‘’Bizden söylemesi‘’
Abitoğlu, üst direğe çarpan topun çizginin içine düşüp, ters falsoyla dışarıya çıktığını görmeyebilir. Fenerbahçe’nin açık ve net golünü tribündekiler ve ekran başındaki on binlerce göz gördüğüne göre bu ‘açık cinayet’i kim yorumlayacak? 4. hakem ile saha müşahidi önlerine minik bir ekran koyamıyorsa eğer, saha kenarında hangi pozisyon adaletini sağlama görevini, düzenli bir şekilde işleyecek.
Fenerbahçe’yi oynatmamak için ilk yarım saat devamlı hücüm oynayan ve Sarı-Lacivertli ekibi adeta kendi oyun alanına iten Akhisar, deplasmanda en doğru, ‘hücum taktiği’yle oynuyordu.
***********
İkinci 45’te, işin ciddiyetini soyunma odasında daha iyi anlayan Sarı-Lacivertli ayaklar, oyuna hızlı bir tempo yükselişiyle giriyorlar, çok ciddi paslaşma disiplingiyle sarıp sarmalıyorlardı Akhisar defansını. Gol sonrası Akhisar yine karşı ataklarla Fenerbahçe savunmasını sıkıştırmaya başlıyor. Özellikle de Sercan-Serkan-Emrah ve Çağdaş iyice zorlu anlar yaratıyorlardı; hatta direği yalayan Çağdaş’ın kafa vuruşu ile zorluyorlardı Volkan’ı ve Fenerbahçe’nin savunma hattını... Şimdi on yılların öncesinde, 4 Futbol Federasyonu’nun en sorumlu koltuğunda çalışmış bir kimlik olarak söyleyelim ki, Futbol Federasyonu’nun hakem tayinlerine bakan şaibeli kişi ve MHK Başkanı sevgili Zekeriya Alp, hakem işlerini yönlendiren isim veya isimleri acilen kenera almalıdır.
Yoksa çok kritik haftalardaki lig maratonu korkarız ki, çok şaibeli hakem hataları ile kirlenecek ve birçok can sıkıcı dedikodular futbolumuzu daha da zedeleyecek. BİZDEN SÖYLEMESİ...
‘’Hayaller içinde‘’
Halbuki; ilk devredeki milli takımın oldukça azimli oyun çalışkanlığı umut dağıtıyordu tribünlere. Arda’nın topla buluştuğu zaman hücuma çıkıştaki çarpıcı özellikleri. Yani hatalı Macar defansını açmak için yaptığı dalışları Macar savunması kademeli bir kontrol anlayışıyla bir bir eritiyordu bu çok önemli yarışmada...
Macarlar’ın kapalı defansa dayalı oyun sistemi ve sakin tavırlarıyla top kullanmaları, bizim için önemli olan galibiyetin zorluklarının önde gelen sebebiydi. Bizim ise özellikle ikinci devrede telaşlı ve aceleci tavırlarımız galibiyetten beraberliğe düşmemizin ana sebebidir. Çıktıkları ani kontratakalarda yakaladıkları önemli fırsatları eğer kullanabilselerdi milli takımın 3 puan hesapları daha ilk yarı sonunda yerle bir olacaktı.
Kısa keselim. Milli takımların tüm organizasyon şemaları değişmelidir. Ay-Yıldızlı formaya yeterli oyuncu yetiştirmekten uzak bir yabancı merakı ve hovardalığının milli takımın anlayışını ‘ne hallere’ getirdiği açıkça ortaya çıkmıştır. Şenol Güneş’in teknik menacerliğe; yani milli takımlar patronluğuna, Ertuğrul Sağlam’ın da milli takımlar şemasının içine acilen alınması yenilenmenin ön gereğidir... Yoksa bu düzen bozukluğundan sağlıklı gelişmeler beklemek hayaldir beyler, lütfen kulak veriniz!
‘’Başka bahara!‘’
Genç Salih’in artık ilk 11’de rol alması, Fenerbahçe’nin önemli bir kazancı. Top kullanma maharetleri göz alıcı, fiziki kapışmalarda korkusuz. Ayrıca bir de gol yaratması, bu genç fidanın gelecek sezonlarda Fenerbahçe’nin joker oyuncularından biri olacağının müjdesini şimdiden veriyor taraftarlarına.
Antalya, bilinen özelliklerini koruyor. Kontrollü futbola dayalı anlayış ve rakibi kontrataklarla sürekli zorlamak... Şifo Mehmet’in bu akılcı futbol ve taktik anlayışı değil mi zaten Antalya’yı ligin zirvesindeki sıralamada yaşatan. İkinci yarıda da Fenerbahçe’nin sahadaki hakimiyeti ve 3 puanlı olarak oynamanın rahatlığı izlenmekteydi...
Ligin ilk yarısındaki yenilginin hırsıyla da oynayan Fenerbahçe, her bölgeden atak bindirmeleri yapıyor, özellikle Gökhan Gönül’ün sağ kanattan yarattığı çıkışlara Kuyt, Salih ve Sow’un da katkılarıyla 3. golü yakalamaya çalışıyordu... Yalnız ani ve uzun toplarla yapılan çıkışlarda Sow’un 4-5 Antalya defans oyuncusu arasındaki yalnızlığı, Fenerbahçe takımının en hazin görünen tarafıydı... Orta alanda fişek gibi çıkacak ve hücuma katkılarıyla Sow’u destekleyecek bir adamı hâlâ yaratamadı Aykut Kocaman. Sezonun bitmekte olduğunu hatırlarsak, Sarı-Lacivertli ekibin bu zaafının giderilmesi bir ‘başka bahara’ kalacak demektir.
Eğer Fenerbahçe, son haftalardaki zorlu iç ve dış yarışmalarından yüzünün akıyla çıkıp Antalya’dan da 3 puan kazanıp lig liderliği rüyasını kovalamaya devam ediyorsa eğer, bütün eksiklere rağman Aykut Kocaman ve ekibini kutlamak gerekir.
‘’Zorlu tur gecesi‘’
Tek toplu ve rakibe oynama şansı bırakmayan paslaşma üstünlüğü Fenerbahçe’yi sürekli ön planda tutmaktaydı... Plzen’in gol bulmak zorunda olması ani atak çıkışlarında kaybettiği toplar, Sarı-Lacivertli ekibe ilaç gibi geliyor, Fenerbahçe’nin istediği oyun düzeni kendiliğinden oluşuyordu sanki yarışmada.
Tabii Mehmet Topal’ın sakatlığı sonrası oyuna giren genç Salih’in orta alana taptaze nefesler getirdiğiyde ortadaydı. Bunlar oyunun iyi gittiği anlardaki notlardı.
Fenerbahçe’nin klasik 11’inde artık ‘1. aday’ haline gelen Salih’in yaşından çok önde giden futbolculuk zeka ve meziyetleri sürekli gelişmekte. Attığı golden önce Plzen savunma çizgisinin arkasına uzattığı derin topu Sow önceden sezinleyip ofsayta yakalanmasaydı, bu göz alıcı pasla gol daha önceden gelebilirdi.
Fenerbahçe 2. yarıya da turu sonuca bağlamanın ince hesapları içinde oynamaya çalışmaktaydı. Gösterişten uzak, riske girmeyen ve defansını zengin düşüncelerle savunan bir anlayışla yarışan Sarı-Lacivertli ayaklar, Plzen’in attığı gol sonrası büyük bir telaşa kapılıyordu nedense. Ancak Plzen’in beraberlik vuruşunda Bekir’in yaptığı kocaman yanlış, kalede Volkan’ın hemen sağındaki direkten ağlara yuvarlanan topa niçin bir hamle dahi yapmadan kaldığını anlamayadık. Sonrasında tam bir ‘Hababam futbolu’ sarıp sarmalıyordu Saracoğlu’nu. Plzen’in şuursuzca saldırıları ve gol arayışları ile Fenerbahçe’nin skoru korumak adına verdiği uğraşlar birbirine karışıyor, ve tur için ‘Başa baş-dişe diş’ bir futbol kavgası izleniyordu Kadıköy’de. Boş tribünlerin yarattığı kaos, UEFA’yı yöneten kafasızlara armağan (!), zorlu da olsa turu aşması adına Fenerbahçe’ye kutlu olsun.
‘’Özgüven ve kenetlenme‘’
Demek ki Sarı-Lacivertli ekibin gaza basıp, tempo artırması için kalesinde gol görmesi (!) gerekiyor.. Sestak’ın golü sonrası fırtına gibi atağa kalkıp Bursaspor kalesini adeta abluka altına alan Fenerbahçe, sağlı-sollu ataklarla zorlu rakibine yükleniyor ve Emre’nin zarif hareketler sonrası yaptığı klas vuruşla yakalıyordu eşitliği... Golden sonra Sow’un Bursaspor kalecisiyle karşı karşıya kalışında yaptığı “hesapsız vuruş” Sow ve Fenerbahçe için beceriksizlik örneği miydi yoksa şanssızlık mı tartışılır. İkinci yarıya da bıraktığı hız temposuyla giriyordu Sarı-Lacivertliler. Emre’nin zorunlu yokluğu, Gökhan Gönül’ün defanstaki eksikliği açıkça hissedilse de takım, tüm hatlarıyla oyuna kilitleniyor, Meireles’in tartışmasız golünü de bu baskı sonucu yakalıyordu Fenerbahçe... Bursaspor’un eksiklerine, farklı yenilgisine rağmen güçlü rakibine karşı tertemiz ve disiplinli oynadığını belirtmeliyiz. Hikmet Karaman’ın, iki genç adamı böylesine ağır bir maça sürmesi ne kadar tartışılsa da, Yeşil-Beyazlı ekibin farklı bir “düşünsel yenilenme” içerisinde oynamaya çalıştığı da açıkça görülmekteydi.
Fenerbahçe’nin Plzen’de oynadığı Avrupa Ligi maçı, yoğun oyun trafiği ve dünkü Bursaspor yarışmaları sonrası ortaya çıkan net görünüş, Fenerbahçe’de özgüven ve takım bütünleşmesinin bu sezon adına en üst düzeye eriştiğidir... Bakalım geleecek haaftalar bu tespitlerimizi ne kadar doğrulayacak.
‘’İstanbul'da protokol oyunu‘’
90 dakika boyunca kontrollü bir oyun tavrıyla maça sürekli asılan Sarı-Lacivertli 11, hem savunmayı titizlikle koruyor, hem de orta alandaki yerleşimi, rakip kaleye yaptığı ani pozisyon baskınlarıyla Çekler’in gol kapılarını aramaya çalışıyordu. Plzen’in pek de korkulacak bir takım olmadığı, daha oyunun başlarında dikkatleri çekti. Fenerbahçe’nin özellikle kanat bindirmelerinde açıklar veren Plzen defansı, sadece savunmasını kalabalık tutarak, önlemeye çalışıyordu Sarı-Lacivertli hücumcuları. Gerçi Fenerbahçe defansının savunmasız yakalandığı bir pozisyonda gole de kavuşuyordu Çekler. Ancak üst direkten dönen top, Fenerbahçeliler’in de yüreklerini ağızlarına getirmiyor değildi hani... Tabi Kuyt’ın sağ kanattan gelen sert topa ayak koyuşundaki hoyratça dikkatsizlik de, Fenerbahçe’yi beklediği ve de hak ettiği golden etmekteydi ilk yarıda.
Maçın ikinci perdesinde de ilk 45’teki ahenkli oyun ve hücum temposunu itinayle korumaktaydı Fenerbahçe. Baroni-Webo-Kuyt-Sow, Gökhan ve de Selçuk, orta alandaki başarılı isimlerdi. Çabuk paslarla Çek defansını her yönden zorluyorlar, golü bularak İstanbul’daki maçtan turlayarak çıkmak garantisini yakalamaya çalışıyorlardı. Aslında tüm takımın da isteği bu değil miydi? Birçok heyecan dolu Fenerbahçe atağındaki en zorlu isim, Çekler’in kalecisiydi. Çok yerindeki ve doğru zamanlama uzanışlarıyla Plzen’in golden değil de, gollerden kurtarıyordu Çek Kozacik. Sonuçta Fenerbahçe, alnının akıyla hak ettiği gole Webo’yla kavuşuyordu. Öyle ya böylesine baskılı ve disiplinli bir şekilde maç kazanan bu takımı sizce de alkışlamak gerekmez mi?
‘’Altın gol‘’
Fenerbahçe, aslında futbol olarak aslında yoğun bir tempo içerisinde başlamıştı ilk yarıya... Beşiktaş’ın hayli ürkek kaldığı anlarda Sarı-Lacivertli ayaklar, büyük bir çabuklukla top kullanıyorlar, sahanın her bölgesine yaydıkları atak yoğunluğuyla Beşiktaş defansını bir hayli zora sokuyorlardı zaman zaman. Bu baskı zamanlamasında Sow’un gelen kafa golü, nedense Fenerbahçe’yi duraklamaya götürüyor, Siyah-Beyazlı ekibi ise adeta tetikliyordu. İşte ilk yarının sonlarına doğru Fernandes’in üstün futbol meziyetleri, gündeme geliyor, enfes ara pasları ve ters kanata çıkardığı ters toplarla Beşiktaş’a moral dağıttı aşikardı.
Siyah-Beyazlı ekibi, kendisine getirip, kendi sahasında pozisyon almaya iten aslında Kuyt’ın ters kafa vuruşuyla kendi kalesine attığı sayıydı. İşte bu sirkilişin sonrasında, Beşiktaş’ın oyuna sarılıp Fenerbahçe’yi kendi alanına itmesi bu beraberlik sayısından sonra başlıyordu. Bu arada, Egemen’in yaptığı net faullerine sürekli itiraz edip sarı kart görmesini anlamak zordu doğrusu. Bu tip itirazlar Fenerbahçe’nin oyun disiplinini bozmaktan öte ne işe yarar ki Egemen kardeş...
İkinci 45’te oyuna sahip çıkan Beşiktaş’tı aslında; orta alandaki top kapma çatışmaları, zorlu geçse de Beşiktaş fizik veya güç olarak Fenerbahçe’den daha diri, disiplinli ve galibiyeti arayan bir inançla götürüyordu ikinci yarıyı. Niang ve Sow’un karşılıklı golleri, oyunu daha cazip hale getiriyor, derbi heyecanı tüm tribünlerdekini ve ekran başındakileri yarışmaya kitliyordu adeta. İki takım, ligdeki konumunu korumak adına tüm güçlerini vermekteydiler oyuna. Ancak maçın sonucunu yorumlamak, Beşiktaş’ın genç ve diri oyuncularından Olcay’a kısmet oluyordu son anlarda. Çokta renkli geçen derbide, çekinerek oyuna başlayan Beşiktaş, Olcay’ın attığı ‘altın gol’ sonrası güler yüzle ayrılan taraf oldu.
‘’Olmak veya olmamak‘’
Son haftalarda üst üste oynanan önemli maçlar sonrasında biraz tempo kaybetmek aslında normaldi Sarı-Lacivertli formada. Ancak bize göre anormal olan Fenerbahçe gibi bilge bir takımın, gol pozisyonu bulmakta zorlanmasıydı. Hele Emre’nin tecrübeli bir kaptan oluşuna rağmen aceleci bir tavra düşüp, oyunu toparlamamaktan olan korkusu anlamsızdı. İlk yarıda çok aksıyan sol kanat ve Meireles’in oyundaki varlığından haberi yokmuş gibi kalışı, takımın orta sahadaki noksanlığı dikkat çekiciydi. Kasımpaşa, adeta gökten inen beleş penaltının varlığına sığınmış gibi oynuyordu uzun süre yarışmada. Ayrıca defans dörtlüsü, orta beşlisi, hatta uçta oynayan Uche’yi geriye alıp dafansa kitlemesi, Fenerbahçe’nin hücum teşebbüslerini sürekli baltalıyordu. Anlayacağımız, puan açısından çok anlamlı, ancak futbol değerleri olarak renksiz bir 45 dakika yaşanıyordu Saracoğlu’nda.
Devre arasında tribünlerde, Cristian niye yok? Sow niçin oynamıyor? Soruları, devre arası sohbetleri olarak tribünlerde yoğunlaşırken, ikinci 45’te önce Sow’un görünmesi, sonra da Cristian’ın oyuna girmesi, tribünlerde de bir rahatlama yarattı sanki. Fenerbahçe’nin bu değişiklikleri, hücum güçlerine çok önemli artılar katıyordu. Yani, Aykut Kocaman’ın değişiklikleri birden rahatlatıyordu Fenerbahçe’yi. Ancak Fenerbahçe sevdalılarını, huzurlu kılmak için ilk 45’te herkese azap vermenin teknik doğruları nelerdi, onu hiç bilmiyoruz. Fenerbahçeli ayakların keskin ve doğru pasları, vızır vızır gezinmeye başlayarak göz alıcı hoşnutluk yaratıyordu yarışmada. Sow’un adeta şov yapmaya başlaması ve özgüven dolu hücum çıkışları, yarattığı beraberlik golü tribünleri kısmen rahatlatsa da 3 puandan aşağısı aldırış etmeyen Fenerbahçeli futbolcular, galibiyetten emin çıkışlarla yıktılar rakip savunmayı. Sonrası ise ayrı bir keyifti peş peşe gelen gollerin hikayesi. İkinci devre takımını maestro gibi yöneten Kaptan Emre’nin ve tüm Fenerbahçe’nin kenetlenmesi kısa zamanda 2 gol daha getiriyor ve Fenerbahçe, korkular içerisinde oynadığı ilk yarı sonucundan kurtulup alnının akıyla hak ettiği puanlara kavuşuyordu...