‘’Kararlılık gerek‘’
Trabzonspor’un, bir olağanüstü genel kurul doğuran teknik adam arayışı süreci, neredeyse sonuçlanma aşamasına geldi. Ancak kuruma gönül verenler, geçen sezon teknik direktör konusunu, bırakın “sorun” olmayı, daha “soru” bile olmadan “devam” kararıyla çözen, onca transferi inanılmaz bir hızla, zamanında gerçekleştirerek, “kararlılığıyla” toplumun beklentilerine karşılık veren yönetimin o performansını özlüyor.
Güneş-Aybaba-Leekens-Halilhodziç-Toppmöller derken, “Eriksson, olmazsa Zaccheroni” aşamasına gelen yönetim, teknik direktör belirleme sürecini maalesef çok kötü yönetti. Yerlinin yerlisinden, yerliye, uygun fiyatlı, ülkeyi ve camiayı tanıyan yabancıdan, kariyeri belli, pahalı yabancıya geçiş yaparken, “mutlu sona” ulaşsa ya da beklentilere karşılık verecek olsa bile, “kararsızlığıyla” kafa karıştırdı. Zira, bugün Eriksson’dan, çıtayı oldukça yükseltecek, camiaya yeni bir heyecan getirecek “evet” yanıtının geldiğini varsaysak da, aday enflasyonunun ve isimler arasındaki kariyer farkının yarattığı bu karmaşık durumdan çıkmanın, biraz ironi yaparsak, oryantasyon programını gerektirebileceği bile söylenebilir. Bir tehlike de olası ‘hayır’ yanıtlarıyla ilgilidir. Zira sonrasında Souness ve kategorisindekiler de kesmez.
Gelinen noktayla ilgili önerilerimiz şudur: Eriksson ya da Zaccheroni, her kimse, bizce önem taşıyan; teknik adam konusunun, kim olacağından çok ilkesel bir görüntü şeffaflığı yaratamamasıdır. Söz konusu süreci, yönetim kurulu ilke ve kararlılığından çok, grupsal beklenti ve tepkiler belirlemiştir. Genel olarak hitap edilen kitlenin hassasiyeti olmadığı için bu yönlendirme, kurum açısından sağlıklı sonuçlar doğurmaz. Çünkü bu tür beklentiler ve talepler hem bitmez hem de bir standart teşkil etmez. Bugün “şunu getirme” diyen zihniyet, pek ala yarın “onu da gönder” diyebilecektir.
...Ve belli bir noktaya geldiğinde iş “sen de git”e dönüşecektir... Oysa “yönetim”, daha da ilerisi “irade” denen güç, belki desteğini dışarıdan alabilir ama kendi kararlarının arkasında durmalı ve uygulamalıdır.
‘’'Baskı' beklemek!‘’
Trabzonspor Yönetimi, teknik direktör arayışı için önce yabancıya yöneldi. Kaliteli bir yabancı, kombine bilet satışında patlama sağlayabilirdi. Bir eski Asbaşkan, yönetime dolaylı mesaj gönderdi: Sakın haa! Kulübü daha fazla borç yüküne sokmayın. Trabzon’a bunu izah edemezsiniz.
Trabzonspor Yönetimi, camianın sembol isimlerinden Şenol Güneş’e yöneldi. Güneş Trabzon’da heyecan yaratabilir düşüncesindeydiler. Yerlinin de yerlisiydi üstelik. Bir başka eski Asbaşkan, mesaj göndermedi direkt başkanı aradı: Eğer onu alırsanız, biz desteğimizi tümüyle çekiyoruz. Kampanya düzenleriz.
Trabzonspor yönetimi “camiayı tanıyor, geçiş döneminde, daha önce olduğu gibi katkı sağlayabilir” düşüncesiyle Samet Aybaba ile görüşüp bir prensip anlaşmasına vardı. Kesin görüşme ertesi gün yapılacaktı. Bir eski üçüncü Asbaşkan, “Aralarında mevcut yöneticilerin bazılarının da bulunduğu Trabzon’u ayağa kaldırdı.”
Bir Trabzon klasiği: “Şunu yapma” baskısı çok, “Şunu yap” önerisi yok.
Hadi karar verin bakalım teknik direktör konusunda. Zordur Trabzon’a yaranmak. Herkesi memnun etmek!
Aynı günlerde 3 önemli icraatı vardı Trabzonspor’un. Belediye Meclisi, herkesin sahildeki fuar alanına odaklandığı dönemde, UEFA Standartları için ivediliği yaşamsal önem taşıyan, Avni Aker Stadyumu çevresindeki düzenlemeleri de erteledi. Zaman sorunu yaşattı. Şimdilerde harıl harıl kendini aklamaya çalışıyor. Trabzon suskun. Taraftar kimlik kartı ve kombine kart satışı kampanyası başlatıldı, Trabzon’da hareket yok. 1 milyon doların üzerinde ödeme yapıldı. Trabzon’dan bir kuruş çıkmadı.
Yönetimin tepkisi, Olağanüstü Genel Kurula gitmek yönünde oldu. Basit bir tepki, güvenirliği sarsar cinsten. Eski başkanları, başkan yardımcılarını “azdırdılar!”
Evet, karar basit ve gereksiz durdu ama verilmiş bir kere, inandırıcılığınızı korumak üzere arkasında duracaksınız. Trabzonspor Yönetimi Olağanüstü Genel Kurula gitmeli, Başkanı ve ekibi devam edip etmeme kararlarını en kısa sürede kamuoyuna açıklamalı.
Bunun için “baskı!” beklememeli. Devam etmeyecekse de göreve talip olacaklara süre tanımalı. Kongreyi iptal, yakın geçmişi anımsatır ki, camianın o geçmişe tepkisi henüz unutulmuş değil.
‘’Kaosun anatomisi‘’
Kaos, vazgeçilmez bir beslenme aracıdır Bordo-Mavili camia için. Ortamın sakin olduğu dönemlerde dahi mutlaka birileri çıkar, bir şeyler yapar ve süreci kriz ortamına sürükler. Benzerlerinden birini yaşıyoruz şu günlerde. Sezonu hedeflediği yerde bitiren ve kadroya birkaç takviye yapıp, başına herkesin kabul edeceği bir teknik adam getirerek, yeni sezona daha büyük hedeflerle hazırlanmayı bekleyen Trabzonspor’da bir günde her şey alt üst oldu.
Bordo-Mavili kulüp şimdi hocasız, üstelik genel kurul kararı almış bir yönetime sahip. Tüm bunlardan daha da önemlisi aynı yönetim aylardır büyük çaba sarf ederek oluşturduğu güven ortamını tüketme riskiyle baş başa. Sorunun özü açık ve net: Göreve gelirken ve geldikten sonra Trabzonspor’u toplumun taleplerine ve beklentilerine göre yöneteceğinin sözünü veren yönetim, son olayda kitlenin hassasiyetleriyle çelişti. Şenol Güneş ısrarının toplumda yarattığı kırılma, Samet Aybaba tercihiyle doruk noktasına ulaştı ve Başkan’ın istifası ortamı gerdi. Böyle durumlar, kurul içindeki aykırı düşüncelerin ön plana çıkmasına da yol açar. Başkan Şener’in bahsettiği mesaj olayı, bu dışa vurumun ilk örneğidir, peşinin gelmesi muhtemeldir.
Belediye’nin yaşamsal talepleri askıya alması ve kombine bilet konusunda organize olamayan yönetim içi ve dışı dinamik güçlerin, teknik adam tercihine karşı çıkmak için çok çabuk bir araya gelmelerine tepkisinde tartışmasız haklı olan Şener’in belki kafasında ekibini yenilemek fikri vardı, uygun ortam bekleniyordu ama bugünkü süreç planlanan bir şey değildi.
Onca seçim vaadine karşın sözlerinin arkasında durmak yerine, kararına destek amaçlı kamuoyu oluşturma çabasına giren belediyeyle kulüp arasında doğan, muhtemelen ucu yüksek yerlere dayanan gerginlik de işin tuzu biberi oldu.
Eğer Yönetim, yaşanan bu gelişmeleri önceden okuyabilseydi; Güneş adını hiç gündeme taşımadan bir yabancı teknik direktörü göreve getirir, böylelikle camianın kendilerine ve geleceğe daha güvenle bakmasını sağlayabilirdi. Ama maalesef bu başarılamadı.
Kendini Güneş’e kilitleyen yönetimin B Planı’nın olmaması, olsa bile bunun kitleyle uyuşmaması acı sonu hazırladı. Hatalar gün bile geçmeden ardı ardına sıralandı. Gelinen noktada da kurum adına yapılan onca güzel iş ya yarım kaldı ya havaya gitmiş oldu.
Futbolun yazılmamış kurallarından biridir; “teknik direktör göndermek kolaydır ama getirmek genelde zordur.” Kaosun tek nedeni budur, tahribatı da büyüktür.
‘’Bizden uyarması‘’
Trabzonspor’da Şenol Güneş isminin Kore’den gelen mesajla devre dışı bırakılmasının ardından gözler, yönetim kurulunun yeni teknik direktör adayının kim olacağına çevrildi.
Bilindiği üzere camianın idollerinden biri olan Güneş ismi kamuoyuna yansıdığından beri beklenen etkiyi yaratmadı. Geçen sezonun rekor kombine kart satışında imkan sağlayan taraftar kitlesinin büyük çoğunluğu, bu seneki tercihlerini Güneşli ya da Güneşsiz alternatifler üzerinde şekillendirme kararı aldı. Bu iki faktör de gösteriyor ki; güvenilirlik seviyesi, lig üçüncülüğüne karşın üst düzeyde seyreden yönetimin bu yönde kullanacağı tercih, ister istemez kredisinin bu defa teknik direktöre endeksli bir şekil alma sonucunu doğuracaktır. Bu nedenle belki de Seul’den gelen mesaj, yönetim kurulunu erken bir krizin eşiğine gelmeden kurtarmıştır. Şimdi önemli olan yönetim kurulunun bu durumu, kurumun lehine kullanabilmesidir. Bu da toplumda tartışma yaratmayacak, genel kabul görebilecek ve “işte budur!” dedirtebilecek bir teknik adam tercihinden geçmektedir. Tablo gelinen noktada böylesi unsurların ancak yabancı teknik adam bünyesinde sağlanabileceği gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Nedeni şudur: Garip bir durum ama Trabzon kökenli teknik adamların hiç biri maalesef kentte konsensüs sağlayamamaktadır. Diğer yerliler ise, futbolculuk yaşamlarında giydikleri formanın kimliğiyle değerlendirilmektedirler. İşte bu iki handikap ister istemez ibreyi yabancıdan yana kullanma önceliğini gündeme taşımaktadır. Ama bu, üzerinde büyük çoğunluğun fikir dahi söyleyemeyeceği kalitede bir yabancı olmalıdır. Zira Avrupa hedefine ulaşan Trabzonspor, önümüzdeki sezon ancak daha yüksek bir dereceyle sevenlerini tatmin edebilir...
Bunun için de genel kabul görmüş fikrin aksine, en azından bu geçiş sürecinde, Trabzon’da yaşayan bir teknik adam, bulunduğu yerin dokusunu, kimliğini, dilini bilmeden yola çıkmalı; ortamı tam olarak algılayana kadar atacağı sağlam adımları atmalıdır diye düşünüyoruz. Çünkü etrafında dönenleri anlayan hiçbir teknik adamın akıbeti bir öncekinden farklı olmamıştır.
Bizden uyarması...
‘’2 büyük fark!‘’
Trabzonspor, öne geçtikten sonra Guiza’nın taşıyıp Alex’e 3 kişinin arasından attırdığı gol pozisyonunun benzeri fırsatı, ilk yarıda tam 4 kez yakaladı. Umut-Gökhan, ilk goldeki becerilerini gösteremedi. Ya biri Guiza gibi taşıyamadı, ya da taşıdığında Alex gibi vuramadı.
Uzatmaların son dakikasında Guiza’nın arkadaşlarına “15 gün daha fazla tatil yaptırma olanağı sağlayan” gol vuruşunu Umut, Gökhan, Selçuk ve Colman benzer durumda yapamadı. Böylece ortaya Guiza farkı çıktı.
İlk yarıda kapanma şansı az olan kendisine yetecek skoru bulma fırsatını yakalayıp değerlendiremediği son dakikada santra yapamadan soyunma odasına demoralize giden taraf Trabzonspor’du.
Galatasaray’ın Sivasspor’a karşı önde olduğu haberleri geldiğinde Şampiyonlar Ligi yolunda kendi kaderini tayin eder konuma gelen, son 15 dakikada doğal olarak büyük risk alan, ancak ikinci yarının ilk yarım saatlik bölümündeki kadar pozisyon bulamadığı gibi, uzatmanın son dakikasında yine santra yapamadan sahanın ortasına yığılıp kalan da Trabzonspor’du.
Gerçekleşemeyen bu iki santra olayı da gösteriyor ki Fenerbahçe Trabzonspor’dan daha motiveydi. Sonuç olarak dememiz odur ki; sadece Guiza değil, motivasyon farkı da skorda başrolü oynadı.
‘’Fenerbahçe'nin motivasyonu‘’
Bir tarafta büyük maçlarda hiç kaybetmeyen Fenerbahçe, diğer taraftaysa hiç kazanamayan Trabzon var. Maçın Avni Aker’de oynanması ve Karadeniz ekibinin kazanmak zorunda olması bir avantaj olarak görülse de, istatistikler hiç de öyle söylemiyor. Sarı-Lacivertliler, kendi sahasında Galatasaray’ı 4-1, Beşiktaş’ı 2-1 yendi. Trabzon’la berabere kaldı. Deplasman da ise Beşiktaş’ı yendi. Olaylı maçta Galatasaray’la puanları paylaştı.
Trabzonspor oynadığı 5 maçta 4 beraberlik 1 yenilgi aldı. Diğer bir ifadeyle şampiyonluğu büyük maçlarda aldığı kötü sonuçlarla kaybetti. Eğer Fenerbahçe’yi yenemese, ilk 6 içinde sadece Bursa’yı yenmiş olacak. Bu arada Fenerbahçe, yine şampiyonluk yarışında 4 büyüklerle başa baş mücadele veren Sivas’ı sahasında yenmekle kalmadı, bu takıma karşı averajını da düzeltti.
Bütün bu sonuçlar, İstanbul ekibinin puan cetvelindeki yerinin aldatıcı olduğunu, gerçekte çok güçlü bir kadroya sahip olduğunu gösteriyor. Ancak gerek teknik adamla oyuncular arasında yaşanan uyumsuzluklar, gerekse sakat ve cezalı futbolcuların çokluğu ligde Fenerbahçe’nin bu sezon istediği sonuçları alamamasına yol açtı. Ne var ki büyük maçlardaki galibiyetleriyle taraftarlarının da gönlünü hoş tutan futbolcular, aynı zamanda da kamuoyuna şu mesajı verdiler, ‘’Biz motive oluyoruz. Büyük maçları kazanıyoruz. Sorun bizde değil, teknik adamda.’’
Evet, gerçekten de büyük maçlara iyi motive olan Fenerbahçe, Anadolu takımlarına karşı aynı performansı gösteremedi.
Ligin son maçında Trabzonspor’a motivasyonları, ‘’Lig bitse de tatile mi çıksak’’ diye mi olacak, yoksa duygu ve düşünce olarak bütün güçlerini ortaya koyacaklar mı? Maçın düğümünü de bu sorunun yanıtı çözecek.
Şayet Sarı-Lacivertliler maça tam konsantre olursa Trabzon’un işi zor. Üstelik form durumları da gayet iyi. Fenerbahçe, savunmada zaaf yaşasa da orta alanda çok iyi pas yapıyor. O halde Trabzon’un düşüneceği ilk taktik uygulama, orta alanda rakibe topu oynayacak alan ve kullanacak zaman bırakmamak olacaktır. Bu da Ahmet Özen’in orta alanı kalabalık tutmasını gerektiriyor. Yani geçtiğimiz hafta ki 4-5-1 dizilişi gibi. Ceyhun formda, Umut geçen haftanın iyilerinden, bu nedenle cezası biten Gökhan kulübede kalabilir.
Özen için zor bir karar olacak olsa da, maçın sonucunu Trabzon’un yapacaklarından daha çok, Fenerbahçe’nin motivasyonunun belirleyeceğini tahmin etmek, kehaneti gerektirmiyor.
‘’Bakış açısı üzerine‘’
Her şey yarın akşam belli olacak. Trabzonspor için matematiksel olarak şans var olsa da şampiyonluk hayal gibi. Şampiyonlar Ligi’ne kalmak da direkt elinde değil. Fenerbahçe’yi yenmesi yetmiyor tek başına. Sivasspor’un da Galatasaray’a takılması gerek. Elde var: UEFA, yeni adıyla Avrupa Kupası.
Elde edilen ve edilecek olası sonuçlar için başarı ölçütü, göreceli, kişiye göre değişiyor yani. Kimi der ki; “bu kadar parayı bunun için mi harcadınız?”, bir diğeri konuya çok farklı açıdan yaklaşır: “Son iki sezonun 25 ve 26. haftalarına girerken bu takımın ligde kalması matematiksel olarak gerçekleşmemişti, şimdi son haftaya şampiyon adayı olarak girmesi, şampiyon olamasa da büyük başarıdır.”
Bunlar birer görüştür, ikisinin de doğruluk payı vardır. Dolayısıyla birinin diğerine görüşünü zorla kabul ettirme çabası ya da görüşünden ötürü onu yargılaması, bir etik tartışması yaratır. “Harcanan para, bunun için yaratılan kaynak, kalan borç” gibi akçeli soruların muhatabı genel kurullarda hesap verecek olan, bu kararları alanlardır. Soracak olanlar da, bu yetkiyi onlara verenlerdir.
Hesap kitap ya da hesaplaşma işlerinden anlamadığımız için olayı bizi ilgilendiren boyutuna bakalım: Süper Lig’in sonuna yaklaştığımız haftalarda oynanan maçlarla ilgili değerlendirmemiz, her maçın bir sonrakine önem kattığı ya da azalttığı şeklindeydi.
Ersun Yanal sonrası aldığı cesur kararlarla 4 maçlık bir serinin yakalanmasına katkı yapan Ahmet Özen’in bu 12 puanı, Şampiyonlar Ligi katılımıyla taçlandırılma olasılığı nedeniyle Fenerbahçe maçına bir sezonu ilgilendiren önem ve anlam yükledi. Örneğin Eskişehir maçını kazanamasaydı bu takım, yarın akşamki mücadele “gazozuna” konumuna düşecekti. Dolayısıyla bu anlam ve önemin farkına, yönetim ve antrenör kadar futbolcular da varmalıdır. Tabi ki tribünler de.
‘’Kazanacaksın!‘’
Fantaziye kaçmadı Ahmet Özen. Gökhan’ın yokluğunda üçüncü bölgede çakılı ikinci adamı olabilecek Isaac, belli ki istediği düzeyde olmadığı için Umut’u tek bıraktı. Sakatlıktan çıkmış Yattara’yla oyuna başlamaya haklı olarak gerek duymadı.
“İnadım inat” da demedi. 3 maçtır bölgesini savunurken zorlanan Ferhat’ı yanına aldı, Tayfun’u sağ tarafa, genelde sonradan kullanarak hazırladığı Giray’ı da savunmanın merkezine koydu.
Bir de sürpriz yaptı: Ceyhun’un sağ kanatta başlattı, “acaba” dedirtti. Bir iki küçük hatalı top kullanmasının kaygıları artırmaya başladığı anda Ceyhun, klas bir gole imza atıp özgüvenini kazandı. İkincisiyle de “tavan” yaptı.
Cale solda, Colman ve Hüseyin ortada, Alanzinho ise Umut’a katkıda yeterli gözükmese de, Cale’yi kulvarındaki Koray ve Serdar’ın iyi top kullanamamaları, Colman’ı top çalıp Alanzinho’ya asisti, Hüseyin’i iki kritik müdahalesi, Alanzinho’yu da, ilk golün pasını veren Tayfun’a 25 metreden attığı milimetrik topla, ikinci goldeki usta vuruşu kurtardı.
3-0’dan sonra “kazandık” moduna giren Trabzonspor’da rehavet, konsantre sorununu gündeme getirdi ve skor bir anda 3-2’ye geldi. Ama yine de panik yaşanmadı ve takım Ferhat girdikten sonra yeniden toparlanırken, Colman, Umut’a, güzel oyununu golle taçlandırma, Alanzinho’ya da “duble” yapma olanağı sağladı.
Ligin, oyun ne olursa olsun kazanmanın şart olduğu dönemine çoktan girdik. Hele sondan ikinci haftada oyuna bakacak hali kimsenin yok, kazanın yeter. Kaldı ki Trabzon zaman zaman iyi işlerle gerekeni farklı yaptı ve ilk iki şansını son maça taşıdı.