‘’Polat kulübeye!‘’
Eminim Skibbe için hayatının en zor maçlarından biriydi. Her ne kadar Galatasaray, gruptaki ilk iki maçını kazandıysa da, dün alınacak kötü bir sonuç, Alman çalıştırıcı için kaçınılmaz sonu hızlandıracaktı. Bu, Skibbe’nin yaşadığı trajedinin bir boyutuydu. Diğeri ise, olası bir galibiyette aslan payının Kalli’ye verileceğiydi. Sonuçta Skibbe ne İsa’ya yaranacaktı, ne de Musa’ya...
Aslında Galatasaray’ın sorunu, ne Skibbe, ne Kalli, ne de sahadaki heyecanını, coşkusunu, enerjisini, ruhunu kaybetmiş bazı şöhretler. Sorun, yönetim. Sorun, çağdışı yönetim tarzı. Sorun, bir büyük takımın yönetimine yakışmayacak skandal kararlar alınması... Skibbe bir hataydı. Tazminatını vermemek için Skibbe’nin yardımcılarının gönderilmesi daha vahim bir hataydı. Ligde giderek hedeften uzaklaşıldığının anlaşılmasından sonra geçen yıl takımı yüz üstü bırakıp giden Kalli’nin, Skibbe’nin teknik danışmanı olarak tekrar çağrılması, hatanın ötesinde, deyim yerindeyse tüy dikilmesiydi. İşine karışıldığı gerekçesiyle istifa eden bir futbol adamının, başarısız bulunan bir başka futbol adamının işine karışması için tekrar geri getirilmesi, eşine ender rastlanır bir basiretsizlik örneğidir. Bir teknik adamı başarısız buluyorsan gönderirsin, olur biter. Tazminatı vermemek gibi küçük hesaplara bakmazsın. Bu tür küçük hesaplara bakarsan, büyük takımın başkanı ve yöneticisi olamazsın.
Dün gecenin aslında en suçsuz insanı Skibbe’ydi. Dünyada üst üste bu kadar refüze edilip, hem futbolcularının, hem taraftarın, hem de kamuoyunun önünde böylesine küçük düşülülüp başarılı olabilecek bir başka teknik adam daha olduğunu sanmıyorum. Bu yazının dün geceki maçın sonucuyla hiç bir alakası yoktur. Galatasaray nasıl olsa tur atlar. Ama bu kafayla nereye kadar gidilebilir ki?
‘’Halis öğretmen!‘’
En meşakkatli mesleklerden biridir öğretmenlik. Aynı zamanda en kutsalıdır da... Zira insan yetiştirmek, dünyanın en zorlu ve en çok emek gerektiren işidir. Bir ömür süren çileli bir yolculuktur öğretmenlik. Bu yolculuğa çıkmak yürek ister, cesaret ister. Bir nevi adanmış hayatlardır, öğretmenler. İşte bu adanmışlıktır, onları hayat denen bu orta oyunun baş aktörleri yapan. Tıpkı, geçtiğimiz haftanın başaktörü hakem Halis Özkahya gibi. Özkahya, bu pespaye düzenin ipini çeken isimdi geçen hafta. Yöneteceği maç öncesi kendisini arayan Ankaragücü başkanını ihbar ederek, Türkiye'de bu işlerin nasıl döndüğünü gözler önüne serdi. MHK'yı devrim gibi bir karar almaya itti. Muhakkak ki hakemler bundan önce de aranıyordu. Bazıları kirli pazarlıkların içinde de yer alıyordu. Ama biz farkında değildik. Kimin kimi aradığını, kimin elinin kimin cebinde olduğunu bilmiyorduk. Halis Özkahya gibi yürekli bir adam çıktı, tabuları yıktı. Yapılması gerekeni yaptı. Çünkü o aynı zamanda bir öğretmen. Batman'da insan yetiştiriyor. Dün 24 Kasım'dı. Yani Öğretmen Günü. Bu vesileyle başta Halis öğretmen olmak üzere tüm öğretmenlerimize saygı ve sevgilerimizi sunuyoruz.
‘’Haftanın kahramanı: Son Gazi‘’
Aslında haftanın değil, haftaların, ayların, yılların; kısaca, cumhuriyet tarihimizin kahramanı demeliyiz, Albay Mustafa Şekip Birgöl için... Bugün, son bağımsız Türk yurdunda ömür tüketiyorsak, bu onun ve Atatürk'ün önderliğindeki diğer silah arkadaşlarının sayesindedir. O günlerden, bugünlere kalan son Kurtuluş Savaşı yadigarıydı Birgöl. Bir kaç gün önce kaybettik. Türkiye, son kahramanına yakışacak bir cenaze töreniyle uğurladı Albay Birgöl'ü. Hafta sonu ise Birgöl'ün ruhu statlarımızdaydı. Tribünler tek yürek oldu; anısı önünde saygıyla eğildiler. Huşu içinde yad edildi. Sezonun en anlamlı anmasıydı, Mustafa Şekip Birgöl için düzenlenen saygı duruşları. Futbol Federasyonu'nu bu kararından dolayı bir kez daha kutluyorum. Daha önce Kocaelispor-Denizlispor maçının yazısında değinmiştim. Burada bir kez daha tekrarlama ihtiyacı hissediyorum: Dahili ve harici bedhahların gün be gün bütün cumhuriyet değerlerimizin içini boşaltmak üzere harekete geçtiği şu günlerde son Gazi Birgöl'ün statlarda anılması, alkışlanacak bir karardı. Atatürk Türkiyesi'nin federasyonu böyle olmalı. Futbolun, futboldan öte bir fenomene dönüşmesini sağladıkları, ulusal bilinci yeniden canlandırdıkları için Futbol Federasyonu'na bir teşekkür borçluyuz. Bu borç, vicdan borcu, gönül borcu. Ödemeliyiz.
‘’Beşiktaş'ın hakkıydı‘’
Futbolda bir realite vardır: Büyük takımlar, büyük hocalarla çalışmalıdır. Ancak bu şekilde birlikte daha da büyüyebilir, daha büyük hedeflere koşabilirler. Son yıllarda kulübesinde bir türlü istikrar sağlayamayan Beşiktaş, sonunda büyük hocasını buldu.
Beşiktaş kazanamamasına rağmen, dünkü maç bunu bir kez daha ispatladı. Türkiye’nin yetiştirdiği en büyük teknik direktörlerden biri olan Denizli’nin, Beşiktaş’a kendi karakterini yansıttığını sergilenen futboldan gördük.
Hangi şartlarda olursa olsun kazanmaya koşullanmış, sürekli hücumu ve golü düşünen, topa rakibinden daha fazla sahip olarak maçın büyük bölümünde oyuna hükmeden, koşan, mücadele eden bir Beşiktaş vardı dün Bursa’da. Maç öncesi yaratılan atmosfere ve bozuk zemine rağmen pozitif futboldan örnekler verdi Siyah-Beyazlı takım.
Özellikle maçın ilk yarısında adeta tek kale oynayan Beşiktaş’ın golü bulamamasının nedenleri, kötü zemin nedeniyle final paslarının yerini bulmaması, son vuruşlardaki beceri noksanlığı ve Nobre ile Holosko’nun gününde olmamasıydı.
Denizli’nin ikinci yarıdaki hamleleri de Beşiktaş’ın golü bulabilmesi için yetmedi. Yorulan Delgado ve Tello’nun tempolarının düşmesi de önemli etkendi. Bu iki futbolcunun temposunun düşmesi ve pres yetersizliği maçın son bölümünde Bursaspor’a orta alan hakimiyetini getirdi. Ve ev sahibi, Beşiktaş’ın üstüne gelmeye başladı. Buna karşın Beşiktaş ise uzun toplarla Bobo ve Serdar Özkan’ı defansın arkasına sarkıtarak pozisyon üretmeye çalıştı. Bunda zaman zaman başarılı da oldu.
Serdar Özkan’ın değerlendiremediği net pozisyon bu maçta Beşiktaş’ın kaderini tayin etti. Maç Beşiktaş’ın hakkıydı. Bu skor kimseyi yanıltmamalı. Siyah-Beyazlı takım her geçen hafta daha iyi futbol oynuyor. Ve Kartal, bana göre şampiyonluğun 1 numaralı adayı.
‘’Zapotocny'nin gecesi‘’
Hemen hemen aynı futbol felsefesine sahip iki teknik adamın maçında insan doğal olarak tempo, heyecan, bol pozisyon ve bol gol bekliyor. Maçın geneline bakıldığında aslında beklentilerin karşılandığı söylenebilir. Maça fırtına gibi giren ve ilk yarı Beşiktaş kalesinde sayısız pozisyon bulan Bordo-Mavili ekibin devre arasında soyunma odasına 1-0 yenik gitmesi, bir bakıma futbolun adaletinin tecelli etmemesinin sonucuydu. Tabii bunda, adaleti tesis edecek ayaklar olan Umut Bulut ve Gökhan Ünal’ın, Zapotocny ile Gökhan Zan’ın markajında etkisiz kalmalarının yanısıra final paslarının yerini bulmamasının da önmli faktördü. Özellikle Umut Bulut’un eski formundan oldukça uzak olduğu gözlerden kaçmadı.
Günümüz futbolunda ikinci topların öneminin ne kadar büyük olduğu dün geceki karşılaşmada bir kez daha gözler önüne serildi. Trabzonspor’un, ilk yarı oyunu Beşiktaş kalesine yıkmasında, ikinci topların neredeyse tamamına sahip olmasının büyük rolü vardı. Karadeniz ekibi, özellikle orta alanda rakibine önemli bir üstünlük sağladı. Ancak atak organizasyonlarında sol kanadı, sağ kanat kadar etkili kullanamadılar. Bu bölgede Cale, hücumlarda beklentileri karşılamayadı.
İkinci yarıya, neden ve niçin transfer edildiği bilinmeyen Seriç’in yerine Serdar Kurtuluş’u alarak başlayan Beşiktaş, maçın ilerleyen bölümlerinde oyunda dengeyi sağlamayı başardı. Lakin, en etkisiz olduğu anda öne geçmeyi başaran Siyah-Beyazlı takımın, bu kez iyi oynamaya başladığı dakikalarda kalesinde golü görmesi futbolun cilvesiydi.
Maçın son bölümünde üstünlüğü iyice eline geçiren Beşiktaş’ta, galibiyet golünün sahanın en iyisi olan Zapotocny’den gelmesi anlamlıydı. İlk yarı Trabzon’un, ikinci yarı ise Beşiktaş’ın daha iyi oynadığı maçın hakkı beraberlikti. Lakin, futbolda her zaman ‘hak’ yerini bulmuyor.
‘’Malumun ilamı!‘’
Nedense önceki gün (pazar) kendimi pek şanslı hissettim! Çünkü dünyada eşi, benzeri pek görülmeyecek bir olayın tanığı oldum. Geçtiğimiz hafta oynanan Bursaspor-Ankaraspor maçında Samet Aybaba Bursa kulübesindeydi. Ben de oradaydım. Aybaba pazar günü ise Konya'da Gençlerbirliği kulübesindeydi. Ben yine oradaydım. Bir teknik adamı bir hafta arayla iki ayrı takımın kulübesinde görme şansına sahip olan dünyadaki ender spor yazarlarından biri olduğum için talihime şükrettim! Ülkemizdeki teknik direktör sirkülasyonunun hangi boyutlara ulaştığının çok açık ve çarpıcı bir göstergesiydi Samet Aybaba'nın mesleki rotasyonu!
Derdimiz Samet Aybaba değil. Benim görüşüm, Aybaba'nın Bursa'dan ayrılması doğru değildi. Başarısız da değildi. Ama bıraktı. Sorun kan uyuşmazlığıydı. Ancak iki gün içinde derhal iş bulması anlaşılır gibi değil. Bir hafta içinde 5 takımın hoca değişitirmesi de öyle. Keza, 10 haftada 9 takımın 10 teknik direktör denemesi de! Bu sayının burada kalmayacağını da biliyorum. Bu sorun kronik bir hal aldı. Çare hoca kıyımını önleyecek yönetmelik değişikliğinde.
Aslında bu yazı malumun ilamı. Geçeceğim Fenerbahçe-Galatasaray derbisine. Ama geçemiyorum. Çünkü söylenecek söz yok! Bu maç da malumun ilamıydı!
‘’Mert Beşiktaşlı!‘’
Bazen büyük takımlar, büyüklüğün şımarıklığını yaşarlar. Rakipleri ligin sonuncusu ise küçümserler. Taktik disiplinden uzaklaşırlar. En basit hareketleri bile yapmaktan aciz kalırlar. Koşmazlar, mücadele etmezler. Gelişi güzel ortalar ve şutlarla taraftara saç baş yoldururlar. İşte bu gibi durumlarda bir kahramana ihtiyaç vardır. Dün gece ilk yarıda son derece disiplinsiz bir görüntü veren Beşiktaş’ta ayakta kalan bir isim vardı: Mert Nobre. Arkadaşlarına inat, inanılmaz bir hırs ve disiplinle oynadı bizden Brezilyalı. Gücü ve enerjisiyle rakip savunmayı hallaç pamuğu gibi atan Mert Nobre, verdiği müthiş mücadeleyle arkadaşlarının da silkinmesine neden oldu. Hem takımı, hem tribünleri, hem de haftalardır kulağının üstüne yatan Delgado, Holosko ve Bobo’yu ateşledi. Gecenin tartışmasız kahramanıydı Mert Nobre. Bu performansıyla Ay-Yıldızlı formayı giyen ikinci Brezilyalı olması kuvvetle muhtemel. Benim bildiğim Fatih Terim bu fırsatı kaçırmaz. Zira çektiği forvet sıkıntısı ortada...
Kayseri yenilgisi üzerine pusuda bekleyen ‘Denizli Sendromlu’ kalem erbapları tarafından ‘Takke düştü kel göründü’ misali tartışılmaya başlanan Mustafa Denizli için de rahatlatıcı bir sonuç oldu Kocaeli galibiyeti. Zira dün gece alınacak kötü bir sonuç, önümüzdeki hafta yapılacak provokatif yayınlar nedeniyle Denizli ile Beşiktaş tribünleri arasındaki sevgi bağını zayıflatabilirdi. Ancak Denizli’nin öğrencileri, başta Nobre olmak üzere buna izin vermedi.
Kocaeli için ise söylenecek pek fazla bir şey yok. Yabancıları kaçmış, parlak geçmişleriyle avunan sönmüş yıldızlara kalmış, hocası bir kaç haftadır tribüne mahküm olmuş Körfez ekibi, geldiği yere geri dönecek gibi gözüküyor. Belli ki, futbolcu simsarları tarafından parça pinçik gedilmiş. Yazık!
‘’Ali Koç başkan Fenerbahçe şampiyon!‘’
Bu şampiyonluk bildiğiniz şampiyonluklardan değil. Sözünü ettiğim şampiyonluk, gerçek şampiyonluk. Şampiyonluk salt sportif bir sonuç değildir; bir duruştur. Bir bakıştır. Bir felsefedir. İnsan, yaşamı boyunca hiç bir müsabakaya girmese bile, hayat tarzıyla şampiyon olabilir. Eylemiyle, söylemiyle o en ulvi mertebede yer alabilir. Bunun için haktan, adaletten sapmaması, çağdaş, ileri görüşlü, ufku geniş, vizyon sahibi olması ve asil bir hayat sürmesi yeterlidir. Ki, bunu başaranlar çoğunlukla toplumda bir ya da bir kaç adım öne çıkarlar. Genellikle lider olurlar. Ait oldukları toplumu etkilerler, sürüklerler. O topluma kendi karakterlerini yansıtırlar. Ve o toplumu bu şekilde yüceltirler. Kendileriyle birlikte, başında oldukları kitle de gerçek anlamda şampiyonluk tacını takar.
Aziz Yıldırım'dan sonra Fenerbahçe'nin başkanı olacağı yönünde güçlü emarelerin olduğu Ali Koç da, son haftalarda sergilediği duruşla gerçek bir şampiyon gibi davranıyor. Türk futboluna yepyeni bir soluk, yepyeni bir yönetici prototipi getiriyor. Basının karşısına çıkıyor, sorulan tüm sorulara içtenlikle, akıl ve zeka dolu cevaplar veriyor. Özeleştiri yapıyor. Yaptıkları hatalardan ve yapamadıklarından söz ediyor. Rakibin verilmeyen golü için yorum yapıyor, hakemi eleştiriyor. "Rakibimize yazık oldu" diyebilme yürekliliğini, nezaketini gösteriyor. Taraf olmanın sadece kendi takımının tarafı olmaktan ibaret olmadığını, asıl tarafgirliğin haktan yana olunması gerektiğini tüm samimiyetiyle ortaya koyuyor. Ali Koç, yalnız Fenerbahçe için değil, Türk futbolu için de bir modeldir, bir şanstır. Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki, tribün terörünün asıl müsebbibi, kulüpleri sıçrama tahtası, taraftarı da piyon olarak kullanan taşra kurnazı, bezirgan, mafyoz, çağdışı yönetici modelleridir. İşte Ali Koç, bunların panzehiridir. Bu, panzehir, futbolumuza enjekte edilmelidir. Vakit geçmeden, fırsat kaçmadan...