‘’Golsüz gece‘’
Evet. Fenerbahçe takım bütünlüğü olarak hem savunmada, hem de orta alanda hücum çıkış bölgelerinde canlı ve içten gelen kazanma hırslarıyla kovalıyordu pozisyonları. Ancak, kalabalık Trabzon defansını aşmak konusunda "Özellikli ayaklar" pek görünmüyordu ortalarda... Kuyt'ın orta alandan ustaca taşıdığı topları, Sow ve Webo bilinçli son hareketlerle değerlendirmekten o kadar uzaklarda kalıyordu ki, hayret etmemek elde değil. Özellikle Sow'un devasa fiziğini "Doğru yerde-doğru biçimde" kullanma yetenekleri aylardır giydiği Sarı-Lacivertli formada hala anlamsız kalıyorsa, o zaman bu oyuncunun golcülük değerlerini gözden geçirmesi gerekmiyor mu Ersun Yanal'ın?
Trabzon'da gol yolları yaratmakta plansız ve beceriksizdi doğrusu... Olcan, genç Yusuf, Henrique gibi isimlerle birlikte tüm takım gol yaratmak için çırpınıyorlardı dünkü yarışmada. İyi ama ceza sahasına yaklaştıkça, özelliksiz ve programsız kalıp, gol fakirliğine kilitlenmekten başka bir çare bulunamıyorki. Bu futbolla; hem Fenerbahçe hem de Trabzon orta alanı işgal edip, ölü top vuruşlarından karşı tarafın hata yapmasını beklemekten başka çaresizdiler. Oyunun sonlarına doğru Fenerbahçe kuvvetli canlanma ve gol arayışları maça ağırlığını koysa da Webo'nun üst direkte patlayan vuruşundan, Sow'un gol kaçırma gösterilerinden başka bir gelişme olmuyor ve 'Golsüz gece'de gelen birer puanla noktalanıyordu haftalardır merakla beklenen derbi maçın sonucu.
‘’Güzel mücadele‘’
Ankara’da oynanan maçta, Fenerbahçe de ev sahibi Gençlerbirliği de büyük bir iştah ile hem fizik güç hem de top kullanma ustalıklarında çok başarılıydılar... Özellikle dar alanlarda çok ince paslaşma şıklıkları sergilenmekte iki ekip de karşılıklı hücum alanlarına çıkmak için her türlü hücum kapılarına kullanmaktaydılar. Ancak kalecilerde eriyen pozisyonlar ve de karambol anlarında vurulan toplar ya direklere çarpmakta ya da kalabalık savunmalar tarafından kesilmekteydiler. İşte bu görüntü çerçevesinde eriyip sona erdi yoğun tempodaki ilk 45 dakika.
İkinci yarıda da oyunun temposu farklı değildi. İki takım da birbirinin hatalarını bekliyordu. Ancak oyundaki yüksek tempo aynen ilk devredeki sıcaklığıyla devam ediyordu. Yani oyunun kaderini değiştirecek bir “Özel oyuncu” görünmüyordu ortalarda... Kuyt’ın sayısı ilaç gibi geliyordu Fenerbahçe taraftarlarına. Ancak golün yaratıcısının da pozisyonun içinden büyük bir istek ve hırsla çıkan Egemen olduğunun altına çizmeliyiz. Yani Fenerbahçe Ankara’dan 3 puan kaparak ayrıldıysa, bunu 90 dakika boyunca koruduğu oyun ciddiyeti, tempo ve orta alandaki pas zenginliğiyle oynamasına borçludur. Gençler de Fenerbahçe’den hiç eksik kalmayan meziyetleriyle beraberliğe hatta galibiyete her an yakın oynayarak alnının akıyla sahasından ayrılıyorsa eğer o zaman iki takımı da saygıyla selamlamak gerekir.
‘’Fenerbahçe tam yol‘’
Takım halinde oynadığınız ve orta alanı ele geçirip, rakibinizi bir pas çemberi içine kilitlerseniz rakibinizin işini erken bitirir ve sonrasında bu oyunun keyfini çıkarırsınız yeşil çimende... Tabii Caner’in sol kanattaki keyifli futbolu, haftalardır gündemde. Bu genç adam ‘kırk ayaklı’ sanki. Hem top taşımak, hem rakibin çıkışlarını kontrol altında tutabilmek her baba yiğit futbolcunun işi değil. Dün Caner-Kuyt-Cristian ve sağ çizgide Gökhan Gönül’ün pas gösterileri çok görkemli ve gelecek zamanlara ışık tutacak nitelikteydi doğrusu.
Yalnız, Ersun hoca gol yaratmaları gereken ve usta oynayan Sow-Emenike ve Webo’dan beklediği verimi alamıyordur herhalde. Bu ağır vücutlar, pas beklerken oyunu seyrediyorlar ve rakip defansla ofsayt çizgilerini bir türlü dengeleyemiyorlar. Ayrıca orta alandan çıkan ara ve yan paslarda çabuk olamıyorlar ve sprinter çıkışlar yapamıyorlar. Yani Fenerbahçe’nin transfercileri, cılız gibi görünen ama ‘pire’ gibi çabuk oynayan futbolculara yıllardır neden itibar etmiyorlar hayret doğrusu. Korner ve yan ortalarda cüsseli oyuncular olabilirler. Ama kafaya çıkışlarda, külçe gibiler ayakları yerden kalkmıyorlar. Sow’un ilk golünde kafa vurduğunu zannedenler de olabili ama hayır top Sow’un kafasına dahi değmeden Elazığ defansçısının boynana çarparak gitti Elazığ ağlarına.
Neyse 4-0’lık bir sonuca bu yorumları getirmek garip gelmesin size. Çünkü biz Elazığ maçını yorumladığmız kadar, Fenerbahçe’nin gelecek zamanlardaki zorlu maçlarını düşünüyoruz her an. Dün birer devrede ikişer gole kavuşan Fenerbahçe’nin oynadığı futbolu alkışlıyoruz üç puanı sahiplenerek ligde önemli bir atak yapmasını da selamlıyoruz.
‘’Günün adamı Caner‘’
Milli maçların ve Sarı-Lacivertli ekibin en kahraman isimlerinden Gökhan Gönül kardeşimiz, ilk yarıdaki 2 golde de kabahatli bir alan boşluğu yaratmakta adeta ‘sükutu hayal’ bir durum yaratmaktaydı taraflarında...
Egemen’in, oyunun ilk golünden önce hakem Mustafa Kamil Abitoğlu’nun önüne dikilerek yaptığı gereksiz itirazın, hemen sonrasında gelen hatalı durumun ‘oyun ciddiyeti açısından’ ne denli bir hatası vardır bunu da varsın ERSUN YANAL cevaplasın bakalım.
Kasımpaşa ise, ilk gol gelene kadar Fenerbahçe’yi yenme manasında pek de inançlı oynamıyordu doğrusu... Ama gol sayısı gelince, birden ayaklandılar ve Fenerbahçe hücumlarını aynı ölçeklerde cevaplamaya başlayıp, oyunu kendilerine göre dengelediler. Yani Sarı-Lacivertli ekipte Egemen yaptığı önemli yanlışla Kasımpaşa’yı dopingliyordu adeta.
İkinci 45’te Kasımpaşa skoru korumak adına Fenerbahçe ise maçı lehine çevirmek açısından kıyasıya bir mücadele sergiliyorlardı kızışan üç puan kavgasında... Özellikle Fenerbahçe’nin Caner’i, dünkü oyunuyla sahanın en iyisi olarak işaretlemeniz gereken ismiydi. Hem defans, hem orta alandaki temposu ve teknik pas gösterileriyle Fenerbahçe’yi yenilmek kaderinden çekip alan ADAM’dı Sarı-Lacivertli formada... Özetlersek pahalı bilet satımı sebebiyle mi, yoksa Sarı-Lacivertli taraftarların kongre yaklaşımını protesto etmeleri yüzünden mi bilmem ama Webo’nun kapanış golü maç sonucuna galibiyet mühürünü basarken Fenerbahçeli yüzler hem tribünlerde hem de hınca hınç dolu ekran başlarında gülümsemeye başlıyordu.
‘’'İyi biline'‘’
Romanya önünde de takımsal mücadelesini ayak bileklerinin hakkı ile, düşünsel mücadelesini kafa birlikteliğiyle Bükreş Stadı’nda sergileyen Ay-Yıldızlı formaya ve zaferi yaratan oyuncularına sevgiler ve saygılar sunmak gerekmez mi sevgili okurlar ve FATİH TERİM münafıkları...?
‘Futbolu 10 yıllarca seyretmiş, ancak sahaya çıkıp hiç denememiş’ yorumcuların spor sayfalarında yazıp TV’lerde söylediklerine sizler de muhatap olsanız patlamaz mısınız...?
Öküzün altında buzağı ararcasına “Yok FATİH hoca milli takıma şu maksatla geldi”...
“Hayır, TERİM Galatasaray’a iki yıllık kontrat baskısı yapıyor” şeklinde dedikodu cadılığı yapmak kimlerin ne haddine yahu... Futbolumuzda sayıları zaten tane tane azalan teknik adam değerlerimizi mesleklerinin son demlerinde böylesine hırpalamak ne haddimize futbol ukalaları...?
Milli takım Brezilya’ya gidermiş veya gitmezmiş o ayrı mesele... Ama ben akıl ve matematik bilimini bile zora sokan bir zamanda FATİH TERİM’in ‘Kafasını giyotine uzatırcasına’ bu görevi kabul etmesini, yürekten alkışlıyor ve Romanya galibiyetine üzülenler varsa onları da içtenlikle lanetliyorum... Türkiye bütünlüğünün ‘Orasını burasını kurcalayarak’ pek çok konuda ihanet yolunda koşuşanlar, sonuçlardan ‘Avuçlarını yalamak’ zorundadırlar. ‘İyi biline’.
‘’Mutlu gece‘’
Öyle ya, ilk golde hakem Özgür Yankaya’nın ayağına çarpan topa Emenike’nin attığı depar ve araya kestiği nefis topun Kuyt’ın ayağından gol olmasına Carlos da dahil dakikalarca hakeme itiraz edip oyun disiplininden kopuvermek neden ki? Hakem de oyuncu değil mi, futbolun saha içi kurallarında, sevgili Sivaslılar?
Zaten bu golden sonra Sivasspor adına koptu oyunun kontrol mekanizması... Kornerden gelen vuruşa Alves’in tertemiz çıkışı, kaleciye hiç temas etmeden topla buluşması ve attığı gole yine rakip takımdan toplu halde itiraz. Yani sevgili Carlos; daha yeni tanıştığın Sivaslı futbolculara defansif öğretilerden önce, hakeme karşı gelmeyi örgütlemiş anlaşılan! Ama bizim geçmiş yıllardan bildiğimiz Sivasspor, harıl harıl pas alışverişleriyle uğraşan, canlı ve seri çıkışlarıyla ünlü rakiplerine dahi kan kusturan “Anadolu Canavarı” bir takımdı... Dünyanın bir ucundan Carlos’u getirme düşüncesini yaratan “Sivri akıllı” yönetici kim acaba merak ederim. Fenerbahçe, gol şansları yerinde olmakla birlikte bu sezon ilk kez istediği ve seyircisini mutlu eden özellikleriyle yarışmaktaydı kendi evinde. Çabuk düşünüp, çabuk oynaması yanında orta alana yığılıp Fenerbahçe’yi durdurma düşüncesine çaresizce sığınan Sivasspor’a karşıt, Kuyt’ın sol kanat, Emenike’nin hem sağ kulvarda hem de sahanın her bölgesinde çalışmaları, orta alanda Meireles ile ilk kez forma giyen Holmen ve Selçuk’un uyumlu pas diyalogları dünkü Fenerbahçe’ye hız kazandıran önemli hakikatlerdi. Tabii Gökhan Gönül, Caner ve diğerlerinin de Sarı-Lacivertli forma altında üst düzey bir tempoda oynadıklarını düşünürsek, yazımızın başlığı olan “MUTLU GECE”nin satırbaşlarını da vermiş oluruz sizlere...
‘’Aramızdaki farklar‘’
Fenerbahçe, ümit taşımasa da sezon başından beri darmadağın görünen orta alanda derlenip toparlanmak, gol bölgeleri çıkışlarına çekidüzen vermek ve takımsal bütünleşmesini geliştirmek adına ‘göz alıcı’ bir imtihan vermek zorundaydı bu sınavda. Peki, yukarıdaki taktik durumlarında bir gelişme gözlendi mi? Dün Sarı-Lacivertli ekipte derseniz bu konularda iyimserlik göstermenin zor olduğunu söylemeliyiz.... Sarı-Lacivertli kadro tam bir oyun disiplini içinde yarışıp farklı yenilgiyi düşünmeden, ısrarla gol sayısı aramak adına büyük gayretler sarf etmekteydi doğrusu... Ancak Emenike-Webo ve Sow gol çıkışlarında, Fener orta sahasının onlara ince paslar yaratmakta hala kısır ve yaratıcı olmaktan uzaklarda olduğunu söylemeliyiz... Cristian-Kuyt ve Meireles orta alanda rakibi bozma gayretleri dışında ofansif maksatlarda öylesine yavaş ve çaresizler ki... Gerçi burada Arsenal’in genç ve maharetli top kullanımlarını da; Fenerbahçe’nin top sahiplenmesine devamlı darbeler indirmekteydi maç boyunca.
Dilerseniz gerçeğe gelelim.. İngiltere’de altyapılarda ilkokul-ortaokul ve lise mezunları olarak kabul edilen eğitimi en ciddi şekilde almassanız futbolcu namzeti olamassınız... Yani; iyi veya kötü futbolcu olma sınıflanması altyapıdan başarı ile çıkmanıza bağlıdır... Yoksa bizdeki gibi tam bir ‘yabancı ithalatına bağlanmış’ futbol kadersizliği içinde sıkışıp kalır ve altyapıları göstermelik olarak kullanırsanız ne yepyeni bir milli takıl yaratılabilir ne de kulüpler olarak Avrupa’da ses getirici sonuçlara imza atabilirsiniz.
‘’Hangisi şanslıydı‘’
Ersun Yanal, Sarı-Lacivertli takımın tempo yaratma fakirliğini hafta içindeki spor sayfalarında seslendirmekteydi... Ne temposu yahu? Eskişehirli oyuncular orta alanda, öne ve kanatlara müthiş süratli ataklar ve paslar yapıp, top sürerlerken; Fenerbahçeli ayakların yürüyecek hali gözlere batmıyordu bu çok önemli büyük yarışmanın büyük bölümünde.
Sezon başından beri Saracoğlu Stadı, Fenerbahçe’nin kendi oyun alanı değil de rakiplerin antrenman sahası sanki... Dünkü orta alandan, Webo veya Emenike’nin koşu alanlarına tek düzgün ara pası çıkmazken Eskişehirli kanat oyuncuları veya hücumcuları Fenerbahçe defansı ve başarılı kaleci Mert’in oyun alanı içerisinde cirit atıyorlardı. Her hafta değişik 11’le sahaya çıkmak, Ersun Yanal’ın ne denli teknik ve düşünsel açmazlar içinde sıkışıp kaldığının açık ispatı olmuyor mu? Sarı-Lacivertli takımda, henüz beklenen formunda olamasa da kimi maçlarda her şeyini ortaya koyarak yarışan Kuyt’ın direk dibine vurarak kazandırdığı gole kadarki Fenerbahçe’nin yarışma karnesi yukarıdaki gibiydi. Ayrıca Necati’nin kaçırdığı veya sahanın en iyilerinden olan kaleci Mert’in kurtardığı penaltı ve sonrasındaki pozisyonlar, Fenerbahçe’nin ne kadar savruk oynadığını çok da iyi anlatıyordu bizlere.
Özetlersek ilkeli kararları, otoriter tavırları ve de pozisyonlara çok yakın fizik gücü gösterileriyle hakem İLKER MERAL ve arkadaşlarını kutlamalıyız. Maça gelirsek Fenerbahçe şansı sayesinde mi kazandı, yoksa Eskişehir şanssızlığına mı yenildi buna da sizler karar veriniz sevgili dostlar...