‘’Pulsuz ve çulsuz dilekçe‘’
Yıldırım Demirören 3 yıl önce, Adnan Polat ile kameralara gerine gerine söylediklerini, Aziz Yıldırım’a imâ etmeye bile cesaret edebilir mi? Kesinlikle hayır! Peki, Yıldırım böyle çirkin, ucuz ve kirli ittifakların içine girer mi? Kesinlikle hayır.
Tamer Bağlan bile öyle bir hışımla girişmiş ki ‘Bu maç şaibelidir’ yazıma... Tepeden tırnağa her yanım neşter kesiği... Cinnet, nefret, gaflet, delalet, onur, namus oklarını topluca üstüme salıp, kirpiye çevirmiş beni... Biz gene de kırıcı olmadan tekrarlayalım merâmımızı:
Keşke Denizli’de yine aynı şekilde bir şampiyonluk daha kaybedilseydi de, bu ‘za- manlama harikası’ yemek olmasaydı.
Keşke kupayı 25 sene daha almasaydı da, 3 kuruşluk adamların ağzına ucuz bir sakız verilmeseydi. Zaten öfke de bunadır.
Keşke Beşiktaş’a iki maçta da farklı yenilseydi de, Fenerbahçe Başkanı açıklama yapmak, savunmaya geçmek durumunda kalmasaydı.
Yıldırım Demirören neden açıklama yapmadı peki? Çünkü O’na göre kameralar önünde konuşulabilecek kadar sıradandır bu işler. Düşük profilli ama yüksek promilli açıklamalar arşivlerde duruyor.
Bak, altın tesbihli Baron da şirinlik muskası takmış: “Ben olsam yarın gene yerim” fetvası veriyor. Ee, O’na göre de çok normal. Zaten bir tek Fenerbahçeliler’e anormal geliyor bu işler. O yüzden de yalnızca onların hakkıdır eleştirmek ve kızmak.
O yemeği de şaibeli kılan Aziz Yıldırım değil, masadaki muhatabıdır. Fenerbahçeliler “maç sattın, maç aldın”, “pazarlığa oturdun” vs. demiyor ki! Sadece zamanlamayı sorguluyor.
...Ve evet, her maç namus ve onur meselesidir. Tıpkı kalem ve kelâm gibi. Terinin son damlasına kadar mücadele etmeyen, işini ciddiye almayan her futbolcunun meslek namusu tartışmalıdır. Burada galibiyet ya da mağlubiyetten değil, kazandığı paranın hakkını vermekten söz ediyoruz.
Futbolu ölüm-kalım savaşı gibi görenlere, skor tabelası üzerinden namus-haysiyet-şeref falı açan güdüklere ise, naçizane tavsiyem acilen psikolojik tedaviye başlamalarıdır.
‘Duruş ile duruşsuzluk’ aynı sofrada karışık çerez olmasın da, bedeli ne olursa olsun. Bunlar ideolojik bir keskinlikle takık olduğum meseleler. Hesapsız tavırsızlığa birkaç el taciz atışı yaptım. Tereddüt bile etmeden gene yaparım!
Arz ederim.
‘’1 aşırtma 2 şaşırtma‘’
Gece gezginleri, forma bezginleri, futbol ezginleri... Forma namusunu ve kendi kariyerlerini kramponlarının altına saranlar... Hezimetler, eziyetler, can yakan vaziyetler. Fenerbahçe’nin özeti buydu.
Beşiktaşlılar Gaziantep’e saygı duruşunda, Fenerbahçeliler daha kadro açıklandığından itibaren kaygı duruşunda... Zaten yarım yamalak bir kadro varken ortada, Dede’nin şapkadan bu kez de ‘stoper Gökhan’ bombası çıkmıştı. Kinder sürpriz yumurta gibi, her hafta başka deney.
Antep bonusu dahil, senaryo bütünüyle Beşiktaş lehindeydi maç öncesi. Haa, bir de Yusuf’un maç öncesi “fark yaparız”, Denizli’nin “hafife almayın” küçümsemeleri, müstehzi gülümsemeleri... Bu iş tribün kalabalığı ya da desibel canavarlığı ile olsa, Real-Barça maçı tam tersi skorla biterdi.
Aradaki puan farkı, oyun farkını ya da kadro farkını göstermiyor. Beşiktaş için işler biraz daha yolunda gitmişti o kadar. Kötünün iyisi durumu yani.
Ancak bu kadar havaya sokulmuşken, bu panik atak hali ve savrukluk neyin nesiydi kimse anlayamadı. Ne yaptığını bilen Fenerbahçe desek, Holosko’nun orta sahadan getirip gümrüksüz alana bıraktığı gol bizi anında tekzip eder.
Aragones, Deivid ve Emre arasındaki çirkin dalaşma sonrası, tercihini neden oyunun en iyisini dışarı almakta buldu bilinmez. Emre hem takımının hem de maçın aklıydı.
Taraftara kendilerini biraz olsun affetirebilmek için iki kritik maç daha var artık; Denizlispor ve Trabzonspor!
‘’Bu maç şaibelidir!‘’
Benim için ‘son kale’nin düştüğü yerdir Papermoon buluşması. Hangi amaçla, hangi masumiyetle, hangi iyi niyetle olursa olsun Fenerbahçe’nin Sevr’idir.
O andan itibaren gözümde şaibelidir bu maç. Sivasspor’u falan boşverin, öncelikle Fenerbahçeliler’in gözünde şaibelidir, murdardır. Hiçbir şey ve hiçbir güç beni ve vicdanımı ikna edemez. Hele olayın taraflarından biri Yıldırım Demirören, diğeri de Ulusoy’un tecrübeli yamaklarından ve rüzgara göre yön değiştirip yer kapmaca oynayan Levent Kızıl olunca. Sinan Engin’in ‘pavyon kankası’ Kızıl’dan söz ediyoruz. Hal böyle olunca da ‘kızılötesi’ bir analiz gerekiyor.
Kim nasıl ve niye organize etti, davet kimden geldi, niye icabet edildi bilmem. Ancak eğer teklif Demirören’den gelmişse, Aziz Yıldırım tuzağa düşürülmüştür. Fenerbahçe tuzağa düşürülmüştür. İsmi lekelenmiştir.
Aynı mekanda kotarılan tezgahların haddi hesabı yokken... Utanç sofraları kurulup, kameralara ‘Biz kupayı alalım, Galatasaray’da şampiyon olsun’ denmişken. Üstelik bu sözler söylendiğinde iki takım arasındaki maça 3-4 gün varken. Bu sözlerin sahibi Demirören’ken... Sergen Galatasaray defansını 5’e 2 yakaladıklarında, milyonların tanıklığı önünde topa basıp, orta sahaya dönmüşken... Türkiye Kupası rezil bir senaryo ile elinden alınıp, hastanelere taşınmışken...
Fenerbahçeli futbolcuların dünya umurlarında değilken... Kupa gibi zavallı ve zorlama bir hedefi, büyük bir şeymiş gibi taraftara aktarmaya ve herkesi kandırmaya çalışırken... Medyanın pompaladığı ‘çeyrek asırlık hasret’ zokasını dibine kadar yutmuşken... Bırakın İzmirli de takımını seyretsin, illa İstanbul’a mı gelmek zorundalar. Bu sahte centilmenlik için bu ağır istifhamlara değer mi?
‘Beşiktaş Fenerbahçe’yi yenebilir mi?’ sorusu, şu aşamada çok komik kaçar. Çünkü herkes yenebildiği gibi darmadağın da edebilir. Kadıköy ya da bir başka koordinat fark etmez. Örneklerini, direkten dönüşleri çok gördük. Ancak kendileri de şeytan çarpmışa dönebilir. Çünkü, illüzyonu bir kenara bırakırsak onlar da sallapati ve eğreti bir durumda. Fakat bu saatten sonra kime ne anlatırsan anlat, hangi cümleleri kurarsan kur, masumiyet, o muhataplara çerez yapılmıştır.
Fenerbahçeli futbolcular, namus maçına çıkıyor artık. Evet, namus maçına... En küçük bir dikkatsizlik, en küçük bir mücadele kaçkınlığı, küçük ama kritik bir hata bile onları hayatları boyunca töhmet altında bırakacaktır. Kendilerini yok edercesine, her şeylerini ortaya koymaya mecburlar. Bütün sezon boyunca yatanlar, uyuyanlar, lâmı cimi yok, bu formayı bu maçta aklamaya mecburlar. Bazı kumaşlar su lekesini bile kaldıramaz çünkü; her vicdan ve her hafıza da!
‘’Komedi dükkanı‘’
Sanki cambaz ipinin üzerinde yürüyormuş gibi titriyor Fenerbahçeli futbolcular, ligin en zayıf ekipleri karşısında bile dizlerinin bağı çözülüyor.
Futbol olarak, mücadele olarak, bilinç olarak, forma namusu olarak dibe vurdular bu sene... Komik desek derdimizi anlatamayız, komik ötesi durumlar sergiliyorlar. Herhangi bir halı saha maçında bile daha fazla hırs, daha fazla pas, daha fazla hız, daha fazla ciddiyet olur.
Bütün tantana ligin dibindeki Hacettepespor’dan 29 puan yani 10 galibiyet fazla alabilmek için miydi? Demek ki Alex’in özel yeteneğiyle ‘şapkadan devekuşu çıkardığı’ maçları da bilançodan ayıklasak düşme hattının biraz üstünde oynayan (oynaşan desek daha doğru) bir takım kalacak geriye...
Kimse kusura bakmasın. İnancı, özgüveni, ruhu ve zekâsı çürümüş bu kadro, artık nükleer çöpten farksız. Bundan sonra hedef medef kovalayamaz.
Formayı küçümseyerek, hedeflerle dalga geçerek utanç ve rezilliğin dibine vurdular.
Kulübün geleceğine karşı, çok ağır ve affedilmez bir suç işlediler. Camiayı kaosa sürüklemek ve tribünleri tahrik etmek için ellerinden geleni yaptılar. Harcı gözyaşlarıyla oluşturulmuş, sabır ve destek kalelerini bir bir dinamitlediler. Milyonlarca insana zehir yutturdular, kan kusturdular. Renklere küstürüp, kalplerini ve beyinlerini söküp aldılar. Formayı sıradanlaştırıp, ayağa düşürdüler ve içini boşalttılar.
Bir sezon boyunca vizyondan düşmeyen ucuz, bayat ve kokuşmuş komedi filmi, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en maliyetli prodüksüyonuydu bu belki de... Kimse Fenerbahçe ile bu kadar dalga geçmemişti, geçememişti.
Fortis mortis palavra! Durum, kelimenin tam anlamıyla fiyaskolar ve rezaletler silsilesidir.
Gelinen noktada, maliyeti ne olursa olsun, tepeden tırnağa acımasız ve tarihi temizlik kaçınılmaz olmuştur. Fenerbahçe göçük altında kalmıştır, hasar tahmin edilemeyecek kadar büyüktür. Bu enkaz ve moloz yığınını temizlemeden üzerine yeni bir bina inşa etmenin mümkünü yoktur.
Mantıksız bir telaşın tuzağına düşmeden, vizyon ile gösteriş arasındaki farkı çok iyi ayırt ederek, gerekirse kurunun yanında yaşı da yakma pahasına...
Yoksa komedi dükkânı, korku tüneline dönüşür ki; doğuracağı sonuç açısından birbirinden hiç farkı yoktur.
‘’Kadıköy turistleri‘’
O Ankaragücü ki, elindeki en iyi futbolcusunu da devre arasında Fenerbahçe’ye kendi eliyle vermiş. O Fenerbahçe ki; ahı gitmi∫ de vahı bile kalmamı∫ bu rakibi kar∫ısında peri∫anları, üstelik de kendi evinde umutsuzları, çaresizleri, zavallıları oynuyor.
Nereden anlatsak, nereden ba∫lasak, nerede bitirsek? Carlos çizgiden çıkartmasa daha 6. dakika 0-2 olacaktı maç. Saçmalamanın dibi de kalmamı∫ demek ki!
Hani çoğu Fenerbahçeli, ∫u rezalete tanıklık etmektense, son maçların tamamında hükmen yenik sayılmayı kabul eder sanırım. En azından daha az canları yanardı belki. Acıyı kaldırmak kolaydır da, utancı sindirmek zordur.
‘Parayla rezillik’ denilen ∫ey; i∫te ancak bu kadar somutla∫abilir herhalde... Murdar olmayan, murdar edilmeyen hiçbir ∫ey kalmadı. O forma, göz göre göre a∫ağılanıyor sezon ba∫ından beri zât-ı muhteremlerin üzerlerinde... Bu inkârcılık için, bu konu mankenliği için de dünyalarca para alıyorlar üstüne...
Yemin ediyorum, Kadıköy ülke olsa, çoğuna bırakın turist vizesini, transit geçiş vizesi bile vermem. Herhalde bir çok kişi de benimle aynı fikirdedir.
Bir arkadaşım maç sırasında; “Taraftar olarak ötenazi hakkımı kullanmak istiyorum, çünkü dayanamıyorum” diye mesaj attı. Herhalde bundan daha iyi hiçbir şey özetleyemezdi. İnsanların içini çürüttüler, beynini kuruttular çünkü... İşte bu kadar vahim!
Ders veriyorlar, çok pahalı ve çok ilkel bir ders; Fenerbahçe ne olmamalı, futbol nasıl oynanmamalı dersi! Tabii ders almaya niyeti olan varsa!
‘’Çökertme‘’
Fenerbahçe’nin bu sene kendi kendine verdiği zararı, yaşattığı azabı 10 Haluk Ulusoy ile 20 kutsal ittifak bile beceremezdi. Yıllarca, insanüstü bir sabırla oluşturulup biriktirilenler, tamamen kulübün kendi iç üretimi olan ‘çökertme harekâtıyla’ yerle bir edildi. Yönetimi, taraftarı, hocası, futbolcusu ve -sözde- muhalefetiyle birlikte...
Hiç kimse, hiçbir şekilde mazeret üretmeye ya da savunmaya geçme zahmetine girişmesin. Çünkü hiçbir geçerliliği yok. Yenilir yutulur yanı da...
Kaosun sırları, kendini diğerlerinden çok yukarıda, -hadi bilemedin- yeterli görme yanılgısında saklı. Demek ki, akıllar kulübün ve ülkenin gerçeklerinden uzaklaşmış, hatta atmosferi terk etmiş, ta oradan bakıyordu. Eh, kendinden uzaklaşırsan, böyle duvara toslarsın. İkinci sınıf toplama ya da sıradan takımlar karşısında bile mahkum oynayıp ezilir, yenilince de ‘fark yemedik en azından’ diye şükredersin.
Onlara, başında Avrupa Şampiyonu patentli bir hoca bulunan Carlos’lu, Güiza’lı bir takımla dalga geçme lüksü ve fırsatı sağlarsın. Maksat ligin kalitesine hizmet değil mi? Daha ne olsun!
Demek ki yaşanan bu kadar acı tecrübe göz ardı edilmiş. ‘Ders alma’ düsturuyla geliştirilen ve oturtulan karakter, ‘ders verme’ hevesine soyununca, boyunun ölçüsünü alması da kaçınılmazdı. Öyle de oldu zaten.
Bu kulübün yıllarca ‘sistemin kobayı’ haline getirildiği ne çabuk unutuldu. Medyanın büyük bir bölümünün de sistemle ‘biatnâme’ imzalamış gibi, gerçekleri çarpıtması, saptırması sürpriz mi? (bkz. Fenerasyon)
Taraftar desen üst üste 2 şampiyonluktan sonra hocasını ve futbolcusunu beğenmez, hiçbir şeyden tatmin olmaz bir havaya büründü. Sanki daha önce üst üste 5 Devler Ligi, 10 UEFA Kupası alınmış da, bu adamlar başarısız gibi...
Kutlarım; bu çökertme harekâtı ‘fevkaladenin de fevkinde’ başarılı oldu. Kulüp ve hedefleri de şimdilik enkaz altında... Bu kadro ve bu hoca, bu anlayışla bu enkazın altından seneye de çıkamaz.
Yönetim yanlışları, hocanın yanlışları, futbolcu yanlışları, kadro yanlışları, taraftar yanlışları, hakem yanlışları, futbol yanlışları... E bu kadar yanlışın içinden doğru bir sonuç beklemek de en hafifiyle IQ testini zorunlu kılar.
‘Kobay’ gelsin!
‘’Bir direk tut!‘’
Fenerbahçe istediğini aldı tamam da, olan bitene gerçekçi gözle bakalım. Topu tutamayan, tesadüfen ayağına geldiğinde de saniye geçirmeden rakibe ikram eden, iki pası üst üste yapamayan futbolcu topluluğu... Sanki hava hakimiyeti yüksek çift forvetle oynuyormuş gibi ileriye rastgele ve amaçsız şişirilen uzun toplar...
Sivassporlu futbolcu verilen pası kontrol ediyor, düzeltiyor, bakıyor ve vuruyor, Fenerbahçeli futbolcular da ‘Suskunlar Tekkesi’nin dervişleri gibi seyre dalıyor. Hadi haklarını yemeyelim; birazcık da gölge boksu yapıyorlar.
Tek hedefin kupa, buna rağmen temkinli değil korkak hatta titrek oynuyorsun. Lige havlu atmış Hacettepe bile bu kadar silik kalmazdı.
Takımın savunmadan anladığı sadece geri geri koşmak, hamle falan hak getire... Bunun adı defans değil ‘demans’tır; yani koma...
Pas ve şut tercihleri ile bunların şiddeti ve zamanlaması akıllara zarar. Adam ve alan paylaşımı da fiyasko ötesi... Özgüven de, beyinler de, bilinç de çökmüş; ‘milyonların taptığı forma’ göçük altında kalmış. Alex’in zekâ yükünü üstlenmesi beklenen Deivid, kendinden bile firar etmiş. Yapay zekâ bile olamıyor.
Yani Sivasspor’un aklı Trabzonspor maçında olmasa, enerji tasarrufu için kendilerini dizginlemeseler, ne olurdu bilmem. Sanki ev sahibi hücum, konuk takım da savunma antrenmanı yapıyor.
Tur Volkan’ın elleri, Yasin’in ayakları ve direkler sayesinde geldi. Ancak kupa için dilekten ve şanstan çok daha fazlası gerek!
‘’Kumar‘’
Fenerbahçe Spor Kulübü’nün adını lekeleyen, yüz kızartıcı, küçük düşürücü, utandıran, aşağılayıcı ve alay konusu bir haber vardı geçen gün gazetelerde...
Birleşik Fenerbahçeliler Vakfı’nın Şükrü Saracoğlu Stadı’nın altındaki lokaline kumar baskını! Sonrasında bir yığın tefrika... Mesele şu ki; hemen her durumda oradan buradan kafayı uzatıp yorum yapan camianın ‘ağır abiler’i de kafaları kuma gömdüler. Kulüpten yapılan açıklamada ise vakıf ile tek bağlantının geçmiş yönetimlerden devreden ‘kira kontratından’ ibaret olduğu açıklandı.
Sakın kira ödendiğini falan da zannetmeyin. Öyle böyle bir oldu bitti değil. Kulübün de eli kolu bağlı. Çünkü Ali Şen döneminde Aziz Yılmaz’a tahsis edilmiş kulübe ait bir yer vardı. Orası stadın otoparkı olunca, burası tahsis edildi mecburen... Üstelik o kontrata göre, Fenerbahçe Kulübü yaşadığı sürece, oranın kullanım hakkı mâlum vakfa ait. Ne güzel değil mi?
Peki kulüp varlığı üzerinden yapılan bu bonkörlüğün gerekçesi ne? Tabii ki kongre öncesi oy pazarlığı... Aslında o vakıfta kumar oynatılması, grup ağalarının on yıllarca bu kulübün geleceğiyle oynadığı kumarın yanında palavra... Bakın kimse rahatsız değil, çünkü gelenek bu!
Fenerbahçe Spor Kulübü, adı üzerinden yürütülen bu çirkinliğin ve ahlaksızlığın hesabını sormak zorunda... O sözde kontratın bozulması için de ibretlik bir hukuk savaşı başlatmalı...
Ya futbol takımının oynadığı asıl büyük kumar! Kulübün geleceğini, hedeflerini, taraftarın sabrını bozuk para gibi masaya sürüyorlar. Kazandıklarında kendi kazançları katlanıyor. Oysa kaybettiklerinde sadece kulübün zarar hanesine yazıyor.
Mecidiyeköy meydan kavgasının faturası çok daha ağır olacak. Keşke sahada mücadele ederken, koşarken, oyun içinde yardımlaşırken de bu kadar cevval ve gözükara olabilseydiniz a civanlar! Prestij yerlerde, alay konusu oldunuz. Kupadan da elenirseniz, eserinizin üzerine tüy dikeceksiniz.
Devler Ligi’ne gidememenin bedelini, Süper Lig’deki puan kayıpları yüzünden buharlaşan paraları ve sezon sonu alıncak performans priminin kaybını da bunlara ekleyin. Ürün satışlarına ve önümüzdeki sezonun kombinelerine vurduğunuz darbeyi de alt alta koyup toplayın.
Rekora koşuyorsunuz; ha gayret!