Arama

Popüler aramalar

‘’Hilal ve O!‘’

Genç gazeteci Filiz Eyüboğlu, izlediği Trabzon ilköğretim Okullararası Kros İl Birinciliği’nden dönüşünde karşılaştığımızda hayli heyecanlıydı. Gözlerinin içi gülüyordu adeta. Bir solukta anlatıverdi olanları, nefes almadan: “24 Şubat İlköğretim Okulu 6. sınıf öğrencisi Hilal Coşkuner, yarışmayı birinci olarak sürdürürken, arkasında koşan 8. sınıftaki arkadaşı Sibel Yur bayıldı. Geri dönüp arkadaşını gören Hilal, kazanabileceği yarışı bırakıp, arkadaşının yanına koştu, onunla ambulansa binip hastaneye gitti.”Gazeteci arkadaşımızın heyecanının, yakaladığı ödüllük haberin verdiği keyifle sınırlı kalmadığı, hemcinsinin bu özverisini anlatırken gözlerinin dolmasından anlaşılıyordu.Kuzey Ekspres’ten Eyüboğlu’nun habercilik hakkını TSYD ve çeşitli basın kuruluşları, Hilal’ın Fair-Play’e tek başına yıllarca örnek olacak hareketinin hakkını ise başta Milliyet “Yılın Örnek Sporcusu” seçerek ve çok sayıda ilgili ilgisiz kuruluş verdi.Artık Trabzon’un gururuydu Hilal.Ama bir de madalyonun diğer yüzü vardı. Çünkü dünyanın gündemine Hilal değil, birkaç kurşunla malum olayın kahramanı (!) girdi. O her yerdeydi artık, herkes O’nu konuşuyordu. Beyaz beresi, kimileri için “moda”, kimileri için “bela” oldu. “Kahraman” uygulamasıyla Ay Yıldızlı Bayrağın önünde, resmi bir kurumda çekilen fotoğrafı kapak yapıldı!Trabzon adı artık hep onunla anılmaya başlandı. O, Trabzonlu O’ydu işte. “Trabzonlu O” aşağı, “Trabzonlu O” yukarıydı. Ama Trabzonlu Hilal unutulmuştu. Trabzonlu Hilal’in gündeme getirdiği değerler artık kulak ardı edilmişti. O günden bu güne, O gazete haberlerinin manşetinde, televizyon haberlerinin birinci sırasındaydı. Ama Hilal’in aldığı ödüller tek sütun girmeye başlamıştı gazetelere. Televizyonlardaysa esamesi okunmuyordu.Hadi gelin bu durumu Hilal’in kendisine, Hilal’e özenenlere açıklayın..Gelin Trabzon’u “potansiyel suç şehri” görenlere Hilal’i anlatın hadi.Anlatamazsınız, çünkü onlar doğruyu yani Hilal’i değil, O’nu tanıyorlar. Onunla yatıp, onunla kalkıyorlar uzun süredir. O medyatikti, Hilal değil. Asla açıklayamazsınız tertemiz yürekli Hilal’e bu durumu.Sonuçta tarih birini “katil”, diğerini “örnek sporcu” olarak anacak. Ama Trabzon, örnek kızıyla değil, katiliyle anılmaya devam edilecek. Olan Trabzon’a oldu, koca şehre yazık oldu yani.

27 Mart 2007, Salı 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kara sayfada ak çizgi!‘’

Maç sonrası yazısında, 90 dakika boyunca her türlü çirkefliği yapan Yunan sporseverlerin kendi takımlarını evinde hezimete uğratan Türk futbolculara alkışını şöyle değerlendirdi,Yunan meslektaşımız: Kara sayfada ak çizgi!Her şey bizim İsviçre maçına benziyordu. 4 gol atıp elenerek dünyaya rezil olduğumuz, ağır bedel ödediğimiz maça yani. İstiklal Marşı’na saygısızlık modasını Yunanlı’lar da sürdürdü. Aradaki tek fark onlar her şeye karşın maç bitiminde alkışla uğurladılar bizimkileri, “kara sayfaya ak bir çizgi çizdiler” yani. Biz ise; topumuzla tüfeğimizle saldırmıştık kulübedeki liderin emriyle, futbolcumuzla, antrenörümüzle tekme tokat, tribünlerimizle “Allah ne verdiyse” girişmiştik. Kapkara kalmıştı bizim sayfamız. Türkiye genelinde alınacak ders bakımından dolu dolu bir karşılaşmaydı, takımımızın, Avrupa Futbol Şampiyonası’na katılma yolundaki engelleri ciddi biçimde kaldırması da cabası tabi ki. Trabzon özelindeki dersler de hayli fazla. Sakatı çok, sağlamları formsuz. “Ağlamadı” Fatih Terim, “kulübedeki lider” yani. Bu maça damgasını vurarak, mesajlarıyla sportmen, seçtiği kadroyla deneyimli spor adamı, maça müdahalesiyle zor anların doğru karar vereni kimliğine büründü. Dörtlü savunma ve tek ön liberoyla oynadı son Avrupa Şampiyonu’na karşı, eksiği ve formsuzu bol kadrosuyla. Sağdan Sabri, soldan Tuncay, göbekten Tümer, topa boğdular üçüncü bölgedeki Hakan Gökhan ikilisini. Golü yiyince bir savunmacı ya da ön libero çıkarıp, üçüncü bölgeyi zenginleştirme gereğini duymadı sonra Terim. Çünkü yeterincesi sahadaydı. Küme düşme tehlikesi yaşayan takımları 3 ön liberoyla “önce durdurup, sonra vurmayı” prensip edinenlere inat.Unutmadan; Nikopolidis, son Avrupa Şampiyonu takımın yılların deneyimine sahip kalecisiydi. Eğer o golleri Tolga yeseydi garibim; “lisansını” yırtardık

26 Mart 2007, Pazartesi 04:30
YAZININ DEVAMI

‘’Tribünler(l)e oynamak!‘’

Ülkemizdeki kulüplerde görev yapan yöneticiler, “Tribünlere oynamak” ile “Tribünlerle oynamak” arasındaki ince çizgiyi fark edemezler. Tribün anarşisinin tartışmasız en büyük nedeni de budur. Bunun bedelini bu duruma neden olan kişiler değil de kulüp öder. Zaman zaman bu oyunun birer parçası olan futbolcular da vardır ama onlar yöneticiler kadar şanslı değillerdir. Fatura, kendilerince karşılanır.Tribünlere oynamanın, pardon tribünlerle oynamanın çeşitli yolları, tribünlerde de bu işin uzmanları vardır. Düzen nemalandırmak üzerine kurulur. Aracı uzmandır, aslan payını o alır. Alt kademedekilere bir şeyler düşer. Futbolcu için hatır gönül işi yoktur, fatura nakit karşılanır. Nakit akışı sağlandığı sürece sorun yoktur. Kesintiye uğradığında şu kural geçerlidir: “Senin için küfreden, gün gelir sana küfreder, senin için kurşun atan, gün gelir sana kurşun atar.”Ülkemizde yönetici tribün ilişkileri daha farklıdır. Eğer bireysel bir takım gereklilik söz konusu değilse, faturayı kulüp öder. Otobüs kirası, bedava kombine ya da 00.00 YTL yazan biletler yoluyla olur bu iş. İşin uzmanıdır yine muhatap olan. Sağlanan olanaklar paraya çevrildiğinde, aslan payı uzman ve yakın çevresinindir, alt kademeye de bir şeyler verilir ki, tribün kontrol edilsin.Bazen işin boyutu daha çirkin bir hal alır. Yönetici kişisel çıkarı için, muhalefet seçimi zorlamak için kullanır tribünlerin malum kesimini. Burada nakit çalışmak gereklidir.Eğer otobüs veriyor, bedava kombine dağıtıyor ya da 00.00 YTL’lik bilet sayısını yüksek tutuyorsanız saha sonuçları ne olursa olsun korkmayın. Küme düşme hattında bile olsanız, “En büyük Başkan bizim Başkan”, “En büyük yönetim bizim yönetim” dir. Aksi takdirde takımınız 3-0 önde ve şampiyonluğu kovalarken bile ıslıklanırsınız.Bu durum “yalakalığın” boyutunu da sınırsız hale getirir. Öyle pankartlar açılır ki, şaşarsınız, “Bu ben miyim?” dersiniz. Bir camia düşünün: Futbolcu kadrosundan 3 başkan çıkarmış. İki başkanı ve bir yöneticisi, bu ülkede bakanlık yapmış. Bir teknik direktörü Türk futboluna yakın gelecekte hayal dahi edilemeyecek Dünya Üçüncülüğü kazandırmış. Futbolda devrim yaratan şampiyonluklara imza atan ilk iki yerli teknik adamı bünyesinde barındırmış. O camiada, “futbolunun gururu” pankartı bunlar için bile açılmamış. Eminiz ki hak edilmeyen bu tür pankartlar, en çok muhataplarını rahatsız eder. Tribünlere, pardon tribünlerle oynarken dikkat etmek gerek. Bugün “senin için”, yarın “sana.” Parayı veren düdüğü çalıyor çünkü!

23 Mart 2007, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Yattara gerçeği‘’

Yattara’nın varlığı hem kendi, hem de rakip takımların teknik direktörleri için dert. İlginçtir; yokluğu iki taraf için de avantaj. Birbirimizi kandırmanın alemi yok, Ziya Doğan gibi teknik direktörler için Yattara’nın kendi takımında bulunması, olmamasından çok daha büyük sorundur. Bunun en büyük kanıtı, Doğan göreve geldiği günlerde, hekimlerin, “sorunu ameliyatsız da çözülebilir, ameliyat için acele etmeye gerek yok” şeklindeki raporuna karşın oyuncunun apar-topar Belçika’ya gönderilip, takımdan aylarca uzakta bırakılmasıdır.Yattara ameliyat sonrası döndüğü gün Trabzonspor’da yeniden sorun oldu. İyi başladı, yeniden sakatlık korkusu ve bir duraklama dönemi. Bu durumun doğal sonucu formsuzluk ve Ankaragücü maçında tribünlerden belki de ilk kez kendisine yönelik tepkiler. Kaçınılmaz son yani! Çoğunluk gibi bizde Yattara’nın bilinçli biçimde toplumun önüne atıldığı kaygısını taşıyoruz. Taraflar bu değerlendirmeyi okuduğunda, büyük olasılıkla, “Yok böyle bir şey” diyecek ama toplumdaki genel kanı şu: Bu futbolcunun son dönemde kendisine yönelik tutum nedeniyle Trabzonspor’dan soğutulması, 2009’a kadar devam eden sözleşmesine karşın, “buradan ayrılmak istediği” biçiminde yorumlanıyor. Böylece teknik kadro ondan kurtulmak, yönetim de sezon sonu yeni transferlere kaynak yaratmak amacıyla bu fırsatı değerlendirmek istiyor. Dolayısıyla tribün tepkileri, birilerinin ellerini ovuşturmasına neden oluyor.Bu nedenden ötürü Trabzonspor Yönetimi ve Teknik kadrosu, Yattara konusundaki net tavrını belirlemek zorundadır. Böylece futbolcu, Trabzonspor’daki konumunu öğrenir ve ona göre tavır alır. Belirsizlik ne Yattara’ya ne de Trabzonspor’a yarar sağlar. Eğer kullanılacaksa veriminin, satılacaksa bonservis bedelinin düşmesi ancak bu şekilde engellenir.

22 Mart 2007, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Merak bu ya!‘’

Galatasaray-Trabzonspor maçında sahaya bir adet çakı bıçağı atıldı. Temsilcilerden biri raporuna, “Bıçak açıktı” diye yazmış. Diğeri, “Açık değil kapalıydı” demiş. Galatasaray cephesi, “Hakem kapalı bıçağı açtı” gibi çok önemli bir tespit yapmış! Federasyon işin içinden çıkamadı, bakalım PFDK sorunu nasıl çözecek? Bu tartışma bile tek başına Türkiye’de tribün terörünün neden çözülemediği konusunun çok net bir göstergesi. Gücünüzün yettiğine ceza vermek, yetmediğine de vermemek için kanıt aramak ya da kanıt yok etmek! Halbu ki burada önemli olan sahaya bıçağın açık ya da kapalı atılıp atılmadığı değil, çakının sahaya atılıp atılmadığıdır. Eğer cezayı açık ya da kapalı olayına indirgerseniz, yarın bu olay isabet edip etmemesine bağlanabilir. Soru: Ey hakem kardeşimiz; sizin Galatasaray’a bir kastınız mı var da, kapalı bıçağı açıp televizyon ekranlarından Türkiye gündemine taşıdınız?***Trabzonspor Basın Sözcüsü, teknik direktörle ilgili soruyu ustaca geçiştirdi. İkinci Başkanı net konuştu: “Küme düşsek bile devam edecek, gelecek sezonun transfer çalışmalarına bile başladık.” Eyvah! 2006 Ocak ayından 2007 Ocak ayına kadar geçen 3 transfer döneminde, gelen giden kiralık verilen olmak üzere toplam 54 futbolcuyla ilgili tasarrufta bulundu Trabzonspor’un yönetimi. Tek hedef şampiyonluktu, gelinen nokta belli. Demek ki, yönetim devam edecek. O zaman Yattara’ya dikkat edin, Gökdeniz’e dikkat edin. Çünkü kaynak ikisi ya da ikisinden birisi olursa şaşmayın. Burada dikkat edilecek bir diğer nokta, Trabzonspor İkinci Başkanı’nın bir hocanın görevde kalıp kalmama koşullarını, Trabzonspor’un küme düşmesiyle bağdaştırmasıdır. Hey gidi günler, eskiden Trabzonspor Yöneticileri, “İkinci olsak bile hocamızla devam edeceğiz” derdi. Soru: “İkinci Başkan Teknik Direktör konusunda çok net konuştu” dedik. Acaba bu netlik, sezon sonunda bir yönetim krizi yaratır mı? Yoksa İkinci Başkan, “Yani o gün ne diyecektim?” deme kolaylığına mı gidecek?***Trabzonspor Teknik Direktörü, Galatasaray yenilgisinden sonra, “Favori gösterilmemiz, motivasyonumuzu bozdu, bir rehavet oluştu, bu yüzden kaybettik” dedi. Ankaragücü yenilgisinden sonraki açıklaması: “Galatasaray’a yenilerek büyük hedefimizden uzaklaştık. Bu durum, rehavete neden oldu ve motivasyonumuzu olumsuz etkiledi” dedi.Soru: Bu nasıl bir motivasyondur ki, her şeye bozuluyor? Trabzonspor, bundan sonraki maçlarına nasıl çıkacak?***Merak bu ya!

21 Mart 2007, Çarşamba 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Herkes işini yapacak!‘’

Bu takım kazansa da haftalardır kötü oynuyordu. Ama itiraf edelim; bu kadarını da beklemiyorduk. 4 maç alındığında saha sonuçlarının verdiği cesaretle önüne gelene meydan okuyanların durumu dün gerçekten de içler acısıydı. “İşime kimseyi karıştırmam, eleştirileri ciddiye almıyorum” gibi veciz söylemiyle haftaya damgasını vuran teknik kadronun futbol anlayışının iflas edişine bir kez daha tanık olmak, bu işten en fazla zararı gören Trabzonsporlular için çok daha acıydı kuşkusuz.Kimsenin Ziya Doğan’ın işine karışma gibi bir niyeti yok. Herkes işini yapacak. Bu nedenle dünkü maçtaki uygulamalarına ses çıkarmamayı, insanın işine ihanetiyle eşdeğer tutarız. Bunun için şunları sormak isteriz: 14. dakikada yenik duruma düşen Trabzonspor’un “büyük bir cesaret örneğiyle” sahada bulundurulan 5 hücum elemanıyla kaç pozisyonu vardı?Yattara da, Ceyhun da kötü oynuyordu, doğrudur. Ama ikisini birlikte oyundan alıp Trabzonspor’da üçüncü bölgeye servis yapacak kimseyi bırakmamak, hangi futbol anlayışının ürünüdür?Yattara’nın yerine giren top tekniği sıfır, 5 aydır resmi maçı olmayan Ömer Rıza ve Ceyhun’un yerine giren, bugüne kadar daha tek bir olumlu hareketi bulunmayan, Tomas Jun’dan sonra Trabzonspor’un yediği en büyük kazık olan Musampa’yla maçı kurtarma fikri, akıl kârı mıdır?Takım kazanırken yapılan eleştirileri “önyargılı bulup” bundan ders çıkarmayı düşünmeyenlere, şimdi çok daha büyük anlam kazanan 4 galibiyetle hedeflerini “ütopik” büyüklüklere çıkaranlara, takımın puan cetvelindeki konumuna bakmalarını öneririz. Çünkü tehlike sınırı olan 7 puanlık farkın kapanması sadece iki üç maça bakıyor.Kötü bir Trabzonspor önünde erken bulduğu gole karşın, haddini bilerek, basit futbol oynayıp hedeflediğinden çok daha fazlasını elde eden Ankaragücü’ne gelince; pozisyon bulmadan gol buldular, pozisyon vermeden maçı tamamladılar. 3 puan böyle bir durumda can suyudur, can suyu...

18 Mart 2007, Pazar 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Kalan sağlar!‘’

Dün Cemil Usta’nın ölümünün üçüncü yıldönümüydü. Hani Clemence’i Liverpool’un Avrupa Şampiyon Kulüpler Şampiyonu olduğu yıl penaltı vuruşunda ters tarafa yatıran “Dozer” Cemil’in yani.Trabzonspor Yönetim Kurulu üyeleri, eski yöneticiler, takım arkadaşları, Eski Başkanlar Salih Erdem ve Atay Aktuğ, Divan Kurulu Başkanı Nizamettin Algan ve sevenleri mezarı başında toplandılar. Efsane Kadro adına konuşmayı Ali Kemal Denizci yaptı. Kısa konuştu, özü şuydu: “Kişilere hak ettikleri değeri asıl yaşarken verelim.”Hami Mandıralı da oradaydı. Bu sözler söylenirken gözümüz O’na takıldı. Sonra Trabzonspor gündemindeki tartışma, Hami’ye jübile konusu aklımıza geldi. Ali Kemal Denizci’nin sözü, Hami’nin jübilesi!8 yaşında girmiş Trabzonspor camiasına. 25 yıl hizmet. 219’u ligde olmak üzere, Türkiye Kupası, Avrupa Kupaları vs resmi maçlarda toplam gol sayısı 318. Milli takımda 49 kez görev. Avrupa takımlarına 23 gol. Sonra günün koşulları gereği ayrılış ve bu süreçte tarafları bugün üzen söylemler.Seversiniz ya da sevmezsiniz ama Hami bu! Kuzey Ekspres’te okudum, kırgındı, haklı olarak. Bir jübile yapılabilir, para hesabı da yok, gelirini bağışlayacak. Yapmadınız, “Bir maç öncesi plaket verin de tribünlere son kez el sallayayım” diyor, başka bir şey de istemiyor.Anma törenindeydik, tek başına cesedi yolda bulunan Dozer Cemil’in sadece mezarı vardı. Sevenleri konuşmalardan etkilenmiş, duygusal travma geçiriyorlardı. Ali Kemal Denizci, “Kişilere hak ettikleri değeri asıl yaşarken verelim” diyordu. Kalan sağlardan Hami de oradaydı, yöneticiler de...

16 Mart 2007, Cuma 03:30
YAZININ DEVAMI

‘’Gerçekçi hedef‘’

Galatasaray yenilgisi, son haftalardaki kötü oyununa karşın kazanmayı bilen Trabzonspor’da, bu durumun yarattığı suni havayı dağıttı. Bundan sonra Bordo-Mavililer'in idari ve teknik sorumluları, bulutların üzerinde uçmayı bırakıp, ütopik değil daha gerçekçi hedefleri kamuoyuyla paylaşmak durumunda kalacaklar ki; doğru olanı da bu...Süper Lig’de geride kalan 32 yılının en kötü dönemini geçirdiği 2006-07 sezonunda, adı daha bir ay önce küme düşme tehlikesi yaşama olasılığı bulunan takımlar arasında anılırken, Trabzonspor’un bugün gelinen noktada en gerçekçi hedefi; Fortis Türkiye Kupası’nı almak ve bu yolla UEFA Kupası’na katılma şansını elde etmektir. Son yenilgiyle birlikte veriler çok net ortaya koyuyor ki bu takım, matematiksel olarak şansı devam etse de; şampiyonluk mücadelesinden tümüyle, ilk iki avantajından da ciddi biçimde uzaklaşmıştır.Bütün bu gerçekler ortadayken, kurumun yetkili ağızlarının, “çok başarılı bir mücadele örneği verildiğini” iddia ettikleri Galatasaray maçı sonrası hala daha “ilk iki” edebiyatı yapmaları, bu renklere gönül vermiş kişilere, büyük beklentilerin; kısa sürede hayal kırıklığına dönüşmesine neden olduğu sendromu yaşatmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Bu noktaya gelinmesinde payı tartışmasız büyük olan Galatasaray maçının kaybına neden olan faktörlerin başında, son haftalardaki kötü futbolun geldiği gerçeğine karşın, sorumlu ağızların başarıdan söz etmeleri de, sadece renktaşların değil, kendi kendilerinin de kandırılmasıyla ilgili bir durumdur.Üst üste dördüncü kez kazandığı Konya maçı sonrası dikkat çekmeye çalıştığımız gibi; Trabzonspor’un rakibi Galatasaray’dı ve her zaman futbol şansının Bordo-Mavili ekipten yana olmasının beklenmesi saflık olurdu. Nitekim de öyle oldu. Trabzonspor’un maça ağırlığını koyduğu bölümler, hiç pozisyon bulamadığı ilk 15 dakika ve genelde adına “korkaklık” denilen “kontrollü oyun” anlayışından, “var olan hücum gücünü kullanabilme” cesaretinin gösterildiği ve çok sayıda fırsatla eşitliğin yakalandığı 45-53. dakikalar arasıdır. İlk yarının son yarım saatinde rakibe bir mahkumiyet söz konusudur. Eşitlik golünden sonra rakibin çok ezici baskısına önlem alınamamış, bunalan savunma ikinci gole engel olamamıştır. Kötü başladığı maçı iyi devam ettiren Ceyhun oyundan çıkarılınca da, kötü Yattara, onun görevini yapamamış, Trabzonspor sadece tesadüfi hücum girişimleriyle sonuç üretme peşinde koşmuş ve tam bir hayal kırıklığıyla maçı tamamlamıştır.Başarı bunun neresindedir?

15 Mart 2007, Perşembe 03:30
YAZININ DEVAMI