Arama

Popüler aramalar

‘’Suni çim, suni futbol!‘’

Felaket bir oyundan, harika bir sonuçla çıktı Fenerbahçe. Oynanan futbola bakınca Şampiyonlar Ligi ön eleme değil de, ağırlık antrenmanından sonra yapılan ceza maçı gibiydi. Yenilen golün dışında verilen 10 pozisyona rağmen 3 kere rakip kaleye gidip berabere kaldılar ki, başarıdır.

Stoch’la başlayıp Emre’nin şutuyla gol olan pozisyon olmasa Fenerbahçe skora ve oyuna nasıl tutunacaktı bilinmez. 4. dakikada atılan golden, Emre’nin şutla rakip kaleyi tehdit ettiği 27. dakikaya kadar Young Boys basit ama çok çabuk oynayarak, sahanın tümünü kullanarak Fenerbahçe’nin bütün eksiklerini açığa çıkardı. Kötü kafa vuruşları, direğe takılan şutlar hep Fenerbahçe’nin şansıydı. Takım hücumu da, savunması da felaketti. Bilica, Bekir, Önder’li savunma ve Christian içler acısıydı. Santos, Stoch kendisine yardım etmediği için Sutter ve Degen ikilisinin atak geliştirdiği kanatta çaresiz kaldı. Kocaman da ciddi risk aldı. Takım her hattıyla çökmüşken Selçuk daha 30'da oyuna alınmalıydı.

Mükemmel kurtarışlarıyla yine büyüyen Volkan, Stoch, iki gol pası veren Gökhan ve biraz da Emre dışında vasatına dahi yaklaşmayan futbolculardan kurulu bir takım.

Kazım’ın sorumsuzluğu Fenerbahçe’ye yaradı! Birincisi herkes bir daha anladı ki, Kazım güvenilecek olgunlukta bir futbolcu değil. İkincisi, “mış” gibi, hücum ediyormuş gibi, savunma yapıyormuş gibi yapan takım verdiği onca pozisyondan sonra Galatasaray'la yaptığı “dostluk” maçında olduğu gibi savunmaya yerleşti ve ilk yarıdan daha az pozisyon verdi.

Lugano, Gökhan, Özer, Dia, santrfor gelecek ve dün gece oynayanların bazıları kulübeyi dahi göremeyecek. Eğer, Fenerbahçe oyunu önde oynayacaksa, Bilica’dan çabuk bir stoper de lazım!

Sezonun en güzel çalımını Stoch’u Galatasaray’ın elinden alarak yapmış Fenerbahçe… Şuuru yerinde olan, kazandığı her topta önce geride adam aramayan, öne ve çabuk oynayan, adam eksilten, alan değiştiren, şut atan bir oyuncu. Takım savunmasına katkısı yetersizdi, onu da yaparsa geldiği kulübe döner ki; banko da oynar!

Bütün bu olumsuzluklara rağmen Aykut Kocaman’ın takımını beklemek de gerek. Daha temmuzdayız. Fiziksel olarak fit duruma gelmeleri için daha en az bir ay lazım. İlk 11’de oynayabilecek 6 oyuncu dışarıda. Hepsi dönecekler, bol tekrarla felsefeyi çözecekler. Sonra da izlenir bir takım olacaklar. İlk maçtan umutsuzluğa kapılmamak, baskı da yaratmamak lazım...

29 Temmuz 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sıra taraftarda‘’

Demirören’li yıllar genellikle yönetimlerin acemilikleri, duygularıyla karar vermeleri, transfer skandallarıyla geçti ki; tarihte hiçbir Beşiktaş başkanı Demirören kadar eleştirilmedi...

Eleştirilecek hala çok şey var... Bazı Beşiktaşlı spor adamları ve kimi spor yazarları Schuster, Queresma ve Guti transferlerine bir başka açıdan bakıp, gelenlerin yerine gönderilenlerden kulübün milyonlarca Euro zarar ettiği hesabından eleştiri yapabilirler ve çok da haksız sayılmazlar ama bir de gerçek var, transferler şahane!

Daha 6 ay önce Tabata’yı Gaziantepspor’dan 8 milyon Euro’ya transfer eden Beşiktaş, Şampiyonlar Ligi Şampiyonu İnter’in kadrosunda yer alan Queresma ve Real Madrid’in tarihteki en önemli oyuncularından Guti’yi toplam 7,2 milyon Euroya alıyorsa bu transferde devrim sayılabilir pekala...

Schuster büyük futbolcuydu. Öyle böyle değil gerçekten büyük futbolcuydu. Öyle ki, Maradona dünyanın en büyük transfer ücretiyle Barcelona’ya transfer olduğunda iki yabancı oynatabilen İspanyol ekibinde sağduyulu otoriteler tarafından kesilemeyecek olan futbolcu olarak görülen isim oydu. Hocalığında vasat bir kadrosu olan Getafe’yi Avrupa’da çeyrek finale, Kral Kupası’nda finale taşıyıp, Barcelona kulüp üyesi olmasına rağmen Real Madrid’e hoca olarak gitmeyi başardı. Orada da şampiyonluğunu kazandı. Bakmayın bir sene sonraki başarısızlığına, kovulmasına! Real Madrid teknik direktörü “Barcelona bizi yener” derse gider, Barcelona kulüp üyesi olmasına bakılmadan!

Queresma topla her şeyi yapabilen bir süper yetenek. Biliyorduk, bir daha gördük. Son yıllarda maç eksiği varmış, olabilir. Potansiyelini bütün dünya biliyor ki; Hagi’nin geldiğinden 5 yaş küçük...

Guti, dünyanın en büyük kulüplerinden birinin en çok oynayan oyuncularından biri ki; daha 4 sene yüksek tempoyla oynayacak yaşta.

Beşiktaş’ın kadrosu zaten çok iyiydi, bir santrforla muhteşem olabilir...

İzlemenin bedeli var
Mesele artık yönetimin sporcuların maddi sıkıntılarını günü gününe çözüp, Schuster’in takımını ve Türkiye’yi tanımasında. Ve elbette taraftarda...

İtiraz edenler elbette olacaktır ama dünyada kendi kendine en çok eğlenen, yaratıcı sloganlarıyla sosyal problemler karşısında duyarlığını sergileyen Beşiktaş taraftarı takımını da itmiyor, kulübünü de!

Maçı yaşamıyor, çok şık hareketleri alkışlamıyor, elinden gelenin en iyisini yapanı ödüllendirmeyi unutuyor, racon kesip maçın 3. dakikasında atılan oyuncuyu soyunma odasına alkışlarla gönderirken, anası ağlayan ama teknik bir hata yapan futbolcusunu gömüyor! Başkanı stada sokmuyor, kuralları bilmesine rağmen yaptığı eylemlerle seyircisiz maçlara, büyük para cezalarına neden oluyor. Beşiktaş kulübü taraftar eylemlerinden dolayı son 4 senede toplam 76 kez ceza alırken, kulüp 1 milyon 860 bin lira ceza ödedi, futbolcular 5 kez seyircisiz, bir kez de başka sahada oynamak zorunda kaldı. Seyircisiz oynamanın maddi zararlarının dışında, kombine sahipleri ile şiddet üretmeyenin hakkına tecavüz ve futbola ihanet olduğu gerçeklerini unutmayalım.

Stada gidiyoruz. Sırtında Sergen ve Pascal gibi taraftar efsanelerinin isimleri yazılı formalı taraftarlar ama o formaların çoğu korsan!

Biletlerin çoğu sponsorlardan! Ya da “usta” taraftar operasyonu ile bir bilete 5 kişi içeride!

Efsane futbolculara hepimizin saygısı var, ama o formalar evin bir köşesine katlanıp bırakılmalı, aidiyet duygusunu gösteren yeni koleksiyonlardan hiç değilse bir parça alınmalı. Sergen yazdırılacaksa o formaya yazılsın. Yönetim eyyamı bırakıp herkesin bütçesine göre bilet fiyat politikası uygulamalı, ama kaçağı da önlemeli...

Kimse endüstriyel futbol masallarıyla gelmesin, Guti ve Queresma’ları, Ernst’i, Nihat’ı, İbrahimler’i izlemenin bir bedeli olmalı. Taraftarsanız anlarsınız...

(Bu transferler bizi heyecanlandırsa da takibimizden vazgeçmeyeceğiz. Nihat’ları, Necipleri veren altyapıdaki yüzlerce kez milli olmuş sporcular konteynırda soyunmaya, şarapçılar eşliğinde antrenman yapmaya devam ederse, yönetim ne yapsa boş! Ne Guti, ne Queresma, ne de Avrupa’da bir kupa bizim çocuklarımızdan, çocuklarımızın hayallerinden değerli)

28 Temmuz 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Guti değil, santrfor!‘’

İlk devrede Beşiktaş kalesine tek şut atamayan ve kalesinde 10’un üstünde pozisyon yaşayan Vikingur takımı ile Beşiktaş’ın teknik analizini yapmak doğru da, anlamlı değil ama tabii ki görülen gerçekler var. Beşiktaşlı oyuncular olağanüstü disiplinli oynuyorlar. Çabuk oynamaya çalışıyorlar. Çok sayıda hücum karakterli oyuncuların takım savunmasına ne denli katkı yaptığını göremedik ama sanıyorum ki bu konuda da çok gayretli olacaklar.

İsmail, Ekrem’e gol attırdığı pozisyonda adam eksiltip orta yaparken ümitleri ne denli yeşertirse yeşertsin, savunmadaki pozisyon ve rakibe müdahalede zamanlama hatalarıyla çok çalışması gerektiğini gösterdi. Önde yaptığı ve yapacaklarına dair kimsenin endişesi yok ama büyük futbolcu olması için savunmadaki temel prensipleri öğrenmek zorunda. Ciddi sakatlığı atlatıp golle dönen örnek profesyonel Ekrem’in büyük moral bulduğu kesin. Ayrıca İnönü’deki maçta 2, dün de tek gol atıp neredeyse geçen seneki istatistiklerini yakalayan Nihat’ın da moral rehabilitasyon görevi tamamlanmış oldu.

İmzasını 25 bin kişiye yapan Queresma, Nihat’a ve Bobo’ya attırdığı gollerle skora önemli katkı yaptı ama gol vuruşlarında hem şanssız, hem de başarısızdı. Bu denli zayıf rakip karşısında iş disiplinini ve ciddiyeti hiç bırakmayan Beşiktaşlı futbolcular bu derin kadroda yer bulabilmek için çok çalışacaklar. Quaresma, Nihat, Ernst, Sivok ve Üzülmez dışında kalanlar sürekli forma bulabilmek için karşılarında takım arkadaşlarından en az iki rakip bulacaklar.

Bobo stoper acemiliğiyle mükemmel bir gol atsa da hala alternatif konumundadır. Hatta Bobo’yu yedek bırakacak kalitede bir santrfora kesinlikle ihtiyaç vardır. Quaresma, Yusuf, Delgado, Tabata, Nihat, İbrahim Üzülmez ve İsmail gibi kanat oyuncularından hangisi oynarsa ceza alanına orta yağdıracak kaliteli bir hucüm organizasyonu sağlanacaktır. Ama canı isteyince oynayan ve rakip stoperleri hırpalayamayan Bobo ile bu organizasyon taçlandırılamaz. Beşiktaş, hedeflerine daha çabuk ulaşacak ve görkemli bir takım yapmak istiyorsa anahtarı Guti’de değil, hava toplarında etkili, sırtı dönük oynayabilen bir santrforda bulacaktır. Ön libero pozisyonunda görev yapabilecek çok sayıda isim var ama maalesef Bobo’nun sağlam bir alternatifi yok... Bobo iyi futbolcu, ama büyük santrfor değil!

23 Temmuz 2010, Cuma 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şairlerin kupası‘’

Xavi ve İniesta gibi ki; özellikle İniesta dün gece daha da büyüdü, futbolun iki şairine sahip İspanya kazanmalıydı elbette. Kendileri açısından destansı bir galibiyet serisiyle finale gelen ama sergilediği futbolla sıradanlıktan öte gidemeyen Hollanda kazansaydı büyük haksızlık olmaz mıydı? Portakallar ilk 4 dakikada 4 faulle başlarken, İspanyollar çok pas yapıp kanat değiştirmeye, pozisyon aramaya çalışıyorlardı.

Maç bittiğinde pek çok istatistikte İspanya her zamanki gibi fark yaratmıştı. 120 dakikada İspanya 542’si isabetli 715 pas yaparken, Hollanda 294’ü isabetli 475 pasta kalmıştı. Üstelik takımın en çok topla buluşan oyuncuları da 54’er kezle sağbek Van Der Wiel ile kaleci Stekelenburg olmuşlardı!

Maçın başında Robben ve Sneijder kadar etkili dev kaleci Stekelenburg Ramos’un kafasını mükemmel kurtardı, Yine Ramos’un ortasında Villa’nın şutu autu boyladı.

Sert ve alışılmışın dışında olağanüstü müdafaa yapan Hollanda oyunda dengeyi sağlarken, 11’e 11 oynanmasını da Howard Webb sağladı. Maçın en önemli kırılma anlarından biri De Jong’un Xavi Alonso’nun göğsüne oturan tabanıydı. Webb haklı kırmızıyı çıkartabilse 90 dakikanın 62 dakikasını bir kişi fazla oynayacak İspanya’nın işi çok kolaylaşacaktı.

İkinci kırılma anı ise şüphesiz ki Sneijder’in muhteşem ara pasında Robben’in Casillas’la karşı karşıya kaldığı andı. Büyük Hollandalı çok daha zorlarını gol yapmıştı, Casillas’ı terse yatırmasına rağmen fırsatı kaçırdı ve ibre yine İspanya’ya kaydı.

“İyi bir teknik adam olmadığı” gerekçesiyle kovulması için kampanyalar düzenlenen ve daha o zaman teknik adam olarak iki şampiyonlar ligi şampiyonluğu bulunan Del Bosque dünya şampiyonluğu için de müdahalesini yaptı, Pedro yerine Navas’ı, Alonso yerine Fabregas’ı sahaya attı ve İspanya tüm üstünlüğü eline aldı. Villa’nın kaçırdığı iki fırsat ve Ramos’un kötü kafa şutu Hollanda’nın şansıydı, Stekelenburg’un kurtardığı top ise Fabregas’ın hatası. O pozisyonda Fabregas, bir diğerinde takımın en iyisi İniesta topu bıraksa Villa iki kez boş kaleye topu yuvarlayacaktı. Ama şans bir yere kadar, Fabregas’ın pasında İniesta şiirini tamamlayıp kupaya imzasını attı. Çok yakıştı...

Bozmaya çalışanlar değil, yapmaya çalışanlar, hayal çalanlar değil yaratıcılığa prim tanıyanlar kazanmalı elbette...

12 Temmuz 2010, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Şahane olan kazandı‘’

“Önce durdur, sonra vur” kupasında kendi oyunlarını oynayarak, önce futbolsevere hizmet ederek yarı finale gelen iki takımın maçında iyi olan değil şahane olan kazandı.

Xabi Alonso’nun ekstra pasında Xavi’nin ortasında Puyol düzgün bir kafa şutu atsa Almanlar'a 13 dakika top göstermeyen İspanyollar öne geçecek, maç da güzelleşecekti. Gösterişli skorlarla yarı finale gelen Panzerler, orta sahanın çift yönlü ve dört gollü oyuncusu Müller’in yokluğundan çok etkilendiler. Yerine oynayan Trochowski, Müller’in hem hücum, hem de defanstaki fonksiyonunu yerine getiremezken, solda Boateng bir diğer etkisiz elemandı. Del Bosque’nin Torres yerine Pedro ile başlaması da İspanya’yı ilk kez 11 kişilik bir takım yapmıştı. İspanyollar ayağa paslarla rakibini seyirciliğe mahkum ederken, son vuruşun yapılacağı derin paslarda hep aynı adama takıldılar. Mertesacker müthiş kademe anlayışıyla beş önemli pozisyonu kesti, İspanyollar'ın gol sevincini uzun süre erteledi. Turnuvanın en golcü takımı Almanya, Trochowski ile ilk şutunu attığında ise dakika tam da 32'ydi!

Kötü ve mahkum oynayan Almanlar hakem Kassai pozisyonu “hakem” gibi süzse, devre biterken öne de geçecekti ama en etkili Alman Klose’nin pasında Mesut’un düşürülüşü güme gitti!

Adil yönetilen maçlarda bir galip, bir mağlup vardır. Kötü yönetilen maçlarda ise bir galip, bir de mağdur! Oyun açısından İspanya hak etse de penaltı ve kırmızı kart oyunun kaderini etkileyecek, finale Almanya gidecekti...

İkinci devrede de roller değişmedi. İspanyollar ezerken, elemelerin panzeri sanki İsviçre’ydi! Kalesini iyi savunacak, yakaladığını atacak takım yenebilir İspanyollar'ı. Ancak, Xavi, İniesta ve Alonso’nun hep birlikte mükemmel oynadığı İspanyollar’ı yenebilmek mucize gibi. Üstelik diğer matadorlar da iyi günlerindeyse mucize ötesi... İki teknik adam da doğru değişiklikler yaptı. Löw, Jensen’i alıp sol kanada işlerlik kazandırdı, tek net pozisyonunu da oyuna aldığı Kroos’la yakaladı. İki kez Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu kazanmasına rağmen “Yeniköy kasabı” muamelesi gören Del Bosque, doğru bir hamleyle Alman defansı ileri çıkmışken Torres’i sahaya attı. Sahanın en iyilerinden Pedro cıvıtmasaydı Torres de golünü atacak, moral bulacaktı. Maçın sonlarında Xavi, Iniesta ve diğerlerinin tek pas organizasyonları seyretmeye değer, küçük birer ustalık gösterileriydi.

Sözün özü, Müller’iniz yoksa, yakaladığınız tek pozisyonda Kroos’la Casillas’a takılıp, Puyol bu kez kaçırmayınca, evinize boynu bükük dönersiniz.

İspanya başarılı paslarda 590-439, kaleye şutlarda 13-5, kaleyi tutan şutlarda 5-2 öndeyse ve futbolun adaleti varsa eğer, İspanya finalist olmalıydı. Hakeden kazandı.

08 Temmuz 2010, Perşembe 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Sıkan Portakal‘’

İlk hatasını bu maçta yapsa da turnuvanın en başarılı kalecilerinden biri Stekelenburg’la kalesini sağlama alan Portakallar, oyuna pek girmeyen dörtlü savunmasının önünde iki ön libero ile sıfır risk alıyor. Kuyt ile profesyonellik dersi verirken, Van Persie ile rakip stoperleri oyalayıp, ustaları Robben ve kritik gollerin adamı Sneijder ile rakipleri aşıyorlar.

Gana-ABD maçının ardından tur atlamasına rağmen Ayew ve Mensah’ı kaybeden Gana ile eşleşen Uruguay için maçı beklemeden “Yarı finale kaldılar” demiştik. Ama Uruguay o destansı, romanı yazılacak maçta Gana’yı elerken Lugano, Suarez ve Fucile’yi kaybettiğinden Hollanda’yı da finalist ilan etmiştik. Haklı çıktık.

Oyuna pek girmeyen Van Bronckhorst olağanüstü güzel vuruşuyla takımını öne geçirdiğinde Hollanda ilk kez bu turnuvada gördüğümüz sıkıcı futbolunu oynamaya devam ediyordu. Orta sahada Rios ile ayakta durmaya çalışan ve Hollanda’nın müthiş savunması karşısında hücumda çoğalamayan Uruguay sahadaki tek ve büyük yıldızı Forlan’ın müthiş şutunda ve Stekelenburg’un hatasında golü yakalasa da maçı Portakallar’ın kazanacağını görebiliyorduk.
Bert van Marwijk, De Jong’un yerine oynattığı De Zeeuw’u çıkartıp Van der Vaart’ı oyuna aldığında rakip kale önünde daha etkili olmayı seçerek doğru bir hamle yaptı ve ödülünü de aldı. Sneijder hakemin ofsaytı süzemediği pozisyonda takımını öne geçirirken, Kuyt’ın güzel ortasında Robben’in müthiş kafası Hollanda’yı finale taşıdı.

25 maçtır yenilmeyen bir Hollanda var karşımızda. Danimarka’yı, Japonya’yı, Kamerun’u, Slovakya’yı, Brezilya’yı ve sonunda eksik Uruguay’ı yenerek finale gelen ama bu satırın yazarına “futbol ne büyülü, ne güzel oyun” dedirtmeyen bir takım...

Kazanan hep mi haklıdır?

07 Temmuz 2010, Çarşamba 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Panzer'le Tango yapılmıyor‘’

Otamendi’nin yaptığı pozisyon hatası Müller’in kafasıyla ağlara gittiğinde daha üçüncü dakikaydı ve Arjantin’in skor dezavantajından kurtulmak için neredeyse 90 dakikası vardı. Ancak şampiyonanın hücum açısından en sükseli ve Messi’li takımı Neuer’i altetmek bir yana rahatsız edecek pozisyon bulmakta zorlandı. Genç kaleci, Higuain’in şutunu direğin dibinden kurtarırken çok başarılıydı. Maradona’nın Di Maria’yı sağa, Maxi’yi sola koyması hiçbir işe yaramadı. Takımın sürpriz golcüsü Müller’in pasında Klose topu gökyüzüne göndermek yerine içeri vurabilse maç Arjantin için daha ilk yarının ortasında içinden çıkılmaz bir hal alacaktı.

Schweinsteiger, Khedira, Mesut, Podolski ve Müller’li orta saha top kendilerindeyken İspanya gibi pas yaptı. Khedira olağanüstü temposu ve defansa yardımı ile fark yaratan oyuncu olmayı başarırken, taktik plana sadakat ve ezberlenmiş organizasyonlar Almanya’nın, Arjantin’le kedinin fareyle oynadığı gibi oynamasını sağladı. Podolski’nin Klose’ye attırdığı gol harikaydı. Friedrich’in attığı golde de Schweinsteiger, Messi’den beklenen şovu yapan adamdı. 4 Arjantinli’ye yaptığı slalom, iki Arjantinli’yi de attığı pasla konu mankenine çeviren usta futbolcu, Messi’den bekleneni yapan Alman’dı.. Ve elbette Mesut Özil driplingleri ve boş adamla başlattığı ataklar dışında da imzasını atmalıydı. Klose’ye attırdığı son goldeki pasla güzel performansını cilaladı. Maradona ve Messi’li, üçü kulübede oturan ve hepsi Klose ayarında 5 forvetli turnuvanın rengi, haklı bir hezimetle dünya kupası sahnesinden çekilirken, hak eden, futbol oynayan, sistemini yıldızlara bağlamayıp sistemi sayesinde yıldız çıkartan Almanya yürüyor...Maradona’yı özleyeceğim...

04 Temmuz 2010, Pazar 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Beklemeye değen adam: Robben‘’

Grup maçları sürerken hiç de keyif vermeyen Hollanda kritiği yazarken Robben’i beklerken başlığı atmıştım. Ve Robben döndü! Maçın ilk yarısını Brezilya domine ederken ayakta kalan 2 futbolcu vardı. Biri, Kaka ve Maicon’un gollük şutlarını mükemmel bir biçimde kurtaran ve maçın kopmasına izin vermeyen kaleci Stekelenburg, diğeri de ensesinde Bastos’la dolaşmasına rağmen topu alıp yüzünü döndüğünde Bastos’un kademesine gelen 2 kişiyle birlikte 3 kişi bulan Robben’di... Robben ikinci yarıda topu biraz daha önde aldı, fauller yaptırdı, top sakladı, Van der Wiel biraz hücuma çıkanca ve Sneijder kendisine yaklaşınca rahatladı. Dunga kontrolünü yitiren ve silinen Bastos’u değiştirmek zorunda kaldı. İlk gol Sneijder’in o bölgeden yaptığı ortadan, ikincisi Robben’in kullandığı kornerden geldi. Brezilya’yı teslim alan futbolcu büyüktür, tartışılmaz!

Gollerin kahramanı Sneijder kader adamlarından biri olurken, asıl pozisyonu sağ kanat olan Kuyt disiplini, takipçiliği, top kullanışı ile herkese örnek gösterilecek kadar başarılıydı.

Melo o muhteşem pası atıp Robinho ağları havalandırdığında, futbol hayatını Juventus’ta sürdüren Brezilyalı'ya İtalyanların “Yılın bidonu” sıfatını vermelerinin büyük bir hata olduğunu düşünmüştüm. Skor 2-1’ken Robben’e taç çizgisinin yanında basıp kendini attıran ve arkadaşlarını bir kişi eksik oynatan Melo’ya o benzetme azmış. İlk golde Julio Cesar’ın kendisini bozmasıyla kendi kalesine bir de gol atan Melo “Yılın aptalı” ya da “Yılın sorumsuzu” sıfatına da layık bulunabilir. Dunga, Portekiz maçının 44. dakikasında oyundan alıp takımı 10 kişi kalmaktan kurtarmıştı. El bombasıyla başlayıp sanki Brezilya’nın sonunu o hazırladı.

Bu skor sanırım Hollandalılar kadar diğer rakipleri de sevindirdi. Ancak final önündeki en büyük engel olan Brezilya’yı temizleyen Hollanda’da defansın belkemiği sayılabilecek De Jong da yok...

03 Temmuz 2010, Cumartesi 04:30
YAZININ DEVAMI