlerden, en olmaz zamanlarda hem de... Dedikodu geleneği yüzünden ne adam gibi adamlardan yüzünü dönmek durumunda kaldı.
Ne getirirken beğendirebildi, ne gönderirken. Öncesinde de sonrasında da kıyamet koparıldı. Gelen gidenlere bırakın sevgiyi, saygı duyanların sayısı, azınlığın bile azınlığı kadardı ancak. Boşverin medyayı, Fenerbahçe camiası ve taraftarından söz ediyoruz.
Kimseyi ve hiçbir şeyi beğenmeme hastalığı, ucuzlatma, küçük görme ve murdar etme yarışı ne yıllarını alıp götürdü bu kulübün. Dün Löw, Osieck, Denizli, Daum, Zico, bugün Luis Aragones... Görünen o ki, hâlâ ders alan yok.
Sanki bu kulüp yıllardır Avrupa’da kazanmadık kupa bırakmamış. Üst üste on yıllarca şampiyonluklar yaşamış. İnanılmaz bir zenginliği varmış, ama hovardaca heba edilmiş gibi bir hava estiriliyor.
1.5 milyar dolarlık bir şirketi yoktan var ederek Fenerbahçe’ye kazandırmış.. 120 milyon dolarlık pırıl pırıl bir stat yapmış. Sponsorluk, Fenerium gelirleri, diğer kulüplerin toplamının iki katını aşmış. Yatırımların ardı arkası kesilmiyor. Kombine satışları 30 bini yakalamış. Amatör branşlar şahlanmış. Kimin umurunda?
Ne diye ince eleyip sık dokursun ki, kulübün parasını harcarken! Kendi cebinden mi harcıyorsun? Borçlansan cebinden mi ödeyeceksin? Boşver, tıpkı eskisi gibi, eskiler gibi bol keseden har vur harman savur, gitsin... Kime hesap sorulmuş ki bugüne kadar, kimler aklanmamış ki? Sana mı kalmış pişmiş aşa su katmak?
Ne diye ‘dünyanın en güçlü ve en büyük kulübü’ diye bir fitne soktun durduk yerde milletin aklına. Eski tas eski hamam; ne de mutluydu herkes; rakipler de, düzen de, gruplar da, taraftarlar da, medya da. Bir sene lay lay lom, üç sene harala gürele geçinir giderdi kulüp.
Eee, bunları yapmakta ayak diretiyorsan hâlâ, güdük beyinli kumbaracıları tasfiyeye devam diyorsan, bu kadar eleştiri, iftira, nankörlük, ihanet ve sıkıntı az bile aslında...
Yazının başlığı da bu inat yüzünden atıldı zaten.

26 Temmuz 2008, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kafalar karışık‘’

Katı disiplin aşığı Aragones ile birlikte, Fenerbahçe futbol takımında her şey tepeden tırnağa değişiyor. Antrenman ve oyun anlayışıyla birlikte, futbolcu-teknik direktör ilişkisi de yeniden şekilleniyor.
Futbolcular açısından alışkanlıkların ve ezberlerin tamamen silbaştan olduğu, sancılı ve huzursuz edici bir uyum dönemi... Yeni hocaya, yeni sisteme, yeni takım arkadaşlarına adaptasyon sıkıntılı bir süreç gerektiriyor.
Omuzuna taktığı şampiyonluk apoleti ile fırtınaları erteleyen Aragones’in, başta Fenerbahçe taraftarı olmak üzere, medya nezdinde de kredisi hayli sınırlı... Yüzlerdeki riyâkâr iyimserlik maskeleri, en küçük bir sendelemede düşecektir.
Bütün bunların dışında Aurelio’yu kaybetmenin yanısıra, Deivid ve Vederson’un uzun sürecek sakatlıkları da çok önemli handikap oluşturdu. Deivid, pas trafiği, oyunu yönlendirme, rahatlatma, süratlendirme, gol vuruşu ve asist açısından kilit isimdi. Her şeye rağmen bu şanssızlıkların sezon başında yaşanması ironik de olsa bir şans.
Futbolcuların, Aragones ve sistemine uyum konusunda kafalarının çok karışık olduğu -mücadele anlamında gelişme olsa da- oynanan hazırlık maçlarından belli. Selçuk ve Deniz’in kendilerini hiç olmadığı kadar futbola ve çalışmaya adayarak bir istikrar yakalamaları şart. Maldonado’nun farklı bir sezon geçirip geçiremeyeceği başlı başına muamma. Emre, hem orta sahada pres yapıp, hem savunma ve hücum hattı arasında köprü kurma gibi ağır bir görevi yerine getirebilir mi? Ya da bunu tek başına ne kadar sürdürebilir? Bu durumda orta sahaya savaşçı ve ayakları düzgün bir transfer şart.
Güiza, La Liga’nın penaltısız gol kralı. Kumaşı da, kalitesi de tartışılmaz. Ancak bonservisine verilen para sürekli tartışılacak. Fenerbahçe’nin ve yönetimin yumuşak karnı olacak.
Bütün bu olumsuzluklar nedeniyle MTK maçı öncesi gerilim yüksek, kafalar hayli karışık. Avrupa’da hedefi ‘en az çeyrek final’ olan kulübün, ön eleme turlarında yaşayabileceği tatsız bir sürpriz, kıyamet senaryosundan farksız olur. O nedenle şimdiden işi çok ama çok sıkı tutmak gerekiyor. Ciddiyetsizliğin ve küçümsemenin bedeli çok ağır olur.
Artık bu çok bilinenli denklemi çözmek Aragones’in işi. Önce kendi, daha sonra da futbolcuların kafasını berraklaştıracak olan O... Aksi taktirde kendisinin de camianın da kimyası karmakarışık olabilir. Geçiş ve uyum döneminin minimum hasarla atlatılması şart!

22 Temmuz 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ders notları‘’

Her konuda ders vermek üzerine programlandığını zannedip, bu yüzden de hayatlarının neden tekerrürlerden ibaret olduğu konusunu algılayamayanlara, Avrupa Şampiyonası’ndan devşirilmiş bazı masum sorular:

1- Anti futbol ihtilâli ile son şampiyon unvanını eline geçiren Yunanistan’ın 4 yıl sonra ‘0’ puan çekmesi ne anlama geliyor? Peki bunlardan hangisi tesadüftü? Önceki mi, bu mu?
2- Türk futbolseverler futbolun yeşil çimler üzerinde oynandığı gibi en basit ve en temel gerçeği yeniden hatırladı. Federasyon yetkililerinin de kıyas mekanizmaları çalışmış mıdır, bir eylem planı var mıdır? Peki ligler başladığında o ilkel görüntü değişecek mi zannediyorsunuz?
3- Turnuvada en çok kart gören milli takım oluşumuzun en mantıklı açıklaması ne olabilir? Peki ya diğer takımların en sinir bozucu düdüklerde dahi hakemlere itiraza bile yeltenmemesinin altında yatan nedir?
4- Fenerbahçe’de görev yaparken en aşağılayıcı sıfatlarla, dudak büzmelerle yerin dibine sokulan Löw ve Hiddink’in bulundukları yer ve elde ettikleri başarı nasıl izah edilebilir? Medyayı boşverin, burada asıl önemli olan Fenerbahçeliler’in bu konuda ne düşündükleri değil midir?
5- Futbol lobisi en güçlü ülkelerin kiminin turnuvaya katılamaması, kiminin de turnuvada oynarken zaman zaman bariz hakem hatalarına maruz kalması neyin göstergesi olabilir?
6- Anlı şanlı futbol yorumcularımızın (ahkâm-ül mülk) Avrupa ve Dünya futbolu hakkındaki bilgi, algılama ve ifade düzeyini kimler algıyabildi? Peki bu arkadaşlar yetersizliğin ve cehaletin farkına varmış olabilirler mi?
7- Kaleci Volkan, kariyerinin en önemli maçlarına çıkabilecek fırsatı yakalamışken, milli takımı çeyrek finalden edebilecek saçmalığı yapmaktan mutlu oldu mu? Peki bu ‘çok dil bilen’ oyuncumuz bundan sonra kime nasıl güven telkin edecek?
8- Bütün rakip teknik direktörlerin ve dünya medyasının Türk Milli Takımı’nın futbolunu ve başarısının sırrını çözemediğini dile getirmesi, sürekli ilahi gerekçeler aranması, gerçekte sistemsizliğin sistemimiz olduğu anlamına gelmez mi?
9- Türkiye’nin yayıncı kuruluşu, ekranlardan fışkıran güzelliklere, çekimlere ve açılara bakarak, maçların nasıl yayınlanması gerektiği konusunda gerekli notları ajandasına almış mıdır? Yoksa ‘hayvan 1, hayvan 2’ hitaplarıyla sazan muamelesi yapmaya devam etme kararlığında mıdır?
10- Spor medyası, Tanrı ilan ettiği ve herkesi tapınmaya zorladığı kişilerin, sonunda gerçekten kendini Tanrı zannedip, onlara da kul muamelesi yapabileceğini kavrayabilmiş midir?
11- Tartışılmaz yetenek Arda Turan’ın, durduk yerde eski federasyon başkanına teşekkür etmesi lig şampiyonluğu ile mi alakalıdır? Değilse bu kimin fikridir? Söyleyene mi, söyletene mi bakmalıdır?

24 Haziran 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ayıptır yazıktır‘’

Emre’nin medyaya kindar hareketleri davranış bozukluğudur. Volkan’a profesyonel destek şart. Zamanında Servet’in ipini çekenler, şimdi övgü düzüyor. Zico’nun gitme şekli de yakışmadı.

1- Fenerbahçe harıl harıl yabancı forvet arıyor. Sizce bu forvet hangi özellikleri taşımalı?
Fenerbahçe’nin hücum gücündeki eksiklik hem ligde, hem Avrupa’da ortaya çıktı. Eğer Kanoute, Adriano ya da Kuranyi gibi yırtıcı ve yıpratıcı bir santrforu olsaydı, her şey çok farklı olurdu. İddia ediyorum, Kezman veya Semih kaleye sırtı dönük oynayabilen ve hava hakimiyeti olan bu tip bir oyuncuyla yan yana oynama şansı bulsaydı, kariyer rekoru kırarlardı. Takımdaki yerli kalitesinin daha yukarılara çıkarılması şart. Emre’nin yanısıra Nihat da alınabilseydi büyük hamle olurdu. Yurt dışında oynadığı ve transfer edileceği açıklanan yerli santrforun kim olduğunu ise hala kimse bilmiyor. Ayrıca Zico’nun düşünmediği Önder’in takımda tutulması iyi olur.

2- Zico olayının perde arkası karışık. Sizce bu ayrılık Fenerbahçe’ye ne getirir, ne götürür?
İstikrar adına Zico’nun kalmasını savunan bir kaç kişiden biriyim. Bu fikrimde de hala ısrarcıyım, hem de her platformda. Futbolun, futbol dışında her şey olduğu bir ülkede, ısrarla sadece futbola odaklı düşünen, sadece futbola inanan, yaşayan bir efsane... Taraftarın büyük bir çoğunluğu onu asla bağrına basmadı; tıpkı Daum gibi. Arkasından yakılan ağıtlara da inanmıyorum. Gidişi gene de kabul edilebilir bir tasarruftur, ama gitme şekli bu Fenerbahçe’ye yakışmadı. Futbolcuların Santana’dan ‘ilkel antrenman’ yaptırdığı gerekçesiyle şikayetçi olduğunu biliyorum. Koch, çok daha ağır antrenman yaptırmasına rağmen, 3 yıl boyunca darbeye bağlı olmayan tek sakatlık yaşanmamıştı Fenerbahçe’de.

3- Emre’nin basına karşı tutumu, Volkan’ın kontrolsüz hareketleri Fenerbahçe’ye zarar verir mi?Emre Belözoğlu, yetenekleri tartışılmayacak bir futbolcu. Bu turnuvada oynadığı ilk maçta beklenen performansından çok uzaktı. Müzmin sakatlığının tekrarlaması, zaten bu konuda ciddi kuşkular taşıyan Fenerbahçeliler’in kafasını iyice karıştırdı. Medyaya karşı kin güder şekilde hareket etmesi davranış bozukluğudur. Artık şunu bilmeli ki; eskiden yaptıklarını görmezden gelenler, Fenerbahçe’de top koşturacağı için linç etmek için çoktan kuyruktalar. Fenerbahçe yönetiminin de uyarıda bulunması şart. Volkan’ın performansı gayet iyiydi. Son maçta yediği iki golde de topa müdahale etti, ama yeterli olmadı. Ancak Koller’e yaptığı hareket hem sporun ruhunu, hem kendi kariyerini, hem de giydiği formayı inkar niteliğindeydi. Üstelik bunu ilk kez yapmıyor. Öfkesini kontrol edemiyorsa, profesyonel destek almalı.

4- Çok mu kolay adam harcıyoruz. Örneğin Sivasspor’a gönderilen Servet’in bugün Galatasaray ve Milli Takım’daki performansını nasıl değerlendiriyorsun?Futbolu çok bilen sözde taraftarlar, futbolu ne kadar bildiği tartışmalı yorumcularla birlikte bu çocuğun ipini çektiler zamanında. Elleri de vicdanları da titremedi. Enke gibi onun da kaderi tek bir maçta, Milan maçında belirlendi. Enke Fenerbahçe’den gittikten sonra yılın kalecisi seçilmişti, Servet de yılın futbolcusu olmaya aday. Servet’i Sarı-Lacivert forma altındayken karikatürleştirip taraftara hedef gösterenler, şimdi aynı yüzsüzlükle ballandıra ballandıra anlatıyor. Hızlı değil, ama çabuk ve hamleli bir futbolcu. Küsmeden, yüreğini ortaya koyarak, kendini parçalayarak mücadele etmesini ayakta alkışlamak lazım.

17 Haziran 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Koyun!‘’

Kendimi bildim bileli gruplar, grupçular, ama en çok da Bayülken masallarıyla büyüdüm. Kavgalı, hakaretli, küfürlü kongrelerle, istikrarsızlıkla, anlam veremediğim kaoslarla, şaşâlı transfer tefrikalarıyla yetiştim.
Milyonlarca Fenerbahçeli gibi, kulübün birbirlerine diş bileyen kongre ağalarının elinde oyuncak haline getirilmesinden sinire keser, ifrit olurdum. Bu gidişatı engelleyememenin, bu çarka çomak sokamamanın yarattığı çaresizliğe, en sunturlu küfürleri sallayarak rahatlatırdım ancak kendimi. Bu işgalcileri dişlerini gıcırdatarak seyrediyordu milyonlarca Fenerbahçeli; koyun gibi.
Köyden gelin almaya gider gibi, görgüsüz bir gösterişle yapılan transfer seferleri, sonra yine aynı adamların kuyruklarına teneke bağlanarak, neredeyse linç edilir gibi gönderilişleri içime otururdu. Gelmiş geçmiş bütün iktidarların Fenerbahçe’ye hakim olma ve kontrol altında tutma gayretkeşliği, grup ağalarının da onların dizinin dibine çöreklenip, buna çanak tutuşları... Kulübün içine çöreklenmiş rant çeteleri ve yancıları... Zaferlerden bile hezimetler türetmeyi, bir sene rüya takım olup, öbür sene acıların takımına dönüşebilmeyi... Yenilir, yutulur ucuzluklar değildi.
Sonra olağanüstü kongreler, istikrarsızlık, kaos va rant cumhuriyeti, daha doğrusu oligarşisi... Kulübün menfaatleri, geleceği, çar çur edilen kaynakları kimin umurundaydı ki! Kendi küçük ve güdük iktidarları uğruna omurgasız pozisyonlar almak varken. Pazarlıklarla diz çöktürdükleri, iplerini ellerinde tuttukları başkanlar varken. Onun yanına Truva atı misali iliştirdikleri kukla yöneticileri varken. Azmışlardı, azmanlaşmışlardı. Meydan okudukları da Fenerbahçe ve kendi dışlarında kalan milyonlarca Fenerbahçeli’ydi aslında.
Kulübe üyelik de onların tekelindeydi. Yıllık yüzde 10 olan üyelik kontenjanını da, verdikleri destek oranında aralarında bölüşüyorlardı. Böylelikle yandaşlarını bedava üye yapıyorlardı, çünkü bu giriş aidatlarını da seçtirdikleri başkanlara ödetiyorlardı. Bir başka yol da, ellerinde tuttukları amatör branşlar üzerinden, sporcu gibi gösterdikleri adamlarına bedava üyelik sağlamaktı. Amatör dalların tek önemi ve anlamı da buydu onlar için... Yani katıksız renk aşkınız ve kimliğiniz üye olmanıza yetmiyor, yetemiyordu. Önce bu ağalara biat etmek zorundaydınız.
Yıllarca aptal yerine koydukları taraftara, hiç sıkılmadan ‘koyun’ diyebilenler de çıkıyor. Çünkü oyuncaklarının ellerinden alınmasını, taraftarın kulübe sahip olmasını bir türlü hazmedemiyorlar. Kendilerini hâlâ çoban zannedenlere taraftarın değneği iniyor anında. Hani halk arasında bir deyim vardır ya, “Sizin güttüğünüz koyun kadar...” diye, işte o hesap!

13 Haziran 2008, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Dünyanın zirvesi‘’

Meleklerin kanatlarını ve cinsiyetini tartışmaktan, ülkenin ve dünyanın tartışmasız gerçeklerine geçiş yapamıyoruz bir türlü. İçi boş bayat söylemlere aşık olduğumuzdan, yapılması gereken basit eylemlere yoğunlaşamıyoruz. Hala ‘koçum, aslanım, yiğidim’ hamasetini bir futbol sistemi veya felsefesi zannediyoruz. Medyanın da, bu bin kere tekrar edildiği halde aynı reytinge ulaşan Kemal Sunal filmleri gibi ucuz, ama prim yapan bu eyyam kültürünü pompalamaktan vazgeçmeye niyeti yok.
Dünyanın en pahalı, en yetenekli futbolcularını, en mükemmel teknik direktörünü bir araya getirseniz ve hatta takım olmayı da başarsanız bile her rakibi yenemezsiniz, her yıl şampiyon olamazsınız. Kolay maç da yoktur, küçük rakip de... Futbolun kanıtlanmış doğrularını, olmazsa olmazlarını yerine getirmeyen, ciddiyetini kavrayamayan hüsran yaşamaya mahkumdur. Bunları aşsanız bile ‘şans, sakatlık’ gibi hesaplanamayan faktörlere takılıp tökezleyebilirsiniz. Ancak iyi futbolun, iyi futbolcuyla oynanacağı gerçeğini de inkar edemezsiniz.
Yıllardır sistemlerden konuşmak yerine, sembollerden medet umuyoruz. Doktor yerine üfürükçü peşinde koşan çağdışı kafalar gibi. Çünkü sistem oluşturmak zahmetli; çalışma, emek ve yatırım gerektiriyor. O halde düşman başına!
Kulüplerin durumu futboldan daha vahim. Bir kaçı hariç hepsi dernek statüsünde. Yani kulüplerin kasasını hortumlayanlar, borçla batıranlar genel kurulda ışık hızıyla ‘ibra’ ediliyor. Kalkan ya da kalkmayan o eller ne adamları, ne ayıpları temize çekti bugüne kadar. Bir kere aklandıktan sonra usulsüzlükler tespit edilse bile, yasaların eli kolu bağlı. Yaptırımsız bir dünya. ‘Ele güne rezil olmayalım’ korkusuyla ne yüz kızartıcı olaylar ört bas edildi bugüne kadar.
Dernek yapısındaki kulübü soyup soğana çevirmek çocuk oyuncağı. Kulüpler yasası çağdaş dünyaya uygun olarak değişsin, suçlar cezasız kalmasın diye yırtınan, federasyona baskı yapan da sadece Fenerbahçe. Bu kulübün potansiyelini harekete geçiren devrime karşı, ortaçağ kafalı bir direnç var. ‘Dünyanın en güçlü ve en büyük kulübü olmak’ gibi vizyonlarüstü bir hedefe karşısında ‘küçük olsun, bizim olsun’ ilkelliğiyle kıvranıyorlar. ‘1 milyon üye’ projesi uykularını kaçırıp, sancılara yol açıyor. Yıllık aidat 60 kuruştan 50 YTL’ye yükseltildiğinde mahkeme kapılarını tırmalayan da, giriş aidatı 1 milyar liradan 10 milyar liraya çıkarılıp, halkın takımı ile halk arasında dikenli barikatlar örenler de aynı kafaydı. Yolu yok artık; o duvarlar yıkılacak!

10 Haziran 2008, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Komedi Dükkanı‘’

Ülke futbolunu köşeye sıkıştıran, teslim alan düzene karşı üç maymunu oynayıp kalemlerini saklayacak yer arayanlar konu Fenerbahçe olduğunda nasıl da cevval bir adam kesiliyorlar.
Bu Komedi Dükkanı’nın hissedar ustaları, devşirme kalfaları, biat etmiş çırakları, müridleşmiş stajyerleri ve teslim olmuş figüranları var. Nefretlerini, sevgilerini, tutkularını, takıntılarını, senaryolarını sadece bir takım üzerinden tarif ediyorlar.
Futbol siyasete, hamasete, keyfiyete, şiddete, cemaatlere, mafyaya teslim olmuşken, peşkeş çekilirken bunlar timsah tebessümüyle izliyordu cinayetleri.
İşbirliği yetmezmiş gibi, senaryoyu militanca sahiplenip, yeminlerle yalancı şahitlik yapıyorlardı utanmadan... Öyle ya; kendilerinin ya da takımlarının lehine işledikçe bu çark, gerçekleri konuşmak gerzeklik olabilirdi ancak... Mahkeme dosyalarına girmiş olsalar bile...
Ahlâk kelimesinin içini boşalttıkları ve artık cümle içinde kullanılamaz hale getirdikleri için son çare ‘etik’ kelimesini icat ettiler. ‘Etik değil’ demek ‘ahlâksız’ kavramıyla aynı anlamı veriyor mu sizce? Arada dürüstlük vaazı verenlerin yüzleri de sırtını düzene dayayıp, pastadan pay kaptığında nasıl da netleşti.
Dün de böyleydi, bugün de, yarın da farklı olmayacak. Ne hesap soran var, ne de yüzlerine vuran... Kokuşmuş balık hafızaların üzerine imparatorluklar, krallıklar kurmuşlar. Onların prensi olmak varken prensip kimin umurunda?
Aslında yüzde yüz futbol konuşmak gerek; ama bunun için yüzlerde yüz gerek. Coğrafyamızın genel ruh hâli bu, komedinin en ‘absürd’ versiyonuyla yaşıyoruz.
Necip Fazıl, “Bize kalan aziz borç asırlık zamanlardan, tarihi temizlemek sahte kahramanlardan” diyordu. Medya hem kendi içindeki hem de onların destanlaştırdığı tiplerden arındırmak zorunda futbolu... Neyzen Tevfik bu ‘Çağ Yangını’na teşhisi daha asrın hemen başında koymuştu zaten;
Asrın yeni bir umdesi var; hak kapanındır.
Söz haykıranın, mantık ise şarlatanındır.
Geçmez ele bir pâye, kavuk sallamayınca,
Kürsî-i liyâkat p...venk, puşt olanındır!

07 Haziran 2008, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI