‘’Mesut çıkmazdı!‘’
İlk maçların en etkileyici takımı Almanya, Klose’nin bilinçsiz hareketinin bedelinin ağır ödedi. Maçı beraber izlediğimiz Feyyaz Uçar, ilk sarı kartın ardından rakibini kovalayan Klose’ye, “Aman oğlum Klose, sarı kartın var dikkat” dedi. Feyyaz bunu söyledi, Löw söylemedi. Klose 37’de kızardı, Sırbistan da bu avantajı iyi kullandı. Her ne kadar Alman defansının hatası olsa da, Krasic’in ortası Zigic’in kafayla bıraktığı topu Jovanovic’in gol yapması çok güzel bir organizasyondu.
Almanlar’ın bir kişi eksik kaldığı uzun süre anlaşılmadı. Ama Podolski, pozisyonları ve penaltıyı harcadı. Löw’ün, takımın en iyisi Mesut’u kenara alması ise hataydı. Mesut, Podolski’ye öyle güzel iki pas attı ki, turnuvada bunu yapabilecek futbolcu sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Löw’ün, Mesut’u çıkartması, Maradona’nın Messi’yi kenara alması gibi bir şey...
Sırplar, Almanlar risk aldıkça yıldızları Krasic’le hücuma çıktılar. Jovanovic’in topu direkten dönerken Zigic’in kafası direği sıyırıp çıkarken, Zigic’in indirdiği topta Kacar’ın şutu, gözyüzüne giderken fark yapacak fırsatları harcadılar.
Antic’in işi zor. Çünkü ilk maçta Kuzmanovic, dün de Vidic gibi önemli futbolcular, arkalarına düşen toplara elle uzanıp, penaltı yaptırıyor.
‘’Kabus‘’
Risk almışken, hiç kimse Arjantin'in karşısındaki takımın stoperi olmak istemez. En azından ben istemem. 75'te Tevez çıkıyor yerine Agüero giriyor ve sizin takım arkadaşlarınız rakip yarı sahadayken Arjantin kontraatağı başlıyor. Karşınızda Messi, Higuain, Agüero sağda Maxi Rodriguez solda Di Maria... Teknik var, güç var, sürat var. Tam bir kabus. Rakipler Arjantin'e, ya İsviçre'nin İspanya'ya yaptığını yapıp sonuna kadar kapanacaklar ya da bol bol santra yapacaklar.
Benim en beğendiğim futbolcuların başında gelen Veron'un yokluğunda, Maxi Rodriguez'in oynaması takıma sanki sınıf atlatmıştı. Mascherano'nun tek ön libero olarak mükemmel işler yaptığı ilk yarıda Tevez, Messi'den rol çaldı, slalomları o yaptı. Güney Kore'nin kendi kalesine attığı gol perdeyi açtı. Higuain attığı gole kadar iki net fırsat harcadı. Ancak gol vuruşu mükemmeldi. Yunanistan'ı net bir skorla geçen Güney Kore ise son derece sıradandı.
Bu arada Arjantin sihirli ayaklarına rağmen duran top organizasyonlarında hile yapmaya devam ediyor. İlk maçta Heinze'nin kafa golünde Samuel rakip savunmacıya perde yapmış, Heinze de üstünde savunma olmadan yaptığı kafa vuruşuyla takımını galibiyete taşımıştı. Dün ilk yarıda cepheden kazanılan frikik kullanılırken, Heinze barajdakileri engelledi, Messi'nin topa Tevez'e doğru dokunduğu anda ise Maxi Rodriguez yandan koşarak gelmeye çalışan Koreli'nin üstündeydi ve hakemler yine kaçırdı. Maradona çalışmış! İki maçlık sürede etkisiz kalan Gutierrez'in sarı kart cezalısı durumuna düşmesi Veron-Maxi Rodriguez değişikliği gibi bir katkı yapacak mı; onu da bekleyip göreceğiz.
Yedikleri gol Vuvuzela ve konsantrasyon eksikliğindendi. Önce Messi, sonra Demichelis arka arkaya iki top kaptırdı ama Tevez'in slalomları damadın (Agüero) 15 dakikada yaptığı olağanüstü katkı ve mükemmel pasları, Messi'nin peşinde üç Koreli'yle sahayı dolaşması ve efsanenin (Maradona) topuğuyla yaptığı katkı dünkü maçtan akıllarda iz bırakanlardı. Bir de not eklemeliyim. Bir pankart cümbüşü vardı. Ve Diego Armando Maroadona'ya sevgi, Messi'nin onlarca katıydı. Hatta bir tanesi Che Guevara'yla Maradona'yı aynı kategoride değerlendirmişti ki, Messi'nin hocasını yakalaması zor görünüyor.
‘’Acı çikolata‘’
Turnuvaya şampiyonanın en büyük favorilerinden biri olarak gelen İspanya, farklı kazanabileceği maçı şok bir golle kaybetti. Ancak bu skor oynayacakları Şili maçını finale çivirirken grubu ikinci bitirmesi halinde daha ilk 16'da Brezilya ile eşleşme ihtimali belirdi. İşte futbolun cilvesi. Bu senede gerçekleşirse çoğunluğun kupayı yakıştırdığı iki takım erken finali daha ilk 16'da oynayacak.
Her zamanki gibi oynadı İspanyollar. İniestalı, Xavili, Xabi Alonsolu orta saha Silva'nın da katılımıyla topu ve oyunu hep kendi ellerinde tuttu. Üstelik Hollanda ve Brezilya gibi ilk yarıda beklemediler. Çok adamla rakibin üstüne gittiler. Direnci kırıp öne geçmeleri işten bile değildi ama olmadı. İsviçre direndi, top da İsviçreliler'i sevdi. Alonso'nun şutu direği sallamayıp beş santim aşşağıya gitse sonuç rahatlıkla İspanya lehine dönebilirdi. Del Bosque'nin Torres ve Pedro'yu oyuna alması sonucu değiştirmeye yetmedi.
Seneler önce Fenerbahçe'den 'Biz de oynayamaz' diye çevrilen Gökhan İnler ve Barnetta orta sahadaki direncin en önemli neferleriydi. Eren Derdiyok devreye girdi, onunla birlikte İsviçre kaleye geldi. Keşke gol Fernandes'in ayağından değil de Eren'in Puyol ve Pique'yi çalımlamasının ardından attığı şutta Casillas'ı geçip direkten dönen top da gelseydi. İsviçre kendi destanını yazıyor. Geçen turnuvaya Fransa ile berabere kalarak başlamış, üç maçı gol yemeden tamamlamış ama turnuva dışı kalmıştı. Bu kez galip geldiler.
‘’Elano'dan selam var‘’
Galatasaray’a faydalı olamayacağına karar verilen Elano’nun yuvarladığı topta Maicon son derece dar açıdan Myong-Guk'u avlayınca sıkıntı bitti, futbol başladı. Brezilya da diğer köklü futbol ülkeleri gibi ilk yarıda tekleyerek başladı. Dunga en iyi kadrosuyla başladı ama sambacılar çok yavaştı. Brezilyalılar “zayıf” Kuzey Kore karşısında duvara çarpıp çarpıp döndüler. Güç, oyunu bozuyor artık. “Zayıf’lık teknik yetersizlik için kullanılabilir ama fizik kaliteler için asla. Kuzey Kore koşan, basan, mücadele eden, yardımlaşan bir takım olarak saygıyı hak etti elbette ama bundan sonra “iyi futbolun” tanımını farklı yapacak. Kuzey Kore’yi 5’li savunma yapıp, önlerinde 4 ön libero (stoper) daha koyduğu için kim suçlayabilir. Mourinho Şampiyonlar Ligi’ni Barcelona ve Bayern Münih karşısında yaptırdığı benzer savunmayla kazanmadı mı. “Zayıf kadrosuyla şampiyon oldu” dediler. Kalesinde Brezilyalı Cesar, defansında yine Brezilyalı Lucio ve Maicon, Arjantinli Samuel ve Zanetti, önde Etoo’lar varken! Futbol artık asla eskisi gibi olmayacak. Brezilya gibi sanatçısı bol takımların futbolseverlere gösteri yapması için yeni kurallar konması lazım. Oyuncu sayısı mı azaltılır, ofsayt mı kaldırılır bilemem ama bu sebepten gol olmuyor, rakibi kısırlaştıranlar başarılı olsa da, bu futbol keyif vermiyor.
Şık bir de gol atan Elano, Rijkaard’ı kendisini oynattığı için eleştirenlerle, yollamak için sabırsızlananlara şık bir selam yollarken, Yum Nam’ın Lucio ve Julio Cesar’ı yatırıp yaptığı gol onun için unutulmaz bir anı olurken, güçsüzlerin yanında olanların içini ısıttı.
‘’Hollanda başlamadı‘’
46. dakikada o ana kadar sahanın en iyilerinden Danimarkalı Simon Poulsen ters kafa şutuyla kendi kalesine gol atmasa, sanki Hollandalılar hiç gol atamayacak gibiydi. Dün geceki Almanya maçından sonra sükseli bir oyunu Hollanda’dan da bekleyen futbolseverler ilk yarıda tempo futbol ve pozisyon açısından hayal kırıklığı yaşadı. Ön liberolar Van Bommel ve De Jong üçüncü bölgeye hiç koşmayıp emniyet futbolu oynarken Van Bronckhorst neredeyse rakip sahaya hiç geçmedi. Düşündük ki hiç kimse oyuna girmediği için Van Persie iki stoperin kucağında çaresiz ve yalnız kaldı. Sneijder mesafe tanımaksızın sorumsuzca şutlarına devam ederken ilk gol pozisyonunu Danimarka yakaladı. Rommedahl'in ortasında Bendtner’in kafa şutu yavaştı. Oynamayan Robben’in bu takımın yarısı, hücumdaki yıldızı olduğuna kanaat getirmişken, Danimarka Rommedahl ve Kahlenberg’in şutu ile iki pozisyon daha yakaladı, kaleci Stekelenburg başarılıydı. İkinci devre girişte anlattığım golle başladı.
Gol yiyen Danimarka’nın hücuma çıkmasını beklerken, Rommedahl dışında vasatın üstüne çıkamayan takımda 1.94'lük Bendtner de sakatlanınca müthiş savunma yapan Hollanda için tehlike kalmadı. 58-59. dakikaya kadar iki takım da 9’ar şut atmıştı. 89'da ise Hollanda 18’e ulaşmış, Danimarka hala dokuzda kalmıştı. Sneijder anlamsız şutlar yerine pas yapmaya başlayınca ve genç Elia da oyuna coşku getirince önemli tehlikeler yarattı Hollandalılar. Elia karşısındaki Jacobsen’i gerçekten dağıttı. Maçın en kritik anı ise Van Persie’nin sarı kartı varken, hakemin ofsayt düdüğünden sonra attığı goldü. Hakem “vuvuzela’ gürültüsünden düdüğü duymayan Van Persie’yi kızartmazken haklıydı! Çünkü tribünde, hatta basın tribününde yanınızdakine çığlık atmadan sesinizi duyuramıyorsunuz. Hani kulağınızın yanında sinek uçarken duyduğunuz bir vızıltı var ya; işte kulağınızın dibinde binlerce sinek vızıldıyormuş diye düşünün. Vuvuzela’dan nefret ediyorum...
‘’Almanlar ile futbol keyfi‘’
Lahm maçın başında Cahill’in ağlara giden şutunu çıkardıktan sonra maç boyu Almanya’nın görkemli futbolunu seyrettik. Öylesine tempolu futbol oynarken, topa hükmeden, orta sahadaki oyuncularını kararlılıkla defansın arkasına koşturan Almanya tam bir futbol şöleni sundu bizlere... Ofsayt taktiğiyle oynayan Avusturalyalılar’ın taktiği, defans arkasına doğru zamanlamayla koşular yapan Khedira ve Mesut’a atılan müthiş paslarla darmadağın edildi. Hollanda’yla deplasmanda 0-0 berabere kalıp, Fransa’nın el yardımıyla elediği İrlanda’yı 3-0’la geçen Avustralyalılar’ı amatör bir takım durumuna düşürmek büyük iş doğrusu... Podolski’den sonra Klose’den gelen gol Avustralyalılar’ı bitirirken, Galatasaray’da sükseli maçlar çıkaran Neill’i de sıradan futbolcuya çevirdi. Almanya bu futbolunu sürdürürse, müthiş pozisyon bilgisiyle her an golle burun buruna kalır.. Ve Dünya Kupaları’nda 11 gole ulaşan Klose, Almanlar’ın ve kupanın en golcü 2. ismi efsane Gerd Müller’in 14 gollük rekorunu grup maçlarının sonunda dahi kırabilir. Cahill’in kırmızı kartı Avustralyalılar’ı iyice çaresiz bırakırken Almanya dördü bulmakta zorlanmadı. Panzerler’in rakibe saygısı olmasa fark çok artardı ve son olarak keyifle eklemeliyim ki; Mesut büyük futbolcu, temel futbol bilgileri sağlam, takım arkadaşları yanında, tam bir sanatçı...
‘’Kalecin kadar konuş!‘’
İhtiyar kurt Heskey’nin güzel pasında maçtan bir gün önce “Yeter artık bu kadar antrenman. Bir an önce başlasak” diyen kaleci Tim Howard acıyla başladı. Çünkü karşısında oyunun hem hücum, hem defans yönünü en iyi oynayan futbolculardan biri olan ve defansın arkasına müthiş bir koşu yapan Gerard vardı. Gerard, Howard’ı avlarken hiç zorlanmadı! Howard’ın acısı bununla kalmadı. Heskey hem kolunu hem kaburgalarını kıracaktı. Oyunda kaldı Howard ve kiritik kurtarışlarıyla kalecinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha kanıtlayıp acısını da çıkardı!
Futbolun beşiğinden büyük kaleci çıkmıyor. 3 vasat kaleci varsa en tecrübesiziyle başlamak ve puan kaybetmek risk almak değil, kumar oynamaktı. Kumarı Capello kaybetti. Tecrübeli James kenarda beklerken Green belki de turnuvanın sonuna kadar yenilebilecek en kötü golü yiyip skora dengeyi getirdi. Oysa öğleden sonra Nijerya’nın İsrail’de oynayan kalecisi Enyeama doksanlara giden 3 topu olağanüstü kurtarıp, Messi, Higuain ve Tevez gibi canavarlar karşısında ümidi 90 dakika ayakta bıraktı. Beşikte kaleci yetiştirmek şart...
Maça müthiş başlayan İngiltere Rooney’in pasında Lennon’la maçı koparacaktı, olmadı, sonrasında Amerika dengeyi sağladı. Fırsatları da harcadı; hem de İngiltere’nin en ustaca yaptığı organizasyonla. Tereciye tere sattı, gol yapamadı. Donovan’ın ortalarında Altidore ve Onyewu’nun kafaları ve Donovan’ın güzel şutu autla sonuçlandı. Beraberliği fazlasıyla hak ettiler. İki kritik top kesen King çıkıp, Carragher girince ABD yan toplardan pozisyon bulamadı.
İngiltere’de ise Gerard yine bambaşkaydı. Onu birkaç kez altı pastan top çıkartırken, gol atarken rakip sahanın sonuna inip orta yaparken gördük. Onu izlemek futbolseverler için keyif, gençler için ders...
İngiltere bu gruptan çıkar da bu kaleciyle nereye kadar yolu var, bilinmez!
‘’Böyle hoca düşman başına!‘’
Henry’nin eliyle İrlanda’yı kupanın dışında bırakıp, Platini marifetiyle 2016 Avrupa Şampiyonası’nı ülkelerine götüren, dünyanın en antipatik teknik direktörüyle yarışmaya devam eden Fransızlar onca yıldızının yanında esameleri pek okunmayan Diaby ve Toulalan farkıyla maçın hakimiyetini elinde tutmayı başardılar. Bu ikili rakibin bütün pas açılarını kapatıp genç ve başarılı kaleci Lloris’in kalesinde tehlike yaşamasına neden olabilecek atakları başlamadan bitirdiler. Forlan ve Suarez gibi iki gol makinesine sahip Uruguay önde hiç çoğalamazken Forlan’ın Lloris’in ellerinde kalan şutu ve kazanılan birkaç frikik dışında hiç ümitli hücum yapamadılar.
Diaby ve Toulalan’ın kestiği toplar Gourcuff’un organizasyonuyla hücuma taşındı taşınmasına ama Manchester’li yıldız Evra’nın da mükemmele oynadığı karşılaşmada Horozlar’ın iki silahı Ribery ve Govou etkili olmaktan çok uzaktı. İkiliden Ribery bir kez eksiltmeyi başardı, harika pasını Govou auta yolladı. Anelka hem faul alıyor, hem de rakibin dengesini bozacak koşular yaparken kendi vatandaşlarının da, federasyon başkanının da saygısını çoktan yitiren Domenech, Govou dururken Anelka’yı oyundan alıyordu! Dünya ikincisi takımını, EURO 2008’de gruptan çıkaramayan, baraj yardımını ‘el’ yordamıyla aşan ekibin teknik direktörü Türkiye’de olsa, grup maçlarını tamamlayamazdı ki, doğrusu da odur.
Uruguaylı Loderio’nun taç çizgisi kenarında hiç gereği yokken yaptığı hareket oyundan atılmasına neden oldu.
Bundan sonra Fransa’nın artan ofansif baskısını Uruguay cansiperane bir şekilde göğüsledi. Açılış maçı gibi takımlar birer puan aldı, bu da grupta işlerin zor çözüleceğini gösteriyor. Bu arada maçın sonlarında Uruguaylı oyuncunun ceza sahasında eline çarpan topa en çok itiraz eden futbolcunun Henry olması anlamlıydı.