Arama

Popüler aramalar

‘’Aksi sürpriz olurdu‘’

Fenerbahçe kupayı kazanma adına sahada hiçbir şey yapmadı, yapamadı. Tek motivasyonu kupa olan Trabzonspor karşısında ‘orta sahayı’ kaderine terk edip, savruk bir oyun sergileyince kaçınılmaz olan gerçekleşti. Aksi sürpriz olurdu.

Bordo-Mavililer yakaladıkları pozisyonları değerlendirebilse, daha ilk yarıda turu atardı. Bütün bu yanlışlar arasında, kalesinde ilk golü gören tarafın Trabzonspor olması da ayrı bir tuhaflıktı. Zaten o da ancak ve sadece Alex’in atabileceği bir goldü.

Fenerbahçe, bu piyangodan çıkan avantajı korumayı bile beceremedi. Kaç maçtır pozisyon vermeyen ve gol yemeyen defans bir maçta 3 golü birden kalesinde gördü. Sadece rakip ataklara gözlemcilik, refakatçilik ve seyircilik yaptılar.

Bu arada Trabzonspor yığınla pozisyonu çöpe atarak, avans vermeye devam etti. Son vuruş becerisine ulaştıklarında da Volkan’a takıldılar.

Hasret 27 yıla çıktı ve böylece kupa ‘marka değerini’ artırarak korudu. Türk futboluna iyi bir hizmet oldu bir nevi. Fenerbahçe kazansaydı sevinmeye vakti olmayacaktı. Kaybetti üzülmeye de, hayıflanmaya da yine vakti yok.

Şimdi yapılacak tek sağlıklı şey Trabzonspor’u tebrik edip, acilen asıl mecraya ve gerçek hedefe odaklanmak. Kendi taraftarları da, en az başkaları kadar sevinmeyi hak ediyor çünkü...

06 Mayıs 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Provokasyon kuşatması‘’

Kuyruklu yıldız gibi bir görünüp bir yok olan malum şahsiyet ve O’na çanak tutanlar istediğini aldı. Fenerbahçe-Ankaragücü maçı iki hafta önceden provoke edildi. Ortalığı mayınlayan adamın ‘talimatlı özrü’ falan hikaye...

‘Kardeşlik’ kimsenin itiraz edebileceği bir kavram değil ama bu dayanışmayı kalleşliğe tahvil etme çabası, çok alçakça... Bu çapsızlıklara yol veren, çanak tutan iki büyük kulübün iki başkanı değil miydi daha çok yakın bir zamanda? Oynayacakları maçın 3-4 hafta öncesinde sofraya oturup ‘gönüllerinden geçenleri’ açıktan ifşa etmediler mi? O örnek ortada dururken, sorgulanmamışken, alkışlanmışken bunlara ne diyebilirsin ki? Onların yaptıklarının yanında bu hiçbir şey. Sonuna kadar hakları.

Fenerbahçe şu andan itibaren saha içi ve saha dışı her türlü provokasyona kendini hazırlamalı ve oyuna gelmemeli. Sakin, sabırlı ve soğukkanlı olmalı. Çünkü tribünler de, rakip futbolcular da kamikaze gibi kurgulandı artık. Herkes çoktan durumdan üstüne düşen vazifeyi çıkardı.
Bu belaltı kışkırtmalara aynı şekilde karşılık vermek, bile bile tuzağa düşmektir. Bu tabloyu yerle bir edecek tek şey, futbolun bizzat kendisidir. Başka hiçbir şeye gerek yok. Fenerbahçe, Eskişehirspor’a karşı ortaya koyduğu mücadeleyi, hırsı, dikkati, yardımlaşmayı ve beceriyi sergilerse, bu oyun kendiliğinden boşa çıkar zaten.

Bu, ligin sondan bir önceki maçı. Son hafta daha da zorlu bir Trabzonspor maçı var. Ankara’da puan bırakmamak kadar, sakat ve cezalı firesi vermemek de önemli. Eminim kimin üzerine oynanacağı, kimin ceza sınırında olduğu bile hesaplanmıştır.

Böyle kritik haftalarda, nedense sadece Fenerbahçe’nin zorlu maçı vardır. Tökezleme, hata yapma ve puan kaybetme ihtimali olan tek takım da hep O’dur. Şampiyonluktaki rakibi kim olursa olsun, maçlarını çoktan oynamış, her maçta 3 puanı garantilemiş ve sükunet içinde beklemektedir.

Mesela Fenerbahçe’nin Trabzonspor maçı belki de (bence kesinlikle öyle) ligin en zor maçıdır. Ancak medyadaki genel havaya bakarsak Bursaspor için Kayserispor veya Beşiktaş maçının Ankaraspor maçından hiçbir farkı yoktur. Her ikisi de çantada kekliktir.

Zaten Bursasporlu bir yöneticiyi “Allah’ın Adaleti”ni Fenerbahçe’nin puan kaybı üzerinden test etme densizliğine vardıran halet-i ruhiye de, bu çarpıklığın tezahürüdür.

04 Mayıs 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Solbastı‘’

Fenerbahçe’nin artık hiçbir mazereti yok. Puan olarak önde ve kendi kaderini tayin hakkı kendi tamamen kendi elinde...

Öyle bir estiriliyor ki medyada; sanki Bursaspor’un maçı yok. Ya da 3 puanı çoktan garanti de Fenerbahçe’nin ne yapacağı önemli. Hedefe giden yoldaki üç keskin virajdan ilkini geçti ama önündeki çok daha zor. Sonuncusu ise daha da zor.

Fenerbahçeli futbolcular istekleri, hırsları, mücadeleleri, enerjileri, dikkatleri ve dayanışmaları ile, sezon başından bu yana ilk kez bu kadar ‘komple takım’ görüntüsündeydi. Bu maç topyekun bir ‘kararlılık gösterisi’ gibiydi.

Futbol mühendisi Alex, sazı yine eline aldı. Oynadı, oynattı, gözlerdeki pası sildi. Hayran bırakan muhteşem sol kesmesiyle ‘Cüsseli Harikalar Diyarı’ patentli Ivesa’yı hareketsiz bıraktı. Bu şarkılı masal kahramanının şiirsel yeteneği tarif edecek tek parça; “Her yerde sen, her şeyde sen, bilmem ki nasıl söylesem” olmalı herhalde!

Peşinden Özer çıktı sahneye... ‘Usta’ya nazire yapar gibi, ekmeğini taştan çıkararak yine sol bir vuruşla ‘iki aşamalı’ da olsa golü buldu. Emre ve Santos da gününde olunca, oyun ‘solbastı’ya döndü. Topuz ‘eksi günler’den ‘eski günler’ine geçiş yaptı. Selçuk da yeniden futbola kesin dönüş kararı vermiş. Gökhan’a gelince, yönetim ne yapıp edip bu adamı mutlaka klonlamalı.

Ivesa yedikleriyle olduğu kadar, kılpayı kurtarışlarıyla da gecenin kader adamıydı. ‘Haysiyet Cellatları’nın infazlayacağı yeni isim de kabak gibi ortaya çıktı. Bakalım ne folluklarda ne çeşit yumurtalar var?

02 Mayıs 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Zırvanın zirvesi‘’

Fenerbahçe belki de en zor 3 maçına çıkacak. Yoğun psikolojik harekat altında ve saha içi, saha dışı provokasyonların tekmili bir arada... İttifakın parolası belli; ‘yenemiyorsan, yenilmesini sağla.’ Nedenlerini, niçinlerini, gerekçelerini sayıp dökmeye gerek yok; zaten satır satır ezberlenmiş bayat bir oyun. Amaç da, niyet de çok açık; konsantrasyonu ve motivasyonu dağıtmak.

Fenerbahçe enerjisini ve dikkatini zirve yerine zırva yarışına harcarsa, şimdiden ‘geçmiş olsun’ demek gerekir. Saçmalıklara ve saçmalayanlara yanıt yetiştirmeye çalışmak, geçmişten ders almamış olmanın itirafı olur ki; bedeli de çok ağır ödenir.

Şimdi de İstanbul’a Yunan fanatiği ağzıyla Konstantinapol ya da Bizans diyebilecek kadar bir malum zat türedi. Tombaladan birdenbire çıktı. Düğmeye kim bastı, talimatı kim verdi, kimin senaryosunu dillendiriyor, kimlerin sözcülüğünü yapıyor, bilmem. Bölücülük, kin, nefret ne ararsan hepsi bir arada. Hatta konuşmuyor da ‘hayali ifrazat’ yapıyor. Bu kokuşmuş üslup ve pespaye taktik yüzünden insanın kusma hakkını sonuna kadar kullanası geliyor.

E, bu çapsızlığa ön veren, yol veren, sırtını sıvazlayan, pohpohlayan, iteleyen, gazlayan kim? Gökçekler’den bağımsız tek bir laf edebilmesi mümkün mü? Eğer öyle değilse neden ‘susturucu’ takılmıyor? Demek ki sinsice test edilip onaylanmış ve namluya sürülmüş. Şu halde perde arkasında birileri kılıç çekiyor. Bu provokatör de, kurgulanmış sahneye ‘kamikaze’ rolünde çıkmış. Kolunu başını oynatan iplerin ucu kimin elinde acaba? Ben de herkes gibi kuklacıyı ve karnından konuşanı merak ediyorum.

Fenerbahçe tuzağa düşmemeli
Bu öyle ‘kardeş kulüp’ dayanışması gibi basit bir yaklaşımla izah edilecek bir şey değil. Yani Bursaspor’un şampiyon olması için Fenerbahçe’nin dikkatini dağıtma, çirkef bir kavganın içine çekme taşeronluğu falan değil. Belli ki çok daha ‘derin’ ve ‘ince’ bir operasyon. Bu kerameti kendinden menkul zat-ı muhterem aslında bir ahlaksızlık beyanında bulunuyor. İyi ki fikstür böyle denk gelmiş. İyi ki maç Ankaragücü ile Fenerbahçe arasında. Bursaspor ile oynasalar ne olacağını ele veriyor zaten her şey. Suyu kendi çamurlarıyla bulandırıp, balık ve alık avlamak derdindeler. Ya da bir taşla kuş katliamı. Nasıl olsa bu zırvalara ayet muamelesi çekmeye, dünden iman etmeye hazır nefret yığınları varken, ‘ver coşkuyu’ hesabı! Daha hangi kulübün hangi kıtada yer aldığından bile bihaber olduğu çok açık ve o iki yakanın da Anadolu toprakları olduğundan da... Fenerbahçe ve Fenerbahçeli bunlara ya zırvanın zirvesi ya da zirvenin zırvaları olarak bakmak ve gülüp geçmek durumunda. Ciddiye almak, açıklama yapmak, bataklıktaki tuzağa düşmek demektir. Eskişehir gibi zorlu, gözüpek ve mücadele gücü yüksek bir takımla, yüksek atmosferli bir maç beklerken, bu gurultulara ve gürültülere kulak vermek, ekmeklerine yağ sürmektir. Bırakın kendi çamurlarında debelenip dursunlar!

30 Nisan 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yedirmezler‘’

İki haftadır bir kaşık suda kopartılan fırtınanın, kasırganın, tsunaminin haddi hesabı yok. Dört bir koldan sökün etti, peydah oldu yine yiğitler. Harıl harıl geyik, paranoya, zırva ve komplo destanları döktürüyorlar.

Erman Toroğlu kopuyor önce, döktürüyor ama ne döktürüyor. “Beni Aziz gönderdi” salvosuyla başlıyor, “Türk futbolunu O yönetiyor” diye sürdürüp, son fasılda “yedirmezler” diye noktalıyor.

Eee, bir insanın hayat felsefesi yeme ve yedirme üzerine kurulunca, en düşük profilden bile normal bir bakış. Bu laf, Haluk Ulusoy patentlidir. Federasyon başkanıyken, Dünya Kupası Finalleri’nde, Türkiye’nin şampiyonluk şansı ile ilgili soruya cevaben söylenmiştir.

Ulusoy demişken; Vatan Gazetesi Spor Müdürü İbrahim Seten’in verdiği röportaja gidelim ufaktan... Hidayete ermiş gibi konuşuyor. “Onun dönemindeki her şey şaibeliydi” başlığı altında şöyle diyor: “Hasan Doğan’ın vefatından sonra Ulusoy, Aziz Yıldırım’a çok güvendiği birisini gönderdi. Ve ‘Bugüne kadar hata yapmışım. Dersimi aldım, bundan sonra düşmanlık yapmayacağım. Haluk Ulusoy başkan, Fenerbahçe şampiyon. Bunun sözünü veriyorum’ dedi. Aziz Yıldırım ise bu mesajı çok sert bir biçimde reddetti.”

Nisan’ın ilk cumartesi günü yayınladı ntvspor.net bunu. Ne yalanlayan oldu, ne alıntı yapan, ne de dillendiren. Aslında şu son birkaç yıldaki fırtınanın şifreleri bu cümlelerde gizli. Çünkü şimdi birileri, bu devr-i saadet dönemini özlüyor işte.

Seten’e çok sıkı bir itirazım var. Genelleme yaparken o düzenle kol kola girenlerle, biat edenlerle, oluşturanlarla, oğuşturanlarla, sıvazlayanlarla, yandaşlarla, paydaşlarla, o düzeni yıkmak için bedel ödeyeni ayıracaksın. Fenerbahçe zulüm görürken nerelerdeydiniz? Medya neden susuyordu?

Beşiktaş’ın kulüp binasında kurgulanan Bıçakcı Federasyonu’na bile, sırf koroya katılmak uğruna “fenerasyon” diyen ve sonra özür dileyen Beşiktaşlı kardeşlerimiz oldu. Ancak Galatasaray yazarlarının Ulusoy’un dışındaki her dönemi ‘fenerasyon’ diye karalama gülünçlüğüne ne demeli?

Meğer neymiş bu Aziz Yıldırım? Türk futbolunu avucuna almış ama Denizli’de ya bu durumu çaktırmamak için, ya da fantezi olsun diye son maçta şampiyonluk bırakabiliyor.

Anladınız mı şimdi kimler kimlere ne yedirmiş, ne yedirdi ve neler yediriyormuş. Siz istediğiniz kadar ‘yemezler, yedirmezler’ diye yırtının.

Benim tek söyleyebileceğim şey “Afiyet olsun!”

27 Nisan 2010, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Bıçak sırtı‘’

Anladık, elbette çok zor maç. Hem denk geldiği hafta itibariyle hem de fitili Vural tarafından ateşlenen zorlama polemikle...

Olan oldu. Taraftarları öldü öldü dirildi ama sonunda Fenerbahçe maçtan 3 puanla çıktı. Bunu da anladık. Buraya kadar da her şey tamam. Vural, peşine özel fikslenmiş kamerayla baş başa kaldı, onu da anladık.Anlamadığım, anlayamadığım ve asla anlayamayacağım şey başka... Fenerbahçe, şampiyonluk yolundaki kader maçını, nasıl sanki sezonun ilk haftalarıymış havasında oynar?

Mücadeleyle, hırsla, kondisyonla, yardımlaşmayla boğması, hissetmesi, hissettirmesi, nefes aldırmaması lazım ama onlar sıradan bir maç havasında... Daum’un, Denizli’den en küçük bir ders çıkarmadığını, bir kez daha anladım.

Yani iyi bir şey yapacaksalar bile, sanki bunu taraftarın burnundan illa fitil fitil getirmek zorundalarmış gibi... Güiza için söylenecek söz çok elbet ama Fenerbahçe’de onun için sözler de, gözler de, sabırlar da tükeneli çok oldu. Bu maçtaki performansın iki katı bile kalan üç maçın üstesinden gelmeye yetmez. O yüzden herkes ayağını denk almalı. Ve yönetim sezon sonunda ağır bir muhasebe yapsın... Bursaspor ile nefes nefese hatta altında yarışacak bir takım mı kurulacak, yoksa Devler Ligi’nin devlerini dize getirebilecek bir takım mı? Gelecek, bu sorunun cevabında saklı çünkü!

26 Nisan 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Ahlak‘’

Ağır bir kavram sahtekarlığı var her alanda ve her anlamda... Kelimeler artık konuşmuyor, ya maske görevi görüyor, ya da susturucu... Her şeyin siyaseti, kendisinin önünde gidiyor, daha çok para ediyor. Ahlak kelimesinden virüs gibi kaçış var. Artık ‘etik’ diyorlar. O tükenince başka bir ‘nöbetçi kelime’ üretirler elbette... Çünkü ‘ahlak’ dendiğinde bir yüzleşme kaçınılmaz oluyor, kıyas mekanizmaları çalışıyor.

GSTV, Emre ve Bilica’nın başrolünde olduğu mini bir belgesel yapmış. Bunun üzerinden inceden ‘temiz eller’ infazı da yapılıyor. Allah akıl fikir versin! Yahu bu Emre daha bacak kadar çocukken gelmedi mi Florya’ya? Futbol ve spor kişiliği kimlerin yanında, hangi ortamda formatlandı. Eğer bir davranış bozukluğu varsa, bu kimlerin genetik mirası? Peki o zaman bu hareketleri yere göğe sığdıramayanlar, bu yöntemle ‘başarı’ kotaranlar, birden bire hidayete mi erdi?

Gelelim Bilica meselesine... Sizin açtığınız ahlak kraterlerinin yanında, Bilica’nın çukurunun lafı mı olur. Yaptığının savunulacak bir yanı yok, amenna. Emre’nin Nobre’yi parmaklamasından daha mı ağır bir hareket bu? Ya da Carew’in, penaltı atmaya hazırlanan Van Hooijdonk’un ayağını kramponla ezmesinden? Yani bu örnekler say say bitmez. Bilica’nın sezon boyu yaptıklarının yekünü, Baki Mercimek’in, Bülent Korkmaz’ın bir maçta yaptığı kadar tutmaz.

Hakikaten ahlak nutukları çekilecekse bile, bu konuda tek söz söyleyemeyecek olanların işi midir bu? Bu nasıl bir çifte kavrulmuş pişkinlik halidir. Konuşmak için, yazmak için, dillendirmek için, yakınmak için yüzde bile yüz lazım. Toraman Efendi de “Fenerbahçe için her yol mübah” buyurmuş. Adama aldığı iki kupayı hatırlatırlar. “Lig sizin, kupa bizim” söylevinin o maça etkisini ve yansımasını anlatırlar. Rizespor ve Akçaabatspor maçlarını hatırlatırlar. “Bizim payımız yok mu?” atasözünü önüne sürerler. Cordoba’dan sonra Bobo’ya da ‘satılık’ diyor birileri, şerefini pazara çıkarıyor. Sahip çıkan yok. Sahte pasaportları, şike telefon kayıtlarını yutanlar, sineye çekenler başka ne yapacaktı ki? Ortamı kokutanlar, balçıklaştıranlar, düzeni ve düzeneği oluşturanlar, şimdi ittifakın çamurlarında eşelenip duruyorlar. Yapsınlar da, en azından sağa sola sıçratmasınlar ve şikayetçi olmasınlar. Galatasaray “kural hatası” diye müttefikine yol gösteriyor, Beşiktaş yönetimi de resmi başvuruyla “hükmen galibiyet” istiyor. Fenerbahçe, galibiyetle kapattığı her Galatasaray veya Beşiktaş maçından sonra, hükmen mağlup edilmiyor mu? Pardon, ahlak mı demiştiniz?

23 Nisan 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Son söz 10'un!‘’

Ya biri kazanacak ya da ikisi birden kaybedecekti. Maçın başında Alex’in mükemmel vuruşu filelerle buluştuğunda, Denizli’nin bütün planlarını imha etti. Golün özeti; pir pres, bir pas ve bir şut.

Mutlak kazanmak zorunda olan Beşiktaş golü yedikten sonra ‘panik atak’ futboluna döndü. İyice sakinleşmesi gereken Fenerbahçe, gereksiz şekilde rakibine ayak uydurunca, kıran kırana, tansiyonu yüksek bir boğuşma başladı. Mehmet Topuz ve İbrahim Kaş da bir ellerinde benzin ve bir ellerinde körükle yangını büyüttü.

11’de yardımcının ‘ne olur ne olmaz’ bayrağıyla durdurulan Güiza, iki dakika sonra altı pastan kaleye vurabilse tansiyonu orada düşürecekti. İlk yarının sonlarında Alex de O’na nazire yapıp, karşı karşıya aynı şeyi tekrarladı.

İkinci yarıya daha iyi başlayan ‘kaybedecek bir şeyi kalmayan’ Siyah-Beyazlılar’dı. İlk gol poziyonuna giren Fenerbahçe, kaçıran da yine Güiza.

Bobo’nun ortasında yere yatan Lugano’nun ‘el’ teması, birilerine en az iki yıllık bir karalama malzemesi verdi. Bilica ürettiği penaltıyla hem takımına hem kendine ceza kesti. Volkan’ın gördüğü ‘nasıl kurtardım’ kartı mıydı, yoksa ‘neden kurtardın’ kartı mıydı. Ben çözemedim.

Fenerbahçe bu maçtan kayıpsız ama hasarlı çıktı. Havaya girmek ve havalara girmeyi bir kez daha birbirine karıştırırlarsa bedeli çok ağır olur.

Daum ve futbolcular, gerçek ve en zor mücadelenin asıl şimdi başladığını bir an bile unutursa, hatırlanmak istenmeyen yakın tarih yeniden tekerrür eder.

19 Nisan 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI