‘’Gezi Parkı dersleri!‘’
Böylece sandığın kurulduğu her yerde buradan çıkanlar, kendilerine oy vermeyenleri de temsil ettiklerini unutmayacak, yaşam biçimlerine, siyasal, sosyal, sportif değerlerine saygı gösterecek, kendilerinin seçilmesini sağlayan demokratik kurallara ve hukuk devleti olmanın gereği yasalara uyacak. Bir spor sayfasında yer alacak yazı olması nedeniyle konunun bizi ilgilendiren bölümü, bu hassasiyetlere, gerek federasyonu gerekse kulüpleri yönetmek üzere seçilmiş olanların dikkatini çekmek. Girişi siyasi kalıba sokma hazırlığındakilerin hevesi kursağında kalacak ama neyse!
Gezi Parkı’nın gölgesinde!
Son 3 gündür iki kulübümüzün UEFA Disiplin Kurulu’na sevki konusundaki gelişmeleri, Gezi Parkı’nın gölgesinde izliyoruz. Medyanın bu konuya yeterince yoğunlaşamamasını, sadece Gezi Parkı’na da bağlamak yanlış olur. İki büyük kulübün daha fazla yıpratılmamasına yönelik tiraj-reyting kaygılarını vs. buna katabiliriz.
Eğer temiz futbol istiyorsak, futbolu kirleten unsurları hep birlikte ortadan kaldırmalı, her kimse bu pisliğe bulaşanların cezalandırılmalarına karşı çıkmamalıyız. Karşı çıkmamızı gerektiren ne kadar faktör varsa ‘temizlik’ için bunları bir kenara bırakmalıyız.
Devletin tepesinden gelen “Kurumlar değil, kişiler cezalandırılsın” temennisinin emir telakki edilip hayata geçirilmesine göz yumarsak, elin oğlu da, “Ülke olarak birkaç yıl Avrupa’ya gitmezsek ne olur?” restini görür gereğini de yerine getirir. Böylece yeni pisliklere davetiye çıkarılmış olur.
Bu noktada işin garibi bu olayın “Mağdur tarafındakilerinin”, artık kişisel mi, yoksa kurumsal mı, çıkarları karşılığı bu gerçeği görmeyip, zaten vicdanlarda ve mahkemelerde cezalandırılmış kişilere yüklenerek hedef şaşırtmalarıdır.
Gezi Parkı yasakları!
Tabii ki Gezi Parkı’nda çevreci hak arayıcı eğitimli, pırıl pırıl gençlerin masum taleplerini provoke eden güçler vardır, buna bazı “Resmi siviller” de dahil. Ama bütünü, iktidarın bakış açısına eş provokatör olarak görüp, Bordo-Mavili forma giyen gençlerin o alana girmelerini resmi site bildirisiyle yasaklamak, hangi demokratik anlayışla açıklanabilir? Orada gençlerin genel amacı çevre ve yaşam biçimlerine yönelik baskıları protesto etmek iken, her biri kendi mağduriyetiyle ilgili tepkiyi de dile getirirken üstelik. Oysa ki o formayı giyen gençler, ‘Temiz Futbolun Miladı’ sayılan 3 Temmuz’dan beri başta o alan olmak üzere Türkiye’nin onlarca şehrinde, Avrupa’nın çok sayıda başkentinde “hak arama mücadelesi” verdiler. Onlar da mı resmi site ağzıyla, “Ülkemizin istikrar ve itibarını birlik ve beraberliğini, barış ve kardeşliğini olumsuz etkileyecek” davranış içindeydiler? Zira bize göre de mağdur tarafında olan onlar gibi düşünmeyen, milyonlarca insan bu ülkede yaşarken...
Yazının sorusu: Bu yasağın bir geri dönüşü mü vardır?
‘’4 yanlış çok doğru götürür!‘’
1-Başkan adaylığı ile ilgili basın toplantısında, “Sultan” sıfatına özellikle vurgu yapılarak, “Sportif direktörümüz Fatih Sultan Tekke” açıklamasından sonra, koltuğuna oturuşunun 7. gününde yolları ayırmak zorunda kalmak, kimin kafasında soru işaretleri oluşturmaz?
2-Başkan sıfatıyla , “Yeni teknik direktörümüz Mustafa Reşit Akçay’dır. Kendisiyle 2 aydır görüşüyoruz, transfer çalışmaları yapıyoruz” dedikten sonra, “Bu durumdan Tolunay Kafkas’ın haberi var mı?” sorusunu, “Trabzonspor Başkanı ne açıklama yaparsa onunla yetineceksiniz” sözleriyle yanıtlayarak, medyaya ‘soru sorma adabı(!)’ dersi vermeye kalkışmasını hadi geçelim. Bu hamleyle, her fırsatta Trabzonsporlu’luğuyla övünmekten profesyonelliğine karşın çekinmeyen Tolunay Kafkas’ı kamuoyu nezdinde zor duruma düşürmeyi de bir kenara bırakalım. Daha 15 gün önce Kafkas’ı iadei ziyaretinde, “Hocam siz Trabzonspor için bir şanssınız!” diyen Akçay’la, 2 aydır teknik direktörlük görüşmesi yapıldığı beyanı, kendisini, felsefik konuşmalarıyla çeliştirerek zor durumda bırakma yanlışına düşürüldü ve böylece işe eksiyle başlamak zorunda kaldı.
3-Bir kaç gün önce Trabzonspor’un internet sitesinde, “2012-13 sezonunda, U15 ve U18 takımlarımız Türkiye Şampiyonu, U17 takımımız Türkiye üçüncüsü, U14 takımımız Türkiye dördüncüsü oldu” haberiyle alt yapıdaki başarılarla övünülen bir haber yer aldı. Yönetim çalışmak ister ya da istemeyebilir. Ama o başarıların sağlandığı altyapı koordinatörü Özkan Sümer toplumun önüne atıldı. Sümer dün, “İdam sehpasında boynumda ip bekliyorum” dedi.
Yapılan doğru mudur?
4-İki yöneticinin, kendilerine verilen görevler konusunda fikirleri alınmadığına yönelik eleştirilerinin üzerine atlayarak, “Yanlış anlaşılma oldu” beyanlarına rağmen, ‘onlarla çalışmayacağız’ şeklinde açıklama yapmak, yedekleri yukarıya çekmek çalışması mıdır?
Ünal Karaman’ı getirmek, Henrique’nin parasını yatırarak serbest kalmasını önlemek gibi doğrular da var, önümüzdeki günlerde belki de daha doğru işler de yapılacak. Ama unutulmamalı ki; bu durumlarda, 4 yanlış çok doğru götürür...
‘’Bu son baştan belliydi!‘’
Dolayısıyla; Dünya Kupası ve ve Avrupa Futbol Şampiyonası gibi büyük turnuvalarda üçüncülük yaşamış, önünde 2014 Dünya Kupası’na katılmak gibi dev bir hedefi olan milli takım için çok uygun bir isim değildi.
İBB gibi bir kulüpte Türk Futbolu’na yeni yıldızlar kazandırma konusunda çok uygun koşullar olmasına karşın bunu gerçekleştirememiş olması, bir anda ülkenin en popüler futbolcularına liderlik yapabilmenin zorluğunu yaşamasına neden oldu. Kaldı ki bazılarıyla lig ya da kupa mücadelelerinde yaşadığı polemikler (Engin örneği gibi) bu görevinde karşısına çıktı. Oyuncu seçiminde tercihlerini, hak edenden ziyade hiç de alışık ve hazırlıklı olmadığı kamuoyu baskısıyla yaptı. Bir çok mevkide form durumu üst düzey olan oyuncular dururken, isim yapmış, etkinliği ve piyasası (!) olanları tercih etti.
Bütün bunlar saha sonuçları olarak resmi ve özel maçlarda geri dönüş yaptı ve ortaya “Başarısız bir Milli Takım Teknik Direktörü” profili çıkardı. Bu son baştan belliydi yani!
‘’Zor günlere!‘’
Herkesin bildiği bu detayı işe hazırlıksız yakalanmadığı gerçeğine parmak pasmak için yineledik. Hal böyleyken, koltuğu devraldığının ilk günü, Trabzonspor Kulübü Başkanı kimliğiyle görev süresi içinde çok az telaffuz etmesi gereken “Özür” sözcüğünü kullanmak zorunda kaldı. Bunu ilk gün heyecanına bağlamak mümkün. Gel gör ki sonraki gelişmeler, kendisini de Trabzonspor’u da çok zor günlerin beklediğini işaret ediyor. 2 aydır görüştüğünü beyan ettiği Mustafa Akçay ile transfer konusunda çok ciddi adımlar attıklarını söylese de, spontone gelişmeler bunu doğrular nitelikte değil. 28 kişilik futbolcu kadrosu var.
Sadece Serkan’la sözleşme bitmiş. Kalan 27 futbolcudan kaleciler hariç ne teklif alan ne de gitmek istediğini beyan eden var. Tolga ve Onur dışında bonservisi para edecek ya da gözden çıkarıldığında sözleşmesi gereği parasını almadan gidecek futbolcu yok. Bunların 12 ’si yabancı. Hadi Jebrin’i 1461’de kaldı. Diğerlerinden kadroda tutulma şansı olanların sayısı 4-5’tir. Yeni sezonda 10 yabancı tescili mümkün olduğundan ve teknik kadro da 2-3 yeni yabancı isteyebileceğinden 6-7’sini göndermek durumundasınız. Kadro dışı Janko bir milyon 500 bin euro ücretle 2 yıl, Bamba 1 milyon euro ile 4 yıl, Emerson 800 bin Euro ile 1 yıl daha sözleşmeye sahip. Kadroda düşünülmeyen Zokora da 1 milyon 600 bin çarpı iki sezon.
Etti 11 milyon Euro. Demek ki daha transfer başlamadan 11 milyon Euro harcanacak. Yetmedi, Tolunay Kafkas sorunu. Her ne kadar özür dilense de kendisine yapılan etik değil. Tıpkı Hacıosmanoğlu’na Asbaşkan olarak teknik direktör arayışı içinde olduğu İspanya’da yapılan gibi. Kafkas, Milli Takımı bırakıp gelmiş. İşsiz kalacaksa alacaklarını ödemelisiniz. Tamam Trabzonsporlu ama bir yere kadar. Bütün bunlar aşılacak ama henüz bir adım yok. Bir Teknik Kadro oluşturuluyor ve menajerinden teknik direktörüne Süper Lig deneyimi olmayan kişilerden. Bu durumun önümüzdeki süreçte yaratacağı sorunlar da cabası. Demek oluyor ki; tüm iyi niyetine karşın Hacıosmanoğlu ve ekibini aşılması kolay günler beklemiyor.
‘’Gereksizler!‘’
26 Ekim 1923 tarihinde İstanbul Taksim Stadı’nda Romanya’yla oynanan bu maç 2-2 sonuçlandı. Romanya’ya 2 gol atan Zeki Rıza Sporel, A Milli Takım’ın ilk golünü atarak tarihe geçti.
O zamanki Taksim Stadı, bugünkü Gezi Parkı. Şu sıralar yerinde AVM yapılmak için kesilen ağaçları kurtarma uğruna, 4 gündür polis terörüne maruz kalan duyarlı insanların ölümü göze alıp direnişlerini sürdürdükleri Gezi Parkı’nda yani.
Slovenya ile tarihimizde ilk kez özel de olsa Milli Takım düzeyinde karşı karşıya geldiğimiz maç, çocuklarımızın rahat nefes alacağı bir alanı kurtarma uğruna insanların biber gazı yedikleri, tazyikli sularla püskürtüldükleri, TOMA’lar ve panzerlerin altında ezilme tehlikesi yaşadıkları anlara denk düştü. Üstelik bütün meslektaşları tatildeyken, başarılarının ödülü (!) olarak anlamsız bir kampa tabi tutulan oyuncularımızla. 17’sinin Letonya, kalanların da dün akşam denendiği toplam 26 futbolcudan, büyük çoğunluğunun form ve belki de sağlık durumları nedeniyle, Eylül’deki resmi maçta yer almayacağı gerçeğinden hareketle, milli takımın dün akşam oyun ve skor olarak hayal kırıklığı yaratması üzerinde fikir cimnastiği yapmak anlamsız. Örneğin bir yıldır oynamayan Sinan Bolat’ın kalede düşünülmesi. Yediği gollerdeki refleksi bunun göstergesi. Futbolu bırakma aşamasına gelmiş Gökhan Zan’ın, ilk golde Novakoviç’i izlemesi, ikinci golde Matavz’dan yediği çalım, bu tercihdeki gereksizliğinin tesciliydi adeta. Selçuk’un ortasına Mevlüt’ün kafa vuruşu dışında ciddi bir şekilde rahatsız edemediğimiz, ağırlıklı olarak İtalya Ligleri’nde oynayan oyunculardan kurulu Slovenya karşısında ikinci yarıdaki takviyeler de işe yaramadı. Yarım saat oyunda kalan Burak’ın da boş geçtiği karşılaşmaya 81. dakikada sahaya girerek biri Fenerbahçe bayrağıyla secde eden “gereksiz” iki Türk’le damgamızı vurduk o kadar!
Ve böylece anlamsız kamp sona erdi. Belki de bir dönemi de peşinde taşıyarak.
‘’Değişiklik!‘’
Hal böyleyken puanlı maçlardaki temkinin “işe yaramadığını” geç de olsa farkeden Abdullah Avcıı’nın, yeni ve genç oyunculara ağırlıklı şans vermesi ve kadroyu ofansif anlayıştaki isimlerden belirlemesi, yetmedi; orta alanda Selçuk gibi bir virtüöz ile 41. maçına çıkan Nuri’yi inisiyatif kullanma yetkisiyle donatması, artı, her birinin de görevlerini layıkıyla yerine getirmeleri, keyifli bir milli takım ortaya çıkardı. Dolayısıyla, 10 yıl önce milli takımımıza büyük hayal kırıklığı yaşatarak tarihlerinde ilk kez büyük bir organizasyona gitme hakkını elde eden Letonya’ya ilk yarıda top yaptırılmadı. Ağırlıklı olarak solda Caner ile sağda Serdar, kulvarlarını ofansif özellikleriyle kullanınca da rakip bunaldı. İlk yarıda direnemedi. Olcay’ın milli takım adına ilk golündeki klası, Selçuk’un da penaltı vuruşundaki üstün deneyimiyle iki fark elde edildi ama iki de büyük fırsat kaçırıldı.
Teknik kadrolar, ilk yarıları keyifli olsa da hazırlık maçlarının 2. yarılarında arayışa girerler.Dolayısıyla değişikliklerin arttığı, temponun düştüğü bu bölüm, izleyenlere “bitse de gitsek” dedirtir. Nitekim Avcı’nın da 3 değişiklikle başladığı ikinci yarıda, ilk 45 dakikadaki üstünlüğün özgüveniyle savunmada önlemsiz çıkılan, hücüm sonrası gelişen kontratakla Gauracs’ın golü geldi. İlk milli maçında Veysel’in şans, Mert’in de ikinci ikramıyla Sabala’nın golllerinin ardından iki takımda da yoğunlaşan değişiklikler, kaçan fırsatlar, Sabala’nın eşitlik golü vs maç bitti. Yine de “genelde iyi bir milli takım izledik” diyebileceğimiz, puanlı maçlar için de artık düşünülebilecek isimler kazanılan bir maç oldu.
‘’Kupa atanın!‘’
Rakibi ezici üstünlük kurdu. Zokora’ya yapılan insanlık ayıbından sonra da keza aynı! Emre’ye karşı oynarken bu oyuncu neredeyse sarı kartla oyuna başlıyor. Bu bilindiği halde Zokora’yla çıkmak gereksizdi. Bir değişiklik hakkı heba edildi. Bakın Emre’ye, 75 dakika süreyle takıma katkısına...
Teknik faktörlere gelince: Trabzonspor’un en iyisi Tolga’ydı. Baroni’nin sert vuruşlarına 3 kez duvar oldu, bir de direk desteği. Sow’a bire birde yapacağı şey yoktu. Yedi golü. Ama Sow’un ikinci denemesinde kalede devleşti. Ya sonlara doğru Webo’ya direnişi? Tek kelimeyle olağanüstüydü. Şansı son düdüğe kadar taşıdı. Bir takımın en iyisi kalecisiyse “neden kaybetti?” sorusunun yanıtını vermek kolaydır.
Bir önemli fark daha: Mehmet Topal’ın uzun pasında Sow’un çizgi halinde yakaladığı savunmada Volkan kendisine eşlik etti, gol vuruşuna engel olamadı. Giray da uzaktan izledi. Benzer pozisyonda Adrian’a Yobo, aynı olanağı sağlamadı. Üstelik Bekir de yetişti. Volkan daha maçın başında çok uygun durumda kaçırdı.
5 dakika sonraysa Sow fırsat yakaladı değerlendirdi. Fenerbahçe bu avantajı maçın sonuna kadar değerlendirdi. Kendisi de kaçırdı, 80’den sonra büyük risk almak zorunda kalan Trabzonspor da. Mert’in de bir iki kritik kurtarışı vardı ama genelde Bordo Mavili oyuncular boşluğu dövdü. Son vuruş becerileri öyle kısıtlıydı ki. Sonuçta futbolda böyledir bu işler. Atan kazanıyor.
‘’Yine kazandı!‘’
Bütün koşulların (Trabzonspor dahil) Galatasaray’ın sözde ‘buruk’ olan şampiyonluk şovu için hazırlandığı Arena’da, iki takım arasında, hiç de sportif olmayan bir tanımla ‘Fenerbahçe karşıtlığına’ dayalı sözde dostluğun kazananı, gerek skor gerekse hava olarak daha önceki yıllarda da alışık olunduğu üzere yine Galatasaray oldu.
Şampiyonun şovu, Trabzonspor’un ise Kupa Finali’ni düşündüğü karşılaşmanın sözkonusu bu ayrıntıların gölgesindeki teknik değerlendirmesine gelince:
Galatasaray tam kadro! Belli ki tur, skor ile taçlandırılmak istenmiş. Son haftalarda bir kadro istikrarı yakalamış Trabzonspor’daki önemli rotasyon karşısında Terim’in tercihi tuttu. Tolunay Kafkas, Fenerbahçe provasını o maçtaki olası kadroyla yapmayı düşünmedi. 6 farklı isim, sakatlık riskini almamak içindi belli ki. İlk başta yadırgansa da, Giray’ın uğradığı kaza, bu tercihe haklılık payı getirdi.
Zaten var olan ve bu tercihlerle artan güç farkıyla Galatasaray ilk yarıda Trabzonspor’a pek top yaptırmadı. Gol, Burak’ın vuruşunu çelen Tolga’dan dönen topu tamamlayan Riera’dan geldi.
2. yarının hemen başında Burak bu kez Tolga’yı avladı. Gol sonrası sevince ortak olmama fikri, ilk yarıdaki maçta kendisine yapılan ağır küfürlere ‘ayıp ettiniz’ mesajını içerdi.
2-0’dan sonra ev sahibi ekipteki rehavet Trabzonspor’u biraz atak gibi gösterse de, skor değişmedi ve son şampiyon turunu gururla attı.