Arama

Popüler aramalar

‘’Siz, kimin askerisiniz!‘’

Devlete ‘terörist’ derken zerre kadar tereddüt etmeyen ama bebek katili teröristlere terörist dememek için bin dereden su getiren zihniyet.
Tarikatları cumhuriyet gibi gören, cumhuriyetten rövanş almaya çalışan her türlü oluşumun kuyruğuna takılıp kolkola giren, gaz veren, kutsayan mandacı liboş anlayış.
Devrimin değil de devrin adamı olmayı seçtiler her zaman. Cumhuriyet karşıtı, Mustafa Kemal karşıtı, devrim düşmanı kimler ve neler varsa onların yörüngesinde yaşadılar.
“Bitaraf olan bertaraf olur” sözüne ne itibar ederim ne de inanırım. Bunların neyin ‘Taraf’ında olduklarını bilmesem de, neyin karşısında olduklarını çok iyi biliyorum. Atatürk diyene ‘faşist’ damgası yapıştıran ama İmralı’daki haine ‘Atakürt’ sıfatı yakıştırırken gözleri yaşaranlar işte...
Şimdi bu malum gazetenin manşeti “Ergenekon Fenerbahçe’de” şeklinde dizayn edilmiş. Dert değil, bütün takımların tribünlerinde mafya, çete, tarikat uzantılı rant çeteleri var. Bazen yönetimle, bazen muhalefetle açık artırma usulü çalışan ve statta terör estiren rant çeteleri bunlar. Her zaman bunlara karşı durdum, durmaya da devam edeceğimden kimsenin kuşkusu olmasın.
Ancak burada olay farklı... Bu beyler pankartı astırandan değil, “Mustafa Kemal’in askerleri” sözünden rahatsızlar. Özellikle de ‘Mustafa Kemal’ kısmından... Belki sadece “Mustafa” yazsaydı, ya da “Fetullah’ın askerleri” olsaydı gözleri yaşarırdı.
Dini cemaatlere ve masonik cemiyetlere taparlar da, cumhuriyete ve kurucularına oldum olası, en az Çanakkale’de yenilenler kadar mesafeli ve garezlidirler.
Eğer derdiniz futbolun altında Ergenekon aramaksa; önce hangi cemaatlerin hangi kulüplere ve tribünlere nasıl çöreklendiğini, hangisine de neden bir türlü sızamadığını iyice araştırın. Hangi kulüplere hangi olanakların sağlandığına, hangi transferlerin yapıldığına bir bakın. Çeteden yargılanan federasyon üyeleri, kulüp başkanları var mı, çete liderini peygamber zanneden teknik direktörler var mı onu araştırın. Altın tespih kardeşliğini araştırın.
“Asla düşmeyen ve düşürülemeyecek tek kale” manifestosundan ne kadar rahatsız olmuşsunuz. Haber maskesiyle kurnazca müttefiklerinize hedef gösteriyorsunuz!
Bir yerlerinizi yırtsanız da bu sosyolojik gerçeği asla değiştiremeyeceksiniz. Çünkü sadece tribündekilerle sınırlı değil o askerler.
“Mustafa Kemal” kargaları kovalardı eskiden, şimdi o kargalar; saksağanlar, kuzgunlar, çaylaklar, akbabalarla birlikte O’nu kovalamaya çalışıyor.
Ben yönetimin yerinde olsam, bu pankartı tişört yaptırır, ilk maçta 50 bin tane dağıtırdım. Ama altına da bir soru eklerdim: “Siz kimlerin askerlerisiniz?”

30 Mart 2009, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gulgule‘’

Dışarıdan bakan için gülünç, zavallı ve aciz, içeridekiler için de utanç ve acı veren bir çözülme sürecinde Fenerbahçe. Yavaş, kansız, ölümsüz ama gulgulesi (şamatası) en üst perdeden, toplu bir intihar gösterisi izliyoruz 25 haftadır. Dev bir devrimin, cüce intiharını!
‘Asla düşürülemeyen ve düşmeyecek tek kale’yi inşâ eden çelik irade, kumdan bir kalenin taneleri gibi savrulmuş. Zulasına hançeri sokan da, birbirine karşı pusuya yatmış. Çoğunluğun sadece bağrıştığı, bir kısmın da kabuğuna çekilip içi yanarak tanıklık ettiği yakışıksız bir kargaşa. Hiç hak edilmemiş bu ucubeleşme nasıl oluştu peki? Tabii ki kibirle, şımarıklıkla, hedeften saptıran küçümsemeyle! Kulübün ile ülkenin gerçeklerini unutacak kadar körleşip sağırlaşarak. Transfer yanlışlarıyla.
Futbol bu; hiçbir koşulda hiçbir sonuç sürpriz değil. Hakkıyla ve adaletli oynandıktan sonra, en ağır yenilgilerin bile baş üstünde yeri vardır. Her sene hiç yenilmeyecek bir takım kuracak para ve formül icat edilemedi henüz. Bazı takımların taraftarı, bazı taraftarların da takımı vardır. Bugünün adamı olmak isteyenler ile yarının adamı olmak isteyenler arasındaki anlayış uçurumu yani. Hâlâ aklına mukayyet olabilen gerçek taraftarlar bile sabrının son deminde. İsyanları sadece takımın sergilediği zavallı, bezgin, yılgın futbola.
Karanlıkta yaşayıp, aydınlıkta boğulmak ne tuhaf bir çelişki. Krizleri fırsata dönüştürerek büyüyen kulüp, fırsatları krize çeviren bir cinnetin içine nasıl yuvarlandı? Hem de bırakın duraklamayı, duraksamanın bile sürpriz sayılacağı bir ortamda. Duman bile olmayan yerden ateş çıkarabilmek kaderi herhalde bu kulübün.
İnsanı utandıran ve usandıran bu tablo, taraftarın ve yönetimin fedakârlığıyla, mücadelesiyle, kulübün olanakları ve hedefleriyle taban tabana zıt. Ben hâlâ aynı yerdeyim; mücadelesiyle, fizik üstünlüğüyle, hırsıyla zırhlanmış, tepeden tırnağa savaşçı ve takım karakteri iliklerine işlemiş yeni bir kadro oluşturmak şart!
Yönetim, şimdiden gelecek sezon için kusursuz bir değişim planı oluşturup, bunu da eksiksiz şekilde hayata geçirmek zorunda. Yoksa ‘Büyük Yürüyüş’, pusudaki güdük ve yağmacı zihniyetin işgali altında ‘Büyük Çürüyüş’e dönüşür ki; bu vebâlin altından kalkılmaz!

27 Mart 2009, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Son sözü Fener söyler‘’

Rakipleri Fenerbahçe’yi şampiyonluk potasında tutmak için Aragones’ten, takımdan, taraftarlardan ve yönetimden daha fazla çırpınıyor.
Futbolcular havlu atmak, kuyunun dibine yuvarlanmak için ellerinden geleni yapıyor ama zirvedeki rakipleri ip ve el uzatmak için birbirleriyle yarışıyor. Fenerbahçe, kendisine rağmen hâlâ yarışın içindeyse, bu akıllara zarar durum için rakiplerine minnet borçludur.
Ligin bitimine 9 hafta kaldı, ortada 27 puan var. Ancak Fenerbahçe’nin ne inancı var, ne mecâli... Sivasspor ve Kayserispor maçlarıyla bir sıçradı ama aynı hızla dibe çakıldı.
Kalan haftalarda bir fikstür avantajından bahsedilecekse bu sadece Sivasspor için geçerli. Ayrıca hepsinden daha dengeli ve disiplinli oynayan bir takım.
Beşiktaş, Trabzonspor, Fenerbahçe ve Galatasaray için böyle bir şeyden söz edilemez. Bunların kör noktaları, açıkları ve defoları birbiriyle yarışıyor. Ayrıca bu takımların kendi aralarında yapacakları maçlar da Sivasspor’a yarayacak. Beşiktaş enerjik ve özgüven biriktiren bir takım, ancak onun da ciddi sorunları var. Trabzonspor ve Galatasaray da çözülme sürecinden geçiyor.
“Fenerbahçe’nin daha Galatasaray, Beşiktaş ve Trabzonspor ile maçı var” diye fetva verenlere ben de, “Onların da Fenerbahçe ile maçları var” dersem, meramım daha iyi anlaşılır belki. Kaldı ki herkesin herkesi içeride ve dışarıda darmadağın edebileceği, umulmadık taşların baş yardığı bir lig yaşıyoruz bu sezon...
Kadıköy’de Eskişehirspor maçı ile peşpeşe gelen Galatasaray-Ankaraspor deplasmanları Sarı-Lacivertliler açısından göstergeleri olumluya da çevirebilir, umudu dibe de vurdurabilir. Bir tahminde bulunmak çok anlamsız. Bu takıma güvenerek/güvenmeyerek, inanarak/kanarak tahminde bulunanlar, anında yerle bir olabilir çünkü... Tıpkı 25 haftadır olduğu gibi.
Saçma sapan, ite kaka, yalpalaya yalpalaya, bir öyle bir böyle, bir yazı bir tura, bir düğün bir cenaze şeklinde karma karışık gidişatı var Fenerbahçe’nin. Freni patlamış, rotu çıkmış kamyondan farksız. Ne zaman, nerede, ne yapacağını kestirmek de hayli güç.
Altın tepside sunulan bütün fırsatları krize dönüştürme becerisiyle tarih yazmaya devam ediyor.
Potansiyel derseniz fazlasıyla, yetenek derseniz mebzul miktarda... Ancak inanç, özgüven, dayanışma, yardımlaşma, hırs, ciddiyet ve mücadele yerlerde sürünüyor. Rakipleri o formanın büyüklüğünü, taşıyanlarından çok daha iyi biliyor.
Sarı-Lacivertli ekip sezonu zirvede bitirirse ‘yürüye yürüye şampiyonluk’ fantazisi de gerçekleşmiş olur sadece.
Fikstürün son maçlarına bakar mısınız? Trabzonspor-Fenerbahçe, Denizlispor-Beşiktaş ve Galatasaray-Sivasspor. Yani koca bir ligin kaderi, büyük olasılıkla son maçlarda şekillenebilir.
Fenerbahçe şampiyon olamasa da, kazandığı ve kaybettiği maçlarla şampiyonu ve düşen takımları tayin eden bir konumda olacaktır. Burası kesin!

24 Mart 2009, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şaşıran var mı?‘’

Ya Galatasaraylılar’ın yaralarına biraz olsun pansuman olacaktı bu maç, ya Fenerbahçeliler’e umut, ya da diğer zirve ortakları için korku filmi... İlki oldu bir fazlasıyla, kendi taraftarına da korku filmine dönüştü.
Daha maçın başında ‘ofsayt’ bir gol buluyorsun. Maçı koparacağına kendin kopuyorsun. Bilincini ve hafızanı kaybediyorsun. Oysa aynı senaryoyu daha geçen cuma yaşamışsın ama ders alma konusunda abuk bir inat içindesin...
Özkahya eyyam belgesini alır bu başarılı sınavından sonra... Ekran baronları, diplomasını zanlı ve yanlı yayındaki canlı bir törenle verirler.
Maç değil, itiş, kakış, didişme, boğuşma ile dolu meydan muhaberebesiydi. Özkahya, kartlar konusunda Fenerbahçe’ye ne kadar cömertse, Bursaspor’a o kadar cimriydi. Verilen ya da verilmeyen kritik fauller, üst üste yapılan faulleri kartsız geçiştirmeler ve ofsayt hatasını telafi eden garip penaltı... Tam anlamıyla tüy dikti!
Bu pozisyonu süzdü süzemedi işi değil, tamamen bilinçaltı refleksi; Fenerbahçe aleyhine verirsen, cesaret madalyası alır ve yürür gidersin kardeşim... Tersi olursa Hakan Sivriservi gibi olursun. Bu 10 yıllık ezberden ders çıkarmamak için aptal olmak lazım zaten...
Uğur’un Güiza’ya asisti mükemmeldi, İspanyol’un tamamlayıcı vuruşu da öyle... Sercan’ın elini kolunu sallaya sallaya, slalom yaparak kaçırdığı bir gol var ki; Bursaspor mağlup olsa ‘dedikodusu’ 10 yıl yapışırdı adamın yakasına... Bir de Roberto Carlos’un gol olsa dünya sıralamasını bozacak sıradışı vuruşu, İvankov’un da müthiş uyanıklığı ve refleksi...
26. haftada Kadıköy’de Fenerbahçe yok; Eksikşehir ile Eskişehir karşılaşması oynanacak, tribünlerde de apayrı bir maç!

21 Mart 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Delirium!‘’

Mevzu Latince ama dilimizdeki karşılığını da lapince gibi kendiliğinden ele veriyor. Bakmayın bu kavramın çikolata markasına dönüştürülmesine... Her türlü garâbetin sıradanlaştığı yurdumuzda, bu ‘dahiyâne’ fikri eleştirmektir anormal olan.
Delirium, tıp biliminde hem fiziksel hem de psikolojik açıdan vahim sayılabilecek bir hastalık... Beyin fonksiyonlarında meydana gelen organik bozukluk demek genel anlamıyla. Tabii farklı dereceleri ve türevleri de var. Bunamayla sonuçlanmadıkça geri döndürülebilir, ancak zamanında müdahale edilmediğinde ölümcül de olabilir bir durummuş.
Belirtilerine gelince: Korkulu kuruntular ve çılgınca huzursuzluk, duygusal denge kararsızlığı, olayları kavrama bozukluğu, algı illüzyonları ve halüsinasyonlar, zihin bulanıklığı, şaşkınlık, zaman ve mekan bağlamında yönelim kaybı..
Durun bitmedi: Bilinç düzeyinin düşmesi, hafıza sorunları, düzensiz-tutarsız düşünme ve konuşma, uyku ve uyanıklıkta bozulma, odaklanma ve sürdürme güçlüğü, aşırı duygusal tepkiler, çabuk sinirlenme ve alınganlık, şaşkınlık ve yorgunluk.
Derdimiz ahkâm kesmek değil. ‘Akdeniz ahkâmları bir başka oluyür’ ukalalağında hiç değiliz. Bildiğimiz bir kavramı biraz derin araştırdık. “Google etme, başka ihsan istemez” diyenlere de boynumuz kıldan ince.
Efendim bu Delirium denilen mâlum illet, kafa travmalarına, uçucu maddelere, alkol ve uyuşturuculara bağlı olarak, bazen de virütik ve bakteriyel durumlarla yani beyin iltihaplanması nedeniyle ortaya çıkan bir hâl...
Sıkılmış olabilirsiniz de bunları şundan yazıyorum. Fenerbahçe’nin ve Fenerbahçeli’nin kronik rahatsızlığı ile birebir örtüşüyor da ondan. Yukarıdaki şablonu alın uyarlayın, teşhisi şıp diye koyacaksınız. Eksiği var, fazlası yok!
Camianın bütün unsurları öteden beri sadece bir tek konuda mutlak bir mutabakat halinde; biri “ben batıracağım” derken, diğerleri “olmaz birlikte batıracağız” diye kavga ediyor. Profesyonellerden amatörlük bekleyenler, bildim bileli amatörlüğünü ranta tahvil etme yarışında... Nazarlık konusu destek, pazarlık konusuna indirgenmiş.
Bir camia bu kadar mı kendi ayaklarına dolanır? Yaptığını yıkmak için bu kadar mı birbiriyle yarışır? Bu kadar mı ders almaz yaşadıklarından? Kendi gücünü inkâr ve israf etmek için bu kadar mı uğraşır? 102 yıllık kıssa, çeyrek hisse bile vermez mi? Yeminle; bu sosyolojik/psikolojik bilmecelerden bir tekini çözen bile akademik kariyer yapar!
G.G. Marquez’in ‘Şer Saati’ kitabında roman kahramanlarından biri, “İçine kan tüküreceksek, ne yapalım altın tası?” diye soruyordu.
E, gel de delirme hadi!

17 Mart 2009, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ayar kaçmış‘’

Üç maçlık seride ortaya çıkan Fenerbahçe nerede, dün geceki Fenerbahçe nerede? Kendi kendilerini yalanlayıp, umutlanan taraftarlarına sert bir tekzip gönderdiler. Hele hele yedeklerin kendilerine ‘uzaylı’ halleri...
Daha girizgâh faslında Carlos füzesiyle golü buluyorsun, şaşırmış rakibini sürklase edeceğine, kendin abondone olup, mahkum oynuyorsun.
Kocaelispor pür dikkat, topu ayağına alan her Fenerbahçe futbolcusuna ikili sıkıştırma yaptı. Alan ve adam paylaşımı, ayağa oynama, ribaunt toplar, mücadele ve yardımlaşma konusunda uzak ara öndeydiler.
Deivid’in yokluğunda ‘promil sabıkalısı’ Gökhan Emreciksin yerine, piyango amortisi Colin Kazım. Hedefteki adam Emre yerine Selçuk Şahin. Ee, Alex de ‘ıssız adam’ı oynayınca, heyecan yerini hezeyana bıraktı kaçınılmaz olarak. Organize atak yok, panik atak çok! Az biraz da yasak savma bâbında bombardıman denemesi...
Rakip elini kolunu sallayarak kalesine inerken, Sarı-Lacivertli futbolcular ‘du bakalım n’olcak!’ havasında... Allah’tan Lugano hem nöbette, hem tetikte... Parolayı söyleyeni bile geçirmemeye yeminli...
Bu maçın ne kadar tehlikeli ve sıkıntılı olacağını daha dün yazmıştık. Kocaelispor’u değil, Fenerbahçe’yi iyi bildiğimizden... Okyanusu güle oynaya geçip, derelerde çırpınarak boğulmak, zoru kolaylaştırıp kolayı zorlaştırmak onun işi çünkü...
Gecenin adamı ise, hiç tartışmasız konuk ekibin file bekçisi Kılıçarslan’dı.

14 Mart 2009, Cumartesi 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Onur savaşı‘’

Görünen o ki; Fenerbahçeli futbolcular da, taraftarlar da geçici hafıza kaybından ya da kimlik bunalımından sıyrıldılar. Sonuçlara takılmayın, son 3 maçta sergilenen mücadele, yardımlaşma, kazanma hırsı ve destek bunu gösteriyor.
‘Çubuklu’yu giyiyorsan rakiplerinden iki kere fazla koşacaksın, iki kat fazla savaşacaksın, iki kat daha fazla soğukkanlı olacaksın. Tabelada 5-0 geriye düşsen de mücadelede her zaman 5-0 önde olacaksın. Hiçbir durumda mazeret veya mâruzat üretmeyeceksin!
Şu mevcut kadro, düzenekler yıkmış, düzen devirmiş, istatistikleri tersine çevirmiş, başarıları ile tarihe geçmiş futbolculardan oluşuyor. Ancak bazı maçlarda meslek namusunu, yeteneklerini ve formalarını inkâr eden, taraftarlarını utandıran acizlikler sergilediler.
‘İki satırlık adamlar’ın dilinde alay ve halay malzemesi oldular. Küçümsendiler, aşağılandılar, ucuzlatıldılar. Hakemlere, kamuoyuna ve kendi taraftarlarına hedef gösterildiler. Ama buna çanak tutacak her malzemeyi sağlamak için de, neredeyse yarışa girdikleri tartışılmaz bir gerçek.
Fenerbahçeli futbolcular, başta kendilerinin olmak üzere taraftarlarının, ligin ve hatta rakiplerin de dengesini bozdular. Ligin zirvesindeki ve dibindeki belirsizliğin nedeni yine onlar. Hangi takımlara puan dağıtıp, hangilerinden aldığına bakınca somut olarak görürsünüz bunun gerekçesini. Geçen sezonki Fenerbahçe’nin yarısı kadar oynasalar, en az 10-15 puan farkla kopmuşlardı. Yani hâlâ şampiyonluk hesabı yapanlar da, hâlâ ligde kalma umudu besleyenler de yatıp kalkıp Fenerbahçe’ye dua etmeli.
Murathan Mungan, ‘Kırılgan’ şiirinde geçen “Bir yanı sarp bir uçurum, bir yanı çılgın dağ doruğu/Bir yanım çılgın nar ağacı, bir yanım buz sarayı” dizeleriyle Fenerbahçe’yi tarif ediyor sanki! Olmaz zamanlarda, olmaz şartlarda, en olmaz işleri oldurur; bazen pozitif, ama çoğunlukla negatif anlamda.
Ağıt için erkendi, destan için de öyle! Ortada kahramanlık falan yok. Her maçta yapması gerekeni sadece 3 maçtır ortaya koyan bir takım ve 33 puan var.
Kocaelispor ve Bursaspor maçları ateşle imtihan gibi. Fikstürün sunabileceği ama telafisi olmayan son fırsat. Hele zirvedeki takımların bu süreçte birbirleriyle kapışacağı da dikkate alındığında...
Fenerbahçeli futbolcuların, kişiliklerini ve yeteneklerini aşağılayanlara, yılışık sırıtışlarla küçümseyip, ağız-dudak büzerek kendileriyle alay eden ekran baronlarına karşı 11 hafta sürecek bir ‘onur savaşı’ başlıyor bugün.
Şanssızlık gibi faktörler hariç, kendilerinden başka onları durdurabilecek bir rakip de yok. Aragones’in dediği gibi ‘Son sözü onlar söyleyecek!’

13 Mart 2009, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Adamlar haklı!‘’

5 milyon dolar bonservis bedeliyle alınalı 4.5 sene olmuş. Bu zaman diliminde takımı Avrupa, lig ve kupada tam 244 resmi maç yapmış. Bunların 209’unda forma giymiş. 35 maçta da rotasyon, sakatlık ve kart cezası yüzünden oynayamamış.
Geldiğinden beri sadece 1 kez (yazıyla bir) kırmızı kart görmüş; Schalke maçı... Türkiye’de 27, Avrupa’da ise (45 maçta) 3 kez sarı kart görmüş.
Takımın beyni olmanın dışında, 244 resmi maçta toplam 99 gol, 86 da asiste imza atmış. 185 golde imzası duruyor. Bunların çoğu da birbirinden fantastik-estetik, şapkadan tavşan çıkaran, futbolseverlere de şapka çıkarttıran yeteneği ile gerçekleşmiş. Avrupa kupalarında 45 maçta 11 gol, 11 asist istatistiği yakalamış.
Duran topları bir mühendis zekâsıyla ‘vuran toplar’a dönüştürmüş. Pek umursanmayan kornerlerin bile, aslında ne kadar stratejik bir silah olduğunu ispatlamış.
Asla çirkefleşmemiş, nazlanmamış, rakibin boğazına sarılmamış, kasaplığa ve sahtekarlığa soyunmamış. En gaddar ve yaptırımsız darbeleri bile yüzünü sitemkarca ekşiterek geçiştirmiş.
Hangi hoca gelirse gelsin, yalnızca futbolunu oynamış.. Çenesi düşmemiş, kimseye saygısızlık yapmamış. Maç içindeki bütün hareketleri zekâ fışkıran, mesleğine tapan bir ‘futbol düşünürü’ kendisi...
Gelmiş geçmiş en efektif ‘yabancı’ performansına rağmen, sürekli tartışılmış, ıslıklanmış, yuhlanmış, kendi stadında bile insafsızca infaz edilmiş.
Pekii, O’nu aşağılama ve küçümseme yarışına girenler kimler? “Aurelio da topçu mu” kıtırını atanlar kimlerse onlar işte! Hani Servet’i, Tomas’ı, Nobre’yi hedef gösterip, forma değiştirince de yere göğe sığdıramayan güruh... Sorun onlarda değil, oltalarına lapin ferahlığıyla atlayanlarda...
Bu futbol profesörünü, öncelikle kendi taraftarı nezdinde murdar etme yarışına girenler ve müridlerine çarpıcı bir istatistik daha verelim:
Lig ve Kupa’da; Galatasaray’a karşı 11 maç: 3 gol-1 asist, Beşiktaş’a karşı 12 maç: 5 gol-3 asist, Trabzonspor’a karşı 8 maç: 3 gol-3 asist. O geldiğinden beri bu takımlarla oynanan maçların galibiyet-mağlubiyet tablosunu da göz önünde bulundurun.
Eee, adamlar kendi takımlarını bile aşağılama pahasına “küçük maçların büyük oyuncusu” diye yırtınıyorlarsa, bir bildikleri vardır kardeşim! Gerçekten ‘küçük maçlar’ın büyük oyuncusu bu Alex! Öyle olmasa Mehmet Topuz’un bonservisi bile O’nun 3 katından fazla (12 milyon Euro) olabilir miydi?
Kovun artık bu ‘illüzyonist sömürgen’i de, rakipler de, onların yazarları da rahatlasın! ‘Pankart Üçüzleri’ gittiği günü ‘gayrıresmi bayram’ ilân etmezse, ben de bir şey bilmiyorum.

10 Mart 2009, Salı 03:30
YAZININ DEVAMI